Nedir.Org*
Soru Sor

Sosyalleşme Sunumları

  • 2
    6 yıl önce
    İlgili Yazı: Sosyalleşme

    Dosya Adı: Sosyalleşme Kuramları

    (Göster / Gizle) Sunum İçeriği: Düz metin (text) olarak..
    9. BÖLÜMSOSYALLEŞME VE SOSYALLEŞME SÜRECİSosyalleşme Kavramıİnsanoğlunun dünyadaki yaptığı ilerlemeler, gelişmeler ve dünyada neden olduğu değişimler büyük ölçüde hem başkalarıyla birlikte olma isteği hem de çok sayıda insanla değişik şekillerde etkileşime girmesinden kaynaklanmaktadır (Freedman, Sears, Carlsmith, 1989). İnsanoğlunun hayattaki belki de en önemli başarısı güçlü ve dengeli bir sosyalleşmeye ulaşabilmesidir. İnsanın sosyalleşmesi çok karmaşık bir süreçtir. İnsanoğlu yaşamını devam ettirebilmek ve tabiat karşısında güçsüzlüğünün üstesinden gelebilmek için toplu halde yaşamak zorundadır. Toplu halde tabiatla mücadele ederken hem kendini, hem de tabiatı değiştirir (Köknel, 1985). Birey yaşadığı toplumda hem saygınlık kazanmaya, hem de kendi yerini belirlemeye ihtiyaç duyar. Bireyin sosyalleşmesi de bu ihtiyaçların karşılanmasına bağlıdır. Sosyal (social) kelimesi Fransızca’dan uyarlanmış olduğu için Latin kökenli dillerdeki etimolojik açılımına bakmak gerekir. Bir sıfat olarak sosyal kelimesi 14. yy. orta dönem Fransızca’sında “arkadaşlık, hoşgörü” ile anlatılmış ve “müttefik, ortak” anlamında kullanılmıştır. Kelimenin kökünün Latince’deki “socialis” kelimesinden geldiği ve “birleşmiş, başkaları ile yaşam” anlamında kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. Yine Latince’deki “Socius” kelimesi ile bir bağı söz konusudur. Socius, “yoldaş, takip eden” manasına gelmektedir. Kök aslında “Sequi”ye dikkat çekmektedir. Sequi kelimesi ise “Sequel” kelimesindekine benzer bir anlamdadır ve “takip etmek” demektir. “Başkaları ile birlikte yaşamak ya da başkaları ile birlikte yaşamayı sevmek, arkadaşça ilişkiler içerisinde bulunmak” şeklindeki anlamı ile ilk kullanım 1729’da kayıtlara geçmiştir. Bir isim olarak sosyal kelimesi ise “arkadaşça toplanma” anlamında ilk defa 1870 yılında kullanılmıştır. (www.etymonline.com)Sosyalleşme, insanı sosyal sistemin üyesi haline getiren süreçtir. Sosyologlar sosyalleşmeyi çeşitli şekilde tarif etmektedirler. Linton (1974), yeni doğmuş çocukların medeniyetsiz yaratıklar, cahil hayvanlar halinden bir sosyal sistemin insan üyeleri haline gelişlerinin sosyalleşme sayesinde olduğunu belirtir. Dollard’a göre sosyalleşme, yeni bir kişinin gruba eklenmesini ve toplumun kendi yaş ve cinsindeki kişiden beklediği şeyleri yerine getirir bir birey olmasını sağlayan süreçtir. Yukarıdaki şekilde belirtilen sosyalleşme terimi 1930’lardan itibaren önem kazanmaya başlamıştır (Koştaş, 2011).Sosyalleşme, toplum bilimin ve sosyal psikolojinin bir kavramı olarak, belirli bir kültürel ve toplumsal yapının içinde bireylerin geçirdiği en genel süreçtir. Bu süreçte toplumun manevi yapısını oluşturan tutum, davranış, bilgi, görgü ve hukuk normlarını kapsayan, bireyin varoluşunun zorunlu şartlarını düzenleyen bir süreçtir (Tolan, 1996).Sosyalleşme kavram olarak bazı kaynaklarda “bireylerin, çocukluklarından toplumda belirli bir eğitim ve kültür sahibi insan olarak yaşamlarını sürdürmelerini sağlayancıya, toplumsal hayata fiilen katılıncaya kadar geçirdikleri bir süreç” olarak tanımladıktan sonra “toplumsal kültürün kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlayan, ailede başlayıp diğer birincil ve ikincil gruplar yoluyla devam eden, fertlerin içine doğdukları toplumun adet, gelenek din, değer, bilgi ve becerilerini kazanmalarını içeren bir süreç” açıklaması getiriliyor (Badawi, 1986). Sosyalleşmenin birçok karmaşık faktörün etkisiyle oluştuğundan hareketle Yavuzer (1979: 20) sosyalleşmeyi, bireyin bir anlamda yaşadığı kültürü ve dolaylı olarak bu kültürle ilişkili diğer kültürleri öğrenmesi olarak anlatmaktadır. Bir diğer anlamıyla sosyalleşme, kişinin grubun kural ve değerlerine uymayı öğrenmesi, bu değerler düzenini benimsemesidir. Kağıtçıbaşı (1999), sosyalleşmeyi insan yavrusunun toplumun bir üyesi haline gelmesi olarak ifade etmiştir. Yani ailesinin, akraba ve komşuluk çevresinin, kent ve köyünün ve sonunda ulusunun bir parçası olduğunu öğrenmesidir. Büyümekte olan çocuk çevresiyle etkileşimi sonucunda çevresindekilere benzer davranışlar geliştirecektir. Böylece tek tek kişiler yerine toplumun üyeleri olan, birbirlerinden farklı oldukları gibi, birbirlerine büyük benzerlikler de gösteren toplumsal bireyler haline geleceklerdir. Yaşamın başında görülen ilk sosyal davranış bebeklerin annelerine olan bağlılığıdır. Bağlılığın uyum sağlama yönünde büyük değeri vardır. Büyüyen bebekler ise anneye bu şekilde bağlı kalamaz ve çevrelerini araştırmak için ondan koparlar. Anlaşılacağı üzere ilk sosyal davranışın gelişim öyküsü anneye bağlılık ve ondan kopma şeklinde başlar (Morgan, 2009). Yani çocuklar büyüdükçe diğer insanlarla karşılaşır ve onlarla olumlu ilişkiler kurarlar. Bireyin bütün yaşamı çevresine uyum sağlama çabası içinde geçer, bu uyum çabası doğumdan başlayarak bir gelişim gösterir (Yavuzer, 1979). Birey sosyalleşme sürecinde bir yandan toplumla uyum içinde yaşamak için toplumsal kuralları benimseyerek öteki bireylere benzerken, diğer yandan doğuştan getirdiği gizil güçlerinin temeli üzerinde onu diğer bireylerden ayıran kişilik niteliklerini kazanır ve geliştirir (Köknel, 1985). Bu sürece “bireyin sosyalleşmesi” ya da “sosyal gelişme” adı verilir. Sosyalleşme kavramını ilk kullanan E. Durkheim’dır. Durkheim sosyalleşme kavramını “yetişkin kuşakların, yetişmekte olan kuşakları sosyalleştirmesi, toplumsal hayata alıştırması, ruhsal, zihinsel ve ahlaki yönden yetiştirmesi” olarak açıklamıştır (Shaver, 1981: 125-132). Çocuk büyüdükçe birçok sosyal ve psikolojik ihtiyaçları ortaya çıkar. İnsanoğlu diğer insanlarla birlikte yaşama ihtiyacı içerisindedir. Sosyal gelişme de kişinin kendi yaşadığı toplum tarafından kabul edilebilir bir biçimde davranmayı öğrenme sürecidir (Kulaksızoğlu, 1999). Yavuzer’e (1979: 20) göre sosyalleşme kavramı; geniş bir davranış ve oluşum alanını içerir. Sosyalleşme en başarılı şekliyle insan organizmasının acizlik, çaresizlik ve tam bir bencillikle nitelenen bebeklik çağından, bağımsız bir yaratıcılıkla nitelenen yetişkinlik dönemine geçmesiyle sonuçlanan bir öğrenme ve öğretme işidir. Çocuk açısından sosyalleşme, bir “öğrenme” ve “öğretme” sürecidir. Sosyalleşme süreci içerisinde çocuk aile, okul, toplumsal çevre ve kitle iletişim araçları aracılığı ile toplumun kendisinden beklediği rol ve beklentileri öğrenir. Aynı zamanda öğrendikleri sayesinde ailesini ve toplumsal çevresini sosyalleştirir. Sosyologlar sosyalleşmenin genellikle iki aşamada gerçekleştiğinden söz etmektedir. Birincil sosyalleşme, bebeklik ve çocukluğun ilk döneminde gerçekleşir ve bu sosyalleşme süreci birincil grup olarak adlandırabileceğimiz ailede başlar. İkincil sosyalleşme ise, çocukluktan sonraki dönem ile olgunluk döneminde gerçekleşir. Bu aşamada, sosyalleşmenin ilk aracı olan aileden sorumluluğun bir kısmını alır ve bunu okullara, toplumsal gruplara ve iletişim araçlarına devreder (Giddens, 2005).Kısaca, “sosyalleşme, kişinin grup normalarına uyması, bunları öğrenmesini sağlayan süreçtir.” (Dönmezer, 1984:141).Hollingshead (Yavuzer, 1979: 20), bireyin sosyalleşmesini başlıca üç sosyolojik ilkeye dayandırmaktadır;Birey, sosyal davranışı, toplum bireyleriyle etkileşim halinde öğrenir.Bireyin ne öğreneceğini içinde yaşadığı toplumun kültürü belirler.Bireyin öğrenimi, bir sosyal organizasyona ancak etkin bir biçimde katılmasıyla tamamlanır. Sosyalleşme sürecinin genel anlamada iki boyutu vardır. Birincisi psikolojik boyuttur. Birinci boyut bireyin toplum ve onun alt kategorileri içerisinde gelişip kalıba sokulduğunu ileri sürer. İkincisi boyut ise sosyolojik boyuttur. Bu boyut bir bireye sosyal beklentilere uygun biçimde davranmasının öğretildiğini öne sürer (Sneyder ve Spreitzer, 1976).İnsan sosyal bir varlıktır. İnsanın toplum hayatı aklın ve düşünme yeteneğinin eseri olup, sürekli bir değişim halindedir. Bu da şu demektir. İnsanın şahsiyeti sosyalleşme sürecinde oluşur (Aslantürk ve Amman, 1999:144). İnsan bir yandan biyolojik büyüme sürecini tamamlarken diğer yandan toplum normları ile bütünleşir ve içinde yaşadığı toplumun üyesi olur. Bir bakıma toplum normları ferdin eline verilmiş senaryolardır. Her fert bu senaryolardaki rolünü öğrenir, benimser ve oynar. Kişiye içinde bulunduğu grup yani diğer grup üyeleri bir değer atfederler. Kişi grup içerisinde bir statü (mevki) elde eder (Klima, 1973: 496-497).Amerika’nın önemli psikologlarından George H. Mead, kişinin sosyalleşmesinde toplumun belirleyici faktör olduğunu savunur. Mead, bireyin büyük oranda sosyal etkileşim vasıtasıyla kendini tanıdığını ve başkalarının ebeveynleri, yakın arkadaşları ve bir bütün olarak da toplumun rollerini takınarak kendi resmini elde ettiğini ifade eder. Bir başka ifadeyle çocuk kendini başkalarının yerine koyarak, kendisinin anne ve baba olduğunu hayal ederek, sırasıyla daha sonra başka kimseler olduğunu hayal ederek, o kişilerin rollerini oynayarak kendisine dışarıdan bakar veya kendisine ilişkin nesnel bir görüş oluşturur. Benzer şekilde Emile Durkheim “ortak temsiller” teorisinde bireyin topluluğun davranışlarını adapte etmek suretiyle sosyalleşeceğini ifade eder. Sumner’de “yapış tarzları” teorisinde bu görüşü ima eder (Koenig, 2000).Sosyalleşme ile bireyde kişilik ile birlikte özbenlik kavramı da kazandırılmaktadır. Öz benlik bireyin diğer kişilerle paylaştıklarının ve onu diğer kişilerden farklılaştıran ayrıntıların bilincinde olmasını ifade etmektedir. Kendimizi önce başkalarında görüp tanıdığımız için çevremizdeki başka insanlarla Cooley’in deyimiyle “ayna benlik” adı verilmektedir. Bu, başkalarının bireyin kendisine karşı davranışlarında yansıyan belleğidir. Sosyolog Cooley’e göre özbenliğin oluşumu kişinin kendisini başkası tarafından görülen bir konu, bir şey olarak tasarımlamasıyla gerçekleştirmektedir. Başkalarının bizi nasıl gördüklerini, tepkilerimizi ve cevaplarımızı nasıl yorumladıkları hakkında kendi kendimize bir hüküm veririz. Yani başkalarının oluşturduğu aynada kendimizi görürüz (Tezcan, 1984). Sosyalleşmeyi gittikçe daha da karmaşıklaşan çerçevelerin kazanılması olarak ele almak da söz konusudur. Goffman (1974) çerçeveleri, yineleyen toplumsal durumlardaki davranışlarımızı yönlendiren kurallar, anlayışlar ve beklentiler olarak tanımlamıştır. Örneğin bir çocuğun yatağa gitme çerçevesi düşünüldüğünde; çocuklar yatmadan önce pijamalarını giyer, dişlerini fırçalar ve ana babalarına iyi geceler derler. Diğer çerçeveler ise, yemek yeme, akrabaları ziyaret etme, parka gitme şeklinde oluşabilir. Aynı şekilde çocukların duygularını ifade ettikleri yol önceden evde öğrenmiş oldukları çerçevelerle şekillenmiştir. Örneğin bazı ailelerde duygular açıkça ifade edilirken bazı aileler de duygular açıkça gösterilmez. Çocuk da duygularını ifade etmeyi aile çerçevelerine uygun olarak öğrenir (Elkind, 1999: 92). Çerçeveler yinelenen toplumsal durumlara rehberlik ederken içlerinde duygusal ritimler de barındırırlar. Örneğin önceden okunmuş bir hikayeyi daha sonra yine tam ve aynı şekilde okunmasının beklendiği gibi (Elkind, 1999: 91). Konuyla ilgili Peter L. Berger’in (1982) görüşleri ise; sosyal dünya, ancak sosyalleşme süreciyle bireyin içerisinde özümsenir. Toplum bu şekilde, bireyin hareketlerini kontrol ederken aynı zamanda, kimliğini, düşünce ve duyguları da biçimlendirir. Böylece toplumun yapısı, bireyin kendi bilincinin bir yapısı halini alır.Topluma uygun kuralların bireyce içselleştirilmesinden bahsedildiğinde:1. Bireyin sosyalleşmesinden söz edilebilmesi için süregelen bir toplumun varlığı 2. Bireyin yeterli biyolojik ve kalıtsal özelliklere sahip olması3. Bireyin, toplumun diğer bireyleriyle bir takım ilişkiler kurma isteği içinde bulunması gerekir (Elkin, 1995: 9-28).Sosyalleşmenin fonksiyonel şartları, sosyal davranışların öğrenilmesini zorunlu kılar, bundan da şu sonuçlar çıkar (Aslantürk ve Amman, 1999: 188-190).1.bireye, sosyal durumlarda nasıl davranılması gerektiği öğretilmelidir. İletişim şekilleri genel olarak (tanınmış) kabul görmüş amaç sistemi ve somut rol ahlaklarının gereklerini, sosyal olarak tanınmış, kabul görmüş amaçlara varmak için tipleşmiş araçlara, hissi ifadelerin kaçınılmazlığı, rasyonel yönelişler, metafizik değerler v.b. bütün her şeyin öğretilmesi gerekir. 2. Sosyalleşme yalnız yeni doğan bir insanın somut bir toplumda yetiştirilmesi ve geliştirilmesi demek değildir. Aynı zamanda ergenlerin ve yetişkinlerin de sosyal gidişata uyması ve uydurulmasıdır. “Bu noktada çocuğun sosyalleşmesi ile ergenin ve yetişkinlerin sosyalleşmeleri veya yeniden sosyalleşmeleri arasında bazı farklar vardır. Çocuğun sosyalleşmesinde başta gelen faktör ana-baba veya onların yerini tutanlardır. Adı geçenlerle çocuk arasında ilişki ise yüksek derecede duygusal bir ilişkidir. Buna karşılık yetişkinlerin (ergenler için belli ölçüde duygusallık devam etmekte ise de) sosyalleşmesinde duygusal ilişki yerini akla bırakır. Ayrıca yetişkinlerin sosyalleşmeleri; biyolojik sebepler, önceden öğrenilenlerin yüklü ve sonradan öğrenmenin zorluklarından dolayı çocuğun sosyalleşmesine göre daha güç ve sınırlıdır (Dönmezer, 1984: 151-152).”3. bireyin sosyalleşmenin yanında grup ve toplumun sosyalleşmesinden de söz etmek gerekir. Birey sosyo-kültürel normları benimseyerek sosyalleştirdiği gibi, grubun ve toplumun da bir takım normlara uyarak, onları geliştirerek bazı yapılar ve kurumlar oluşturması, grubun ve toplumun sosyalleşmesi olgusunu meydana getirir. Sosyalleşmenin bir özelliği de “geri besleme” dir. Bireyin sosyalleşmesi kişilerarası bir etkileşime sebep olduğu gibi, sosyal grupların ve toplumun bütünüyle sosyalleşmesi durumu, alt parçalarına (sistemlerine) bir geri besleme sağlar. Bu geri beslemede, teknoloji ve eğitim sosyalleşme olgusunu hızlandırıcı görev icra eder. 4. Tek bir bireye dayanmayan, bilhassa tüm gruba ve toplumun bütününe dayanan sosyalleşmeden söz edilebilir. Bu tür sosyalleşmede yukarıda belirtilen fonksiyonel şartların hepsi olmasa bile, toplum belli bir düzeyde sosyalleşmiş olur. Grubun ve toplumun sosyalleşmesi bir toplumda halihazırdaki fonksiyonel şartların belli bir yapıya kavuşarak ve kurumlaşarak, bu yapının ve kurumların karşılıklı olarak bütünleşmesini ifade eder. Böylece bir toplumun oluşumu; ahlaki, hukuki veya inanç sistemi o şekilde yapılanmış olur ki, teknik olarak yüksek seviyede gelişmiş bir sosyal yapı içerisinde oluşan halkın karşılıklı olarak bilinçlenmesini sağlar. Mesela bu şekilde bir doktor, bir hakim, bir mühendis v b. Diğer toplum üyelerince az veya çok bilinmeyen veya bilinmesi gerekli olmayan davranış özelliklerini öğrenir. Buna karşılık bu tür farklılıklardan oluşan bir toplumda herkes tarafından kavranabilen ve bütün üyeler tarafından tanınan değer yönelimlerini ve buna ait hedef ve vasıtaalrın bir ilişkisinin olması gerektiği bütün toplum üyelerince bilinmelidir. 9.2. Sosyalleşme KuramlarıSosyalleşme kavramının karmaşık yapısı, farklı kuramların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sosyalleşme genel anlamıyla ele alındığında bireylerin topluma uyumu, toplum içindeki rolü, beklentileri ve kişilik yapısı üzerinde durulur iken; daha özelde ise ahlaki gelişme ya da ahlaki sosyalleşme olarak incelendiği görülmektedir (Kağıtçıbaşı, 1999). Bu noktada sosyalleşme kavramını açıklayan kuramlardan önemli olduğu kabul edilenler üzerinde durulacaktır. Bunlar; psikanalitik kuram, kültürleşme kuramı, öğrenme kuramı, Maslow’un ihtiyaçlar kuramı ve ahlak gelişim kuramı şeklindedir. 9.2.1. Psikanalitik KuramSosyalleşme kavramını açıklayan ilk kuramsal yaklaşım psikanalitik kuramdır. Bu yaklaşımın savunucularından Freud, insan davranışlarının kaynağının bilinçte değil de bilinç altında aramamız gerektiğine vurgu yapar. Freud 1900’lerde sosyalleşme konusunda bireyin kişilik oluşumunu, duygusal-güdüsel, bir süreç olarak ele almıştır. Bireydeki ahlak gelişimini ise, bireydeki “alt ben” (id), “ben” (ego), ve “üst ben” (süper ego) ilişkilerindeki denge kavramına bağlamıştır. Kişiliğin ilkel dürtü ve arzularını içeren, beklemeyi bilmeyen ve anında doyurulmak isteyen bölüm “id” dir. Psikolojik enerjinin kaynağıdır ve tüm sisteme enerji sağlar. İd’de bulunan cinsellik ve saldırganlık dürtülerine göre hareket eder. İd’i denetim altında tutmaya çalışan ve id’in isteklerini toplum kurallarına uygun bir hâle getirmeye çalışan birim ise “ego” dur. Ego, akılcıdır. Ego, çoğu zaman id’le çelişki hâlinde olsa da asıl görevinin id’in arzu ve dürtülerini mümkün olduğu kadar yerine getirmektir. Freud toplumun inandığı doğru ve yanlışın kaynağını teşkil eden kısma “süper ego” adını verir. Süper ego bireyin davranışlarını sürekli süzgeçten geçirerek bireye “aferin bu yaptığın doğru” ya da “bu yaptığın yanlış” mesajlarını verir. Ego, id ile süper egonun isteklerini yerine getirmeye çalışan bir uşaktır. Süper ego bireyi yanlış davranışlara girişmekten koruma işlevini görür (Koç, Yavuzer, Demir ve Çalışkan, 2001). Freud’a göre çocuğun kalıtımsal özelliğinden kaynaklanan bu durum, daha sonra, çocuğun yakın ilişkide bulunduğu anne-baba ve ailedeki diğer kişilerin etkisi ile biçimlenir. Sonraları, Freud, bireyin toplumsallaşmasında temel aldığı kalıtımsal özelliklere “çevresel” etmenlerin etkisini de kuramına eklemiştir. Ancak temel etmen, hala bireyin kalıtımsal özellikleridir. Freud’un öğrencisi Erikson gelişimi sekiz dönem olarak ele alarak doğumdan ölüme kadar devam eden psikososyal gelişim sürecinden bahsetmiştir. Erikson gelişimde kişiler arası etkileşimi, sosyal etkiyi ve psikososyal süreçleri ön plana alarak kuramını bu doğrultuda açıklamıştır. Erikson’a göre gelişim dönemine ilişkin biyolojik dürtüler ve sosyal ihtiyaçlar bir kriz olarak hissedilir ve bir sonraki döneme geçmeden önce de bu krizin çözümlenmesi gerekir. Buradaki kriz kavramı aslında gelişim ödevini anlatmaktadır. Sosyalleşme olgusu ile ilgilenen Piaget ve Kohlberg ise, ahlak gelişimini, kural, yasa ve yüksek ilkelerin öğrenilmesini de kapsayan bilişsel bir yaklaşım çerçevesinde ele almışlardır. Piaget’e göre çocuk iki evreli (dışa bağlı evre-özerk evre) ahlaki gelişim sürecinden geçer. Bu evrelerin çocuğun içinde yaşadığı topluma göre toplumsal ve kültürel yönleri varsa da evrensellik gösterir. Piaget’e göre ahlak gelişimi toplumsallaşma sürecinin bir parçasıdır. Çocuklar içinde yaşadıkları toplumun otorite ve disiplin kurallarını kabul edip saygı duyduklarında böylece yaptırımlardan korktuklarında ahlaki açıdan toplumsallaşmış olurlar (Deniz, 2007). 9.2.2. Kültürleşme KuramıSosyalleşme kavramını açıklayan bir başka yaklaşım ise antropolojik yaklaşımdır. Bu kuram 1930’larda antroplogların “toplumdaki kültürün bir sonraki kültüre aktarılması” biçimindeki sosyalleşme tanımlamaları ile güncellik kazanmıştır. Bu kurama göre, birey, içinde bulunduğu kültürü öğrenir ve davranışlarıyla da bu kültürü yansıtır. Bu kurama göre, sosyalleşme, sürdürülen düzenlerin bir etkisi ve ilerideki, olması istenen düzenlerin ise bir nedendir. Böylece, bu yaklaşımda, sosyalleşme, yerleşik yapıyı ve toplum üyelerinin kişiliğini etkilemekte, kültürün bütünleştirdiği bir işleyiş olmaktadır. Kişilik, kültürün hem sonucu, hem nedeni olarak ara değişken niteliğini kazanmaktadır (Aziz, 1982: 14). Sosyalleşmeyi yalnız kültür açısından ele alan bu görüş yanında, bazı insanbilimciler, Freud’un sosyalleşme sürecinde başat unsur olarak gösterdiği kalıtımsal kuramı da benimseyerek sosyalleşmede, kültürleşme yanında bireyin kalıtımsal niteliklerinin de rol oynadığı görüşünü benimsemişlerdir. Bu arada Kroeber, Malinowski gibi antropologlar sosyalleşme sürecinde toplum kültürünün bireye, bireyin kalıtımsal kişilik oluşumunun da etkisi ile aktarıldığı kuramını geliştirmişlerdir. Geliştirilen bu kurama göre, her kültür diğerinden farklıdır. Öyleyse, kişilik gelişimi, cinsiyetle ilgili roller, çocuk yetiştirme, akıl hastalıkları gibi toplumsal-ruhbilimsel (sosyo-psikolojik) olgu ve süreçlerin kültürlerarası genelliği ileri sürülemez. Bunlar kültürden kültüre değişir. Oysa konuyla ilgilenen ilk insanbilimciler, bir toplumun bireylerinin, aynı kurumların ve aynı çevrenin etkisinde olduklarından, birbirlerine benzer karakter göstereceklerini ileri sürmekte idiler. Geliştirilen bu kurama göre, bireysel ruhsal etkenler, kültürel toplumsal davranışın bağımsız nedenleri olup, siyasal ve ekonomik durum bile o toplumdaki bireylerin kişilik özellikleri ile açıklanabilir (Aziz, 1982: 12-13). Konuya ilgi duyan insanbilimciler, sosyalleşmede kültürün önemli olduğunu, bireyin kalıtımsal niteliklerinin etkili olmadığını kanıtlamaya çalışmışlardır.9.2.3. Öğrenme KuramıSosyalleşme konusunda ciddi çalışmaların yapıldığı 1930’larda günümüz bilim insanlarının çoğunun temel aldığı bir diğer yaklaşım, “öğrenme ve davranış kuramı” adı ile tanımlanan yaklaşımdır. İnsan her yerde ve her an için bir şeyler öğrenir. Dolayısıyla öğrenme sadece okul binasının sınırları içerisinde gerçekleşmez. Öğrenme davranışlarda değişiklik meydana getirme sürecidir. Bu değişiklikler pozitif ve negatif yönde olabilir. Davranışlarda değişiklikler tekrarlar veya yaşantılar sonucu meydana gelmektedir. Ancak büyüme, olgunlaşma ve rahatsızlanma sonucu meydana gelen davranış değişiklikleri öğrenme olarak nitelendirilemez. Bir davranış değişikliğinin öğrenme olarak nitelendirilebilmesi için bu davranış değişikliğinin oldukça uzun süreli olması gerekir. Ancak güdü, yorgunluk, fizyolojik uyum gibi kaynaklara bağlı olarak ortaya çıkan davranış değişiklikleri bu açıklamaların dışında kalır (Deniz, 2007) Öğrenme konusunda bilinen en yaygın üç temel yaklaşım şunlardır; 1. Davranışsal kuram: Bu kurama göre öğrenme uyarıcı ve tepki arasında kurulan bir ilişkidir. Bu kuramın sonuçlarına göre öğrenmeyi açıklayan bütün değişkenler çevredir ve öğrenmeyi anlamak için çevrenin insan üzerindeki etkisini bilmek gerekir. Pavlow, Watson, Skinner kuramın öncüleri olarak kabul edilir (Deniz, 2007)2. Bilişsel kuram: bilişsel öğrenme kuramcılarına göre, öğrenme zihinsel bir süreçtir. Öğrenme algılama ve anlama süreçlerinden sonra ortaya çıkar. Bilişselciler öğrenme türlerini gözleyerek öğrenme, deneme yanılma yolu, kavrayarak öğrenme, problem çözme ve gizli öğrenme şeklinde sınıflandırmışlardır (Arı, Üre ve Yılmaz, 1998).3. Sosyal-Bilişsel Öğrenme Kuramı: A. Bandura bireyin başkalarının tecrübelerini gözleyerek birçok şeyi öğrenebileceğini savunmaktadır. Birey gözlediği modellerin pekiştirilen davranışlarını kendisi de gösterirken, cezalandırılan davranışları ise yapmaktan kaçınmaktadır. Gözlenen modeller genellikle saygın ve yüksek statüye sahip güçlü kişiler olmaktadır. Sosyal öğrenmenin dört temel süreci vardır bunlar dikkat, zihinde tutma, davranışı meydana getirme ve güdülenme olmak üzere (Senemoğlu, 2007). Margaret Mead (Tolan, 1996: 359-360), öğrenme ve sosyalleşme sürecinin yorumlanmasında iki ilke önermektedir. “Mead’e göre öğrenmenin her aşaması, diğer kültürel deneyim ve olaylarla güçlendiği, doğrulandığı ve onaylandığı ölçüde bir anlam kazanır. Yani bireyin sosyalleşmesini doğuran özgül öğrenme süreçleri, ancak içinde oluştukları kültürel bütüne göre bir anlam kazanıp etkili olabilir.” Bali Örneği: Bali’de öğrenmenin başlangıcında ve gelişmesinde yumuşaklık egemen olmuştur. Temizlik alışkanlıkları çocuklara zorlamadan verilir, çocuklar yavaş yavaş sütten kesilir. Balili çocuğun sosyalleşmesinde aynı zamanda acı çekmenin de yeri vardır. Çok sevilen, el üstünde tutulan çocuğa karşı ilgi aniden kesilir, çeşitli yollarla çocukta kıskançlık duygularının doğmasına çalışılır. Bu tür karmaşık yöntem ve çeşitli denemelerle çocuk, kimseden bir şey beklemeyen, kendine yeterli bir insana dönüşür. Bu eğitim tüm toplumsal ve kültürel çevrenin aynı tür ve yöndeki etkileri ile zamanla daha da pekiştirilir (Tolan, 1996: 260).Daha açık bir ifade ile günümüzde benimsenen görüş olan “öğrenme ve davranış” kuramına göre, bireyin toplumdaki kültürü öğrenme yolu ile aldığı, bunu davranışlarında gösterdiği ve sonraki toplumu da bu yolla etkilediği görüşü ağır basmaktadır. 9.2.4. Maslow’un İhtiyaçlar KuramıA. Maslow insanoğlunun ihtiyaçlarının hiyerarşik olduğunu bir basamaktaki ihtiyaçlar karşılanmadan diğer basamağa geçilemeyeceğine vurgu yapmaktadır. Bir basamaktaki ihtiyaçlar, bir sonraki düzeydeki eylemin önemli belirleyicileri haline gelmeden önce kısmen karşılanması gerekmektedir. Yiyecek ve güvenlik ihtiyacı karşılanmadığında, bu ihtiyaçlar kişinin eylemlerine egemen olur ve daha yüksek güdüler daha az önem taşır (Atkinson, Atkinson, Smith, Bem, Hoeksema, 2008). Ayrıca ihtiyaçları birincil ihtiyaçlar (Fizyolojik ihtiyaçlar) ve ikincil ihtiyaçlar (sosyal ihtiyaçlar) olmak üzere ikiye ayırmıştır. Temel ihtiyaçları karşılanmayan bireylerin üst düzey ihtiyaçlarının karşılanmasına ara sıra ulaştığı sanılmaktadır. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi ile ilgili önemli noktalar ise;1. Üst düzeydeki bir güdüye gidebilmek için alt düzeydeki bütün güdülerin doyuma ulaşması gerekliliği yoktur; belirli bir derecede doyumluluk sizi öbür düzeye hazır hale getirebilir.2. Bireyden bireye düzeyler arasında farklılık olabilir; bazı kimseler için sosyal ilişkiler kurarak insanlarla yakınlaşma güdüsü, emniyet ve korunma düzeyinden daha önce gelebilir, fakat bir başkası için bu doğru olmayabilir.3. İnsanların içinde büyüdüğü aile ortamı ve kültürün değerleri, hangi düzeyde güdülerin daha belirgin ve baskın bir rol oynayacağını saptar (Cüceloğlu, 1991: 237.)A. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nin neleri kapsadığı ise aşağıda verilmektedir; Fizyolojik ihtiyaçlar: Açlık, susuzluk gibi. Fizyolojik ihtiyaçlar varlıkların canlı kalmasının sağlar. Örneğin, bir canlının var olabilmesi için vücuda besin ve suyu almasıyla birlikte vücuda çeşitli enerji maddeleri de alınmış olur. Aç bir birey özgürlük, sevgi, saygı gibi değerleri unutabilir. Bireylerin doyurulması diğer ihtiyaçlarını da istemeye başlaması demektir.Güvenlik ihtiyacı: Kendini güvenlik altında ve tehlikeden uzak hissetmek. Sağlamlık, koruma, kanun, sınırlar, korku ve endişeden yoksunluk güvenlik için başlıca ihtiyaçlardır.Ait olma, sevgi ihtiyacı: Başkalarıyla yakın ilişkiler kurmak. Benimsenmek ve ait olmak. Bireylerin fizyolojik ve güvenlik ihtiyacının karşılanması sonucu aile, arkadaş ve toplumun her kesimiyle olumlu bir ilişki kurulacaktır. Aidiyet duygusu gelişecektir.Değer ihtiyacı: Kazanmak, rekabet etmek, onaylanmak, kabullenilmek anlamlarına gelir. Bireylerin güçleri, yetenekleri ve elde etmiş oldukları ün, statü, gibi kavramlar ile gelişmektedir. Bilişsel ihtiyaçlar: Bilmek, anlamak ve keşfetmek anlamlarına gelir. Estetik ihtiyacı: Temel ihtiyaçların karşılanması sonucu bireylerin yetenekleri ve isteklerinde meydana gelen değişimdir. Simetri, düzen ve güzellik kavramlarını içerir. Kendini gerçekleştirme: Bireylerin kendileriyle ve toplumla barışık olmaları; her olaya objektif bakabilme şeklindedir (Atkinson, Atkinson, Smith, Bem, Hoeksema, 2008).Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde de görüldüğü gibi bir insanın temel ihtiyaçları karşılandığında ki bunlar açlık, susuzluk, barınma ve güvenlik olduğu bilinmektedir; ardından ilk gelen sosyal ihtiyaçları aile, arkadaş ve toplumun birçok kesimiyle kuracağı olumlu ilişkiler olduğu görülmektedir. Yani insanoğlu biyolojik olarak canlı kalma eylemini gerçekleştirdikten sonra kendi cinslerinin olduğu bir topluluk içerisinde kendi varoluşunu yaşama ihtiyacı içerisindedir. 9.2.5. Ahlak Gelişim KuramıToplumun kendinden beklenen fonksiyonları yerine getirebilmesi için, onu meydan getiren bireylerin birtakım kuralları içselleştirmesi gerekmektedir. Bu kurallardan biri de bireylerin diğer bireylerle ilişki ve iletişim kurma biçimlerini düzenlemektir. Başkalarını incitmekten kaçınan insanlarla iyi geçinebilen yani çevresine etkin uyum sağlayabilen bireyler olmak ahlak gelişiminin içinde yer alır (Senemoğlu, 2007). Aynı zamanda ahlaki gelişimi, kişilik gelişiminin en önemli ögelerinden biri olarak bireyin sosyalleşme sürecinde neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda bir bilinç geliştirmesini sağlar. Ahlaki gelişimi ile birlikte kişinin toplumun kuralları ve gelenekleri çerçevesinde kendisini denetleyebilmesi beklenir. Kişi, toplumsal kurallara uygun bir şekilde kendisini denetleyebiliyorsa içten denetimli; çevresindeki kişiler etkisiyle karar veriyorsa dıştan denetimli bir ahlaki gelişim gösterdiği söylenebilir.9.3. Sosyalleşmenin ÖzellikleriBireyin içinde bulunduğu toplumun dışında varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Bu nedenle sosyalleşmenin sekteye uğraması bireyin tam bir yetişkin davranışı kazanmasını engeller (Türkkahraman, 2000: 17). Sosyalleşme kavramı içerisinde birtakım özellikleri barındırır ki bunlar; 1. Sosyalleşme, her zaman bir toplum için söz konusudur. Birey ancak içinde yaşadığı toplum içerisinde sosyalleşme sürecini tamamlar. Çünkü toplumların kendine özgü sosyalleşme süreçleri farklıdır. 2. Birey doğmadan önce toplumsal hayat devam etmektedir. Sosyalleşme bireyin dünyaya gelmesi ile başlar. Yaşam boyu devam eder.3. Sosyalleşme tek yönlü bir süreç değildir.4. İnsanlar farklı kalıtım yapısı, kişilik ve yaşantıları olduğu için birbirlerinden farklıdırlar. Bu yüzden birbirine her açıdan benzeyen iki insana rastlamak pek mümkün değildir. Ama sosyalleşme; içinde yaşanılan kültür ve topluma uyum, gelişim aşamalarında benzerlikler oluşturma ve toplumsal yaşama katılma vb. konuları üzerinde durur. 5. Sosyalleşme aynı zamanda bireyin içinde yaşadığı toplumun normlarını, tutumlarını, davranış ve düşünme kalıplarını öğrenmesidir. Aynı dili konuşurlar, düşünürler ve hareket ederler. Bu da toplumda bireyler arası çatışmayı engelleyerek toplumsal uyumun sağlanmasına katkı sağlamaktadır (Şahan, 2007: 14).6. Bireyi çevresindeki modellerin, simgelerin, beklentilerin ve duyguların öğrenilmesini yetenekliliği yönünde ele alır (Tezcan, 1984: 28).7. Sosyalleşme insanların toplumsal yaşamın etkili ve önemli bir üyesi olma durumunu inceler (Güney, 2000: 45).9.4. Sosyalleşmenin İşlevleriSosyalleşme toplumların varlıklarını devam ettirmesini sağlamada birtakım işlevleri yerine getirir bu işlevler şöyle sıralanabilir; 1. Sosyalleşme toplumsal düzenin devamlılığını sağlamak için gerekli olan bilgi ve teknikleri toplum üyelerine planlı ve amaçlı olarak vermeye çalışır. Bu amaçlı aktarımda bireyler arasında ayrım yapılmaz. Örneğin yemek yeme alışkanlığından sosyal bir ortam içerisinde nasıl davranılması gerektiğine kadar her davranış biçimi bireylere sosyalleşme süreci ile kazandırılır. 2. Sosyalleşme, toplumsal amaçlar oluşturmaları için insanları motive eder. Sosyalleşme insanların toplumda bir takım beklentiler içine girmelerini ve toplumun onlardan bir şeyler beklemelerine yol açar. Örneğin bir meslek sahibi olarak bunun sağlayacağı yararlar, toplumsal saygınlık, toplumsal kabul ve onaylanma ihtiyaçları karşılanmış olur. Aynı şekilde içinde yaşadığı topluma bir şeyler katması beklenen insanoğlu yaptığı meslek ile toplumdaki diğer bireylerin ihtiyaçlarına cevap vererek onların beklentilerini de karşılamış olur.3. Sosyalleşme süreci ile insanlara toplumda üstlenecekleri roller öğretilir. Sosyalleşme, bireylere içinde yaşadıkları toplumun kültürünü maddi ve manevi öğeleriyle birlikte öğretmektedir. Sosyalleşme, bireyin kişiliğinin oluşmasını sağlar. Birey sosyalleştiği ölçüde kişi olur. Sosyalleşme, toplumun izafi sürekliliğini sağlar ve birey artık içinde yaşadığı toplumun bir parçası olur, kültürünü benimser (Brom ve Selznick, 1968).4. Sosyalleşme vasıtasıyla bireylere beceriler öğretilir. Böylece toplumsal beceri isteyen işlerden olan telefonla görüşmek, komşularla ilişik kurmak ve sürdürmek, siyasal örgütlere veya derneklere katılarak faaliyetlerde bulunmak toplumsal becerilere sahip olmak bir ön koşuldur. 5. Sosyalleşme, insanlara belli durumlar karşısında nasıl davranmaları gerektiğini öğretir. Bu yolla onların zaman kaybını ve zor durumlara düşmesini önler (Afacan, 2001: 68-70).6. Sosyalleşme bireyin benliğinin gelişmesini sağlar. Benlik bireyin hem başkalarıyla paylaştığı hem de onu çevreden ve başkalarından ayıran özelliklerin bilincine varmasıdır. Dolayısıyla benlik, insanın diğer insanlarla ve dış evrenle ilişkileri sonucu oluşmaktadır. Buna göre sosyalleşme bireyin sadece kültürel özellikleri algılaması ve benimsemesini değil aynı zamanda benlik ve kişilik kazanmasını da sağlar (Güney, 2000: 51). Sosyalleşme SüreciSosyalleşme süreci doğumla başlar ve yaşam boyu devam eder. İlk ve uzun süreli sosyalleşmenin olduğu yıllar ise çocukluk ve ergenlik dönemindedir. Sosyalleşme sürecinin, kültürel normları ve bir bireyin toplumda oynayacağı rollerle ilgili olan tutumları, değerleri, bilgiyi ve davranışları ürettiği düşünülür. Sosyalleşme resmî ve gayri resmî kanallar yoluyla oluşur. Okullar, çevresel yapılar ve toplum merkezli programlar resmî kanallar olarak görülürken, aile, akran grupları ve kitle iletişim araçları gayri resmî sosyalleşme kanalları olarak dikkate alınır. Her birey için, bir grup sosyalleştirici nitelikte olan diğer kişiler, bireye etki yaparak onu belli etkinliklerin içine çekerler ya da belli etkinliklerden uzak tutarlar (Greendorfer, 2002: 378-379). 9.5.1. Sosyalleşme Sürecinin UnsurlarıBireyin sağlıklı bir şekilde sosyalleşmesi için bazı işlevlerin birlikte meydana getirilmesi gerekmektedir. Bunlar bilgi, tekrar, başkalarının tepkileri ve sosyal destek olarak sıralanabilir (Özkalp, 2007, 115).a) Bilgi: Sosyalleşme bir bakıma, bireylerin toplumdaki rollerini öğrenmesi sürecidir. Roller başarılı bir şekilde öğrenildiği takdirde, hem toplum hem de birey daha mutlu olacağı gibi, bireyin sosyalleşmesi de daha sağlıklı biçimde gerçekleşmiş olacaktır. b) Tekrar ve taklit: Bireyler toplumda doğru ve yanlış davranışları çoğu zaman deneme-yanılma yoluyla tekrar ederek öğrenirler. Çocuklar da oyunlar yoluyla toplumsal rollerini öğrenirler. Kız çocukları evcilik oyunuyla annelik rolüne hazırlanırken, erkek çocukları kendi karakterlerine daha uygun olan gücü ön plana çıkaran oyunlar oynarlar. Bu şekilde erkekler de ailesinin lideri olan ve ailesini koruyan baba rolüne hazırlanırlar. Çocuklar bu oyunları sürekli tekrar ederek rollerini pekiştirirler. Sosyalleşme süreçlerinden biri de taklittir. Çocuklar beğendikleri, etkilendikleri insanları model alarak onlar gibi giyinmeye, onlar gibi konuşmaya ve onlar gibi davranmaya çalışırlar. Özellikle kız çocukları annelerini, erkek çocukları ise babaların taklit ederek onlar gibi olmaya çalışırlar. Ebeveynlerinin dışında çocuklar, ağabeylerini ya da ablalarını, diğer akrabalarını, öğretmenlerini, ünlü kişileri ya da tanıdıkları diğer insanları da taklit edebilirler. Çocuklar bu yolla toplumsal rolleri öğrenirler. Sosyalleşmede model alınan kişi de aslında çok önemlidir; zira taklit edilen kişi olumlu davranışlar sergiliyorsa çocuk da olumlu davranışlar gösterecektir. Olumsuz davranışlar gösteren biri örnek alındığında ise çocuğun davranışları bundan olumsuz olarak etkilenecektir.c) Başkalarının Tepkileri: Toplumun, bireylerini eğitmede kullandığı araçlarının başında olumlu ve olumsuz tepkiler gelmektedir. Bireyler toplumun tepkilerini çok önemserler; çünkü her insan takdir edilmek istemektedir. Birey toplumca olumlu görülen bir davranış gösterirse beğenilir ve takdir edilir. Toplumu oluşturan insanlar bireye beğenisini çeşitli davranışlarla gösterir. Eğer birey toplumca kabul edilmeyen bir davranış gösterirse, toplum da o bireye olumsuz tepkiler gösterir. O kişiyi kınayarak, onunla ilişkileri azaltarak ya da keserek, onu dışlayarak tepkilerini ortaya koyarlar. Birey ise davranışını genellikle toplumun beğenisi doğrultusunda değiştirir. Mahalle baskısı bu konu için iyi bir örnektir. Bir mahallede davranışları uygun görülmeyen kişiler bir süre sonra o bölgenin davranış kalıplarını benimsemedikleri takdirde huzursuz olurlar ve oradan ayrılmak zorunda kalabilir. d) Sosyal Destek: Sosyal destek kişinin ailesi, akrabası ve arkadaşlarının oluşturduğu topluluğun yönlendirme ve teşvikidir. Kişinin toplumsal rolleri benimsemesinde sosyal destek çok önemlidir. Bir çocuk çok iyi futbol oynuyorsa ve çevresi de onu bu konuda destekliyorsa, çocuk bu alanda ilerleyecek ve futbolcu rolünü benimseyecektir. Eğer ailesi bu konuda onu desteklemiyorsa büyük olasılıkla çocuk futboldan vazgeçecek ve kendine farklı roller arayacaktır. 9.5.2. Sosyalleşme Sürecinin ÖzelliklerBireyin roller almasında, toplum kurallarını benimsemesinde aynı biçimin, aynı işleyişin olmayacağı açıktır. Bu nedenle Aziz’e (1982: 22-27) göre sosyalleşme sürecinin bazı özellikleri vardır ve tüm toplumbilimciler de bu özellikler konusunda hemfikirdirler. Bu özellikler; 1. Sosyalleşme, bireyin doğumu ile başlayıp, ölümü ile sona eren bir süreçtir. 2. Sosyalleşmede yeni rollerin oynanması, yeni kuralların üstlenilmesi asıldır.3. Her toplumun yapısı farklı olduğundan, bu yapının biçimlendirdiği ya da belirlediği işlevler de farklı olacaktır. Bundan dolayı farklı toplumlardaki bireylerin sosyalleşme süreçleri de farklı seyreder. Ayrıca toplumlar arasında farklı sosyalleşme özelliğinin olmasının yanı sıra, bir toplumun alt kültürleşmesinde de, bireylerin sosyalleşme olguları farklıdır. Her alt kültür, kendi özel sosyalleşme karakterini gösterir.4. Toplumsal süreklilik, toplumsal geleneğin, sosyalleşme süreci olarak yeni kuşaklara aktarılması ile sağlanmaktadır. Ancak bu aktarma da, sonraki nesiller kendilerinden önceki kuşağın toplumsal yaşantısını aynen yinelemediklerinden dolayı “sosyalleşmede kuşaklar arasında farklılık olacak” ve bu sosyalleşme hiçbir zaman tam bir sosyalleşme olmayacaktır. 5. Sosyalleşme süreci doğumla başlayan, ölümle sona eren bir süreç olduğu bilinmesine karşın, sosyalleşme aşamaları bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi bir sıra izlemez yani sıçramalar görülür. Özellikle bireylerin yaşamlarındaki toplumsal, ekonomik farklılıklar ile sıkıntılı dönemlerin bu tür sıçramalara, kesilmelere neden olabileceği söylenebilir.6. Bireyin, önce aile içinde sosyalleştiği ve kümede sayıca az kişi ile ilişki içerisinde olduğu görülür. Doğal olarak bunlardan öğrenilecekler sınırlıdır ve bireyin gereksinimlerini karşılamaya yönelik çocuktan karmaşık olmayan rollerinin beklendiği bir ortamdır. Dolayısıyla bireyin oldukça sınırlı olan bu ortamda aldığı bilgiler, basit bilgiler, tutum ve davranışlar olacaktır. Yaş ilerledikçe, bireyin diğer sosyalleşme kümeleri ile olan ilişkisinin artması sosyalleşme içeriğini de doğal olarak etkileyecek ve aldığı, benimsediği ve özdeşleştiği rol ve kurallarda daha karmaşık bir duruma gelecektir. Kısaca sosyalleşmede gelişim dinamiğinin basitten karmaşığa, somuttan soyuta doğru olduğu söylenebilir.7. 1960’lara kadar sosyalleşme tek yönlü bir süreç olarak algılanmak idi. Son yıllarda yapılan araştırmalar bireyin topluma uymasında toplumla bütünleşmesinde tek yönlü bir süreç değil iki yönlü bir sürecin işlediği ortaya konmuştur. Birey, bebeklikten başlayarak, etkilendiği gibi etkilemektedir. Bireyin yaşı ilerledikçe, içinde bulunduğu toplumun özelliklerine bağlı olarak, etkilenme-etkileme olgusunda değişmeler olmakta, özellikle etkileme durumuna geçmektedir. 8. Toplumsal değişme, toplumun maddi ve manevi varlık ve değerlerinde geçmişe göre bir farklılaşmayı gösterir. Sosyalleşme olgusu ile toplumsal değişme olgusu arasında, bu yönden bakıldığında, herhangi bir benzerlik söz konusu değildir. Ancak, iki olgu arasında ilişkinin varlığından söz edilebilir. Her iki olguda da bireyin bulunması, bu ilişkiyi kanıtlamaktadır. Birey, toplumdan etkilenirken, toplumu da etkilemekte; aldığı kuralların, bilgilerin bileşimi ile toplumun geleneksel kültüründe “toplumsal güçler” olarak yeni değerler yaratmaktadır. Toplumdaki değişmeler de bireyin sosyalleşmesini etkilemektedir. 9. Sosyalleşme olgusunda değineceğimiz son özellik, toplumsallaşma sürecinin hangi yöntemle gerçekleştiğidir. Neredeyse tüm toplumbilimciler, sosyalleşmenin, toplumsal öğrenme yolu ile olduğu konusunda hem fikirdirler. Eğitim ve öğrenmede birçok faklar olmasına karşın, yöntem olarak sosyalleşmede kullanılan tek yol “toplumsal öğrenme” yöntemidir. Hatta kimi zaman, eğitim sürecinin toplumsallaşma süreci ile aynı olduğu bile söylenebilir. 9.6. Sosyalleşme EtmenleriSosyalleşme olgusu öncelikle bir toplum içerisinde oluşmaktadır. Toplum içerisinde ise bireyin sosyalleşmesine yardım eden gruplar söz konusudur. Sosyalleşme etmenleri olarak düşündüğümüz bu gruplar birincil gruplar ve ikincil gruplar olarak ele alınmaktadır. 9.6.1. Sosyalleşmede Birincil GruplarCooley (1915) birincil grupları kişinin yüz yüze, doğrudan ilişki içinde bulunduğu, problemlerini çözmede, yardımlaşmada, birbirini korumada, nispeten sağlam, içten, uzun süreli devam eden ilişkiler geliştirdiği küçük gruplar olarak anlatmaktadır. Kişiyi grubun bir organı olarak biz bilinci içinde tutan birincil gruba aile başta olmak üzere, akranlar, arkadaş, oyun grupları ve okul gibi çevreler girmektedir (Demir ve Acar, 1992:59; Aziz, 1982: 16). Endüstriyel toplumlarda birincil grupların oluşturduğu en önemli ortamlar iş yerleridir. Bireyler bir iş yerinde birbirlerine tamamen yabancı olarak işe başlarlar, fakat zamanla aralarında arkadaşlık ilişkisine benzer dayanışma kurulur.Birincil grupların sosyalleşme süreci içindeki yoğun etkisinin görüldüğü devre çocukluk ve ilk gençlik dönemidir. Bu dönemde birey birincil grupların olduğu sosyal çevre ile toplumsal niteliğini ve amaçlarını biçimlendirir. Bu tür grupların, birincil olarak nitelenmesinin temelinde de sayılan özellikler yer tutar: Ruhsal yönden içten ilişkilerin geliştirildiği, ortak bir bütünün parçası olduğu duygusunun yaşandığı, bireyin kendisini en azından birkaç amaç yönünden, grubun ortak yaşamı ve amaçları içinde hissettiği gruplardır çünkü birincil gruplar. Birey yetişkinliğe doğru yol aldıkça birincil grupların önemi ve etkisi görece zayıflayarak yerlerini ikincil gruplara bırakırlar (Demir ve Acar, 1992:59; Türkkahraman, 2000: 19-20). 9.6.2. Sosyalleşmede İkincil Gruplarİnsan gelişimi içerisinde yakın ilişkiler içerisinde olduğu bireylerden ayrıldıkça, ilişkilerin daha az duygusal olduğu ikincil kümelere yaklaşır. Etkileşimlerinde genellikle bir konu üzerine odaklaşma söz konusudur. Üyeler birbirlerini bütün yönleriyle tanımaz. Örneğin, bir siyasi parti üyesinin yaşamının bazı yönleri diğer üyelerin hiç birini ilgilendirmez. İkincil grup bireyin birinci gruba oranla daha kısa dönemlilik, formal, zayıf, dolaylı çoğu zaman da yapay ilişkilerle bağlı olduğu toplumsal grup türüdür. Uzak akrabalar, ara sıra rastlanan kişiler, tanışlar, kalabalıklar, yaşanılan şehir, ulus, parti, fabrika ve benzeri kümeler ikincil gruplara örnek olarak verilebilir. Kitle iletişim araçları da bireysel etkileşime doğrudan karışmamaları temel özelliklerinde hareketle ikincil gruplar bağlamında sınıflandırılmaktadır. Kitle iletişim araçlarının etki oranları bireyin yaşamında kitle iletişim araçlarının mesajlarına açtığı yerle doğru orantılı olarak artmakla beraber, etkinin düzeyi kitle iletişim araçlarının mesajlarına kitlesel muhatap oluş sebebiyle birincil ve ikincil grupların biriyle etkileşimin niteliğine göre de değişebilir (Demir ve Acar, 1992:184; Elkin, 1995: 97-98). Bireyden toplum hayatına fonksiyonel anlamda uyum sağlaması beklenir (Türkkahraman, 2000: 19-20). İkincil grup üyelerinin birbirlerine bağlanmaları Durkheim’in deyimiyle organik dayanışma şeklindedir.Sosyalleştirme sürecinde iki taraf bulunmaktadır. Sosyalleştirmek istenenler ve sosyalleştirmeyi üstlenenler yani sosyalleştirmeyle görevli olanlar. Ailede çocuk sadece anne baba tarafından değil, aile içerisinde yaşayan diğer üyeler tarafında da sosyalleştirilirler. Yeni memurlar ilgili kurumlar tarafından sosyalleştirmeye tabi tutulurlar. Öğrenciler öğretmenleri tarafından eğitilirler. Yine öğrenciler birbirlerini etkilerler, üst sınıftakiler alt sınıftakileri sosyalleştirirler (Aslantürk, Amman, 1999:322-324).Sosyalleştirme süreci üç aşamada gerçekleşir. 1. Henüz sosyalleştirmenin olmadığı veya sosyalleştirmenin başlangıç aşamasıdır. Bu süreç asli (birinci) grup olan ailede başlar ve kişinin hayatındaki ilk (asli) sosyalleştirme söz konusudur. Adeta boş bir levha üzerinde zihniyetler, tutumlar ve davranış tarzları inşa edilir. Sosyalleşen tarafına sosyalleştirene karşı herhangi bir karşı koyma durumu yoktur. 2. Sosyalleştirmenin ikinci aşaması, asli sosyalleştirmeden sonra, sürekli bir sosyalleştirmenin üstlenildiği toplum üyeleri ile ilgilidir. Sosyalleştirmenin bu şekli tali (ikincil) sosyalleştirme diye ifade edilir. Mesela okul, din, iş ve meslek hayatı, evlilik, v.s. süreçleri bu aşamada yaşanır. Aynı zamanda birinci sosyalleştirme sürecinin düzeltilmesi, genişletilmesi, sınırlandırılması bu aşamada olduğu için, işbirliği ve uyuşma süreçleri yanında, rekabet ve çatışma süreçlerinin de ortaya çıktığı bir aşamadır. 3. Sosyalleştirmenin üçüncü aşaması yeniden sosyalleştirme aşamasıdır. Bu aşamada bireye, zaman zaman geçmişin zıddına yeni zihniyet ve davranış tarzlarının kazandırılması denenir. Bir inançtan başka bir inanca, bir ideolojiden başka bir ideolojiye, bir sosyal idealden başkasına dönüşüm süreçleri yeniden sosyalleşmenin örneklerindendir. Aynı şekilde toplum normlarına uygun bir hayatı kabul etmeyen bireylerin topluma yeniden kazandırılması da bir yeniden sosyalleştirme işlemidir. Mesela hapishanelerde suçluların topluma yeniden kazandırılması için eğitim dışında bir takım özel teknikler kullanılmaktadır (Aslantürk, Amman, 1999:322-324)9.7. Sosyalleşme Sürecine Etki Eden FaktörlerÇocuklar büyüdükçe diğer insanlarla karşılaşır ve onlarla olumlu ilişkiler kurarlar. İlk sosyalleşme kaynağı, toplumun temel davranış şekillerini öğreten ailedir. Okul gibi kurumlarda sosyalleşmenin öncül kaynaklarından ve toplum içinde yaşamını sürdürebilmek için gerekli temel becerilerin bazılarının kazanılmasında çocukları eğitirler. Sosyalleşme kavramı olmadan toplumların tutarlı bir biçimde varlıklarını sürdürmeleri beklenemez. (Morgan, 2009). Bu nedenlerle sosyalleşmeye etki eden faktörlerin çok çeşitli olduğundan hareketle bu faktörler içerisinde önemli olduğu kabul edilen aile, kültür, okul (eğitim), akran grubu, sosyal çevre, kitle iletişim araçları, sivil toplum kuruluşları aşağıda ele alınmıştır. Ayrıca diğerleri başlığı altında da sosyalleşmeye etki eden faktörlerin bir kısmına da açıklık getirilmeye çalışılmıştır.9.7.1. AileGörevleri doğrultusunda aile ele alındığında; aile, eşlerin duygusal ve üremeye dair gereksinimlerinin karşılandığı, çocukların bakımının ve eğitiminin üstlenildiği, ortak amacı ve inançları olan bir yapı olarak tanımlanmaktadır (Yörükoğlu, 2000: 125). Günümüzde en yaygın aile biçiminin genişlemiş çekirdek aile olduğu söylenebilir. Bu aile yapısı, çeşitli seçeneklere imkân verdiği, coğrafi hareketlilik sağladığı, değer ve tutumları yeni kuşaklara iletmede aracı olduğu, hızlı toplumsal değişmelerin yol açtığı gerilimlere karşı bireylere duygusal destek sağladığı için yaygındır (Onur, 1995: 109)Türk toplumunda da egemen kurumların başında ailenin gelir. İnsanların içinde yaşadıkları toplum yapısına göre sosyalleştirilmelerinde yani grup kültürünün bilinçli bir üyesi haline gelmelerinde asıl toplumsal araç ailedir. Sosyal değerler, millî duygular, toplumun kuralları ve işleyişi kişiye hep aile tarafından verilmektedir. Toplumun varlığını sürdürebilmesi için zorunlu çeşitli temel fonksiyonlar aile kurumunca yerine getirilmektedir (Dönmezer, 1984: 203). Değişen koşullara uyum sağlayan çekirdek ailelerde, kadınların eğitim düzeylerinin yükselmesiyle birlikte çalışma hayatına katılması sonucunda aile içerisinde bir takım etkinlikleri artmış ve anneye de artık söz hakkı tanınmıştır. Bu bağlamda, ailede çocuk sayısı azalarak, çocuğa verilen değerde de bir artış meydana gelmiştir (Yörükoğlu, 2000: 131). Çekirdek aileler, genel olarak, neslin devamını sağlama, eşler arası ilişkileri düzenleme, çocuğun sosyalleşmesi ve psikolojik tatmin gibi işlevleri yerine getirmektedir (Karaca, 2005: 75).Birey dünyaya geldiği andan itibaren, aile çevresi içerisinde sosyalleşme sürecine de girmiş olmaktadır. Bu dönemde, çocuğun sosyalleşmesinde en büyük sorumluluk sahibi olan kişi annedir. Bu noktada annenin eğitim ve kültür seviyesi çocuğun sosyalleşmesinde oldukça etkili rol oynayacaktır. Çocuğun beslenmesi, bakımı, ona gösterilen ilgi, şefkat ve sevgi gibi davranışlar da çocuğun başkalarına karşı güven duygusu kazanmasında etkili olacaktır. Böylece çocuk beklenen derecede ve hızla sosyal bir varlık haline gelebilecektir (Özkalp, 2007: 106). Aile, çocuğu sosyalleştirirken, çocuklara toplumun değer ve normlarına uygun bir birey olmayı öğretir ve böylelikle onların sosyalleşmelerine yardımcı olurken, çocuklar da sosyalleşmenin temel değerlerini içselleştirerek nesiller arası kültür aktarımını gerçekleştirirler. Bir toplumun kültürünün nesilden nesile aktarımı ailede başlar, okulda ve çevrede devam eder (Yörükoğlu, 2000: 126). Ailenin görevlerinin sıralandığı Ogburn’un (Gökçe, 2004: 188) görüşü bazı değişikliklerle beraber üzerinde uzlaşılan bir görüş olduğu ifade edilmektedir. Bu görüşe göre ailenin görevleri arasında şunlar bulunmaktadır:1. Ailenin varlığını koruyan neslin devamını sağlayan biyolojik görevi,2. Her türlü maddi ihtiyaçların karşılanması için ekonomik görevi,3. Koruyuculuk görevi,4. Duygusal durumların korunması için psikolojik görevi,5. Yetiştirilmesi için ve sosyalleştirilmenin sağlanması için eğitim görevi. 9.7.2. KültürKültür, toplumun davranış, biliş ve duyuş kalıplarından oluşan bir birikim ve bütünlük anlamında kullanılmaktadır (Güvenç, 1994: 273). Kültür, insanın tarih boyunca tabiatı ve kendisini idare şeklini öğrenmek suretiyle, bizzat meydana getirdiği eserdir (Tanpınar 2001: 83). Kültür sözlükte; bir toplumun manevi özelliğini duyuş ve düşünüş birliğini meydana getiren, gelenek halindeki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlığının tümü olarak tanımlanmaktadır. Kültürün, gündelik hayatın her alanı ve anında olması, özellikle sosyal bilimlerde herkesin kendi alanları ile ilgili kültür tanımlamalarını ortaya çıkarmaktadır (Tomlinson, 2004:59).Ralp Linton’a göre kültür; öğrenilmiş davranışlar ve bu davranışların sonuçlarından meydana gelen bir bileşimdir. Onu bir araya getiren ögeler, belli bir toplumun üyelerince paylaşılır ve aktarılır. Yemek yeme, giyim, dil, evlenme, kitap okuma gibi kavramları içine alır. Başka bir tanımla kültür, insan davranışının öğrenilen kısmıdır. Kültürün eğitsel kavramlarla ifadesi “Beşeri öğrenimin paylaşılmış ürünleridir” bu tanım kültürel davranışı, doğuştan gelen içgüdüler yahut diğer kalıtımsal özelliklerden ayırır. Biyolojik kalıtımın tersine kültür, toplumsal kalıtım olarak adlandırılabilir ve bir toplumsal grupta kuşaktan kuşağa aktarılır. Kültürün işlevleri beş gruba ayrılmaktadır. Bunlar; 1. Kültür bir toplumu diğerinden ayırmaya yarayan bir işaret gibidir.2. Bir topluma özgü olan değerleri içerir ve onları yorumlar.3. Toplumsal dayanışmanın temellerinden birini oluşturur.4. Bir toplumsal yapının hem kalıbını hem de içeriğini dolduracak biçimlendirecek malzemeyi sağlar.5. Kültür toplumsal kişiliğin doğru ve gelişiminde egemen bir etmendir (Tezcan, 1991: 68). 9.7.3. Eğitim (Okul)Emil Durkheim’e göre eğitim, yetişkin kuşakların henüz toplumsal yaşama elverişli duruma gelmemiş kuşaklar üzerinde yaptığı etkidir. Bu bir anlamda sosyalleşmeyi de ifade eder. John Dewey eğitimi, kişi ile çevresi arasındaki bir etkileşim süreci olarak görür (Özmen, 1999: 2-13).Bütün çağlarda eğitimin iki amacı olmuştur. Bireylere öğretim vermek ve iyi davranış kazandırmak (Russel, 1981: 5-38). Ayrıca okul, farklı düzeyde gelişme eğilimi göstermiş olan çocukların da ortak yaşantılardan geçmesini sağlayarak bir nevi ailede başlatılmış olan sosyalleşmeyi sürdürmeyi amaçlamaktadır (Güvenç, 1994: 284). Toplumun inançlarından, örflerinden, tutum ve değerlerinden, becerilerinden, birikmiş bilgilerinden oluşan kültürünü yeni nesillere aktarmak, yetişmekte olan bireylerin zekâ, duygu ve iradelerini dengeli bir şekilde geliştirerek onları birer şahsiyet hâline getirmek eğitim ile mümkündür. İnsan yetiştirmenin iki yönünden birincisi toplumun devamlılığını, ikincisi, yaratıcılık göstererek değişen şartlara uyumunu sağlar. Toplumların varlıklarını sürdürebilmek için meydana getirdiği kurumlardan biri de eğitim ve buna bağlı olarak okuldur. Okul vasıtasıyla, toplumu oluşturan bireylerin ortak bir birikime sahip olması amaçlanmaktadır. Özellikle modern toplumlar kendi sosyal ve siyasal görüşleri çerçevesinde tüm bireylerin okula gitmesini sağlamaya çalışmakta ve eğitim kapsamını genişletmektedir (Selçuk, 1997:1-2). Çocukların gelişiminde önemli rolleri olan eğitimciler ise okulun en önemli parçasıdırlar. Öğretmenler çocukların eğitiminde oyunu kullanarak sosyalleşmelerine önemli katkılar sağlayabilirler (O’Bryant, O’Sullivan, Raudensky, 2000).Sosyalleşme sürecine önemli katkı sağlayan okulda, sosyalleşme daha resmi ve örgütlü olarak gerçekleştirilmektedir. Birey okulda salt bilgi değil aynı zamanda toplumsal sorumluluklarını da kazanmaktadır. Dolayısıyla okulun bireyi etkileyen ilk organizasyon olduğu rahatlıkla söylenebilmektedir. Çocuk okulda toplumun temel yapısını anlamaya ve akabinde de toplum halinde yaşamanın kurallarını öğrenerek toplumun bir parçası olmaya çalışmaktadır (Özkalp, 2007: 108).Günümüzde eğitim, kişinin bilgi kazanmasını ve topluma uyum sağlamasını öğretmektir. Toplumu oluşturan bireylerin kişiliklerine yansıyan yaşama biçimi olan kültür yeni nesilerle eğitim ile aktarılır. Eğitim insanları toplumdaki yeni görevlerine hazırlarken bireylerin fiziki, ahlaki ve estetik bakımından yetiştirilmesini amaçlamaktadır. Eğitimin kapsamına bireylerin ailesinden, okulundan, mesleğinden, kitle iletişim araçlarından ve katıldığı dini, ekonomik, toplumsal ve politik kurumlarından gelen bütün etkiler girmektedir (Bacanlı, 2005).9.7.4. Akran GruplarıSosyalleşme sürecinde diğer önemli bir faktörde bireyin kendi yaş grubundaki diğer bireylerdir. Aileler gibi akran grupları da bireylerin ilişkilerinde üstün bir rol oynamaktadır. Akran grupları çocukların düzeyinde eşit bir ilişkiyi simgelerken anne babalar ile bu ilişki daha üst düzeydedir. Çünkü anne babalar sevilen, aynı zamanda da sayılan ve sözü dinlenen kimselerdir (Özkalp, 1994:81-95) Yeni aile düzenlerinde çalışan kadın sayısının çok olması nedeniyle, çok küçük yaşlarda kreşle tanışan çocuklar, sosyal hayatın içinde erkenden yer almaya başlamaktadır. Bu sosyalleşme içinde de kendi yaşantılarından etkilenme, belirli bir hayat tarzını öğrenme süreci başlamaktadır. Yaşları büyüdükçe çocuklar, sınıf arkadaşları ve mahalle arkadaşları gibi çeşitli gruplarla sosyal ilişkiler kurma ihtiyacı duyarlar. Arkadaşlarla ilişki içerisine girme, karşılıklı etkileşimde bulunma ise, bu ihtiyaçların tatmini ile sonuçlanır. İhtiyaçların tatmin edilmesi ise kişinin kendi tutum ve davranışlarında değişiklik yapmasını gerektirebilir. Örneğin, bir gruba ait olma ve o grup tarafından kabul edilme arzusu kişinin farklı davranışları öğrenmesini ve yapmasını gerektirebilir (Sezgin, 2003: 38).Sosyalleşme sürecinde akran grupları bireyler üzerinde üç önemli noktada etki etmektedir. Birincisi, bireye ahlaki standartları ve cinsel rollerin öğrenilmesine yardımcı olur. Aile dışındaki hayata hazır hâle getirir. İkinci olarak, bireye yeni davranış şekilleri öğretir. Grup etkileşiminde öğrenilen dersler çocuğun diğer gruplara ve belki de okullardaki aktivitelere katılmasına yardımcı olur. Üçüncü olarak ise bireye sosyal rollerin öğrenilmesinde yardımcı olur (lider, örgütleyici, uyum gösterme). Bu rollerle ilişkili olan görevlerin yerine getirilmesi, bireyi yetişkinlerin dünyasına hazırlar. Birey akran grubunda kendi pozisyonunu genellikle aile etkisinden daha ziyade bireysel başarı ve kişiliğine dayalı olarak elde eder (Tezcan, 1991, 1995: 22-24). Bireyler arkadaş gruplarında mücadele etmeyi, hakkını korumayı, paylaşmayı başarı ve sevilmeyi öğrenir. Ayrıca birey öğrendiği bilgilerin doğruluğun ya da yanlışlığın genellikle arkadaş grubu içinde öğrenir. Akran grubu okul çağındakiler için kuralları öğrenme, yetişkinlerde evlilik, çocuk yetiştirme ve aile hayatı konusunda bireyleri sosyalleştirir. Yapılan çalışmalarda en çok arkadaş gruplarının boş zamanları değerlendirme, görünüm, cinsel yaşam gibi konularda bireylerin sosyalleşmesine yardımcı olmaktadır (Güney, 2000: 52). 9.7.5. Toplumsal ÇevreToplumsal çevre içinde otoriteyi, yardımlaşmayı sağlayan, grupları oluşturan, insanların davranış ve özgürlüklerini denetleyen bir kurallar bütünüdür. Uygarlık düzeyi, ekonomik uğraşısı, dili, dini, inandığı değerler ve uyduğu kurallar ne olursa olsun, ortak bir yaşayışa değerlere ait yapıya toplumsal çevre denilir. Her insan topluluğu bir toplumsal çevreyi meydana getirir. Toplumsal çevrenin yapısı, toplumsal ve ekonomik şartlara bağlı olarak farklı değişim hızlarına sahiptir. Genellikle bu değişim gelişme yönündedir (Gökçe, 2004: 1). Bireyi sosyalleştiren ve kişiliğine biçim veren çevreler çok çeşitlidir. Bireyin bir şey öğrenmesine yardım eden her çevre bu niteliktedir. Çocuğun ilk sosyal çevresi olan ailenin ardından arkadaş çevresi, meslek çevresi, dini ve siyasi çevreler vb. izlemektedir. Fert bu çevrelerle kurduğu ilişkilerle toplum içerisinde kişiliğini kazanmaktadır. Çevreler aynı olsa da kişilikleri farklı olabilir. Çünkü insanların yetenekleri birbirinden farklıdır. Ayrıca hiç kimse aynı çevreden aynı şekilde etkilenmemektedir (Sezal, 2003:140).Çevre, bireyleri etkileyen tüm doğal nesne ve şartlarla, insan yapısı ve şartlarını kapsayan, alt ve üst kurumlarıyla, toplumsal örgütlenmeyi içine alan bir bütünü ifade etmektedir. Toplumsal çevre, insanları belli amaçlar doğrultusunda bir arada toplar ve diğerlerinden ayırır. Toplumsal çevrenin verimli olabilmesi için eğitimli olması kaçınılmazdır. Toplumsal çevre içinde, aynı sosyal gruplarda, aynı birey değişik bireylere karşı değişik rol ve statüler takınabildiği gibi aynı sosyal gruplar içindeki bireylerin de farklı rol ve statüler takındığı görülebilmektedir. Toplumlar farklı sosyal çevrelerle şekillenmiştir. Bir kent diğer kentten nasıl farklıysa, sosyal çevre itibariyle de farklıdır. Bireyler bir çevreden diğerine geçebilir. Kendi amacına da uydurabilir. Dönmezer’e göre yaşam ile çevre iç içedir. Çevre yaşam hücrelerinin oluştuğu andan itibaren vardır. Çevrede meydana gelebilecek bir değişmenin, alışkanlıklara ve yaşam tarzlarına varıncaya kadar değişikliğe uğrattığı, çevre deyince doğumdan ölüme kadar insanların vermiş olduğu dürtülerin anlaşıldığı, hava ve besinlerden, sosyal ve duygusal iklime, aileden topluma kadar, kişinin temasta bulunduklarının inanç ve davranışlarına kadar ve hatta doğumdan öncede birey üzerinde etkisini göstermeye başlamasıdır (Kılcıgil, 1998:16-17).9.7.6. Kitle İletişim AraçlarıMills’e göre kitle iletişim araçları, modern toplum yaşamının aynasıdır. Berelsan ise bu aynanın neyi yansıttığı üzerinde durur. Ona göre kimi kitle iletişim araçları kimi konularda, kimi koşullar altında, kimi insanlara, kimi etkiler yapar (Kılcıgil, 1998:63-65).Kitle iletişiminde iletişim yüz yüze değil, geniş bir insan topluluğu ile gerçekleşmektedir. Kitle iletişimi basit hâliyle haberin, bilginin ya da genel anlamıyla kültürün insan topluluklarına çeşitli araç ve tekniklerle dağıtımı olarak tanımlanabilmektedir. Günümüzde yaygın olarak kullanılan kitle iletişim araçları gazete, televizyon, radyo, internet şeklinde sıralanabilmektedir (Demiray, 2003: 90). Kitle iletişim araçları, gelişen teknolojinin de etkisiyle toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir ögesi olmuştur. Birçok sosyal bilimci, araştırmalarında kitle iletişimi ile birey ve toplum yaşamını sosyolojik, sosyal psikolojik yaklaşımlar ile sorgulamış ve buradan birey ve toplumsal davranış biçimlerini açıklamaya çalışmışlardır. Ataerkil aile yapısından modern toplum yapısına geçiş ile birlikte, kitle iletişimi toplum ve grupların âdeta yerini alarak, bireyin gelişim süreci içerisinde önemli bir yere sahip olmuştur. Tek taraflı bir iletişim kaynağı olarak görülen kitle iletişim araçları, birey ve toplumlara yalnızca bilgi aktaran araçlar olmaktan çok, onları eğiten, nerede nasıl davranacaklarını, neyi nasıl algılayarak anlayacaklarını, hatta neyin iyi ya da kötü olduğuna, nelere bağlı olduğuna karar vereceklerini öğreten iletişim araçları hâline bürünmüştür (Demiray, 2003: 90).Kitle iletişim araçları, bireylerin toplum ile bütünleşmesinde, toplumun bir parçası olmalarında, toplumun kültürel değerlerini almalarında ve yeni değerler eklemelerinde, inanç, tutum ve davranışlarındaki değişmelerde rol oynamaktadır. Bu etkileşimin düzeyi, bireylerin kitle iletişim araçları ile ilgili ön yargılarına, bu araçları ne sıklıkla kullandıklarına ve bu araçlar ile kendilerine ne tür mesajlar verildiğine bağlı olarak değişebilmektedir (Güz, 1996: 982-983). Hess’e göre, kitle iletişim araçlarının önemli görevlerinden biri sosyalleşmedir. Karmaşık toplumlarda sosyalleşme ve değer yargılarının pekiştirilmesi kitle iletişim araçlarının görevidir. Bu toplumlarda çocukların sosyal rollerinin tümünü birincil çevrelerden öğrenmesi mümkün değildir. Onun için sosyal rollerin öğrenilmesinde kitle iletişim araçlarına ihtiyaç duyulmaktadır (Hess, 1969, 286). Kitle iletişim araçları aile içinde, komşuluk ilişkilerinde okulda bir dizi rol modelleri sunmaktadır. Örneğin, T.V. yıldızları televizyon vasıtasıyla çocuklara örnek olmakta ve çeşitli davranış biçimlerini, değerleri, doğru-yanlış, iyi-kötü kavramlarını göstermektedirler. Kitle iletişim araçları çocuklara doğrudan bireysel bir etkileşim içinde olmamakla birlikte sosyalleştirici etkileri yadsınamaz büyüklüktedir. Ronneberger’e (1971: 32) göre kitle iletişim araçları sosyalleşme sürecinde önemli rol üstlenmektedir. Buna da iki neden rol oynamaktadır. Bunlar,1. Düşünceyi yönlendiren norm ve sistemleri ile toplumdaki örnek kimselerin tanıtılması.2. Karmaşık bir toplumda, yaşamı kolaylaştıran düşünce ve davranış şekillerinin aktarılması ve böylece sosyal sistemin korunması ve devamlılığının sağlanmasıdır. Birincisinde aile ve okul gibi kurumların etkisi büyüktür. Kabul veya reddedilebilir. İkincisinde ise kitle iletişim araçlarının içeriklerinden öğrenilebilir. Bunların çerçevesinde fertlerin günlük yaşantısının sosyalleşmesinde kitle iletişim araçlarının etkisi büyüktür.Sanal (Siber) Sosyalleşme Kavramıİçinde bulunduğumuz teknoloji çağının en önemli ihtiyaçlarından biri artık internettir. Antik Yunan ve daha eski çağlarda, “Agora” gibi insanların bir araya geldikleri meydanların olduğu görülmektedir. İlerleyen çağlarda böyle meydanların ve mekanların insanlar tarafından çeşitli amaçlarla kullanıldığı ortaya konmuştur. Örneğin 18. yy da insanların bir araya geldiği kahvehanelerin insanların düşüncelerini paylaştıkları aynı zamanda tartıştıkları bir ortam olduğu bilinmektedir. 100 milyondan fazla insanın kullandığı internetin artık bu görevi yerine getirdiği görülmektedir. İnternetin çok geniş bir kullanım ağı olduğu dikkat çekmektedir. İnternet, elektronik posta kullanımından milyarlarca web sayfasının kullanıldığı ve bilginin serbestçe dolaştığı bir ortam olmasının yanı sıra eğitimin, alış-verişin ve sohbet odalarının da bulunduğu ve insanlar arasında yoğun bir etkileşimin oluştuğu sanal bir ortamdır (http://yenimedya. wordpress.com). Sosyal paylaşım siteleri ve odalarında “Chat” yapma fırsatı veren ortamlarda insanlar diğer insanlarla tanışıyorlar, deneyimlerini paylaşıyorlar ve böylece bambaşka bir iletişim evreni oluşturuyorlar. Bazı kişiler internetin, insanların toplumsal ilişkilerini sınırlandırdığını “Asosyalleştirdiği”ni ve eve kapattığını iddia ederken bu görüşe katılmayanlar ise tam tersini savunmaktadırlar. Çünkü bu kadar kısa zamanda ve bu kadar az harcamayla dünyanın dört bir tarafından arkadaş bulmak; yine bu kadar kısa zamanda aynı şehirde benzer zevklere sahip insanlar arasında gruplar kurup planlar yapıp gerçekleştirmek mümkün değildir. Sosyal ağlar denince ilk Facebook, MySpace, Twitter, YouTube gibi sosyal paylaşım blogları akla gelmektedir. Bu paylaşım siteleri büyük ilgi görmekte ve yayına başladıklarından beri milyonlarca kullanıcıya ulaşmaktadırlar. Günümüzde artık bu web sitelerini ziyaret etmek çoğumuzun günlük aktivitelerinin bir parçası haline gelmiştir.İnternet kullanıcıları ve sanal toplum için Robins (1999: 148-159), “internet kullanıcıları siber toplum mensubudurlar ve siber uzayda yaşamaktadırlar. Siber toplum, internet kullanıcılarından oluşan dünya çapındaki ağın yarattığı, elektroniğe dayalı iletişimler ağıdır. Sanal toplum, sanal gerçeklik dünyasında üretilmektedir” görüşünü ortaya atmıştır. İnternet insanını mutlu kılan en önemli özelliklerden biri de katılımcıların, kendi seçtikleri insanlarla ve gruplarla sosyalleşme fırsatını elde etmeleridir. Sanal ortamlar, sosyal gerçekliğin koşullarına alternatif yeni sosyalleşme alanları oluşturmaktadır. Bireylerin özellikle gençlerin ve çocukların interneti kullanma süreleri gittikçe artmaktadır. İnterneti kullanan bireylerin gerçek sosyal hayattaki bireylerle daha az ilişkiye girdiği araştırmalarca ortaya konmaktadır. Gerçek sosyal hayatta daha az ilişkiye giren bireyler ellerinin altında bulunan klavyeler vasıtasıyla internet ortamında bulunan sosyal ağları kullanarak “sanal (siber) sosyalleşme” kavramını ortaya çıkarmaktadırlar. 9.7.7. Sivil Toplum KuruluşlarıTürkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren yoğun olarak ortaya çıkan sivil toplum kavramı daha çok siyasi anlamlar içermesine rağmen son yıllarda siyasi alanın dışında da yoğun olarak kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının öznesi de nesnesi de insanla ilgilidir. Sivil toplum kavramı, bilgi, beklenti ve isteklerin katıldığı bilinçli değerlendirme sonucu, resmî karar verme mekanizmalarını etkileme, karar vermeye yöneltme gibi görevleri yerine getirmektedir. Bireylerin sosyal hayattan beklenti ve istekleri gün geçtikçe artmaktadır. Özellikle hızlı kentleşme sonucu bireylerin sosyal ihtiyaçlarında da farklılıklar ve ortaya çıkarmaktadır (Yazıcıoğlu, 2003:38-42). Sosyal hayat büyük bir ölçüde grup ve örgütler aracılığıyla gerçekleşmekte ve anlam kazanmaktadır. Modern toplum hayatında sivil toplum kuruluşları insanları birbirinden bağımsız, ayrılmış, kendi başlarına hareket edebilen insanlar olmaktan çıkararak gruplar içinde toplamakta bireysel ve toplumsal yaşama onları kazandırmaktadır. Sivil toplum kuruluşları insanları bir takım ilişkiler içine girerek karşılıklı tutum ve davranışları ile birbirlerini etkilemekte ve bu ilişkiler belirli bir süre içinde gelişerek süreklilik kazanmaktadır. Bu tür yapılanmalarda bir grup insan bir amaç gerçekleştirmek için karşılıklı etkileşimi geliştirmek için, aidiyet ve biz duygusuyla kültürel hayata etki etmektedir (Yıldırım, 2004).Sivil toplum kuruluşlarına üyelik sayesinde oluşan mensubiyet duygusu bireylere belirli bir grup kültürünü paylaşma, ortak hareket etme, diğer grup üyelerinin düşünce ve fikirlerine saygı gösterme gibi özellikleri geliştirmektedir (Sunar, 2005).Günümüz yaşam koşulları dikkate alındığında bireylerin günlük yaşamları içerisindeki yoğun tempoları kendi istek, beklenti ve düşüncelerini arka plana itmelerine sebep olmaktadır. Bireyler kendi isteklerine ve düşüncelerine uygun sivil toplum kuruluşlarına katılarak toplum içerisindeki aidiyetlerini ve önemlerini tekrar kazanabilirler. Sorunlara karşı duyarlı, birçok özgün düşünceleri olan bireylerin sivil toplum kuruluşları sayesinde fikirlerini değerlendirme fırsatı bulabilmeleri sosyal hayattaki yerleri ve sosyal hayata değişim katmaları için önemli bir unsurdur.9.7.8. Diğer FaktörlerSosyalleşme sürecinde yukarıda sayılan etkili faktörlerin dışında sosyal hayatın çeşitlenmesi, iş dünyasının yeni gereksinimleri, yeni satış ve pazarlama tekniklerinin gelişmesi, insanların ülkeler arası seyahatlerinin kolaylaşması, insanların tatil kavramlarının çeşitlenmesi, yine insanların eğitim ihtiyaçlarını farklı ülkelerde karşılayabilecekleri düşüncesi gibi olgular ile toplumların birbirleriyle işbirliği içerisine girmeleri sosyalleşme kavramlarına bazı yeni faktörlerin eklenmesine sebep olmuştur. Özellikle son yıllarda artarak büyüyen çok sayıda ve farklı alanlarda fuar organizasyonlarının yapılması, yine farklı temalarda festivallerin yaygınlaşması, konferans, sempozyum gibi aktivitelerin artması bu sürece önemli katkılar yapmaktadır. Bugünkü ihtiyaçların gelişerek artacağı göz önüne alındığında sosyalleşme faktörlerinde de çeşitliliğin olacağı bunun da sosyal hayata yansıyarak toplumları etkileyip değiştireceği tahmin edilmektedir. Kaynakça Afacan, H. H. (2001). Toplumbilimi, ss, 68-70, Konya: Turhan Kitabevi Yayınları.Arı, R., Üre, Ö. ve Yılmaz, H. (1998). Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Konya: Mikro Yayınevi, 55-59Aslantürk, Z. ve Amman, T. (1999). Sosyoloji. Kavramlar, Kurumlar, Süreçler, Teoriler. İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Vakfı Yayınları No: 166. Atkinson, R.L., Atkinson, R.C., Smith, E.E., Bem, D.J., Hoeksema, S.N. (2008). Psikolojiye Giriş. (Çeviri: Yavuz Alogan). 4. Baskı, Ankara: Arkadaş Yayınları. Aziz, A. (1982). Toplumsallaşma ve Kitle İletişim, Ankara: Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Yayınları. Bacanlı, H. (2005). Gelişim ve Öğrenme, Ankara: Nobel Yayınları. Badawi, A. Z. (1986). Dictionary of the Social Sciences, 2nd Edt., pg. 400, Librairie Du Liban, Beyrut. Berger, P. L.(1982). Invitation to Sociology, England: Penguin, page140Brom, L. & Selznick, P. (1968). Sociology. New York: A Tex With Adapted Readings. Harger.Cüceloğlu, D. (1991). İnsan ve Davranışı. İstanbul: Remzi Kitabevi. Demir, Ö. ve Acar, M. (1992). Sosyal Bilimler Sözlüğü, İstanbul: Ağaç Yayıncılık.Demiray, U. (2003). Meslek Yüksekokulları İçin Genel İletişim, Ankara: Pegem Yayıncılık, 90.Deniz, M. E. (2007). Eğitim Psikolojisi. (79-132). Ankara: Maya Akademi Yayıncılık.Dönmezer, S. (1994). Toplumbilim. Yenilenmiş 11. Basım. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.Dönmezer, S. (1984). Sosyoloji. 9. Basım. Ankara: Savaş Yayınları. Elkin, F. (1995). Çocuk ve Toplum-Çocuğun Toplumsallaşması, (Çev. Nazife Güngör). Ankara: Gündoğan Yayınları, s. 9-28.Elkind, D. (1999). Çocuk ve Toplum-Gelişim ve Eğitim Üzerine Denemeler, (Çev. Demet Öngen),. Ankara: Ankara Üniversitesi-Çocuk Kültür Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, No: 3. 91-96.Freedman, J. L., Sears, D. O. ve Carlsmith, J. M. (1989). Sosyal Psikoloji. (Çev: Ali Dönmez). 1. Baskı. İstanbul :Ara Yayıncılık. Giddens, A. (2005). Sosyoloji, (Haz. Cemal Güzel). Ankara: Ayraç Yayınevi, 25-28.Greendorfer, S. L. (2002). Socialization Process And Sport Behavior. T, Horn(ed), Advances In Spor Psychology, Champaign, IL, 377-411. Human Kinetics. Gökçe, B. (2004). Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar. 2. Baskı. Ankara: Savaş Yayınevi, ss, 188. Güney, S. (2000). Davranış Bilimleri. Ankara: Nobel Yayınevi. S. 51. Güvenç, B. (1994). İnsan ve Kültür. 6. Basım. İstanbul: Remzi Kitabevi. Güz, N. (1996). Türk Basınında Gündem Oluşturma. Yeni Türkiye Medya Özel Sayı, Yıl:2, Sayı, 12, Ankara, 982-983. Hess, H. (1969). Ein Soziologischer Bezugsrahmen Für Die Masen Kommunikations For Schurg. Publizistik 37, ss,286. Kağıtçıbaşı, Ç. (1999). İnsan ve İnsanlar. 10. Basım, No 52. İstanbul: Evrim Yayınevi..Karaca, F. (2005). Modernleşmenin Aile Kurumu Üzerindeki Etkileri Üzerine. 3. Uluslar arası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayını. s. 74-75.Kılcıgil, E. (1998). Sosyal Çevre- Spor İlişkileri. Ankara: Bağırgan Yayınevi, ss.16-17.Kliema, R. (1973). Persönlichkeit und Persönlichkeitseigenschaften.Lexikon zur Soziologie, Westdeutscher Verlag Opladen.Koç, M., Yavuzer, Y., Demir, Z. ve Çalışkan, M. (2001). Gelişim ve Öğrenme. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.Koştaş, M. (2011). Sosyalleşme. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 29 Sayı: 0 http://www.dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/770/9798.pdf. (Erişim Tarihi 04-06-2011).Koenig, S. (2000). Sosyoloji, (Çev. S. Sucu, O. Aykaç), İstanbul: Ütopya Kitabevi Yayınları, ss.58-59.Köknel, Ö. (1985). Kişilik. Kaygıdan Mutluluğa. 12. Basım. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.Kulaksızoğlu, A. (1999). Ergenlik Psikolojisi. 2. Baskı. İstanbul: Remzi Kitabevi.Morgan, C. T. (2009). Psikolojiye Giriş. Ed: Sirel Karakaş, Rükzan Eski. Konya: Eğitim Akademi. O’Bryant, C. P., O’Sullivan, M., Raudensky, J. (2000). Sport, Education and society; Oct; 5(2); Academic Research Library, pg. 184. Onur, B. (1995). Gelişim Psikolojisi. Ankara: İmge Kitapevi, ss.109.Özkalp, E. (1994). Sosyolojiye Giriş. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, 81-95.Özkalp, E. (2007). Sosyolojiye Giriş. Yenilenmiş 15. Basım. Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım.Özmen, Ö. (1999). Çağdaş Sporda Eğitim Üçgeni. Ankara: Bağırgan Yayınevi.Robins, K. (1999). İmaj-Görmenin Kültür ve Politikası. (Çev. H. Erbaş). Ankara: Gündoğan Yayınları.Ronneberger, F. (1971). Sozilisation Durch Massen Kommunikation. F. Ronnerberger (de): page. 32. Stutgart,Russel B, (1981). Eğitim ve Toplum Düzeni, (çev. Nail Bezel). İstanbul: Varlık Yayınları, s, 35-38. Selçuk, Z. (1997). Eğitim Psikolojisi. Ankara: Pegem Yayıncılık, 1-2.Senemoğlu, N. (2007). Gelişim, Öğrenme ve Öğretim kuramdan Uygulamaya. Ankara: Gönül Yayıncılık. Sezal, İ. (2003). Sosyolojiye Giriş. 2. Basım. Ankara: Martı Kitabevi.Sezgin, S. (2003). Hedef Kitle: Çocuklar. Globus S. 14. Haziran. s. 38-40.Shaver, K.G. (1981). Principles of Social Psychology, Cambridge: Winthrop Publishers, Inc. 2. Edition, 125-132.Sneyder, E. ve Spreitzer, E. (1976). Correlates Of Sport Participation Among Adolescent Girls, Research Quartely. P, 804-809. Sunar, L. (2005). Sivil Toplum Konuşmak. İstanbul: Kaknüs Yayınları.Şahan, H. (2007). Üniversite Öğrencilerinin Sosyalleşme Sürecinde Spor Aktivitelerin Rolü. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Selçuk Üniversitesi, Konya. Tanpınar, A. H. (2001). Medeniyet Değiştirmesi ve Üç İnsan. Türkiye Günlüğü Dergisi. S. 67. s. 81-88. Ankara.Tezcan, M. (1984). Eğitim Sosyolojisi. Ankara: Çağ Matbaası.Tezcan, M. (1991). Toplumsal ve Kültürel Değişme. Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Yayını, 22-24. Tomlinson, J. (2004). Küreselleşme ve Kültür. (Çev. Arzu Eker). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Tolan, B. (1996). Toplum Bilimlerine Giriş. 4. Baskı. Ankara: Murat & Adım Yayıncılık. Türkkahraman, M. (2000). Türkiye’de Siyasal Sosyalleşme ve Siyasal Sembolizm. İstanbul: Birey Yayıncılık. No 41. Yavuzer, H. (1979). 6-12 Yaş Çocuklarının Psiko-Sosyal Gelişmesi. Türk Psikoloji Dergisi. Sayı 5, sayfa, 20-24.Yazıcıoğlu, (2003). Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumu, Düşünen Sivil Toplum, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 38-42. Yıldırım, İ. (2004). Demokrasi Sivil Toplum Kuruluşları ve Yönetişim. Ankara: Seçkin Yayınları. Yörükoğlu, A. (2000). Değişen Toplumda Aile ve Çocuk. 4. Baskı. İstanbul: Özgür Yayın Dağıtım.http://yenimedya.wordpress.com. “Facebook’ta Zaman Geçirmek Üzerine…” (Erişim Tarihi: 13.10.2010).http://www.etymonline.com (Erişim tarihi: 13-07-2011).

    İndir / Download : 6_sosyallesme_kuramlari.docx


    Yorumlar

    Sil