İşte Cevaplar
Cevap : Kaşağı Romanındaki Ses Olayları
AHIRIN avlusunda oynarken aşağıda gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem İstanbul’a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan’la artık Dadaruh’un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu babamın seyisi yaşlı bir adamdı.
Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh’la birlikte onları suya götürmek çıplak sırtlarına binmek ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak yemliklere ot doldurmak gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar. Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı tıkı… tık… tıkı… tık… tıpkı bir saat gibi… yerimde duramaz
- Ben de yapacağım! diye tuttururdum.
O vakit Dadaruh beni Tosun’un sırtına koyar elime kaşağıyı verir
- Hadi yap! derdi.
Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım.
- Kuyruğunu sallıyor mu?
- Sallıyor.
- Hani bakayım?..
Eğilirdim uzanırdım. Ama atın sağrısından kuyruğu görünmezdi.
Her sabah ahıra gelir gelmez
- Dadaruh tımarı ben yapacağım derdim.
- Yapamazsın.
- Niçin?
- Daha küçüksün de ondan…
- Yapacağım.
- Büyü de öyle.
- Ne zaman?
- Boyun at kadar olduğunda….
At ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun’un hoşuna gidiyor kulaklarını kısıyor kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır o zaman Dadaruh “Höyt..” diye sağrısına bir tokat indirir sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan’la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh’un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok yok! Yatağın altında yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce İstanbul’dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun’un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu.
- Sanırım acıtıyor? dedim.
Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. İstanbul’dan gelen üstelik Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim parçaladım. Sonra yalağın içine attım.
Babam her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin’le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh’a haykırdı:
- Gel buraya!
Soluğum kesilecekti bilmem neden çok korkmuştum. Dadaruh şaşırdı kırılmış kaşağı ortaya çıkınca babam bunu kimin yaptığını sordu. Dadaruh
- Bilmiyorum dedi.
Babamın gözleri bana döndü daha bir şey sormadan
- Hasan dedim.
- Hasan mı?
- Evet dün Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi.
- Niye Dadaruh’a haber vermedin?
- Uyuyordu.
- Çağır şunu bakayım.
Çitin kapısından geçtim. Gölgeli yoldan eve doğru koştum. Hasan’ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu. Koşarak arkamdan geldi. Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı. Hasan’a dedi ki:
- Eğer yalan söylersen seni döverim!
- Söylemem.
- Pekâlâ bu kaşağıyı niye kırdın?
Hasan Dadaruh’un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saçlı başını sarsarak
- Ben kırmadım dedi.
- Yalan söyleme diyorum.
- Ben kırmadım.
- Doğru söyle darılmayacağım. Yalan çok kötüdür dedi. Hasan inkârda direndi. Babam öfkelendi. Üzerine yürüdü “Utanmaz yalancı” diye yüzüne bir tokat indirdi.
- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin’le otursun! diye haykırdı.
Dadaruh ağlayan kardeşimi kucağına aldı. Çitin kapısına doğru yürüdü. Artık ahırda hep yalnız oynuyordum. Hasan evde hapsedilmişti. Annem geldikten sonra da bağışlanmadı. Fırsat düştükçe “O yalancı” derdi babam. Hasan yediğitokat aklına geldikçe ağlamaya başlar güç susardı. Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. “***** Dadaruh atlara ezdirmiş olmasın?” derdi.
Ertesi yıl annem yazın gene İstanbul’a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan’a ahır hâlâ yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. “Kuşpalazı” dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu.
Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu.
- Niye ağlıyorsun? diye sordum.
- Kardeşin hasta.
- İyi olacak.
- İyi olmayacak.
- Ya ne olacak?
- Kardeşin ölecek! dedi.
- Ölecek mi?
Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin’in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz Hasan’ın hayali gözümün önüne geliyor “İftiracı! İftiracı!” diye karşımda ağlıyordu.
Pervin’i uyandırdım.
- Ben Hasan’ın yanına gideceğim dedim.
- Niçin?
- Babama bir şey söyleyeceğim.
- Ne söyleyeceksin?
- Kaşağıyı ben kırmıştım onu söyleyeceğim.
- Hangi kaşağıyı?
- Geçen yılki. Hani babamın Hasan’a darıldığı…
Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin’e anlattım. Şimdi babama söylersem Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı.
- Yarın söylersin dedi.
- Hayır. şimdi gideceğim.
- Şimdi baban uyuyor yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin ağlarsın seni bağışlar.
- Pekala!
- Haydi şimdi uyu!
Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin’i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki zavallı suçsuz kardeşim o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh’u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı.
zevkti=> ünsüz benzeşmesi
Yap-acak-ım =>ünsüz yumuşaması
gereç-i => ünsüz yumuşaması
kuyruk-unu => ünsüz yumuşaması
ol-du-k-un-da => ünsüz yumuşaması
beceremiyordum=> ünlü daralması
karnına=> ünlü düşmesi
bu-y-du=> kaynaştırma
gidiyor=> ünsüz yumuşaması
sallıyordu=>ünlü daralması
biteceğine=>ünsüz yumuşaması
yatağın=>ünsüz yumuşaması
sevincimden=>ünsüz yumuşaması
haykır-acak-tım=> ünsüz benzeşmesi
kaptım=>ünsüz benzeşmesi
koştum=>ünsüz benzeşmesi
karnına=>ünlü düşmesi
parlayan=>kaynaştırma
baktım=>ünsüz benzeşmesi
sivriydi=>kaynaştırma
ilerdeki=>ünlü düşmesi
koştum=>ünsüz benzeşmesi
attım=>ünsüz benzeşmesi
kalmıştı=>ünsüz benzeşmesi
Soluğum=>ünsüz yumuşaması
kesilecekti=>ünsüz benzeşmesi
korkmuştum=>ünsüz benzeşmesi
bilmiyorum=>ünlü daralması
sandıktan=>ünsüz benzeşmesi
yoktu=>ünsüz benzeşmesi
sertti=>ünsüz benzeşmesi
baktı=>ünsüz benzeşmesi
darılmayacağım=>ünsüz yumuşaması
oynuyordum=>ünlü daralması
geldikten=> ünsüz benzeşmesi
hapsedilmişti=>ünsüz yumuşaması
atabileceğime=>ünsüz yumuşaması
yasaktı=>ünsüz benzeşmesi
yatakta=>ünsüz benzeşmesi
çiftlikteki=>ünsüz benzeşmesi
ayrılmıyordu=>ünlü daralması
ağlıyordu=> ünlü daralması
gideceğim=>ünsüz yumuşaması
söyleyeceğim=>ünsüz yumuşaması
anlattım=>ünsüz benzeşmesi
kalktım=>ünsüz benzeşmesi
azabını=>ünsüz yumuşaması
ediyordum=>ünsüz yumuşaması
ölmüştü=>ünsüz benzeşmesi
bekliyorlardı=>ünlü daralması
Diğer Cevaplara Gözat
AHIRIN avlusunda oynarken aşağıda gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hüzünlü şırıltısını işitirdik. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem İstanbul’a gittiği için benden bir yaş küçük olan kardeşim Hasan’la artık Dadaruh’un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu babamın seyisi yaşlı bir adamdı.
Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh’la birlikte onları suya götürmek çıplak sırtlarına binmek ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar yalnız binemezdi. Dadaruh onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak yemliklere ot doldurmak gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar. Bu en zevkli şeydi. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı tıkı… tık… tıkı… tık… tıpkı bir saat gibi… yerimde duramaz
- Ben de yapacağım! diye tuttururdum.
O vakit Dadaruh beni Tosun’un sırtına koyar elime kaşağıyı verir
- Hadi yap! derdi.
Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdım.
- Kuyruğunu sallıyor mu?
- Sallıyor.
- Hani bakayım?..
Eğilirdim uzanırdım. Ama atın sağrısından kuyruğu görünmezdi.
Her sabah ahıra gelir gelmez
- Dadaruh tımarı ben yapacağım derdim.
- Yapamazsın.
- Niçin?
- Daha küçüksün de ondan…
- Yapacağım.
- Büyü de öyle.
- Ne zaman?
- Boyun at kadar olduğunda….
At ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum. Boyum atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun’un hoşuna gidiyor kulaklarını kısıyor kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır o zaman Dadaruh “Höyt..” diye sağrısına bir tokat indirir sonra öteki atları tımara başlardı. Ben bir gün yalnız başıma kaldım. Hasan’la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyandı. Kaşağıyı aradım bulamadım. Ahırın köşesinde Dadaruh’un penceresiz küçük bir odası vardı. Buraya girdim. Rafları aradım. Eyerlerin arasına falan baktım. Yok yok! Yatağın altında yeşil tahtadan bir sandık duruyordu. Onu açtım. Az daha sevincimden haykıracaktım. Annemin bir hafta önce İstanbul’dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı pırıl pırıl parlıyordu. Hemen kaptım. Tosun’un yanına koştum. Karnına sürtmek istedim. Rahat durmuyordu.
- Sanırım acıtıyor? dedim.
Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin çok sivriydi. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca yeniden denedim. Gene atların hiçbiri durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. İstanbul’dan gelen üstelik Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim parçaladım. Sonra yalağın içine attım.
Babam her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan evde hizmetçimiz Pervin’le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü; Dadaruh’a haykırdı:
- Gel buraya!
Soluğum kesilecekti bilmem neden çok korkmuştum. Dadaruh şaşırdı kırılmış kaşağı ortaya çıkınca babam bunu kimin yaptığını sordu. Dadaruh
- Bilmiyorum dedi.
Babamın gözleri bana döndü daha bir şey sormadan
- Hasan dedim.
- Hasan mı?
- Evet dün Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi.
- Niye Dadaruh’a haber vermedin?
- Uyuyordu.
- Çağır şunu bakayım.
Çitin kapısından geçtim. Gölgeli yoldan eve doğru koştum. Hasan’ı çağırdım. Zavallının bir şeyden haberi yoktu. Koşarak arkamdan geldi. Babam pek sertti. Bir bakışından ödümüz kopardı. Hasan’a dedi ki:
- Eğer yalan söylersen seni döverim!
- Söylemem.
- Pekâlâ bu kaşağıyı niye kırdın?
Hasan Dadaruh’un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saçlı başını sarsarak
- Ben kırmadım dedi.
- Yalan söyleme diyorum.
- Ben kırmadım.
- Doğru söyle darılmayacağım. Yalan çok kötüdür dedi. Hasan inkârda direndi. Babam öfkelendi. Üzerine yürüdü “Utanmaz yalancı” diye yüzüne bir tokat indirdi.
- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin’le otursun! diye haykırdı.
Dadaruh ağlayan kardeşimi kucağına aldı. Çitin kapısına doğru yürüdü. Artık ahırda hep yalnız oynuyordum. Hasan evde hapsedilmişti. Annem geldikten sonra da bağışlanmadı. Fırsat düştükçe “O yalancı” derdi babam. Hasan yediğitokat aklına geldikçe ağlamaya başlar güç susardı. Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. “***** Dadaruh atlara ezdirmiş olmasın?” derdi.
Ertesi yıl annem yazın gene İstanbul’a gitti. Biz yalnız kaldık. Hasan’a ahır hâlâ yasaktı. Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların büyüyüp büyümediğini bana sorardı. Bir gün birdenbire hastalandı. Kasabaya at gönderildi. Doktor geldi. “Kuşpalazı” dedi. Çiftlikteki köylü kadınlar eve üşüştüler. Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı. Babam yatağın başucundan hiç ayrılmıyordu.
Dadaruh çok durgundu. Pervin hüngür hüngür ağlıyordu.
- Niye ağlıyorsun? diye sordum.
- Kardeşin hasta.
- İyi olacak.
- İyi olmayacak.
- Ya ne olacak?
- Kardeşin ölecek! dedi.
- Ölecek mi?
Ben de ağlamaya başladım. O hastalandığından beri Pervin’in yanında yatıyordum. O gece hiç uyuyamadım. Dalar dalmaz Hasan’ın hayali gözümün önüne geliyor “İftiracı! İftiracı!” diye karşımda ağlıyordu.
Pervin’i uyandırdım.
- Ben Hasan’ın yanına gideceğim dedim.
- Niçin?
- Babama bir şey söyleyeceğim.
- Ne söyleyeceksin?
- Kaşağıyı ben kırmıştım onu söyleyeceğim.
- Hangi kaşağıyı?
- Geçen yılki. Hani babamın Hasan’a darıldığı…
Sözümü tamamlayamadım. Derin hıçkırıklar içinde boğuluyordum. Ağlaya ağlaya Pervin’e anlattım. Şimdi babama söylersem Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı.
- Yarın söylersin dedi.
- Hayır. şimdi gideceğim.
- Şimdi baban uyuyor yarın sabah söylersin. Hasan da uyuyor. Onu öpersin ağlarsın seni bağışlar.
- Pekala!
- Haydi şimdi uyu!
Sabaha kadar gene gözlerimi kapayamadım. Hava henüz ağarırken Pervin’i uyandırdım. Kalktım. Ben içimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak için acele ediyordum. Yazık ki zavallı suçsuz kardeşim o gece ölmüştü. Sofada çiftlik imamıyla Dadaruh’u ağlarken gördük. Babamın dışarıya çıkmasını bekliyorlardı.
zevkti=> ünsüz benzeşmesi
Yap-acak-ım =>ünsüz yumuşaması
gereç-i => ünsüz yumuşaması
kuyruk-unu => ünsüz yumuşaması
ol-du-k-un-da => ünsüz yumuşaması
beceremiyordum=> ünlü daralması
karnına=> ünlü düşmesi
bu-y-du=> kaynaştırma
gidiyor=> ünsüz yumuşaması
sallıyordu=>ünlü daralması
biteceğine=>ünsüz yumuşaması
yatağın=>ünsüz yumuşaması
sevincimden=>ünsüz yumuşaması
haykır-acak-tım=> ünsüz benzeşmesi
kaptım=>ünsüz benzeşmesi
koştum=>ünsüz benzeşmesi
karnına=>ünlü düşmesi
parlayan=>kaynaştırma
baktım=>ünsüz benzeşmesi
sivriydi=>kaynaştırma
ilerdeki=>ünlü düşmesi
koştum=>ünsüz benzeşmesi
attım=>ünsüz benzeşmesi
kalmıştı=>ünsüz benzeşmesi
Soluğum=>ünsüz yumuşaması
kesilecekti=>ünsüz benzeşmesi
korkmuştum=>ünsüz benzeşmesi
bilmiyorum=>ünlü daralması
sandıktan=>ünsüz benzeşmesi
yoktu=>ünsüz benzeşmesi
sertti=>ünsüz benzeşmesi
baktı=>ünsüz benzeşmesi
darılmayacağım=>ünsüz yumuşaması
oynuyordum=>ünlü daralması
geldikten=> ünsüz benzeşmesi
hapsedilmişti=>ünsüz yumuşaması
atabileceğime=>ünsüz yumuşaması
yasaktı=>ünsüz benzeşmesi
yatakta=>ünsüz benzeşmesi
çiftlikteki=>ünsüz benzeşmesi
ayrılmıyordu=>ünlü daralması
ağlıyordu=> ünlü daralması
gideceğim=>ünsüz yumuşaması
söyleyeceğim=>ünsüz yumuşaması
anlattım=>ünsüz benzeşmesi
kalktım=>ünsüz benzeşmesi
azabını=>ünsüz yumuşaması
ediyordum=>ünsüz yumuşaması
ölmüştü=>ünsüz benzeşmesi
bekliyorlardı=>ünlü daralması
Diğer Cevaplara Gözat
2 yıl önce M Merhaba rica etsem fiilden türemiş 10 tane isim bulabilirsiniz çok acil
Cevap : SEVGİ
Rahip mezarlıktaki işini bitirmek üzereydi . O anda elli yıllık karısını kaybeden 78 yaşındaki adam : ” Onu ne kadar çok sevdim .” diyerek çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı . Yaşlı adamın yaşlı sesi törenin asil sessizliğini bozmuştu . Mezar başındaki diğer aile bireyleri ve dostlar şok olmuşlardı , utanç içindeydiler . Yetişkin çocukları alı al moru mor babalarını yatıştırmayaçalıştılar : “Tamam , baba . Seni anlıyoruz .” Yaşlı adam gözlerini dikmiş kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta bakıyordu …
Rahip törene devam etti . Törenin sonunda , aile bireylerini ölüm töreninin kapanışı olarak tabutun üstüne toprak atmaya çağırdı . Yaşlı adam hariç hepsi sırayla toprak attılar . Yaşlı adam hala : “Onu ne kadar çok sevdim” diye sesli sesli konuşuyordu . Kızı ve iki oğlu konuşmasını engellemek istediler , ama o devam etti , “Onu sevmiştim !”
Kalabalık mezarlığı terk etmeye hazırlanırken , yaşlı adam gitmemekte direniyordu . Gözlerini mezara dikmiş bakıyordu . Rahip yaklaştı : “Kendinizi nasıl hissettiğinizi biliyorum , ama gitme zamanı geldi . Buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatın akışına bırakmalıyız .” dedi . Yaşlı adam çaresizlik içinde bir kez daha “Onu ne kadar çok sevdim .”diyerek söylendi . “Beni anlamıyorsunuz ,” dedi rahibe “ama ben bunu ona sadece bir kere söyleyebildim .”
SEVGİ Zil çalmadığı sürece zil değildir .
Şarkı söylenmediği sürece şarkı değildir .
Sevgi gönlümüzde tutsak olsun diye yaratılmamıştır .
Sevgi insanlara verdiğiniz sürece sevgidir …
YUKARIDAKİ METİNDE GEÇEN SES OLAYLARI:
YEŞİL RENK: ünsüz yumuşaması
KIRMIZI RENK: ünsüz benzeşmesi
TURUNCU RENK: ünlü daralması
MOR RENK: ünlü düşmesi
KAHVE RENK: ünlü türemesi
Cevap : Ömer Seyfettin Yazısının Ses Olayları
(1884-1920) Gönen'de doğan yazar öğrenimine Gönen'de başladı. Ayancık ve İstanbul Mekteb-i Osmaniye'de devam etti. Eyüp'teki Baytar Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadisi'ne daha sonra Edirne Askeri İdadisi'ne devam etti. İstanbul Mekteb-i Hayriye'den '' piyade mülazımı sanisi'' rütbesiyle mezun oldu. İzmir'de teğmenlik Rumelide'de üsteğmen olarak görev yaptı. Askerliği bırakarak Selani'ğe geldi. Genç Kalemler dergisinde yazılar yazdı. Balkan Savaşı başlayınca subay olarak orduya döndü. Bir yıl Yunanlılar'ın elinde esir kaldı. Esir kaldığı dönemde de yazılarına devam ederek bunları daha sonra Halka Doğru Zaka ve Türk Yurdu dergilerinde yayımladı. İstanbul'a dönünce ordudan tekrar ayrıldı . Kabataş Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yapan yazar 1920'de öldü. Bütün Çalışmaları Bilgi Yayınevi tarafından 16 kitapta toplanmıştır.
öğrenimine.........kaynaşma
etti.......................benzeşme
Eyüp'teki.............benzeşme
Rüştiyesi'ni.........kaynaşma
bitirdikten...........benzeşme
çocuğu ................yumuşama
olduğu................yumuşama
İdadisi'ne............kaynaşma
sanisi............kaynaşma
rütbesiyle.........ünlü düşmesikaynaşma
yaptı..............benzeşme
Askerliği............yumuşama
Selani'ğe............yumuşama
dergisinde...........kaynaşma
başlayınca...........kaynaşma
orduya...........kaynaşma
kaldığı ...........yumuşama
dergilerinde.......kaynaşma
ayrıldı ............ünlü düşmesi
Kabataş Lisesi'nde .........kaynaşma
öğretmenliği...........yumuşama
kitapta.............benzeşme
toplanmıştır.........benzeşme
(1884-1920) Gönen'de doğan yazar öğrenimine Gönen'de başladı. Ayancık ve İstanbul Mekteb-i Osmaniye'de devam etti. Eyüp'teki Baytar Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadisi'ne daha sonra Edirne Askeri İdadisi'ne devam etti. İstanbul Mekteb-i Hayriye'den '' piyade mülazımı sanisi'' rütbesiyle mezun oldu. İzmir'de teğmenlik Rumelide'de üsteğmen olarak görev yaptı. Askerliği bırakarak Selani'ğe geldi. Genç Kalemler dergisinde yazılar yazdı. Balkan Savaşı başlayınca subay olarak orduya döndü. Bir yıl Yunanlılar'ın elinde esir kaldı. Esir kaldığı dönemde de yazılarına devam ederek bunları daha sonra Halka Doğru Zaka ve Türk Yurdu dergilerinde yayımladı. İstanbul'a dönünce ordudan tekrar ayrıldı . Kabataş Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yapan yazar 1920'de öldü. Bütün Çalışmaları Bilgi Yayınevi tarafından 16 kitapta toplanmıştır.
öğrenimine.........kaynaşma
etti.......................benzeşme
Eyüp'teki.............benzeşme
Rüştiyesi'ni.........kaynaşma
bitirdikten...........benzeşme
çocuğu ................yumuşama
olduğu................yumuşama
İdadisi'ne............kaynaşma
sanisi............kaynaşma
rütbesiyle.........ünlü düşmesikaynaşma
yaptı..............benzeşme
Askerliği............yumuşama
Selani'ğe............yumuşama
dergisinde...........kaynaşma
başlayınca...........kaynaşma
orduya...........kaynaşma
kaldığı ...........yumuşama
dergilerinde.......kaynaşma
ayrıldı ............ünlü düşmesi
Kabataş Lisesi'nde .........kaynaşma
öğretmenliği...........yumuşama
kitapta.............benzeşme
toplanmıştır.........benzeşme
Cevap : Sait Faik Abasıyanık Havuz Başı Hikayesi Ses Olayları
birine oturmuş: Birine kelimesinde “n” kaynaştırma ünsüzü vardır. biri-n-e
sizi bekliyorum: Bekliyorum kelimesinde ünlü daralması ses olayı vardır. bekle-yor-um=bekliyorum
çocuk kederlerini: Kederlerini kelimesinde “n” kaynaştırma ünsüzü vardır. kederleri-n-e
diye düşünüyorum: Diye kelimesinde ünlü değişimi ses olayı vardır. de-ye=diye, aynı zamanda “y”kaynaştırma ünsüzü vardır. di-y-e
Ama bu uzayan: Uzayan kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. uza-y-an
kışın gelmeyeceğine: Gelmeyeceğine kelimesinde “n” kaynaştırma ünsüzü vardır. gelmeyecek-i=gelmeyeceği
yolları kapayacak: Kapayacak kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. kapa-y-acak
bembeyaz ovada: Bembeyaz kelimesinde pekiştirme vardır. bem-bayaz=bembeyaz
uzayıp gidecek: Uzayıp kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. uza-y-ıp=uzayıp
Sizi bekliyorum: Bekliyorum kelimesinde ünlü daralması ses olayı vardır. bekle-yor-um=bekliyorum
Sizi göreceğim: Göreceğim kelimesinde ünsüz yumuşaması ses olayı vardır. Görecek-im=göreceğim
kederle sevinci: Sevinci kelimesinde ünsüz yumuşaması ses olayı vardır. sevinç-i=sevinci
duyup dalacağım: Dalacağım kelimesinde sessiz yumuşaması ses olayı vardır. dalacak-ım=dalacağım
Dünyayı yeniden: Dünyayı kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. Dünya-y-ı
kederlerle kuracağım: Kuracağım kelimesinde ünsüz değişimi ses olayı vardır. kuracak-ım=kuracağım
Soğuktan mı: Soğuktan kelimesinde ünsüz benzeşmesi ses olayı vardır. soğuk-tan=soğukdan
Havuzun suyu: Suyu kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. su-y-u
kimselerin oturmadığı: Oturmadığı kelimesinde ünsüz değişimi ses olayı vardır. oturmadık-ı=oturmadığı
yalnız pek başıboşlar: Yalnız kelimesinde ünlü düşmesi ses olayı vardır. yalın-ız=yalnız
sizi bekliyordum: Bekliyordum kelimesinde ünlü daralması ses olayı vardır. bekle-yor-dum=bekliyordum
şüpheden çabucak: Çabucak kelimesinde ünsüz düşmesi ses olayı vardır. çabuk-cak=çabucak
boyunca yürümüştük: Yürümüştük kelimesinde ünsüz benzeşmesi ses olayı vardır. yürümüş-dük=yürümüştük.
birine oturmuş: Birine kelimesinde “n” kaynaştırma ünsüzü vardır. biri-n-e
sizi bekliyorum: Bekliyorum kelimesinde ünlü daralması ses olayı vardır. bekle-yor-um=bekliyorum
çocuk kederlerini: Kederlerini kelimesinde “n” kaynaştırma ünsüzü vardır. kederleri-n-e
diye düşünüyorum: Diye kelimesinde ünlü değişimi ses olayı vardır. de-ye=diye, aynı zamanda “y”kaynaştırma ünsüzü vardır. di-y-e
Ama bu uzayan: Uzayan kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. uza-y-an
kışın gelmeyeceğine: Gelmeyeceğine kelimesinde “n” kaynaştırma ünsüzü vardır. gelmeyecek-i=gelmeyeceği
yolları kapayacak: Kapayacak kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. kapa-y-acak
bembeyaz ovada: Bembeyaz kelimesinde pekiştirme vardır. bem-bayaz=bembeyaz
uzayıp gidecek: Uzayıp kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. uza-y-ıp=uzayıp
Sizi bekliyorum: Bekliyorum kelimesinde ünlü daralması ses olayı vardır. bekle-yor-um=bekliyorum
Sizi göreceğim: Göreceğim kelimesinde ünsüz yumuşaması ses olayı vardır. Görecek-im=göreceğim
kederle sevinci: Sevinci kelimesinde ünsüz yumuşaması ses olayı vardır. sevinç-i=sevinci
duyup dalacağım: Dalacağım kelimesinde sessiz yumuşaması ses olayı vardır. dalacak-ım=dalacağım
Dünyayı yeniden: Dünyayı kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. Dünya-y-ı
kederlerle kuracağım: Kuracağım kelimesinde ünsüz değişimi ses olayı vardır. kuracak-ım=kuracağım
Soğuktan mı: Soğuktan kelimesinde ünsüz benzeşmesi ses olayı vardır. soğuk-tan=soğukdan
Havuzun suyu: Suyu kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. su-y-u
kimselerin oturmadığı: Oturmadığı kelimesinde ünsüz değişimi ses olayı vardır. oturmadık-ı=oturmadığı
yalnız pek başıboşlar: Yalnız kelimesinde ünlü düşmesi ses olayı vardır. yalın-ız=yalnız
sizi bekliyordum: Bekliyordum kelimesinde ünlü daralması ses olayı vardır. bekle-yor-dum=bekliyordum
şüpheden çabucak: Çabucak kelimesinde ünsüz düşmesi ses olayı vardır. çabuk-cak=çabucak
boyunca yürümüştük: Yürümüştük kelimesinde ünsüz benzeşmesi ses olayı vardır. yürümüş-dük=yürümüştük.
Cevap Yaz Arama Yap