Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Elhan-ı Şita Şiiri Konusu

Elhan-ı Şita Şiiri Konusu, Teması, Ana Fikri, Ahenk Unsurları

Bu soruya 1 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    KasgarlıMahmud

    • 2021-06-11 12:18:06

    Cevap : Elhan-ı Şita Şiiri Konusunun cevabı;

    şiir


    Elhân-ı Şita

    Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
    Eşini gaaib eyleyen bir kuş
    gibi kar
    Geçen eyyâm-ı nev- bahârı arar.
    Ey kulûbun sürûd-i şeydâsı,

    Ey kebûterlerin neşîdeleri,
    O bahârın bu işte ferdâsı:
    Kapladı bir derin sükûta yeri
    karlar
    Ki hamûşane dem-be-dem ağlar.
    Ey uçarken düşüp ölen kelebek,

    Bir beyaz rîşe-yi cenâh-ı melek
    gibi kar
    Seni solgun hadikalarda arar.
    Sen açarken çiçekler üstünde
    Ufacık bir çiçekli yelpâze,
    Nâ’şın üstünde şimdi, ey mürde,
    Başladı parça parça pervâza
    karlar
    Ki semâdan düşer düşer ağlar.
    Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar;

    Küçücük,ser-sefîd baykuşlar
    gibi kar
    Sizi dallarda, lânelerde arar.
    Gittiniz, gittiniz siz ey mürgaan,

    Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar.
    Yuvalarda – yetîm-i bî-efgaan! –
    Son kalan mai tüyleri kovalar
    karlar
    Ki havâda uçar uçar ağlar.
    Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir

    Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter…
    Dök ey semâ, revân-ı tabîat gunûdedir.
    Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler!
    Her şâh-sâr şimdi – ne yaprak, ne bir çiçek –
    Bir tûde-yi zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümîd…
    Ey dest-i âsumaân-ı şitâ, durma, durma, çek
    Her şâh-sârın üstüne bir sütre-yi sefîd.
    Göklerden emeller gibi rîzân oluyor kar,

    Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar,
    Bir bâd-ı hamûşun per-i sâfında uyuklar
    Tarzında durur bir aralık, sonra uçarlar.
    Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân

    Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân
    Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
    Karlar, bütün ezhârı riyâz-i melekûtun.
    Dök hâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ, dök;

    Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök;
    Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi,
    Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümidi.
                                                                                                                      
    Cenap Şahabettin

    Şiirin teması:
    Kış manzarasının tasviridir. Şair, kış manzarasını anlatırken kendi iç dünyasını da yansıtmaktadır.

    Şiirin İçerik Yönünden İncelenmesi

    Şiire kaybolan bir mutluluğun hüznü hâkimdir. Şiirde baharla, kış arasında bir çatışma yaşanıyor ve bu çatışma kışın baskın çıkmasıyla sonuçlanıyor. Şiirde somut varlık olarak kar, kelebek, baykuş, güvercin, çiçek gibi varlıklar dikkat çekiyor. Buradaki bazı varlıklar (kelebek, çiçek) kışa tezat oluşturması için kullanılmıştır. Şiirde nesnel varlıklar olmasına rağmen asıl amaç bu varlıkları tasvir değil, şairde uyandırdığı duyguları ifade etmektir. Şair bu varlıklara çeşitli anlamlar yüklemiş, böylece nesnel varlıklar yoluyla öznel görüntüler yakalayabilmiştir.

    Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,

    Eşini gaaib eyleyen bir kuş gibi kar
    Geçen eyyâm-ı nev- bahârı arar.
    (Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş, eşini yitirmiş bir kuş gibi kar geçen ilkbaharı arar.)

    Şair, bu dizelerde karların havada uçuşmasının tasvirini yapmıştır. Karları beyaz titreyişler halinde, dumanlı uçuşları olan eşini yitirmiş kuşlara benzetmiştir. Buradaki benzetme hem biçim hem de duygu yönüyle verilmiştir. Nasıl ki kuşlar baharda mutlu oluyor ve kış gelince baharı arıyorsa şair de kış gününde baharı ve o günlerdeki mutluluğunu arıyor.

    Ey kulûbun sürûd-i şeydâsı,

    Ey kebûterlerin neşîdeleri,
    O bahârın bu işte ferdâsı:
    Kapladı bir derin sükûta yeri
    karlar
    Ki hamûşane dem-be-dem ağlar.
    (Ey gönüllerin çılgın şarkıları, ey güvercinlerin cıvıltıları! İşte o baharın ertesi, şu görünen manzaradır. Karlar, yeryüzünü bir derin sessizlikle kapladılar ve her an, için için ağlıyorlar.)

    Bu dizelerde şair, geçmişe dönerek bahara ait güzellikleri hatırlıyor. Baharda söylenen şarkılar güvercinlerin cıvıltıları, mevsimin getirmiş olduğu o güzel günler bir bir gözünün önünden geçiyor. Bütün bu güzelliklerin kaybolmasından dolayı karlar, her yeri bir perde gibi örtmekte ve için için ağlamaktadır. Aslında için için ağlayan şairin kendisidir. Çünkü baharda yaşadığı o güzel günleri özlemektedir.

    Ey uçarken düşüp ölen kelebek,

    Bir beyaz rîşe-yi cenâh-ı melek
    gibi kar
    Seni solgun hadikalarda arar.
    Sen açarken çiçekler üstünde

    Ufacık bir çiçekli yelpâze,
    Nâ’şın üstünde şimdi, ey mürde,
    Başladı parça parça pervâza
    karlar
    Ki semâdan düşer düşer ağlar.
    (Ey uçarken düşüp ölen kelebek! Bir melek kanadının beyaz saçağını andıran kar, seni şimdi solgun bahçelerde arıyor. Bahar vakti çiçeklerin üstünde ipekli bir yelpaze gibi açıyordun. Şimdi ise ölüsün naşın üstünde parça parça karlar uçuşmaya başladı. O karlar ki gökyüzünden düşer düşer ağlar.)

    Şair, bu dizelerde de bahara ait unsurları işlemiştir. Bahar vakti çiçeklerin üstünde dolaşan bir kelebeği hatırlamış ve karların düşmeye başlamasıyla bu hayali kaybolmuştur. Çiçekler artık karla kaplıdır. Kelebek de ölmüştür. Bu dizelerde kaybolan mutluluk duygusu belirgin bir biçimde işlenmiştir. Şair bu dizelerde mutluluğu bir kelebeğe, karları da bir meleğin kanatlarına benzetmiştir.

    Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar;

    Küçücük,ser-sefîd baykuşlar
    gibi kar
    Sizi dallarda, lânelerde arar.
    Gittiniz, gittiniz siz ey mürgaan,

    Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar.
    Yuvalarda – yetîm-i bî-efgaan! –
    Son kalan mai tüyleri kovalar
    karlar
    Ki havâda uçar uçar ağlar.
    (Siz ey kuşlar! Uçtunuz gittiniz. Şimdi akbaşlı baykuşlara benzeyen kar, sizi dallarda ve yuvalarda arıyor. Gittiniz, gittiniz siz ey kuşlar! Şimdi yuvalar baştanbaşa boş kaldı. Havada uçup uçup ağlayan karlar, yuvalarda sessiz ve şikâyetsiz yetimler gibi kalmış son mavi tüyleri kovalar.)

    Kış gelince pek çok kuş türü sıcak bölgelere göç eder. Geride baykuşlar ve göç eden kuşların tüyleri kalır. Bahardan kalan bu anılar, şairin kış manzarasını vermesinde etkili olmuştur. Bahardaki canlılığın yerine, kışın sessiz ve hareketsiz, tek renkli manzarasından doğan hüzün şairde ağlama duygusu uyandırıyor. Ağlan karlar değil şairin kendisidir.

    Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir

    Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter…
    Dök ey semâ, revân-ı tabîat gunûdedir.
    Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler!
    Her şâh-sâr şimdi – ne yaprak, ne bir çiçek –

    Bir tûde-yi zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümîd…
    Ey dest-i âsumaân-ı şitâ, durma, durma, çek
    Her şâh-sârın üstüne bir sütre-yi sefîd.
    Göklerden emeller gibi rîzân oluyor kar,

    Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar,
    Bir bâd-ı hamûşun per-i sâfında uyuklar
    Tarzında durur bir aralık, sonra uçarlar.
    Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân

    Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân
    Karlar, bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
    Karlar, bütün ezhârı riyâz-i melekûtun.
    (Ey kış seması, elinde taze bulut, güvercin kanadı ve yasemin yaprağı, bunlara benzeyen kar, yığın yığındır. Ey sema, doğanın canlı ve hareketli akışı durmuştur. Şimdi bütün doğa sessiz ve hareketsiz bir uykuya dalmıştır. Yeşilliğinden soyunmuş olan toprak siyah renklidir. Sen bu kara toprağın üstünde beyaz, lekesiz ve şeffaf çiçeklerini dök.

    Ne yaprak ne de bir çiçek var. Şimdi her koruluk ümitsiz ve siyah renkli gölgeler yığını halinde. Ey kış semasının eli, durma, durma bu karanlık koruların üstüne beyaz bir örtü çek.

    Karlar göklerden emeller gibi dökülüyor. Her yanda hayalim gibi dökülüyor. Her yanda hayalim gibi uçuşuyor. Bazen sessiz bir rüzgârın temiz kanadında, bir an uyuklar gibi olur, sonra uçarlar.

    Soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçarak bazen tüyler gibi uçuyorlar, bazen dökülüyorlar. Karlar sessizliğin duaya benzer mırıltılı şarkılarıdır. Karlar ilahi âlemin meleklere özgü bahçelerinin çiçekleridir.)

    Çoğu insan dileklerin kabul edildiği ya da reddedildiği yerin gökyüzü olduğuna inanmaktadır. Bu nedenle şair, bembeyaz ve temiz görünüşüne bakarak karla dilekler arasında bir benzerlik kuruyor. Karların dört bir yana savruluşuyla hayalleri arsında bir bağ kuruyor. Kar yağışını tüylerin uçuşuna ve mırıltılı halindeki ilahi şarkılara benzetiyor.

    Dök hâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ, dök;

    Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök;
    Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi,
    Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümidi.
    (Ey gökyüzünün eli! Ey kış mevsiminin eli! Ey bolluk ve cömertliğin eli! Kara toprağın üstüne, bahar çiçeklerinin yerine beyaz karları, kuş cıvıltılarının yerine de ümit sessizliğini dök.)

    Son dörtlükte şair, gökyüzüne ve kışa seslenir. Kar tanelerini çiçeklerin yerine, sessizliği kuş cıvıltılarının yerine koyarak özlemle ve ümitle baharın gelmesini beklemektedir.

    Bu şiir bir doğa tasviri olmakla birlikte nesnel bir tasvir değildir. Şair, doğal bir olayı duygularıyla birleştirerek öznel bir görüntü oluşturmuştur.

    Dil ve Anlatım

    Şiirin dil ve anlatımı Servetifünun döneminin özelliklerine uygundur.

    Şiirin dili Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü ağır bir dildir. Anlatım mecazlarla yüklü olduğu için anlaşılması güçtür.

    Şair, kaybolan mutluluk duygusunu belirli ve ahenkli bir biçimde vurgulamıştır. İzlenimlerinden algıladıklarını ruhunda canlandırdıklarıyla birleştirmiştir. Edebi sanatlara, mecazlara, tamlamalara çokça yer vermiştir.

    Şiirde kelimelerle adeta bir kış manzarası ve karın yağışı resmedilmiştir.

    Cenap Şahabettin Hayatı;

    Cenap Şahabettin, 2 Nisan1871’de Manastır’da doğdu. Babası Osman Şahabettin Bey, Osmanlı – Rus savaşında şehit düşünce altı yaşındayken ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı. Bir süre Tophane’de Feyziye Mektebine devam etti. Daha sonra girdiği Eyüp Askeri Rüştiyesinin yıkılması üzerine Gülhane Askeri Rüştiyesine geçti. 1880 yılında bu okuldan mezun oldu. Tıbbiye İdadisinde iki yıl okuduktan sonra Askeri Tıbbiyenin beşinci sınıfına kabul edildi.

    1889’da doktor yüzbaşı olarak okulu bitirdi. İhtisas yapmak üzere devlet tarafından Paris’e gönderildi. Burada dört yıl kadar kaldı. Bir müddet Haydarpaşa Hastanesinde hekimlik yaptı. Takip edildiği korkusuyla İstanbul’dan uzak bir yerde görev istedi. Mersin ve Rodos’ta karantina doktoru olarak çalıştı.

    1896’da sıhhiye müfettişliği göreviyle Cidde’ye gönderildi. 1898’de merkez müfettişliği göreviyle İstanbul’a döndü. Bir süre Suriye Vilayeti Sıhhiye Reisliğinde bulundu.

    II. Meşrutiyetin ilanından sonra sıhhiye müfettişliği göreviyle İstanbul’a döndü. Birinci Dünya Savaşı başladığında kendi isteğiyle emekli oldu. Aynı yıl Darülfünun Edebiyat Fakültesi Lisan Şubesi Fransızca tercüme müderrisliğine atandı. İki ay sonra Garp edebiyatı müderris vekili oldu. 1919’da Darülfünun Osmanlı edebiyat tarihi müderrisliğine getirildi. Şikâyet üzerine bu görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Edebiyat ve sanat konularında yazmaya devam etti. Son yıllarında yoğun bir biçimde üzerinde çalıştığı sözlüğünü tamamlayamadan 13 Şubat 1934’te beyin kanaması sonucu hayata gözlerini yumdu.

    Edebi Kişiliği

    Cenap Şahabettin, Tanzimat’tan sonra Batı edebiyatı etkisinde gelişen Türk şiirinde büyük yenilikler yapan şairler arasındadır.

    Küçük yaşta şiire ilgi duydu. İlk şiirlerini divan şiiri tarzında yazdı. On dört yaşında iken yazdığı gazel Saadet gazetesinde yayınlandı. İki yıl boyunca gazel tarzında şiirler yazdı. Abdülhak Hamit ve Recaizade Mahmut Ekrem’in etkisiyle yeni tarz şiirler yazmaya başladı. Şiirlerini Saadet gazetesi, Gülşen ve Sebat dergilerinde yayınlayan şair, “Tamat” adıyla on sekiz şiirden oluşan küçük bir kitap bastırdı.

    Paris’te bulunduğu yıllarda parnasyen ve sembolist şairleri okumuş, özellikle Verlaine’den etkilenmiştir. Bu yıllarda pek çok Fransız şair tanımıştı. Yurda döndükten sonra şiiri yavaş yavaş bu etkiler altında şekillenmeye başladı. Hazine-i Fünun dergisinde yayınlanan “Benim Kalbim” şiiri Fransızcadan çeviri sanıldı. Kelimelerle çizilen tablo niteliğini taşıyan bu şiirinden sonra ilk defa sone tarzını denedi ve “Şi’r-i Nânüvişte” adlı şiirini bu tarzda yazdı. Bu yıllarda farklı şiir tarzları deneyen şair, özellikle “Mekteb” dergisinde çıkan şiirleriyle hem eski hem de yeni tarzda yazan şairler arasında dikkat çekti. Hakkında olumlu ve olumsuz yazılar yazıldı. Tevfik Fikret’in Servet-i Fünun dergisinin yönetimine gelmesinden iki ay sonra derginin kadrosuna girdi.

    Cenap Şahabettin’in Türk şiirine getirdiği yenilikler arasında, o zamana kadar kullanılmamış özgün tamlamalara yer vermesi en önemli özelliğidir. Şairin kullandığı bu yeni tamlamalar yadırgandı, eleştirildi, hatta alay konusu oldu. Ancak şair, bu tamlamaları kullanmaya devam etti.

    Servetifünun şiirinin genel özelliklerinden olan tasvir, Cenap Şahabettin’de de ön plandadır. Varlıkları bir fotoğraf gibi algılamak, renk ve şekilleri canlı tutmak, gerçeklik duygusu yaratmak o dönem şiiri içinde önemli bir özellikti. Parnasizm akımının etkisiyle yayılan bu akım çok geçmeden Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi şairleri de etkisi altına aldı.

    Cenap, şiirde ahenge önem verdiği için hece yerine daima aruzu tercih etmiştir. Şiirin tek gayesinin güzellik olduğunu savunan ve ona başka bir işlev yüklemek istemeyen şair, doğayı bütünlük içinde görmüş ve bir “ruh-ı kâinat” düşüncesine inanmıştır. Bu nedenle nesnelerde diğer sanatçılardan farklı renkler görmüş ve onları bir takım duygularıyla bağlantı kurarak dile getirmiştir.

    Hayat karşısında şüpheci bir tavır takınan şair, fikir ağırlıklı şiirlerinde sosyal içerikli konuları değil insanın yazgısı ve kâinat içindeki yeri üzerinde durmuştur. Gece, mehtap, sonbahar gibi daha çok duygulara hitap eden görünümleri saf şiir anlayışıyla ele almış; doğa, kadın ve aşk temalarını bu doğrultuda işlemiştir. Bazı şiirlerinde dünya ve evrenle ilgili görüşlerine de yer veren şair, “Münacat”, “Derviş”, “Tevhid” şiirlerini bu doğrultuda yazmıştır.

    Cenap Şahabettin, Servetifünun döneminin nesir alanında da ustalarından biri sayılmıştır. Ona göre nesir hem bir beste hem de güftedir. Bu onun nesirde de şiirde olduğu gibi güzelliğe ve ahenge önem verdiğini gösterir. Bu alanda kullandığı dil ve üslup şiirlerindeki bütün özellikleri taşır. Ona göre nesir de şiir gibi anlatılan konulara uygun biçimde yapısı değişen cümle ve ibarelerle yazılmalıdır. Bir fikir veya duygunun kelimelerin ve tamlamaların okuyucu üzerindeki hem doğruluk hem güzellik etkileri dikkate alınmalıdır. Nesir konusundaki fikirlerini, meşrutiyetten sonra Türkçülerin ortaya attığı “yeni lisan” hareketinden sonra da devam ettiren Cenap Şahabettin, Arapça ve Farsçayla zenginleşen Osmanlıcayı sonuna kadar savunmuştur.

    Cenap Şahabettin’in gazetelerde siyasi yazılar yazması II. Meşrutiyetten sonra İstanbul’a gelişiyle başladı. Önce 15 sayı çıkan “Hürriyet” in başmuharriri oldu. Balkan harbinden sonra Tasvir-i Efkâr gazetesi adına birkaç defa Avrupa’ya gitti. Gezi izlenimlerini aynı gazetede “Avrupa mektupları” başlığı adı altında yayınladı. Bir süre Suriye bulundu ve buradaki izlenimlerini “Suriye Mektupları” adıyla yayınladı. Türk şiiri ve nesir alanında seçkin bir yeri olan Cenap Şahabettin, politik yazılarında ve edebi tartışmalarında asabi, bazen de çelişkili bir tavır takınıyordu. Milli mücadele yıllarında aleyhte yazılar yazdığı için sert eleştirilere maruz kaldı. Bu tavrı cumhuriyetin ilk yıllarında da unutulmadı.

    Eserleri

    Tâmât (1887)
    Seçme Şiirler (1934)
    Bütün Şiirleri (1984)
    Terane-i Mehtap
    Tiyatro
    Körebe
    Küçük Beyler
    Yalan
    Düzyazı
    Hac Yolunda (1909)
    Evrak-ı Eyyam (1915)
    Afak-ı Irak (1917)
    Avrupa Mektupları (1917)
    Nesir-i Harp, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri (1918, üç farklı içeriğe sahip olan bu üç eser tek kitap olarak yayınlanmıştır)
    Vilyam Şekispiyer (1932)
    Tiryaki Sözleri
    Suriye Mektupları

    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.