Nedir.Org*
Soru Sor

Tanburi Cemil Bey Slaytı Sunumları

  • 1
    5 yıl önce
    İlgili Yazı: Tanburi Cemil Bey Slaytı

    Dosya Adı:

    Tanburi Cemil Bey Hayatı Slayt (PPTX)

    (Göster / Gizle) Sunum İçeriği: Düz metin (text) olarak..
    1. Sayfa
    Tanburi Cemil BeyKimdir, Biyografisi, Hayatı, Eserleri ve Yorumlar

    2. Sayfa


    3. Sayfa
    Tanburi Cemil Bey Kimdir? Tanbûrî Cemil Bey 1873 yılında İstanbul’da doğdu. Dedesi Mustafa Reşid Efendi, sadrazam Hüsrev Paşa’nın sadaret müsteşarlığını yapmıştır. Babası Tevfik Bey Zihniyar Hanımla evlenmiş, bu evlilikten dört çocuğu dünyaya gelmiştir. Cemil Bey bu dört çocuğun en küçüğüdür. Babası öldüğü zaman üç yaşında idi.Bundan sonra amcası Refik Bey’in himayesinde, onun ölümü ile de amcasının oğlu Mahmud Bey’in yanında yetişti. Çalışkan, terbiyeli, sessiz bir çocuktu. Cemil, orta öğrenimini tamamladıktan sonra Mülkiye’ye kaydoldu fakat okulu yarıda bıraktı. Hariciye Nezareti’nde memuriyet hayatına atıldı. 1908 de Meşrutiyetin ilânından sonra bu vazifesinden ayrıldı. Cemil Bey, 1912 yılında açılan Darülbedâyi’ye Mûsıkî muallimi olarak getirilmiştir. 1901 yılında, Defter-i Hakan-i müdürlerinden Nazif Bey’in kızı Şerife Saide Hanım’la evlenmişti. Bu ayrı dünyaların insanları arasında uyumlu bir evliliğin bulunmadığını oğulları Mesut Cemil’in verdiği bilgilerden anlıyoruz. Son yıllarında çevresinde bulunan insanlardan da uzaklaştı. Evinin bahçesi içinde bulunan “Uzletgâh” dediği ayrı bir evde yaşar olmuştu. 1914 yılında, yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak hayata gözlerini yumdu.

    4. Sayfa
    MÛSIKÎ ÖĞRENİMİ:Tanbûrî Cemil Bey’in ailesinde kendi kuşağına kadar Mûsıkî ile az çok uğraşanlar olmuştur. Mûsıkî çalışmalarına hangi yıllarda başladığı kesin olarak bilinmiyor. Babasının, daha çocukken bazı Mûsıkî denemeleri yaptığını, kendi kendine bir şeyler çaldığını, çevresindeki insanları dikkatle dinleyerek beste yapma oyunları oynadığını, yeni çalgılar yapmaya özendiğini, hattâ bu merakının olgunluk yaşlarında da devam ettiğini ve bir ömür boyu bu arayış içinde dolaştığını yine oğlu Mesut Cemil’in hatıralarından öğreniyoruz.Cemil, Bir yandan ağabeyi Ahmet Bey’den genel bilgiler elde ederken, diğer yandan Kemânî Aleksan Ağa’dan Hamparsum ve Batı notasını öğrendi. Aynı zamanda yeni ve bilinmeyen bir uslûpla tanbur çalmasını ilerletiyordu. Mûsıkî çevreleri artık bu genç ve muktedir sanatkârdan söz ediyordu. Cemil Bey, ayrıca Ali Efendiden genel Mûsıkî bilgisi ile klâsik Mûsıkîmizin asıl karekterine ait incelikleri öğrenme imkânı bulmuştur. O asıl ilerlemesini, dönemin ünlü Mûsıkî ustaları ile tanıştıktan ve onlarla sanat arkadaşlığı yaptıktan sonra, tükenmez bir gayretle sürdürdüğü bir arayışla elde etti. Mûsıkî ile ilgili her konuyu sabırla inceledi; en basitinden en mükemmeline kadar bu sanatın her türünden yararlandı. Mûsıkînin ilmî yönlerini kendi çabası ile öğrendi. Cemil Bey, Hamparsum notasının bizim Mûsıkîmizin perdelerini daha iyi belirttiğini söyler ve onu tercih ederdi. Her iki notada da olağanüstü bir melekesi vardı; yazı yazar gibi nota yazardı.

    5. Sayfa
    ŞAHSİYETİ VE ÇEVRESİ:Cemil Bey, yetişmesine temel olabilecek unsurları kendi gayreti ile hazırlamak zorunda kalmıştır. Dehâsının ışığı altında yıllarca bir güzellik kavramının peşinde koştu. Mûsıkî adına güzel olan her şeyden yararlanarak bu motiflerle dâhîyane kompozisyonlar yarattı. Kendisini dünya gâilelerinden uzak tutarak sosyal çalkantıların dışında, sanatı seven ve anlayanlarla, bir çevre oluşturdu. Batı Mûsıkîsini yakından tanımak ister, İtalyan sanatkârların Beyoğlu’nda oynadıkları oyunları ve operaları takdirle seyreder, kendi Mûsıkîmizde de bir takım yeniliklerin yapılmasının gerektiğini söylerdi. Sık sık çeşitli halk kesimlerinin arasına girer, Mûsıkînin her türünden ilham alır, bütün bunları asil bir uslûb içinde eriterek yeni kalıplara dökerdi. O, sağduyulu, genel kültürü geniş bir insandı. Terbiyeli, sessiz, çekingen, özel hayatında şakacı ve nükteli bir yaratılışı vardı.Türkçe’yi güzel konuşurdu. Ayrıca konuşacak ve tercüme yapacak kadar Fransızca bilirdi. Batı kültürü hakkında da bilgisi vardı. Kalabalığı sevmezdi; devamlı hüzünlü bir insan olarak yaşadı. Güzel yazı yazar, anlatmak istediğini iyi ifâde ederdi. Mûsıkî ile uğraşırken dış dünya ile ilişkisini keser, varlığını bu sanatın enginliklerine bırakır, başka bir dünyada yaşardı. Kullandığı her sazı severek ve zevkle çalardı. İstemediği zamanlar bir sazı asla eline almazdı. Bu sebeple mecbûrî olarak gidip saz çaldığı yerlerden, bilhassa padişah huzurundan büyük bir sıkıntı ile dönerdi. Mûsıkîden anlar görünenlerden ve kendisinden bir takım basit eserlerin çalınmasını isteyenlerden nefret ederdi.Son yıllarında çevresi daralmış, yakın arkadaşları, dost ve koruyucuları birer ikişer öbür âleme göç etmişlerdi. O günkü cemiyetin Mûsıkî ve sanat anlayışında da esaslı değişiklikler olmuş, eski zevk ve kavrayış kalmamıştı. Cemil Bey bütün bunları görüyor ve üzülüyordu. Bu sebeple ölümüne kadar derin bir yalnızlığın içinde, kederli bir dünyada yaşadı. Bu büyük dehânın ışığı o günden bu güne kadar gerçek sanatkârların ve sanattan anlayanların gönlünde tesirini sürdürdü ve sürdürüyor. Büyük Şâir Yahyâ Kemâl Beyatlı da şiirlerinden birinde ondan bahsettiği gibi, ayrıca onun için bir de gazel yazmıştır.

    6. Sayfa
    SANATI:Cemil Bey’in hayatı ve sanatı hakkında, Râuf Yektâ Bey’in yayınladığı üç makaleden başka ciddî bir araştırma yapılmadı. Ufak tefek hâtıralar ve bazı ansiklopedik bilgilerin dışında tek ciddî eser, oğlu Mesud Cemil’in hazırlamış olduğu “Tanbûrî Cemil’in Hayatı” adındaki kitaptır. Cemil Bey, içinde yaşadığı o günün dünyasında ses sanatımıza ait olan her unsurdan yararlandı. Bunları Mûsıkîmizin gelenekleri içinde yoğurarak, bugün unutulmağa yüz tutan perdelerden ses çağlayanı halinde akıtmasını bildi. Türk Mûsıkîsinde keşif yapan bu büyük sanatkârın bulduğu yeniliklerin lâyık olduğu şekilde değerlendirildiğini ileri süremeyeceğiz. Tanbûrî Cemil’in Türk Mûsıkîsine en yüksek ifâde tarzını veren ve bu Mûsıkîye yeni bir uslûb getiren özelliği, yaratıcı bestekâr tarafıdır. Onun, bugünkü bilgi ve şuurumuzla henüz görmeğe başladığımız önemli bir tarafı da gönüllü bir folklorcu olmasıdır. Cemil Halk Mûsıkîsine adetâ âşıktı. O, yenileşme ruhunu eski köklerden aldığı esrarlı kudretle besleyerek sezen ve bu duygusuna zamanın imkân ve vasıtaları içinde âzamî ifâdeyi veren bir şahsiyettir. Cemil Bey, tek başına halka açık konser veren ilk Türk Mûsıkîsi sanatkârıdır.

    7. Sayfa
    İCRÂKÂRLIĞI:Tanbûrî Cemil Bey’in tanbur çalış tarzı henüz şekillenmeden önce, eski Tanbûrîlerin icrâsı revaçtaydı. O yıllarda bunların başında Tanbûrî Ali Efendi geliyordu. Eski biçimde tanbur çalma tekniği, bir mızrap darbesinden sonra elde edilen titreşim sırasında mümkün olduğu kadar fazla perde kullanmak ve az sayıda mızrap atmak temeline dayanıyordu. O, ünü yaygınlaştıkça ve icrâsı kişilik kazandıkça tutucu çevrelerin ağır eleştirilerine uğradı. Yüzyıllardan beri devam eden bu icrâ geleneği temelinden sarsılmış, Türk Sanat Mûsıkîsinin bu temel sazı bambaşka bir uslûb kazanmıştı. Dönemin tanınmış Mûsıkîşinasları bu tekniğe açıkça karşı çıktılar. Onlara göre tanbur çalmak bu değildi. Hâlbuki Cemil Bey, bu güzel saza dinamizm ve hareket getiren bir mucitti. Serî mızrap vuruşları ve icrâda hareketlilik, söylenmek isteneni daha kolay söyletiyor, melodik cümleler ifâdesini daha kolay buluyordu. Bu sayede makamlarımızın seyir ve karekteri daha renkli kalıplara dökülebiliyordu. Cemil Bey’in eline geçen bir beste derhâl câzip bir hüviyet alırdı. En adî bir sokak türküsünü, Mustafa Çavuşun kıvrak ve nazlı bir şarkısı haline sokardı.Cemil Bey’in kemençe çalmağa ne zaman başladığı bilinmiyor. Ancak son yıllarında hemen hemen tamamiyle kemençeye yöneldiğini, tanburu daha az çaldığını biliyoruz. Elde bulunan plâklarından kemençe ile çaldığı parçalar ve taksimler analiz edilecek olursa, titiz ve hakim iki elin aynı ustalıkla kullanıldığı dikkati çeker. Son derece dengeli ve kıvrak bir yay tekniği apaçık fark edilir. Tanbur icrâsında yarattığı o harukûlâde gelişmeyi aynen kemençeye de uygulamış ve bu saza asil bir tavır getirmiştir. Viyolonseli de Cemil Bey’in çaldığı sazlar arasında görüyoruz. Bu sazı ilk defa, kendi melodilerimizi icra edecek bir akord ve kemençe yayı ile çalan sanatkârdı. O yıllarda dönemin kalburüstü sanatkârlariyle düşe kalka lâvta çalmakta da oldukça ustalık kazanmıştı. Lâvtayı tanbur mızrabına yakın bir tavırla çalarak üstün bir teknik düzeyi elde etmişti. Udu pek kullanmamakla beraber, bir gün ısrar üzerine Vasil’in Kürdili-Hicazkâr peşrevini yalnız gerdâniye teli üzerinden çalmıştı. Beğenerek ve isteyerek çaldığı her Mûsıkî âleti Cemil Bey’in elinde konuşur, emrine girerdi. Yaylı Tanbur’u bulan ve ilk olarak kullanan da Cemil Bey oldu. Tanburu keman ve kemençe yayı ile çalar, aynı kıvraklıkla kullanır, ruhundan taşan duyguları türlü kalıplara dökerek taksimler yapar, bazen fasıllara bununla katılırdı. Cemil Bey yaratılışı gereği, ısmarlama sanat icra etmesini sevmeyen bir kimse olarak önceleri plâk doldurmayı reddetmiştir. Fakat resmî görevinden ayrılması, yardımcı olan dostlarının gittikçe azalması, para sıkıntılarının başgöstermesi, plâk yapmasını zarûrî kılmıştır. Plâk dolduracağı zaman titiz ve heyecanlı olduğunu, bazen bütün günün boşa gittiğini söylermiş. Zaman ilerledikçe bu işten hoşlandığını, eve bir gramofon getirtip bu plakları dinleyerek değerlendirdiğini oğlu Mesut Cemil anlatıyor.

    8. Sayfa
    Osmanlı Devletinde Müzik Eğitimi Kurumları Genel Bilgi Minyatür Müzisyenler

    9. Sayfa
    ESERLERİ:1- Taksim, söz ve saz eserlerinin kaydedildiği plâkları (Seksen beş adet)2- Rehber-i Mûsıkî: Türk Mûsıkîsinin Batı Mûsıkîsi ile karşılaştırmalı olarak yazıldığı bir nazariyat kitabıdır. Bu biçimde yazılan eserlerin ilkidir.3- Yarım kalmış Kemençe metodu. MÛSIKÎ ESERLERI:Muhtelif makamlardan sekiz peşrev, yedi sazsemâîsi, iki longa, iki zeybek, bir oyun havası. İlk sözlü eserinin “Etmesin avdet melâl-i intizar/Geçme ömrüm, geçmeden nevbahar” güfteli şarkısı olduğu söylenir.ÖĞRENCİLERİ:Başlıca öğrencileri; Tanbûrî Refik Fersan, Fâhire Fersan, Ressam Tahsin Bey, Sâmiye Morkaya, Rahmi Bey’in kızı Nâhide Hanım, Âtıf Esenbel, Şemseddin Ziya Bey, Ziya Hüznî Bey ile iki kızı Müzeyyen ve Sâtıa Hanımlar, Tanbûrî ve Kemençeci Kadı Fuad Efendi, yeğeni Tanbûrî Hikmet Bey, Tanbûrî Kadıköylü Fuad Sorguç, Murad Öztorun’dur. Bütün bunlardan başka her tanbur ve kemençe çalan, Cemil Bey’in manevi öğrencisi olmuştur denebilir. Hattâ diğer sazları kullananlar bile, o yıllarda ve daha sonra Cemil Bey’in tesirinde kalmışlardır.

    Yorumlar

    Sil