Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

18 ve 19. yüzyıl Azerbaycan edebiyatının gelişimi, yazarları ve eserleri hakkında

18 ve 19. yüzyıl Azerbaycan edebiyatının gelişimi, yazarları ve eserleri hakkında

Bu soruya 4 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2020-11-17 06:48:30

    Cevap :

    18. yüzyıl

    Çağdaş Azerbaycan edebiyatının doğduğu dönemdir. Hatai (Şah İsmail, Safeviler Devleti'nin hükümdarı) ile başlayan sade edebi Türkçecilik akımı Azerbaycan'ın hatırı sayılır şairlerden Molla Penah Vakıf, Vidadi gibi modern edebiyat kurucuları tarafından da benimseyerek yaşatılmıştır.

    19. yüzyıl

    Azerbaycan bu yüzyılda, batıdaki siyaset ve kültür akımlarının etkisi altına girdi. Çarlık rejiminin bütün baskısına rağmen, Fransız İhtilali havası, Kafkasya’yı sardı, Azerbaycan aydınları üzerinde derin bir etki bıraktı. Azerbaycan edebiyatı, eski aşk terennümünü bir yana bırakarak yeni kültürün öncülüğünü yaptı.

    19. yüzyıl ortaları Azerbaycan için bir nevi rönesans olmuştur. Mirza Fetali Ahundov’un modern altı piyesi bir taraftan çağdaş Azerbaycan dram edebiyatını hazırlarken, Hasan Bey Zerdabi Gazetesi ile Azerbaycan basınının temelini atmıştır. Klasik Azerbaycan edebiyatına yeni bir ruh veren Seyyid Azim Şirvani, Usul-i Cedit modern Türkçe mektebini açmış, Azerbaycan öğretimine yeni eğitim ve öğretim sistemi kazandırmıştır.

    Not: Ekteki pdf dosyasında 18 ve 19. yüzyıl azeri eser ve sanatçılarını bulabilirsin. Başarılar..

    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Zeus

    • 2020-11-17 04:52:02

    Cevap :
    20. yüzyıl Rusların Azerbaycan’ı istila için giriştikleri harplerle doludur. Osmanlı’nın Kafkasya’daki etkisi azalınca hanlıklar kendi aralarında mücadele eder. Nadir Şah’ın ölümünden sonra bölgede ortaya çıkan siyasî boşluk ve karışıklıklardan faydalanan Ruslar, 20.yy’ın başlarından itibaren Kafkasya’ya girmeye başlar. Daha asrın başında Aras nehrinin kuzeyi tamamen Rusların eline geçer. 22 Şubat 1828 yılında yapılan Türkmençay Antlaşmasıyla Azerbaycan ikiye ayrılır:

    1) Aras’ın kuzeyi Ruslar’a, 
    2) Güneyi ise, İran’a kalır. 
     
    Bu tarihten sonra Kuzey’de farklı bir siyasî ve ekonomik yapı kurulurken, Güney’de gelişme durma noktasına gelir. Azeri dili ile eğitim veren okullar kapatılır. Gazete, dergi ve kitap yayımına izin verilmez
     
    20.yüzyılın başlarında İran, Kafkasya ve Osmanlı Devleti’nde meydana gelen meşrutiyet hareketleri Güney Azerbaycan’ı da derinden etkiler. Klâsik edebiyat hem Kuzeyde, hem de Güneyde canlılığını sürdürmektedir. Fuzulî gibi güçlü bir şair taklit ve eski şairlere nazireler yazmaktan ileriye gidememiştir. Güneyde son derece güçlü olan Tarikat edebiyatı, Kuzey’de Kazak ve Karabağ civarlarında bile tesir uyandırmaya başlamıştır. Ayrıca Klâsik edebiyatın satirik şiir geleneği de devam etmektedir. Klasik şiir ve edebiyat anlayışı günümüze kadar tesirini devam ettirir. En çok rağbet gören nazım şekli gazeldir. Bu devrin gazellerinde tasvir edilen sevgili artık hayali bir varlık değil, canlı- kanlı gerçek bir insandır. 
     
    Halk edebiyatı da kendi varlığını hızla sürdürürken, halk ve saz şairleri bu geleneğe uygun eserler vermeye devam etmişlerdir. Klâsik edebiyattaki Osmanlı ve İran edebiyatı tesirini sürdürmektedir. şık tarzı şiirinin yanında, halk destanları, masallar, maniler, fıkralar, bilmeceler gibi sözlü edebiyat ürünleri de vardır.
     
    19. yy ve 20. yy da “Gazel, kaside ve mesnevi türleri zamanla yerlerini manzum hikâye/ roman adı verilen poémalara bırakır.”

    OKUMUŞ, Salih. Modern Güney Azerbaycan Edebiyatı.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Zeus

    • 2020-11-17 04:55:10

    Cevap :

    XVII-XVIII. yüzyıllarda Azerbaycan edebiyatında manzum hikaye yazmak geleneği de karakteristik bir özellik arz eder. Şairlerin ahlâk, aile ve maişet mevzularında yazdığı müstakil hikayelerinde toplumsal düşüncelerin aksi henüz zayıftır. Bu türde yazılan eserler esprili bir tesir bırakır. Bununla birlikte, onlarda halk mizahı ve hikemat karakteristik bir özelliktir. Emanî'nin, Heyrâni ve Veli Ereşî'nin hikayeleri halk ruhu ve arzularının tasdiki ve bedii şerhidir.

    Tarihî manzume ve risaleler yazmak geleneği de XVII-XVIII. yüzyıllarda son şeklini alır ve yeni bir yaygınlık kazanır. Hatta belirli, reel tarihî hadiseleri konu alan ciddi, geniş hacimli epik eserler meydana gelirdi. Saib Tebrizî'nin "Qendaharnâme" ve Sadık Bey Efşar'ın "Fethnâmeyi, Abbas-i Namdâr" adlı tarihî-epik destanları aynı asırların sosyal-siyasî durumu ve ayrı ayrı hükümdarların psikolojik özellikleri ve kişiliklerini tanımak bakımından çok ilginçtir. Bunlardan başka Şakir Şirvâni'nin "Ehvâl-i Şirvan", Ağa Mesih'in manzumesi, Vidadî'nin "Müsibetnâme"si de konu ve fikir yönünden hanlıklar devrinin hayatı ile uygunluk arz eden manzumeler içerisinde hususi yer tutar.

    XVII-XVIII. asırlarda romantik ve fantastik mevzulu eserler de yazılırdı ve onlar kaynağını esasen halk sanatından alırdı. Bu eserlerde hadiseler, bir kural olarak uzak ülkelerde cereyan ederdi ve hayatın çok dar bir alanına hasredilir, hikaye de sade ve yoğun bir olayla sınırlanırdı. Böyle mesnevilerde klasik şiirlerde işlenen geleneksel başlıklara yer verilmiyordu. Artık resmî formal alâmetler yaygınlığını kaybetmeye başlamıştı.

    Yoğun sujeli şiirler âşıkane romantik ve fantastik macera konularında yazılırdı. Mehcur'un "Qisseyi Şirzâd" ve Hamid'in "Seyfelmüluk" şiirleri bu yeni tarzın göze batan örnekleriydi. Her iki eser fikir ve konu yönünden halk masal ve destanlarını hatırlatır. Aynı zamanda bu eserler çifte kahramanların değil, başkahramanların adı ile adlanır. Konu tamamen onların başından geçen olayların anlatımından ibarettir.

    Yoğun sujeli mesnevilerde hadiseler kahramanın doğumuyla başlar, arzusuna ulaşmasıyla da sona erer. Hadiseleri yoğun ve sınırlı sahada ele alan böyle eserlere "kıssa" denilmesi de sebepsiz değildir. Mehcur, başkasının saadeti, malı mülkü ve hakimiyet alanına tecavüz eden şer odaklarını kötüleyerek hakikat ve adaletin galibiyetini alkışlar.

    Azerbaycan edebiyatı tarihinde edebî nesrin de ayrı bir geleneği vardır. XVII-XVIII. yüzyıllarda şiir, divan ve külliyatlardan başka nesir eserler de yazılırdı. Bu eserlerden Möhsin Neziri'nin "Tutinamesi", Şeyh Şefi Menkıbeleri, "Kelile ve Dimne" tercümesi, "Seyf'el-Müluk", "Hekayet-i Kerem", "Düzd ve Gazi", "Tûtinâme", "Şehriyar" vs. edebî nesir örnekleri, tür ve biçim, fikir ve ideal özellikleriyle seçilmektedir. Bunların hepsinin klasik, seçili nesir üslûbunda yazılmış olması, devrin edebiyatının karakteristik bir özelliğidir.

    Didaktik, nasihat verici bir eser olan Möhsin Nezirî'nin "Tûtinâme" sinde, üstün insanî vasıflar tebliğ edilir, zulüm, hile ve şer ise kötülenir. Burada alegorik hikayeler kaleme alan yazar, kendi zamanının ruhunu ve hassasiyetlerini dikkate alarak ibretâmiz neticeler çıkarır. "Göy Tülkünün Nağılı" nda, kendi rengini değiştiren tilkinin, tilki olduğunu diğer hayvanlar bilmediğinden, onu kendilerine şah seçerler. Tilki olduğu öğrenildiğindeyse hayvanları bırakıp kaçar. Başka bir hikayedeki serçe, ağaçkakan ve kurbağanın birleşerek, fili öldürüp intikam almaları da ibretamizdir.

    Eserdeki, "Kurbağaların Şahı Şapurun Nağılı" ise, gerçekçi yönü daha ağır basan bir hikayedir. Devrin sosyal hadiselerinin alegorik ifadesi ve estetik tezahürü olarak dikkat çeker. Hikayedeki Şapur Şah, kurbağaların şahıdır. Çok zâlim olduğundan kurbağalar onu başlarından atarlar. Şapur, intikam almak için yılana sığınır. Yılan, kurbağanın kendisine muhtaç olduğunu görünce sevinir ve çoktandır beklediği bu fırsatı kaçırmaz. Hikayede, yılanla kurbağa arasında varılan anlaşma çok özel bir anlam taşır. Hemcinslerinden intikam almak için yılanı kendi vatanına götüren Şapur Şah bile sonuçtan hayrete düşer. Yılan, kısa zamanda kurbağaları yiyip bitirir, kurbağa neslini kurutur.

    Kurbağaların yurdunda sefa süren yılan, orayı kendine mesken tutar. Yılan bu ikiyüzlü ve hilekâr siyasetini dostluk perdesi altında sürdürür. Hatta Şapur Şah'ı yalnız bırakmamak için kendi evine gitmediğini ileri sürerek bir de onu minnet altında bırakır. Yılanı, kendi toprağına kendisi davet eden, kendi eliyle başına dert açan Şapur Şah yanıp tutuşur. Kurtarıcısının gerçek yüzünü gördükçe, affedilmeyecek bir hata yaptığını anlar.

    Hikayede, yılanla kurbağanın karşılıklı konuşmalarından yılanın iç yüzü açığa çıkar. Yılan, kurbağa neslini kuruttuktan sonra bile Şapur Şah'in dostu olduğunu iddia eder. Kesin bir dille, bütün bunları dostluk adına yaptığını, neticede dostu Şapur Şah'a hürriyet ve mutluluk getirdiğim anlatır. Yaptıklarının karşılığı olarak Şapur Şah'ın da kendisi için çalışmasını, onu açlık derdinden kurtarmasını, çalışıp çırpınarak karnını doyurmasını söyler.

    Hikaye, son kurbağanın -Şapur Şah'ın- vedalaşarak kendi yurdunu terk etmesiyle sona erer. Yazarın vermek istediği mesaj, zâlimle mazlumun dostluklarının mümkün olamayacağı, yılanların hiç bir zaman kurbağalara hürriyet ve mutluluk getiremeyeceğidir.

    Orta asırlar Azerbaycan edebî nesrinin değerli bir numunesi olan "Tûtinâme" eseri sanat değeri itibariyle de çok önemlidir. Masal ve destan geleneklerine sadık kalan yazar, tahkiyeyi sade ve açık bir üslûpla devam ettirerek, ata sözlerinden, hikmetli şiirlerden faydalanmış, keskin çatışmaları esas alan hikayeler yazmıştır. Uzun cümle ve ifa-deler kullansa da, yoğun ve özlü bir anlatımı vardır. Her hikayenin adı da, konuya uygun olarak bir kaç cümleyle verilmiştir. Eser, "Tûti" ile "Xoceste"nin sohbetiyle başlayıp, yine onların sohbetiyle sona erer.

    XVII-XVIII. yüzyıllarda, şifahî edebiyat örneklerinin de yazıya alındığını görmekteyiz. Atasözleri, latife ve kıssaların derlenmesi işi üst makamların bile ilgisini çekmiştir. XVII. yüzyılda, Şah Abbas'ın talimatıyla, Azerbaycan atasözleri ve latifelerinin yazıya alınması özellikle bu ilginin neticesiydi.

    XVIII. yüzyıldaki en görkemli nesir eseri Mehemmed'in "Şehriyar" destanıdır. Bu eser, orta asırlar Azerbaycan edebî nesrinin son büyük âbidesidir. Burada, destanla klasik nesir üslûbu birleşir. Eserin mevzusu, estetik kurgusu, kullanılan motiflerin ve detayların özellikleri, ifade yöntemleri, dil ve üslûp güzellikleri de bunu açıkça göstermektedir.

    "Şehriyar" destanının yazarı Mehemmed adında bir şahıstır. Sadece bu eserde adına tesadüf ettiğimiz yazarın, bir başka eserinin bulunup bulunmadığı henüz bilinmemektedir. "Şehriyar", şifahî değil, yazılı edebiyat örneğidir. Yazılı şekilde günümüze ulaşan destan, sevgi konusunda yazılmış yepyeni bir eserdir. Eserde, aşk zevkinden haberi olmayan insan, insan sayılmaz. Reel aşk, mecazî aşktan üstün tutulur.

    Mehemmed'in eserinde, sevgililerin çile çekmeleri tamamen sosyal yapıdan kaynaklanır. Tacir oğlu Şehriyar'la, hükümdar kızı Senuber'in aşkı, toplum telakkilerine göre hoş karşılanmayan ve umulmayan bir hadisedir. Ancak Şehriyar'la Senuber'in, zaman ve ortama yabancı olan, onlarla ters düşen aşkı ilâhî bir gücün eliyle vücut bulmuştur. Rüyada sevgilinin elinden bade alıp aşka düşmek âdet anane tanımaz, toplumun itirazına aldırış etmeyerek, sevgililerin kalbine ve ruhuna hâkim olur. Doğrudan bir ilâhî gücün iradesinden doğan aşk hudut bilmez. Hayatın hiç bir engel ve imtihanı onun karşısında duramaz.

    Destanlarda bade içenler, bir kural olarak aynı zamanda kurbanlarla, adaklarla doğmuş bulunan âşıklardır. Bu keyfiyet, toplumu olağandışı bir şekilde dünyaya gelen âşığın, olağanüstü bir insan olacağı düşüncesine iten psikolojik bir hazırlıktır. Hayat çizgisinde ve yaradılışında sıra dışılıkları birleştiren âşığın, hayatta da muvaffak olacağına, başarılar kazanacağına artık hiç bir şüphe kalmaz. Mehemmed'in "Şeriyar"ı da böyle bir âşıktır.

    Âşıklar sakisi, rüyasında ona da bade verir. Tacirlik yapmaktansa, aşka düşüp seyahate çıkmanın daha güzel bir hayat tarzı olacağını anlayan Şehriyar, uyandıktan sonra, içtiği badenin tesiriyle ilhama gelir, saz çalıp okumaya başlar. Onun yeni yeni kabiliyetleri, yeni özellikleri gün ışığına çıkar. Destan kahramanları gibi, Şehriyar'ın da mucizeler göstermesi kaçınılmazdır. Kendisi de bu halini, erenlerin verdiği "cam" a bağlar:

    Yatmışdım, üstüme geldi erenler,

    Bir cam verüb saldı bu hala meni.

    Aşk destanlarının estetik kurgusu ve geleneksel özelliklerini dikkate alan ve takip eden Mehemmed, iki sevgilinin yolunda duran engel ve uçurumları ortaya döker, kahramanın bahtını uzak ülkelerde sınavlardan geçirir. Eserde, Şehriyar'ın mücadele silahı saz, söz ve nağmedir, "Kemâl ve cemâlidir". O, kendi gayreti ve becerisiyle aşk yolundaki engelleri ortadan kaldırır ve büyük isteğine kavuşur.

    Azerbaycan halk destanlarında âşığın, rüyada yakıldığının (buta) dışında ikinci bir güzelle evlenmesi nadir rastlanan bir hadisedir. Nizâmi'nin "Hüsrav ve Şirin"inde de, Hüsrav, Meryem ve Şekerle evlendikten sonra Şirinle evlenir. "Şehriyar" da âşık, bu tadan başka ve aynı zamanda Gence Hanı'nın kızı Şamama Beyim ile yuva kurar. Elbetteki yazar, Şehriyar'ın ikinci bir güzelle evlenmesini, butası Sanuber'in bu yöndeki teşebbüsüne dayandırır. Bununla beraber çok eşlilik geleneği destanda önemsiz bir yer tutmaktadır.

    "Şehriyar" destanında, masal ve klasik destan üslûp ve söyleyiş özellikleri belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Eserde başvurulan ifade vasıtaları, bu arada şiir örnekleri, diyaloglar, tabiat ve günlük hayat tasvirleri destanın sanat yönünü zenginleştirir, şiir söyleyişine ve ahengine ulaşmasını sağlar.

    XVIII. asır şiir tarihimizde Vidâdi ve Vâgif'in sanatı, yeni bir hadise ve şiirde yeni bir merhale olarak sesini duyurur. Her iki güçlü şair, hem ozan âşık, hem de klasik üslûbda yazarak, Azerbaycan şiirine renkli, aydınlık fikirler, estetik güzellikler getirmiş, orta asırlar edebiyat tarihini yeni güzelliklerle, yeni inceliklerle ve mana zenginlikleriyle tamamlamışlardır. Aynı devirde yaşayan Vidâdi karamsar, Vâgif ise coşkulu şiirler yazardı. Daha doğrusu Vidâdi derde dalar, kederlenir, Vâgif ise neşeyle, yaşama sevinciyle coşar, dünyanın bütün sıkıntılarını düğün bayram gibi karşılardı. Ağlamayı, insana, halka ve gurbetlik çekenlere duyduğu sevginin ifadesi olarak anlayan Vidâdi, "Şikestexatir", "Merhametli" ve "Mürüvvetli" şiirler yazarak, hanlıklar devrinin acı hayatı ve trajedisine yas tutardı. Ahengi, maddî ve manevi birliği bozulan, sarsılan vatanın akıbetini düşündükçe içli ve gamlı nağmeler dizerdi. Vidâdi şiiri, vatanından ayrı düşen, gönlü yaralı, gam ateşiyle ülke ülke dolaşan ve derdine çare bulamayan dost ve sırdaşlarının çektiği acıların ifadesiydi.

    Vâgif, aşk ve güzellikler nağmekârı olarak, XVIII. asır Azerbaycan Edebiyatında yeni bir edebî mektebin temelini atmıştır. Onun şiirlerinde ifadesini bulan güzellik felsefesi, insana duyulan yüksek bir sevgi, rağbet ve prestijin ifadesi olarak anlamlıdır. Azerbaycan şiir tarihinde Vâgif güzellemesi yeni bir oluşumun, dünya görüşünün, hayata ve insana yeni bir yaklaşımın estetik felsefî tezahürüdür. Şairin güzellik ideali gerçek, hayatî, insanî ve millî bir güzellik anlayışı olarak samimi bir ilgi görmüştür. Bu bakımdan, onun seve seve kaleme aldığı güzeller de içimizdeki, yakınımızdaki biri gibi görünür. Canlı ve gerçekçi tavırları, giyimi ve edasıyla akılda kalan simalardır.

    Vâgif, zahiri güzelliği dâhili ruhî güzelliğin bir parçası olarak görürdü. Onun güzellik idealinin tecessümü olan kadınlar şöhretleri, devirleri ve karakterleriyle seçkin kadınlardır. Şair, huri melekten değil, dünya güzelinden zevk almayı tasviye eder, görüp sevdiği kadınların bakışı, duruşu, giyim kuşamı ona ilham kaynağı olur, kadının örtüler altına gizlenmesine, toplumdan kaçmasına ve utanmasına karşı çıkar. Güzeli olmayan evi harabe sayar. Dostu olmayan şahı dilenciden aşağı görür.

    Klasik şiirin lirik âşığından farklı olarak, Vâgif'in âşığı talihsiz adam değildir. O, arzu ve dileklerine kavuşan, sevgi şerbetini tadan, belirsiz aşktan uzak olan bir âşıktır. O, köşesinden bakan, âşığına zulmetmekten zevk alan güzeli beğenmez.

    Eğer yarsan gel sarmaşak gol boyun,

    Durup daldalardan baxmagın nedir?

    Yar değilsen çek ayağın, geri dur,

    Canımı odlara yaxmagın nedir?

     Vâgif şiirinde aşk, estetik-felsefî bir sembol, hayat ve dünyanın mücerret ve umumi şiirsel ifadesi değil, yaşanmış, gerçek duyguların, yaşama sevinci ve gerçek güzelliğin reel, tabii yansımasıdır. Bu yüzden de Vâgif'in lirik kahramanı mecnûnâne bir yol tutmaz. Hayalî ve ilâhî aşka sığınmayarak gerçek duygu ve düşünceleri ile seçilir. Nesîmi ve Fuzûlî'in idealize ettiği âşık, Vâgif'te reel bir hüviyet kazanır. Onların romantik sembol ve tipleri de burada var olana dönüşerek halka ait, saf ve canlı bir dilde ifadesini bulur.

    Aşk ve güzellik mevzuu, Vâgif şiirinin temel konusu olmakla beraber, onun sanatı bununla sınırlı değildir. Onun, "Bayram Oldu", "Düşer", "Bax", "Görmedim" vb. şiirleri, sosyal muhtevalı şiirlerdir. Diğerlerinden farklı olarak, bu şiirlerde Vâgif'in gazabı, nefreti, heyecan ve dalgalanmaları daha fazla dikkat çeker.

    Vâgif şiiri sanatkârlık, dil-üslûp bakımından da Azerbaycan şiiri tarihinde yeni bir hadisedir. Halk sanatından gelen açıklık, halka yakınlık, tabiilik ve sadelik onun şiirine hususi bir incelik ve güzellik aşılamıştır.

    Eski ve Orta Çağlar Azerbaycan Edebiyatının ortaya çıkışı, geçtiği gelişme ve yükseliş yolu göstermektedir ki, bu edebiyat, yüzyıllar boyu hümanist ve dünyevî muhtevası ile farklılık arz etmiş, dünya edebiyatına da soylu bir etkisi olmuştur. Azerbaycan şiiri, ilk ortaya çıktığı asırlardan itibaren, sûfi-hurûfî şiiri, kızılbaşlık edebiyatı, Nizami ve Fuzûlî edebî mektebi, Vâgif'in realist-lirik geleneği ile sonraki asırlarda devam ederek gelişmiştir.

    XVIII. yy. sonu, Azerbaycan tarihinin en karışık ve en bunalımlı dönemi olmuştur. Ülkenin siyasî, ekonomik ve kültürel hayatında ardı arkası gelmeyen buhranlar yaşanmıştır. Türk asıllı Safeviler sülâlesinin, çöküşünden ve 1747 yılında, Avşarlar soyundan gelen Nâdir Şah'ın ölümünden sonra İran'ı saran iç savaş Azerbaycan'ı da etkilemişti. Bu asrın sonlarına doğru Azerbaycan, birçok hanlığa, belli sınırları olmayan, planlanmış ve istikrarlı politikalar yürütemeyen, zaman zaman birbirleriyle kanlı çatışmalara giren küçük, feodal devletlere bölünmüştü. Ülkenin topraklarında; Guba, Karadağ, Tebriz, Derbent, Şamahı, Baku, Karabağ, Gence, Talış, Nahçivan, Seki hanlıkları, Marağa ve Urmiya Malikâneleri, Şemseddin Gazalı ve İlisu Sultanlıkları, Car-Balakend Icmâsi gibi küçük, mahallî devletler kurulmuştu. Bu siyasî parçalanma, iktisadî ve kültürel hayatta da bir gerilemeye yol açmaktaydı.

     

    Azerbaycan'ın tarihî bağlarla, dil ve din birliğiyle sıkı sıkıya bağlı bulunduğu Osmanlı İmparatorluğu ve İran'ın zayıflamaya başladığı bu dönemde, kuzeydeki komşu Rus İmparatorluğu gittikçe güçleniyordu. Deli Petro'nun gerçekleştirdiği ıslahatlar sonucunda, batıya daha fazla yakınlaşmış olan Rusya, yalnız askeri açıdan değil, ekonomik ve kültürel yönden de kısa zamanda büyük başarılar elde etmişti. Bu durum Rusya'yı, Azerbaycan'la ilgili emellerinde, Osmanlı İmparatorluğu ve İran karşısında son derece avantajlı bir konuma getirmişti.

     

    180ı'den itibaren Rusya, Azarbaycan Hanlıkları'm işgal etmek için silahlı müdahaleye başladı. Bu hanlıkları şeklen kendi devletinin uzantıları sayan İran'la, 1805-1812 ve 1826-1828 yıllarında girişilen savaşlar Rusların zaferiyle sonuçlandı. 1813'te yapılan Gülistan Anlaşması ve 1828'de imzalanan Türkmençay barış sözleşmesiyle Kuzey Azerbaycan, kesin olarak Rus İmparatorluğu'na katılmış oldu. Araş nehri, Rusya ile İran arasında sınır olarak kabul edildi.

     

    Böylece, XIX. yy. başlarına gelindiğinde, Azerbaycan bu iki devlet arasında paylaşılmış oldu. Ülkenin tarihî ve siyasî hayatındaki bu köklü değişiklikler, elbette ki onun manevî hayatına ve kültürüne de yansıyacaktı. Nitekim Azerbaycan, bir Rus sömürgesi olmanın bütün ağırlığını yaşadığı bu dönemde Rus ve Avrupa medeniyeti ile ilişkiye girmiş ve uygar dünya ile temas kurmuştur. Firidrih Engels'in, Kari Marks'a gönderdiği bir mektupta yazıldığı gibi; XIX yüzyılın ilk yarısında Rusya, bütün rezilliğine ve Slavyen çirkefine rağmen, Volgaboyu ve Kafkas halklarıyla ilişkilerinde, belli ölçüde medenîleştirici bir rol oynamıştır. Farsların esareti altında kalan ve her türlü millî his ve fikirlerden mahrum bırakılan Güney Azerbaycan'dan farklı olarak, Kuzey Azerbaycan'da bir yandan yabancı işgaline ve kendi üzerindeki sömürgeci siyasete duyulan tepkinin sonucu olarak "milliyetçilik" şuuru, öte yandan, batı medeniyetiyle büyük ölçüde bütünleşmiş Rusya'nın medenîleştirici fonksiyonundan yararlanma eğilimi kısa zamanda kendisini göstermeye başladı. 1830'dan başlayarak, Kuzey Azerbaycan'ın muhtelif şehirlerinde, Rusça eğitim yapan ve modern bilimleri öğreten, çağdaş okullar açıldı. 1828'de Azerbaycan Türkçesi ile ilk gazetenin yayınlanmasına teşebbüs edildi. Öte yandan, aynı yıllarda neşrolunan ve Türkçeyi iyi bilen Ermeni ve Rus memurlarca yayma hazırlanan, "Tatar Exbârı" ve 1845'te Tiflis'te yayma başlayan "Kafkasya'nın Bu Tarafının Exbârı" gibi, devlet politikalarına hizmet eden gazeteler halk arasında itibar görmedi. Azerî matbuatının ilk gerçek numunesi, ilk sayısı 22 Temmuz 1875'te Bakü'de, Hasan Bey Zerdabî'nin başyazarlığı ile çıkan "Ekinci" oldu. "Ekinci"nin ardından, Kafkasya'nın o devirdeki asıl kültür merkezi sayılan Tiflis'te, "Ziya", "Ziya-yi Kafkaziyye", "Keşkül" gibi gazeteler ortaya çıktı ve zaman içerisinde, bir yandan gazeteye ciddî bir talep ve ilginin, öbür yandan küçümsenemeyecek seviyede bir gazetecilik geleneğinin doğmasına hizmet ettiler. "Ekinci" ise, yalnız Azerbaycan'ın değil, bütün Rusya Türklerinin ilk gazetesi olarak, onların arasında millî ve dinî birlik fikirlerinin doğmasında ve yaşatılmasında önemli rol oynadı.

     

    XIX. yüzyılda Kuzey Azerbaycan'da yepyeni bir aydın nesil yetişmiş, kültür hayatının bütün sahalarında bir ilerleme ve gelişme yaşanmıştır. 1873'te Azerbaycan Millî Tiyatrosu'nun temeli atıldı. Müzik, resim gibi sanat dallarında önemli gelişmeler kaydedildi. Dilcilik, tarih, coğrafya, İslam hukuku vb. alanlarda dünya çapında tanınmış âlimler yetiştiler. "Rus Şarkiyatçılığının Babası" kabul edilen Mirze Mehemmedeli Kâzımbey (1802-1870) Kazan ve Petersburg üniversitelerinde, Mirze Cafer Topçubaşı (1784-1869) Petersburg üniversitesinde Türk-İslâm dünyasının tarihi, dili, edebiyatı hakkında değerli araştırmalara girişiyor, Türk Edebiyatının klasik örneklerini çağdaş-ilmî metotlarla hazırlayarak yayınlıyorlardı. Abbaskulu Ağa Bakıhanov (1794-1846), Mirze Adıgözel Bey (1769-1854), Mirze Cemal Karabaği (1784-1860), Şeyh İbrahim Gencevi (1815-1865) vb. tarihçilerin eserlerinde, Azerbaycan ve Kafkasya tarihinin ayrı ayrı dönemleri, çeşitli tarihî kaynaklardan hareketle araştırılıyordu. Millî okullar ve millî edebiyatla beraber, tarihî eserler de, Azerbaycan Türkleri arasında, millî şuurun yayılmasında önemli rol oynamışlardır. Asrın 80. yıllarına doğru, millî matbuat sahifelerinde yayınlanan makalelerde, Azerbaycan'da yaşayan yerli halkın, Rusların ifade ettiği şekliyle "Tatar", yahut halkın söylediği gibi yalnız "Müslüman" değil, Türk olduğu, dinlerinin İslâm olduğu, Tatarların da Türklerin bir kolu, bir boyu olduğu fikri vurgulanıyordu. Bir taraftan Batı kültürüne aşinalık, diğer yandan Ruslaştırma politikalarına bir tepki olarak doğan milliyetçilik düşüncesi, Kuzey Azerbaycan'da çok kısa bir zamanda kendine yer edinmişti. Müslüman İran devletinin terkibinde olan Güney Azerbaycan'daysa, tek din, tek dil ve tek İran sloganları altında, bu hisler her vesileyle bastırılmıştır.

     

    XIX. yüzyılın birinci yarısında, Azerbaycan Edebiyatı, ister türler, ister konular, ister üslûp ve isterse kullanılan sanatlar açısından, eski geleneklerden pek de uzaklaşmamıştı. Evvelki dönemlerde olduğu gibi, gazel tarzı hâlâ edebiyatın sürükleyici türüydü. XVIII. asırda Vâgif ekolünün ve âşık edebiyatının tesiriyle halk şiiri üslûbu ortaya çıkmış ve bu üslûp, edebiyatın genellikle dil açısından halkla bütünleşmesine,halka yakınlaşmasına imkan yaratmıştı. Edebiyat, epiklikten, sosyal ve manevî hayatta ortaya çıkan ciddi değişiklikleri süratle takip ederek değerlendirmekten henüz uzaktı. Divan edebiyatı tarzında yazan şairlerin lirik gazelleri, yahut âşık koşmaları, Azerbaycan Türklerinin hayatlarını bütün yönleriyle ve belirli bir yeterlilikte işleyebilme kabiliyetinden uzaktı.

     

    Yenileşen hayatla birlikte belli bir değişime uğrayan insanlar, edebiyatı da yeni şekil ve yeni tarzlara zorluyordu. Edebiyattaki bu yenilenme ihtiyacını, eski dönemin son, yeni dönemin ilk büyük sanat adamlarından biri sayılan Abbaskulu Ağa Bakıhanov Gudsi anladı ve 1838'de yazdığı "Kitab-ı Esgeriyye" adlı eseriyle, Azerbaycan Edebiyatına yeni, çağdaş nesir türünü getirmeye çalıştı. Bu eserde, gazel-kaside türünün geleneksel kahramanlarından, ıstırap çeken âşıklardan, gözyaşı döken sevgililerden farklı olarak, halkın arasından çıkmış sade insanlar, kendi problemleriyle edebiyatın konusu haline getirildi. "Kitab-ı Esgeriyye"de hâlâ eski dönemin etkisinde kalındığı, Arapça-Farsça söz ve terkiplere sıkça yer verildiği, secîli nesir prensibine bağlı kalındığı söylenebilirse de, eserin farklılığı, edebiyatın geleneksel türlere ve konulara bağlı kalınarak gelişemeyeceğini anlamış olmasındaydı Bakıhanov da, bu yeni anlayışın, söz konusu eseriyle Azerbaycan Edebiyatına girdiğini belirtmekteydi.

     

    Edebiyatın yenileştirilmesi sahasında ilk adımları XIX. yüzyılın birinci yarısında, Abbaskulu Ağa Bakıhanov, İsmayılbey Kutkaşınlı, Mirze Şefî Vezeh almışlarsa da, onlar tüm çabalarına rağmen, kültür ve edebiyatta yeni bir devrin başlatıcısı olamamışlardır. XIX. yy. Azerbaycan Edebiyatında gerçek mânâda modernleşme, Mirze Fetheli Ahundzâde'nin adı ve edebî faaliyetleriyle yakından ilgili bir gelişmedir. Mirze Fetheli, Azerbaycan Edebiyatını, eski divan şiirinin bin yıllık cazibesinden kopardı, onu, yeni mazmun ve yeni biçimlerle zenginleştirdi. Azerbaycan Edebiyatına ilk defa dram türünü o getirdi. Edebî tenkidin prensiplerini ortaya koydu ve ilk tarihî romanın müellifi olarak tanındı. Şiire gazellerle başlayan Ahundzâde, kısa zamanda bu tür eserlerin devrinin geçtiğini, gazel Edebiyatının, artık halkın manevî beklentilerine cevap veremediğini ileri sürmeye ve bu fikirleriyle bütün Orta Doğu halklarının edebiyat çevrelerinde büyük bir ıslahatçı olarak tanınmaya başladı. O'nun, 1850-1855 yılları arasında yazdığı altı komedi, Azerbaycan Edebiyatının daha sonraki gelişimi üzerinde belirleyici olmuş, Ahundzâde edebî mektebinin başlangıcını teşkil etmiştir. Ahundzâde'den sonra, Necefbey Vezirov, Ebdürrehimbey Hakverdiyev, Neriman Nerimanov, Reşidbey Efendiyev, Sultan Mecid Ganizâde gibi yazarlar da, edebî çalışmalarında dram türüne sık sık yer vererek, çağdaş konu ve problemleri ele alan eserlerinde halk hayatından çeşitli levhaları gözler önüne serdiler. Eksiklik ve yanlışları gösterdiler. Daha güzel, daha anlamlı bir hayatın yollarım açıklamaya çalıştılar. İlk örneklerini Ahundzâde'nin verdiği dram eserleri, millî-realist edebiyatın da dikkate değer ilk örnekleri oldu.

     

    İster Mirze Fetheli Ahundzâde'nin, isterse de onun takipçilerinin kaleme aldıkları dram eserleri, Azerbaycan Edebiyatının mücerretçilikten uzaklaşmasına, yaşayan, reel insanların hayatlarıyla ilgilenmesine imkan yarattı. Eski gazel edebiyatının, toplum içinde küçük bir gruba dönük tesirine karşılık, millî tiyatronun kısa bir zaman zarfında oluşumu ile çok daha geniş kitlelerin dikkatine sunulan dram eserleri, sözün gerçek manasında, bütün halkın hayatına dâhil oluyor, ahlâkî değerlerin yüceltilmesine ve güzelleşmesine, halkın dost ve düşmanlarını tanımasına, insanın kendini idrakine hizmet ediyordu. Azerbaycanlı yazarların, XIX. yy. boyunca, dram eserler içinde komediye daha fazla ağırlık vermeleri, her şeyden önce, onların edebiyatı, halkı içten içe kemiren manevî hastalıkların tedavisi için bir ilaç gibi kullanmalarından ileri geliyordu. Asrın sonlarına doğru, komedilerin yanında ilk piyesler, trajedi ve vodviller de ortaya çıkmaya başladı. Mirze Fetheli Ahundzâde'nin büyük istidadı sayesinde, XIX. yüzyıl, Azerbaycan Edebiyatı tarihine neredeyse bir dram çağı gibi damgasını vurmuş oldu.

     

    Millî Azerbaycan dramaturjisi, yalnız Azerbaycan Türkleri arasında değil, İdilboyu ve Orta Asya Türkleri arasında da popüler oldu ve onların da edebiyatlarında dram türünün ortaya çıkmasına zemin hazırladı.

     

    XIX. yy. aynı zamanda Azerbaycan nesrinin ilk numunelerinin ortaya çıkışıyla da dikkati çekmektedir. Abbaskulu Ağa Bakihanov'un "Kitab-ı Esgeriyye" eserinden sonra, Mirze Fetheli Ahundzâde'nin "Aldanmış Kevâkib" (1857) romanı yazıldı. Tarihî konulu bu eserinde yazar, tarihî olaylar ve şahsiyetlerin ardına gizlenerek, daha çok yaşanılan devri ve bütün zamanların en önemli problemi olan "hükümdar-halk" çekişmesini ön plana çıkarmıştı. XIX.yy. sonlarına doğru, dram sahasında olduğu gibi nesirde de Mirze Fetheli Ahundzâde'nin takipçileri yetişmiş ve ilk eserlerini vermişlerdir. Neriman Nerimanov'un, Sultan Mecid Ganizâde'nin, Zeynelabidin Merağayî'nin ve bunlar gibi daha birçok yazarın romanları, artık çağdaş Azerbaycan hayatı, Azerbaycan varlığı, halkın yüz yüze geldiği problemlerle ilgili konuları ihtiva etmekteydi.

     

    XIX. yy. Azerbaycan Edebiyatında, edebî tenkidin ilk numuneleri de yine Mirze Fetheli Ahundzâde tarafından kaleme alınmıştır. Her ne kadar, söz konusu dönemden önce, Azerbaycan'da edebiyat tarihçiliği ve edebî tenkit sahalarında bazı çalışmaların yapıldığı doğruysa da, bu çalışmalar daha ziyade eski "Tezkirecilik" geleneğine da-yanıyordu. Yalnız Şark değil, Rus ve Batı edebiyatına da hakim olan Ahundzâde ise, tenkidde tasvircilik ve eserin mazmunlarının nakledilmesiyle yetinmiyordu. O'nu bir sanat eserinin her şeyden evvel estetik açıdan, sanat açısından araştırılması, edebiyata ne getirdiğinin açıklanması ilgilendiriyordu. Hayatla ilgisi olmayan edebiyat ve sanat, onun düşüncesine göre sahte ve kalptı. Öyle ki, güncel hayattan, onun toplum gündemine getirdiği çeşitli problemlerden uzaklaşan her türlü hayalperver şiirin, mersiye ve medhiyenin, bir kısım mevhumların ardınca giden mistisizmin karşısında, gittikçe realizm prensiplerine dayanan hikaye, roman ve dramları, halk ve edebiyat için en lüzumlu eserler olarak kabul ediyordu.

     

    Edebiyatta yeni türlerin ortaya çıkması, şiirin de kendi içinde yenileşmesinde etkili olmuştu. Her şeyden önce şiir yeni mazmunlar edinmişti. 1840 yıllarından itibaren, Azerbaycan'da mizahî şiir büyük önem kazanmıştı. Bu tür şiirlerin hemen hemen tamamı, ülkenin genel durumu, Rus memurların ve onları destekleyen yerli asilzadelerin keyfîlikleri, ülkeyi saran kanunsuzluklar, rüşvet ve istikrarsızlık üzerineydi. Mirze Bahış Nadim, Baba Bey Şâkir, Kasım Bey Zâkir gibi Azerbaycan şairlerinin mizahî şiirlerinde, yalnız yerli memurlar değil, gemilikle Çarlık Dönemi idari sistemi, Rus sömürgeciliği, imparatorluğun Ruslaştırma politikası gibi konular cesaretle işlenmekteydi.

     

    Dilinin berraklığı ve güzelliği, mazmunların herkesçe anlaşılabilir olmasıyla farklanan âşık şiiri ile dîvan edebiyatının sentezi şeklinde ortaya çıkan ve "halk şiiri" adını alan yeni tarz şiir de, XIX. yy. boyunca büyük bir gelişme dönemi geçirmişti. Azerbaycan âşık şiirinin usta temsilcileri Aşık Elesker, Âşık Alı, Âşık Hüseyn Şemkirli, Âşık Musa gibi sanatçıların kurduğu ekol, çeşitli türlerde yazdıkları eserler, besteledikleri yeni saz havaları, yetiştirdikleri talebeler, bunların Rus İmparatorluğunun Türk ve Müslüman bölgelerine, Iran ve Osmanlı İmparatorluğu'na seyahatleri ve tesirlerini oralara kadar yaymaları ile uluslararası bir şöhrete ulaştıklarını, başarılarını her yerde aynı ustalıkla devam ettirdiklerini görmekteyiz. Onların temsil ettiği halk şiiri, bir yandan lirik-samimi konuların, şahsi duygu ve düşüncelerin ele alınması, diğer yandan halkın hayatı, günlük mücadelesi, geleceğe dönük ümitleri ve beklentilerini dile getiren konuları yüksek bir sanatkarlıkla işleyebilmiş olmasıyla dikkat çekiyordu.

     

    Tek bir Dünya Edebiyatının konuşulduğu, medeniyetler ve edebiyatlar arası karşılıklı ilişkilerin güçlendiği ve hızlandığı bir dönem olan XIX. Yy. Azerbaycan Edebiyatının da mahalliliğin kalıplarını kırdığı, bir ölçüde de olsa Dünya Edebiyatıyla entegre olma sürecine girdiği bir devredir. 1830 yıllarından itibaren, Azerbaycan Edebiyatının muhtelif örnekleri yabancı dillere çevrilir. Bu dönemin ilk nesir örneklerinden olan "Reşidbey ve Seadet Hanım" kısa hikayesi (müellifi Ismayılbey Kutkaşmlı) Fransızcaya çevrilerek Varşova'da yayınlanmıştı. 1850-1880 yıllarında, şair Mirze Şefî'nin şarkıları, dünyanın onlarca diline çevrilerek, büyük tirajlarla basılmıştı. Çağdaş Batı matbuatının, "Müslümanların Molier"i olarak tanıttığı Mirze Fetheli Ahundzâde'nin komedileri İngilizce, Fransızca, Almanca gibi yabancı dillere çevrilmiş, Türk lehçeleri dersi okutan üniversitelerin büyük bir kısmında en önemli konuşma ve dil örneklerinden biri sayılmıştı. XIX. yy. Azerbaycan yazarlarından Abbaskulu Ağa Bakıhanov'un, Ismayılbey Kutkaşanlı'nm, Mirze Şefî Vazeh ve benzerlerinin ad-ları, Rusya'da geniş şöhret bulmuştu.

     

    Azerbaycan Edebiyatının örnekleri dünya dillerine çevrildiği gibi, dünya dillerinden muhtelif numunelerin de Azerbaycan Türkçesine tercümesine teşebbüs edilmişti. Rus Edebiyatı klasiklerinden Krılov'un, Puşkin'in, Lermontov'un, Nekrasov'un ve daha birçok şairin şiirleri, Lev Tolstoy'un hikaye ve dramaları, Şekspir'in "Otello"su, Ghöte'nin "Faust" adlı eserinin bazı bölümleri, İran ve Hind Edebiyatından örnekler bu dönemde tercüme edilmişlerdir. Söz konusu tercümeler, Azerbaycan Edebiyatının gelişmesinde belirli ölçüde etkili olmuş, Batı Edebiyatı ve batılı yazarlar hakkındaki düşüncelerin netleşmesine ve pekişmesine hizmet etmiştir.



    XIX. yy. Azerbaycan Edebiyatı, bütün cepheleri ve istikametiyle bir eğitimci edebiyattı. Azerbaycan Edebiyatı tarihinde "maarifçilik" olarak adlandırılan bu akım, XVIII. yy. Fransız ansiklopedistleri gibi, eğitimi cemiyetin asıl muharrik güçlerinden biri olarak kabul ediyor, eğitim yoluyla toplumun tamamen değiştirilebileceğine, yeniden düzenleneceğine büyük bir ümit ve imanla inanıyordu. Bu yüzden, geniş halk kitlelerinin eğitimsizliği, kültürel geriliği, bütün mevcut problemlerin gerçek sebebi olarak kabul edilir ve siyasî, iktisadî ve kültürel kalkınmada eğitime büyük önem verilirdi. Mirze Fetheli Ahundzâde'nin, Necefbey Vezirov'un, Ebdürrehimbey Hakverdiyev'in, Neriman Nerimanov ve benzeri yazarların eserlerinde bir kural, bir usûl olarak eğitimin ışığıyla, cehaletin karanlığı karşılaştırılır, cahil kitleler içine düşmüş aydınların faciası ve felaketli, ölümle sonuçlanan mücadelesi gözler önüne serilirdi. Tabii ki, XIX. yy. Azerbaycan toplumunda bütün kesimlerin eğitime büyük ihtiyacı vardı. Bununla beraber eğitim, bütün problemlerin çözümü olamazdı. Şüphesiz halk için en büyük eğitim, ona kimliğini anlatmak, kendi köklerini tanıtmak, nereden gelip nereye gittiğini göstermekti. XIX. yy. Azerbaycan Edebiyatı bu bakımdan yer yer başarılı olmuşsa da, Türkçülük ve milliyetçilik duygularının, Azerbaycan Türkleri arasında daha geniş çapta ve daha inandırıcı bir tarzda yayılması- XX. yy. başlarındaki edebiyatın payına düşecekti.

     

    XIX. yy. başlarına kadar, Azerbaycan Edebiyatı, Şark Edebiyatı gelenekleri arasında şekillenmişti. Kuzey Azerbaycan, Rusya'nın hakimiyetine geçtikten sonraysa, buradaki edebî hayat, Rus ve Batı Edebiyatlarının tecrübelerinden ve birikimlerinden faydalanabildi. Asrın ikinci yarısına doğru yetişen yazarların ve şairlerin büyük bir kısmı Türk, Arap ve Fars dillerinin yanı sıra Rus dilini, bazı durumlardaysa Batı dillerinden birisini biliyorlardı. Bunlardan bazıları Rus ve Avrupa üniversitelerinde tahsil görmüşler, çağdaş dünya kül-türlerine âşinâ olmuşlardı ve çeşitli milletlerin temsilcilerinden oluşan kültür muhitlerinin adamıydılar. Zihniyet ve dünya görüşleri daha ilericiydi ve bütün bunlar da hiç şüphe yok ki, onların eserlerinde, tahlil ettikleri olaylarda, işledikleri kahraman tiplerinde şu ya da bu şekilde kendini gösteriyordu. Başka bir deyişle, bugün "entelektüel edebiyat" dediğimiz edebiyatın da temelleri, Azerbaycan Edebiyatı ve düşünce tarihinde, özellikle XIX. yüzyılda atılmıştır.

     

    Nihayet, XIX. yy. Azerbaycan Edebiyatında kendini gösteren mahiyet değişikliği, onun mazmun ve biçim açısından demokratikleşmesi, halka yakınlaşması, edebiyatı gereksiz seçkincilikten kurtardı. Tabii ki, kitap neşrindeki nispî artış, ilk gazete ve dergilerin yayınlanmaya başlaması, edebiyatın kütleyi bir karakter kazanmasını sağlayan millî tiyatronun ortaya çıkışı gibi faktörler, bu sahada önemli rol oynamıştır.

     

    XIX. yy, Azerbaycan Edebiyatının asırlar süren tarihinde, şahsiyetler ve edebî eserler açısından en zengin, en verimli dönemdir. Bu asrın, aynı zamanda bütün dünya halklarının kültür hayatında bir dönüm noktası olduğunu göz önüne alırsak; Azerbaycan Türkleri de, uygar dünyanın pek çok halkı gibi, bu dönüm noktasında, devrin ve milletin taleplerine cevap veren, eski geleneklerin en faydalılarını alıp muhafaza eden, aynı zamanda yenileşmenin, çağdaşlaşmanın bütün nimetlerinden faydalanmaya gayret gösteren bir edebiyat oluşturmuşlardır diyebiliriz.

     

    XIX. YY. AZERBAYCAN ÂŞIKLARI VE HALK ŞAİRLERİ

    XIX. yüzyılda, Azerbaycan'ın pek çok bölgesinde, yazılı edebiyatın yanı sıra, âşık şiiri de hızlı bir gelişme dönemi yaşamaktaydı. Azerbaycan âşık sanatının zirvelerinden sayılan Âşık Alı, Âşık Elesker gibi üstad âşıklar bu dönemde yaşamış ve kendilerine şöhret kazandıran eserlerini yazmışlardır. XIX. yy. âşık şiiri, ister şekütür, ister sosyal problemlere yaklaşım tarzları ve isterse yepyeni konulara el atmaları açısından, millî edebiyat tarihinde zengin ve önemli bir merhaleyi teşkil etmektedir.

     

    Âşığın sosyal hayattaki rolünün ve öneminin artması, yalnız kendi his ve düşüncelerinin değil, halkın fikir ve arzularının da sözcülüğünü üstlenmesi bu devre rastlar. Azerbaycan halkının hayatında baş gösteren önemli değişiklikler; ülkenin Rus işgaline uğraması, millî istiklal mücadelesi, eğitim seferberliği ve uygar dünyanın üyesi olma ideali, her türlü zulme karşı direnme vb. gibi, toplum gündemini sürekli meşgul eden konular âşık şi-irinde de sık sık ele alınmaktaydı. Âşıklar, halk arasında, yalnız saz çalan, koşma okuyan, destan söyleyen şair ve müzisyenler olarak değil, aynı zamanda ezilen kitlelerin, hakkı yenenlerin koruyucusu, halkın istek ve şikayetlerini üst makamlara ulaştıran ve bunların takipçisi olan sözcüleri, değerli bilgi ve telkinleri ile darda kalanlara yardımcı olmaya çalışan ve onlara yol gösteren halk önderleri olarak tanınırlardı. Bu dönemde ortaya çıkan; "Âşık halkın anasıdır", "Aşık gör-düğünü söyler" gibi atasözleri, halkın âşığa itimadını ve onun manevî-kültürel hayatta tuttuğu Önemli mevkiiyi açıklamaktadır. Halk, kendi arasından çıkarak yetişen âşığına, onun aklına, zekasına, bilgi birikimine, mücadele ruhuna inanır; onu her yerde kendi temsilcisi olarak görürdü. Öte yandan, âşıkların da bu minval üzere söylenmiş şiirleri, hayat karşısında halka gereken moral desteği verir, sosyal hayattaki akıl, güzellik, adalet gibi değer yargılarının güçlenerek ayakta kalmasına hizmet ederdi. Özellikle, âşık sanatının XIX. yüzyıldaki üstad temsilcileri, sazları ve sözleri, davranışları ve mücadeleleriyle, bir halk âşığı imajı yaratılmasında son derece başarılı olmuşlardır. Âşık Elesker, halk adına konuşan, eline saz alıp, söz meydanına çıkan bütün âşıklarda aşağıdaki özelliklerin bulunmasını istiyordu.

     

    Âşık olup terk-i veten olanın,

    Ezel başdan pürkamah gerekdir.

    Oturub durmakda edebin bile,

    Me'rifet elminde dolu gerekdir.

     

    Halka hegigetten metleb kandıra,

    Şeytanı öldüre, nefsin yandıra,

    El içinde pâk otura, pâk dura,

    Dalısınca hoş sedalı gerekdir.

     

    Sinkretik bir özelliği olan, yani bir kişinin şahsında müzisyenliği, şairliği ve aktörlüğü birleştiren âşık edebiyatı, halkın kültürel eğitiminde önemli rol oynar ve yeni, çağdaş düşüncelerin yayılmasına da vesile olurdu. Önceki dönemlerin aksine, XIX. yüzyılda, Azerbaycan Türklerinin hayatında ortaya çıkmış hiçbir ciddî-tarihî hadise, devrin âşıklarının dikkatinden kaçmamıştır.

     

    Azerbaycan âşık şiirinin etkisi altında XIX. yy. Transkafkasyası'nın diğer bölgelerinde, Ermeniler, Gürcüler, Dağıstanlılar arasında da, Azerbaycan Türkçesiyle şiirler söyleyen âşıklar yetişmekteydi. Dünya kültür tarihinde benzeri olmayan bu olay, Azerbaycan âşık sanatının son derece zengin olu-şundan, halka yakınlığından, her yerde büyük ilgi ve sevgi görmesinden kaynaklanıyordu. XIX. yy. Azerbaycan âşık şiiri, aynı zamanda uluslararası bir şöhret kazanmıştı. Âşık şiirinin önde gelen temsilcileri, Âşık Alı, Âşık Alesker vb. Transkafkasya sınırlarıyla bağlı kalmayarak, kardeş Türkiye'yi, İran'ı, Rusya ve Orta Asya'yı gezip dolaşmış, buradaki düğünlerde, çeşitli merasim ve halk şenliklerinde sanatlarını icra etmişlerdir, XIX. yy. âşık musikisinin gelişmesi, yeni saz havalarının ortaya çıkması ve nihayet, bazı saz havalarının notaya geçirilmesi açısından da önemli bir dönem olmuştur. Âşık şiirinin temasında ortaya çıkan değişiklikler tabii ki, onun şekline de yansımış, yeni mazmunu yeni ruhu açıklayan yeni türler, yahut bir başka deyişle geleneksel türlerin değişimi de ortaya konulmuştur. Nihayet, XIX. yy. yeni âşık destanlarının doğuşu açısından da verimli olmuştur.

     

    Evvelki devirlerde olduğu gibi, XIX. yüzyılda da, Azerbaycan Türkleriyle meskun Göyçe (şimdi Ermenistan sınırlarındadır), Borçalı (şimdi Gürcistan sınırlarındadır), Kazak, Tovuz, Şemkir, Salyan vb. bölgeler âşık sanatının önemli gelişme merkezleri olmuşlardır. Bu bölgelerde yetişen Âşık Alı, Şemkirli Âşık Hüseyn, Âşık Musa, Molla Cuma, Âşık Mahmud, Âşık Esed, Âşık Hüseyn Bozalkanlı, Âşık Beşti, Varhiyanlı Âşık Mehemmed, Âşık Eles-ker, Zodlu Abdulla, Padarlı Mehemmed, Yehya Bey Diygem, Âşık Ahmed vb. ünlü halk sanatçıları, Azerbaycan'ın ve Transkafkasya'nın her yanında çok iyi tanınmaktaydılar.

     

    XVIII. yüzyılın sonlarından başlayarak, Âşık şiiri üslûbu, yazılı edebiyatta da geniş yer tutmaya başlar. Bu da, her şeyden evvel, âşık şiirinin hızlı gelişimi, onun halk içinde son derece popüler olmasıyla alakalı bir husustu. Âşık edebiyatında sık sık kullanılan koşma, geraylı, tecnis, bayatı vb. türler artık yazılı edebiyata da girmişti. Azerbaycan'ın farklı bölgelerinde Mehemmedbey Âşig, Âşık Peri, Mirze Hesen Mirze, Kazım Ağa Sâlik, Mücrim Kerim Verdânî, Melikbalh Kurban vb. halk şairleri, kendi şiirlerinde, âşık edebiyatının geleneklerinden yararlanarak, sade ve anlaşılır bir üslûbla, edebiyatın yazılı ve sözlü kolları arasında adeta bir köprü kurdular.

     

    Yazılı edebiyattaki âşık şiiri üslûbu elbette ki sentetikti. Bu üslûbu yazılı edebiyata sokan müellifler, bir yandan âşık şiirini esas alıyor, diğer yandan dîvan şiirinin tecrübelerinden faydalanıyorlardı. Böylece, Azerbaycan Edebiyatının iki farklı üslûbunu birbiriyle yakınlaştırıp kaynaştırarak, tek bir Azerbaycan Edebiyatının gerçekleşmesine hizmet ediyorlardı. Yazılı edebiyatta, âşık şiiri üslûbunu kullanan müelliflerin büyük bir kısmı, kendi devirlerine göre iyi eğitim görmüşlerdi. Farsçayı, hatta bazıları Arapça ve Rus-çayı biliyorlardı ve çağdaş kültürlerle aşinalıkları vardı. Onlar, halk şiirinin gelenekleri ile bir arada, klasik şiir sanatının kurallarına, Firdevsi, Nizâmı, Hakanı, Hayyam, Rûmî, Sadî, Hafız, Neva, Fuzûlî, Nesîmî gibi büyük şark şairlerinin eserlerine sık sık müracaat ediyorlardı. Halk şairleri içerisinde, bazı eserleri Farsça yazanlar bile vardı. Her şeye rağmen bu şairlerin eserleri, halk arasında daha çabuk kendine yer edinir, tıpkı âşık şiirleri gibi sevilir ve ezberlenirdi.

     

    Âşık şiiri üslûbunda yazan halk şairleri, dil, vezin, kafiye, söz sanatları gibi konularda hem âşık şiirinden, hem de dîvan şiirinin tecrübe ve geleneklerinden ustalıkla faydalanıyorlardı. Dîvan edebiyatı şairlerinden farklı olarak, anlaşılması zor Arapça-Farsça kelime ve tamlamalar nispeten az yer tutardı. Bu tür sözleri kullanmak icap ettiğinde, gerek kullanım yaygınlığı ve gerekse anlaşılabilirlik özelliği olanlar tercih edilirdi.

     

    Âşık şiirinde olduğu gibi, onun etkisiyle ortaya çıkan halk şiirinde de aşk, güzelin ve güzelliğin tasviri, aşkın ve ayrılığın ızdırabı gibi konular önemli yer tutardı. Buradaki aşk ve sevgi, dîvan şiirinde olduğu kadar tasavvûfî bir mana taşımaz, aşkın ilâhileştirilmesine fazla gayret sarf edilmezdi. Burada daha reel, bazı hallerdeyse sırf cismanî aşk gündeme getirilir ve mücerretlikten, sûfilikten her fırsatta uzaklaşılırdı. Hayat, insani ilişkiler, sevgililer arasındaki ilişkiler bu şiirlerde olduğu gibi takdim ediliyorlardı. Özellikle de, insanın iç dün-yasının, onun duygu ve düşüncelerinin, fikir ve hislerinin, istek ve ihtiraslarının gerçekçi tahliline büyük önem veriliyordu. Öte yandan bu şiirlerde, Fuzûlî gibi üstad şairlerden gelen güçlü bir romantizm de dikkati çekmektedir.

     

    Halk şiiri tarzında yazan şairler, âşıklardan daha fazla bir bilgi ve istekle, sosyal hayattaki haksızlıkları, Rus yönetiminin getirdiği çarpıklık ve eksiklikleri, adaletsizlik ve rüşvetçiliği ifşa ediyor ve bu olumsuzluklara karşı kitleleri mücadeleye çağırıyorlardı. Baba Bey Şâkir, Mirza Bakış Nadim, Genceli Hesen, Sekili Hatem, Abdurrahman Ağa Dilbazov gibi halk şairlerinin eserlerinde sosyal hayatın tahlil ve tenkidi önemli yer tutuyordu. Onlar, bir yandan da yönlerini, mensubu oldukları halkın tarihî geçmişine çevirmiş, onu manevî bunalımdan kurtarmak için dedelerinin şanlı mücadele günlerinden söz açıyorlardı. Mesela 1804'te Gence'nin Ruslar tarafından işgal edilmesi sırasında halkn gösterdiği büyük kahramanlık, mücadele ruhu, verdiği şehitler, bu şairlerin eserlerinde iftiharla gündeme getirilir, bu tür tarihî hatıralarla, aynı ruhun yeniden canlandırılmasına çalışılırdı. Sosyal hayatın olumsuzlukları, Rus yönetiminin bölgede yarattığı huzursuzluklar, mizahî şiirlerin de halk şiirleri içerisinde önemli bir yer tutmasına yol açı-yordu. Bu tür şiirlerde, milletçe maruz kalman zulüm, halkın içerisine düştüğü haksızlıklar, kanunsuzluklar, acımasız bir dille tasvir ediliyordu.

     

    Edebiyatın dil ve tür açısından modernleştirilmesinde, geniş halk kitlelerinden hızla uzaklaşmakta olan dîvan edebiyatı ile, halkın manevî dünyası arasında sıkı bağlar kurulmasında ve milletin kültürel bütünlüğünün tesisinde XIX. yy. Azerbaycan âşık şiiri ve bu şiirin etkisi altında ortaya çıkan halk şiiri tarzı büyük rol oynamıştır. 

    Cevap Yaz Arama Yap

    Zeus

    • 2020-11-17 06:46:41

    Cevap :

    20. yüzyılın ilk yılları Rusya ile birlikte Azerbaycan için de bir dönüm noktasıdır. Bu sebeple de 19. yy sonlarıyla 20. yy başlarında Azerbaycan'da ortaya çıkan siyasi ve sosyal hareketlerle bunların kültürel hayata tesirleri aynı zamanda o dönemdeki matbuat ve neşriyat faaliyetlerini etkilemiştir.19. yy ilk yarısında Rus hâkimiyeti Azerbaycan'da yerleşmeye başladığında karşısında belirli bir ölçüde Fars kültürünün tesirinde kalan bir millet yapısı vardı.

    O sıralarda Azerbaycan’da yazılı edebiyatın yanında zengin bir şifahi(sözlü) edebiyat geleneği yaşamaktaydı. Bütün tür ve şekilleri, dilli ve musikisi ile zengin bir hazine olan Azerbaycan Türklerinin edebiyat ve kültürünü Ruslar baskılar ve sürgünler yoluyla kimi zaman da katliamlarla yok etmeye çalışmışlardır (Buran, Kurşunlanan Türkoloji).

    Ruslar Kafkasya'yı işgalden sonra buralarda çeşitli okullar açtı. Bu okullarda şarkiyat derslerinin yanı sıra modern düşünce ve bilimleri okutuyordu.‘’Usul-ü Cedit’’ diye adlandırılan bu eğitim sistemiyle, modern Azerbaycan edebiyatının doğmasına gelişmesine büyük rol oynayan şahsiyetler yetişmesinde rol oynamıştır.

    Özellikle Qori Müellimler Seminariyası isimli okul bu amaçla açılmış ve önemli şahsiyetler yetiştirmiştir.  Rus istilasından sonra Rusça öğrenen bu dillin edebiyatını ve bu dillin yardımıyla batı Avrupa medeniyetini tanıyıp öğrenen Azeri kuşak, Fransız ihtilalinden sonra Avrupa da oluşan hürriyetçi düşüncelerin, demokrasi idealinin ve halkçılığın etkisinde kaldı bunların başında şu isimler gelir;

    •     Mirza Caferi Topçubaşı, Mirza Kazım Bey, Qasım Bey Zakir, İsmayıl Bey Qutqaşınlı sayabiliriz.
    •    Bunların başında modern Azerbaycan edebiyatın en kuvvetli temsilcisi Mirza Feteli Ahundzade bulunur.

    19. yüzyıl yarısından sonra Mirza Feteli Ahunzade’nin nesirde açmaya muvaffak olduğu milli ve vatani cereyan bir hayli etkili oldu. Konusunu halktan ve halk hayatından alan komediler yazdı. Bu komediler Azerbaycan Türkçesinde yazılmış açık ve anlaşılır eserlerdir. Mirza Feteli Ahunzade Azerbaycan’da maarifçilik diye isimlendirilen akımı başlatmıştır. Mirza Feteli Ahundzade geleneğini devam ettiren bir sonraki kuşak şunlardır:
    •    Necef Bey Vezirov
    •    Mirza Elekber Sabir
    •    Celil Memmedguluzade  gibi edebi şahsiyetler maarifçilik (ışık, eğitim) genişleterek devam ettirmişlerdir.

    1875’te matbaacılık ve gazetecilik ilave olunuyordu. Hasan Bey Zerdabi’nin sahip olduğu ve yönettiği ’’EKİNCİ’’ gazetesi bu dönemde yayınlanmaya başlanır. Rusya’daki bütün Türklerin Türkçe çıkardığı ilk Ekinci gazetesidir. Osmanlı-Rus savaşı bahane edilerek kapatılmıştır.

    1905 Rus ihtilali ‘Kavimler hapishanesi’ diye bilinen Çarlık Rusyası’nda Hürriyet güneşi doğmuş, edebi faaliyetlerin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Bu dönemi fırsat bilen bazı yazarlar gazete, dergi çıkarmışlardır. Dildeki yakınlaşma ile birlikte edebi ve siyasi münasebetlerde gelişmiştir.20.asrın ilk çeyreğinde Azeri edebiyatı Türkiye ile olan bağlarını güçlendirmiştir. O dönem Namık Kemal, Şemseddin Sami, Abdulhak Hamit Tarhan, Tevfik Fikret, Muallim Naci, Mehmet Akif Ersoy, Mehmet Emin Yurdakul’un eserleri okutuluyor, basılıyor ve sahneleniyordu.

    1905’te sansürün kaldırılması üzerine yayın hayatına başlayan ilk gazete’’HEYAT’’tır. Yine onun peşinden Füyuzat, 1907’de İrşad, Teze Heyat, 1908 Terraki Mecmuaları neşredilir. Füyuzat 32 nüsha çıkmasına rağmen Azerbaycan edebi uyanış tarihinde önemli bir devir açmıştır.

    Bu dönemde Tiflis’te 1906’da Celil Memmed guluzade tarafından neşredilmeye başlanan mizah dergisi Molla Nesreddin Azerbaycan’da realist edebiyatının güçlenmesine katkıda bulunmuş bir ekol haline gelerek bir nüfuz dairesine sahip olmuştur.

    1905’ler Azeri Edebiyatın uyanma dünyayı tanıma silkinip şahsiyetini arama ve bulma devirleridir. Bu yıllarda Azeri edebiyatının üç büyük temayülün tesiri altındadır. Türkiye’ye bağlı olarak Türkçülük cereyanı Türkiye, İran ve diğer İslam ülkelerinin tesiriyle İslamcılığın ve Rusya ile çağdaş siyasi ve sosyal akımlarda etkilenmiştir.

    1-İNKILÂPÇI-DEMOKRATİK EDEBİYAT

    1905 (Rus) inkılâbından sonra açılan bu edebiyat eski ve ondan kaynaklanan cehalete ve dünya arzusu taşır.

    TEMSİLCİLERİ
    Mirza Elekber Sabir
    Celil Memmedguluzade
    Üzeyir Hacıbeyov
    Neriman Nerimanov

    2-REALİST-MAARİFPERVER EDEBİYATI

    Daha çok toplumun aksayan yönlerini eğitim meselelerini, kadın, aile geçimi gibi konularını ele alır. Realistik ve satirik üslubu benimseyen bu edebiyatın,

    TEMSİLCİLERİ,
    Hacıbeyli Abdullah Şaig, Sultanmecid  Genizade, Yusuf Vezir Çemenzemini’dir.

    3-ROMANTİK EDEBİYATI
    Azerbaycan’da romantizm fransa ve ingilterede olduğu gibi belli bir döneme damga vuracak kadar güçlü bir mektep olmamıştır. Rus baskısı ile geç gelişmiştir.Azerbaycanda romantizm Türkiye-Azerbaycan doğrultusunda gelişmiştir.

    TEMSİLCİLERİ,  
    Memmed Hadi, Hüseyin Ehmet Cevad

    DÖNEMİN EDEBİ ŞAHSİYETLERİ
    Modern azerbaycan edabiyatının kurucusu, Türk-islam dünyasının ilk dram yazarı, alfabe ıslahatçısı, şair, tenkitçi ve filozoftur.
    Maarifçilik fikrinin en büyük savunucusudur. Ahunzade bütün hayatını Rusya imparatorluğunun devlet hizmetinde geçirse de, bu hizmetlerden kendi milletinin menfaati için Türk-İslam dünyasının gelişmesi için yararlanmaya çaba göstermiştir.

    ESERLERİ
    •    Kemalüddövle Mektupları
    •    Mösyö Jordan
    •    Hacı Gara

    EKİNCİ GAZETESİ (1875–1877)
    19.yy Azerbaycan siyasi-sosyal hayatının aynasıdır. 56 sayı çıkmıştır. Hasan Zerdabi’nin önderliğinde kurulmuştur. Hasan Zerdabi, Mirze Feteli Ahundzade gibi şair ve yazarlar bu gazetede yazılar yazmışlardır. 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı bahane edilerek kapatılmıştır.

    CELİL MEMMED GULUZADE (Nahcivan–22 Şubat 1869-Bakü 4 Ocak 1932)

    20.yy Azerbaycan edebiyatının en büyük siması,’’Molla Nesreddin’’ edebi mektebinin kurucusu, dram yazarı ve araştırmacısıdır. Azerbaycan edebi tarihinde hem kendi adı, hem de 25 yıl süresince yayınladığı mizahi derginin adı ile ‘’Molla Nesreddin’’ olarak tanınmıştır.

    MOLLA NESREDDİN DERGİSİ
    7 Nisan 1907 tarihinde yayımlanmaya başlamıştır Celil Memmed Gulizade yönetimindeki bu dergide dönemin sosyal ve siyasal hadiselerine yer verilmiş toplumun bozuk yönlerini eleştirerek halkı mariflendiremeye çalışmıştır. Molla Nesreddin Dergisi, Azerbaycan’da edebi mektep kurmuş ilk matbaa organıdır. Bu dergi satirik yazar, şair ve ressamları kendi etrafında toplamıştır.

    BELLİ BAŞLI YAZAR VE ŞAİRLERİ
    •    Mirza Elekber Sabir
    •    Ömer Faiq Nemenzada
    •    Eli Nezmi
    •    Osgar  Şmerling (alman resam) gibi ustalar bu dergide yazmıştır.

    MİRZA ELEKBER SABİR (MİRZA ALİ EKBER)

    •     Türklüğün beraberliğini isteyen; cehaletle birlik ve kıyasıya alay eden Türk milletinin çağın ilerisinde bir zihniyet kavuşmasını dileyen büyük satirik şairi Mirza Elekber Sabir bir Azerbaycan Türküdür.
    •     Sabir, eserlerini HOPHOPNAME adlı kitapta toplamıştır. Bu eser 1975 yıllında rahmetli Prof. Dr. A. Mecit Doğru, Türkiye Türkçesi ile yayımladı.

    ÇOCUKLUĞU
    •     Sabir,1862 ‘de Şamahı şehrinde doğdu.8 yaşında iken medreseye verildi. İlk şiirinini medresede yazmıştır.
    ‘’Tuttum orucu iramazanda
    Qaldı iki gözlerim qazanda
    Mollam da döyür yazı yazanda.’’
    •     Şiirlerini başta Molla Nasreddin dergisi olmak üzere,  Hayat, Rehber, Debistan, İrşat, Güneş, Sada gazetelerinde yayımladı. Şiirlerinde eleştirdiği ham sofuluktan dolayı cahil şamahı mollalarından tepki gördü.
    •     Halk bilimi, teknik, yeni usul eğitim isteyen Sabir ’i din adamları ’KÂFİR’ ilan etti.
    •    Sabir, karaciğerinden hasta idi. Hastalığı çok uzun ve ızdıraplı geçti. Sabir, o halde dahi bu duruma sitem oku yağdırıyordu.

    İsterem ölmeği men, leyk kaçır benden ecel
    Gör ne bedbahtam,ecelden de gerek naz çekemem..
     

    SABİR VE BİRLİK
    •     Sabir’ de çok sağlam derin bir tarih ve millet şuuru vardır. O Türk tarihinin bütünlüğünün farkındadır. O,dillin birlik için en önemli etken olduğunu bilmektedir.
    •     Mirza Elekber Sabir, Türkün eğilmez başı, bilge qardaşıdır. Türk dünyasının gelmiş geçmiş en büyük satirik şairidir. Şiirlerinden örnekler vermek gerekirse;

     

    QORXURAM (GORHURAM)

    Payi piyade düşerem çöllere
    Hani mügilen görürem gorhmuram
    Seyr edirem berrü biyabanları
    Gülli biyaban görürem gorhmuram
    Gebrde hortan görürem gorhmuram
    Cin görürem, can görürem gorhmuram

    SABİR

     

    PARADIR
    Âdemi âdem eyleyen paradır,
    Parasız âdemin üzü garadır
    Qoy ne eslin, necabetin olsun,
    Ne necibane haletin olsun.
    Tek bu âlemde dövletin olsun.

    ÜREFA MARŞI
    İnteligentlik, gezerik naz ile
    Ömr ederik neş’eyi demsaz ile
    Heftede bir dilberi tennaz ile
    Ay berakallah, ne gözel canlarıg.

    SABİR

     

    YA LİL'ACEP

    Para ister dururlar hep
    Ne namus var ne de edep
    Ya Rab nedir bilmem sebep
    Her mollan sanki bir merkep
    Ya lil'acep Ya lil'acep

    Gece gündüz hep soydular
    Ne bıktılar ne doydular
    Bilmem nereye koydular
    Delik hem cepken hem de cep
    Ya lil'acep Ya lil'acep

    Din de onda iman da
    Hacıdır  aynı zamanda
    Onun aklı yok şeytanda
    Mezbahaya döndü mektep
    Ya lil'acep Ya lil'acep..
    •    Sabir ’e göre; İlmin ve mektebin faydasını genç nesille anlatılmalıdır. Sabir, bu amaç doğrultusunda çocuk şiirleri de yazmıştır.

    Mektebde var şerafet
    Defterde var letafet.
    Cari olur qelemden  
    Şirin-şirin hekayet.

    Millet  nece terac olur olsun ne işin var,
    Düşmenlere  möhtac olur ollsun ne işin var.
    Qoy men tox  olim özgeler ile nedi karım
    Dünyevü-cahan ac olur olsun ne işim var.
    Ses salma yatanlar ayılar, qoy hele yatsınlar
    Yatmışları razı değilem kimse oyatsın.
    Tek- tek ayılan varsada haqdadıma çatsın
    Dünyavü-cahan ac olsun ne işin var.

    NE İŞİM VAR
    Anar Rızayev (14 Mart 1938, Bakü)

    1966 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesi’nin Filoloji Fakültesi'nden mezun olmuştur. Çalışma hayatına Nizami adına kurulmuş Edebiyyat Müzesi'nde ilmi araştırmacı, Radyo ve Televizyon Komitesinde redaktör olarak başlamıştır. 1962–1964 yıllarında Moskova'da Ali Senan Kursunda, 1971–1972 yıllarında da Kinorejissura sanat okulunda okumuştur. Anar, "Qobustan" sanat dergisinin baş redaktörü (1968), Azerbaycan Teatr Cemiyeti'nin Reyaset Heyeti başkan yardımcısı (1976), Azerbaycan Yazıcılar İttifaqı ve Kinomaloğrafçılar lttifaqı İdare Heyetlerinin üyesi olmuştur. Şimdi de Yazarlar Birliğinin başkanıdır.

    Emektar sanat adamı, Devlet Mükâfatı ile onurlandırılmıştır. İlk defa 1960 yılında "Bayram Hesretinde" ve "Geçen İlin Son Gecesi" hikâyelerini yazarak mensur eserlere imzasını atar, Eserleri yirmiden fazla dile tercüme edilmiş, Sosyalist ülkelerde, ABD'de, Kanada'da, Japonya'da, Hindistan'da, Fransa'da, İran'da, Türkiye'de, Arap ülkelerinde, Finlandiya'da, vs. ülkelerde yayınlanmıştır. Piyesleri; Özbekistan'da, Ermenistan'da, Tataristan'da sahnelenmiş, "Qaravelli" piyesi, "Men, Sen, O ve Telefon", "Geçen Yılın Son Gecesi" televizyon oyunları Moskova'da gösterilmiştir. "Adamın Adamı", "Dante'nin Yubileyi", "Gürcü Familiyası", "Ağ Liman", "Macal", "Seherin Yay Günleri", "Beşmertebeli Evin Altıncı Mertebesi" -Bütün bu eserlerde XX. yüzyılın sonunun "hakikat makamları" bediifelsefi tahlilin temeline yerleştirilmiş, o yılların durgun ve pasif yönetimine Anarın itirazları aksettirilmiştir.

    "Ağ Liman", "Elaqe", "Macal", "Beşmertebeli Evin Altıncı Mertebesi" Anar'ın edebi felsefi görüşlerini birlikte ifade eden eserlerdir. İnsan geçmişini unuttuğu zaman, kan bağını kaybettiği zaman, yalana, kanunlara hizmet eden kulrobot haline gediği zaman manevi inançlardan uzaklaşır, onun için Altıncı Mertebe Kaybolur eserlerin üzerinde durduğu temel fikir budur. "Geçen İlin Son Gecesi"nde, "Şehrin Yay Günleri", "Sahra Yuxulan" pyeslerinde de aynı fikir dramatik olarak işlenir. Her üç eserde de insan, vicdan ve hakikat problemleri işlenir. Anar, maneviyat ve ahlak sorunlarını senaryolara konu eder. "Torpaq. Deniz. Od. Sema", "Gün Geçdi", "Dede Qorqud", "Dante'nin Yubileyi", "Üzeyir Hacıbeyov, Uzun Ömrün Akkordları" filimleri psikolojik felsefi tarzla çekilmiştir. Azerbaycan Devlet Akademik Teatirı'nda sahnelenmiş "Adamın Adamı" piyesinin kuruluşu da Anar tarafından yapılmıştır. Anar aynı zamanda ünlü bir filologtur. Edebiyat ve sanat meselelerine dair bir çok makalesi de mevcuttur. "Şairin Hüneri", "Anlamaq Derdi", "Aşıq Alesker", "Oxşarlıq ve Oxşarsızlıq", "Hezin Duygular" ve daha birçok makaleler, şerhler, Azerbaycan Edebiyatı'nm kıymetli numunelerindendir. "Seherin Yay Günleri" adlı eseri 1980 yılı Azerbaycan Devlet Mükâfatı’na layık görülmüştür.

    Başlıca eserleri: Beyaz Liman (destan), 1970; Adamın Adamı (destanlar, hikâyeler, piyesler), B., 1977; Beşmertebeli Evin Altıncı Mertebesi (destan ve roman), B., 1981; Molla Nesreddin-66 (hi-kayeler, destanlar ve piyes), B., 1970; Seçilmiş Eserleri (iki cilt), B., 1987

     

    KAYNAKLAR:

    * Edebiyyat 11. sınıfı üçün derslik Çaşıoğlu, Bakı

    * http://tr.wikipedia.org/wiki/Anar_R%C4%B1zayev (03.01.2012,22:08)

    *BURAN,Ahmet, Kurşunlanan Türkoloji

    *BURAN,Ahmet; ALKAYA,Ercan,Çağdaş Türk Lehçeleri

    *ERCİLASUN,Ahmet Bican, Türk Dili Tarihi

    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.