5 Sayfalık bir edebi metin
5 sayfalik bir edebi metin lazım hoca bir proje verdi yardimci olabilirsiniz
Bu soruya 1 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
İşte Cevaplar
Cevap : AŞKI MEMNU
Hali vakti yerinde bir adam olan Adnan Bey, kırk kırk beş yaşlarında bir İstanbul beyefendisidir. Karısı bir süre önce ölmüştür. Adnan Bey, genç kızlık çağına girmek üzere olan kızı Nihal ve daha küçük yaşta bulunan oğlu Bülent'le birlikte, oldukça sakin bir yaşayış sürdürmektedir. Konaklarında bazı yardımcıları da bulunmaktadır.
Ailenin yaşayışı böyle sürüp giderken, o zamanın gözde gezinti yerlerinden biri olan Göksu'da yaptıkları sandal Sofalarından, Firdevs Hanımlarla tanışırlar.
Firdevs Hanım, iki kızı ile birlikte yaşayan, adı biraz dile gelmiş, zevk ve eğlence düşkünü bir kadındır. Bu sandal karşılaşmaları, gönlü hâlâ genç olan geçkin kadında Adnan Bey'e karşı bazı ilgiler uyandırmıştır. Hele ki onun zenginliği, üstünde en çok durulacak bir konudur.
Ne var ki durum, Firdevs Hanım'ın beklediğinin tersine gelişir. Adnan Bey, kendisiyle değil, henüz pek genç kızı Bihter 'le evlenmek istemektedir. Bihter bunu öğrenince -büyük yaş farkına ve çocuklarına rağmen- isteği kabul eder. Bu yüzden anne ile kız arasında bir kavga bile geçer, ama Firdevs Hanım ister istemez duruma razı olur.
Adnan Bey'in kızı Nihal, babasının evlenmesi, hele bu ölçüsüz evlenmesi karşısında isyan ederse de o da ister istemez durumu kabullenir.
Bihter eve gelin gelmiş, konakta yeni bir düzen başlamıştır. Aşırı duygulu bir kız olan Nihal, kendisinden çok da yaşlı olmayan üvey annesiyle fazla ilgilenmemekte, daha çok mürebbiyesiyle sakin ve sessiz bir yaşayış sürdürmektedir. Bihter'e gelince, o oldukça iyi bir ev kadını olmuştur. Adnan Bey mutludur.
Konakta bir de Behlul adlı bir genç vardır. Behlul, Adnan Bey'in yeğenidir ve onlara istediği gibi gidip gelmektedir. Adnan Bey 'in niyeti kızı Nihal’ı bu yeğeni ile evlendirmektir. Durum kendisine anlatılmış, genç kız da bunu memnunlukla kabul etmiştir. Artık ikisi sözlü durumundadır.
Adnan Bey'le Bihter'in evliliklerinin üstünden bir yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Geçen bu zaman genç kadına mutlu olmadığını ve olamayacağını anlatmıştır. Bihter'in Nihal'le arası da git gide daha çok açılmaktadır. Konaktan bazı eski emektarları uzaklaştıran genç kadın, Nihal'in gözlerinden sızan nefret ışıkları altında büsbütün bunalmakta, kendisini büsbütün yalnız hissetmektedir. İşte bu sırada müthiş bir şeyin farkına varır. Adnan Bey'in yeğeni, Nihal'in nişanlısı Behlul kendisine kur yapmaktadır. Bihter, bu durumu önceleri şiddetle, hatta nefretle karşılar; ancak kocasını bir türlü sevemeyişi, yalnızlığı ve hele genç, yakışıklı adamın manevraları karşısında yavaş yavaş ona yönelir.
Böylece ikisi arasında bir aşk-ı memnu (yasak aşk) başlamış olur.
Bu yasak aşk, büyük ve çeşitli tehlikelerle birlikte uzunca bir süre devam eder. Konakta durumu ilk sezinleyen Nihal olur. Nihal, belli etmeden Bihter'le Behlul'u izler ve gözetler. Nihayet bir seferinde onları gizlice konuşur ve söyleşirken yakalar. Genç kız için bu öylesine korkunç bir sahtedir ki, bu sahnenin ağırlığına dayanamayarak oracıkta düşüp bayılır; böylelikle Bihter ve Behlul da, durumlarının onun tarafından öğrenilmiş olduğunu anlarlar.
İlk zamanlar korkak ve çekingen olan Bihter'in artık aşktan gözü dönmüştür. Behlul'u çılgınca sevmekte, onu Nihal'den kıskanmakta, evlenmelerine bile engellemeye çalışmaktadır. Oysa genç adam, kadından nasibini almış, artık ondan soğumaya başlamıştır; şimdi o yeniden Nihal'e dönmeyi ve onunla bir an önce evlenmeyi kurmaktadır.
Bayılma olayından sonra yatağa düşen Nihal'in çok sevdiği zenci köle Beşir, bütün bu olan bitene dayanamaz. Bir gece odasına gidip Bihter'le Behlul'ün maceralarını Adnan Bey'e olduğu gibi anlatır.
Yaşlı adam, işittikleri karşısında üzüntü ve şiddetten deli gibi olur. Olan biteni açıkça konuşmak, hesaplaşmak üzere Bihter'in odasına koşar. Genç kadın kapıyı kapamıştır. Adnan Bey'in açması için yaptığı tehdidi, ricayı hep reddeder. Kocası kendisini affedecek olsa bile, artık genç kadının onun yüzüne bakacak hali kalmamıştır. Ona karşı rüsvay ve suçludur; sevdiği genç adam da kendisini terk etmiştir. Bu durumda yapılacak en doğru şeyin ölmek olduğu inancına varır Adnan Bey'in yüklendiği kapının kırılmak üzere olduğunu anlayınca, elindeki tabancayı kalbine çevirip tetiği çeker.
Adnan Bey konağında birkaç yıl geçen bu acı ve karmaşık olaylar durulduktan sonra, baba ile kız yeniden baş başa kalırlar. Artık yaşarken de ölürken de hep birlikte olmak kararındalar.
(Şemsettin Kutlu, Başlangıçtan Günümüze Türk Romanları,İnkılâp Kitapevi, İst. 1987)
AŞKI MEMNU
-Romandan Bir Parça
-Bihter bir dehşet çığlığını tutamadı:
- Nihal!
Behlül koştu. Nihal orada, ayaklarının altında, gerilmiş sinirleriyle, kilitlenmiş çenesiyle, uzanmış kollarıyla dimdik, bir ölü sarılığıyla yatıyordu. Behlül diz çöktü, Nihal'in başını kaldırmak istedi. Bu baş, kıvrılmıyordu; Nihal'in dudakları kısılmış, bütün saçlarının dibi bol bir terle ıslanmıştı. Behlül çıldırmışçasına:
- Öldürdük, biz öldürdük, diyor, sonra Bihter'e bakarak ediyordu:
- Anlıyor musunuz? Biz, ikimiz... Bir korku buhranı içinde bağırdı:
- Koşunuz, Nihal, Nihal bayıldı...
Şimdi hep koşuyorlardı. Herkesten önce Adnan Bey, anlamayarak merdivenlerden atılmıştı. Sonra Nihal'i orada Behlül'ün kolunda, merdivene uzanmış görünce anladı. Bütün vücudu titriyordu, eğildi; Nihal'i kucağına aldı. Boğuk bir sesle Nihal'in yüzüne eğilerek bu açılmayan gözlere rica edercesine:
- Nihal! Nihal! Bana baksana! Nihal! Diyordu. Şimdi herkes oradaydı. Peyker, Bihter'den soruyordu:
- Ne oldu? Nasıl oldu? Diyordu. Bihter merdivenin kenarına dayanmış, hareketsiz, bu ortalıkta olup biten şeylerden habersiz, donuk gözlerle bakıyordu.
Adnan Bey, Nihal'i bir çocuk hafifliğiyle kaldırdı, merdivenden çıkarıyordu. Babasının kucağında, böyle çıkarken Nihal geniş bir soluk aldı ve gözlerini açarak babasına uzun bir bakışla baktı, sonra bu bakışla anlatılmak istenen şeyler söylenerek gözleri yeniden kapandı.
Sofadan geçerken Firdevs Hanım, yerinden kımıldanamayarak telâşlı bir sesle soruyordu:
- Ne oldu, rica ederim? Nihal mi düştü?
Behlül tarladan geliyordu. Nihat Bey bir iş görmek isteyerek:
- Bir hekim bulmak gerekiyorsa?.. Diyordu. Nihal'in odasının kapısında Adnan Bey arkasından gelenlere eliyle rica etti. Kimsenin girmesine izin vermek istemedi. Kızına kendisi bakacaktı.
Nihal'in (daha önceleri) buna benzer baygınlıkları aklına geliyordu. Beş yaşına kadar iki sefer şiddetli, bir sefer hafif baygınlıklar gelmişti; ondan sonra uzun aralıklarla Nihal'de bunu andıracak sinir hâlleri eksik değildi. Bu sefer biraz şiddetli görünüyordu, ama biraz kolonya ile...
Adnan Bey, Nihal'i yatağında soyarken kendisini dinlemeyerek giren Behlül'e, Peyker'e bu açıklamayı yapıyordu. Nihal gözlerini bir kez daha açarak çevresindekilere baktı. Adnan Bey rica ederek:
- Yalnız kalsak daha iyi olacak, dedi.
Peyker çıktı, Behlül kalmak istiyordu, Adnan Bey direndi:
- Hayır, hayır, kimseyi istemem, diyordu; göreceksiniz ki yarım saat sonra Nihal yatağından kalkacak.
-Sonra Şayeste'ye de izin verdi.-Nesrin kalsın, diyordu.
Adnan Bey'in içinde bir kuşku uyanmıştı. Nihal'in o gün Ada'dan birdenbire gelişini onun için pek normal bir çocukluk olmak üzere kabul etmişken Nihal'i Bihter'le Behlül'ün ayakları altında serilmiş görünce kendi kendisine:
- Bir şey var, demişti. Bu kuşku belirsiz ve o şeyin türü, niteliği düşünülmeksizin ortaya çıkmış bir duygudan başka bir şey değildi. Sonra, bütün kargaşalık arasında bilinemez nasıl bir sezgiyle gözleri Bihter'i aramıştı. Bihter niçin orada değildi? Neden herkesle birlikte ve herkesten çok o telâş etmiyordu?
Nihal'in bileklerini ovuştururken kendi kendisine bunu soruyordu.
Sonra, birden ellerinin içinde Nihal'in bileklerini o kadar zayıf, terden şakaklarına yapışan sarı saçlarının altında yüzünü o kadar süzgün ve solgun buluyordu ki, belki de bu çocuğu kendi mutluluğuna, hep kendisini düşünmesine feda etmiş olmaktan doğan bir ezinçle yüreği burkuluyordu.
Nesrinle yalnız kaldıktan sonra bir süre bir şey soramamıştı, onu burada alıkoymaktan amacı, Ada'dan nasıl olup da geri dönüşlerine ilişkin sorgularda bulunmaktı. Bir ara Nesrin'e:
Kapıyı kapar mısın?
Dedi; Sonra, kapı kapanınca, cesaret edemedi, Nihal'e bakıyordu.
Nihal şimdi baygın olmaktan çok, rahat derin bir uykuda görünüyordu; elleri kolları gevşemişti; uzun uzun düzenli soluk alışlarla göğsü kalkıp iniyordu. Adnan Bey'i şimdi bu çocuğun yanında ağlamaya sürükleyen bir duygu almıştı. Birden bütün haksızlıkları birer birer, acımasız bir kınama anlamıyla gözlerinin önünden geçiyordu. İtiraf ediyordu ki bu evlenme bir hata, korkunç, belki de onarılamayacak bir hata idi. Evet, bu nasıl olunabilirdi? Bir gün belki bu hatanın kurbanı, bu mini mini Nihal, bu bir üfürüşte sönüverecek kadar çelimsiz çiçek, böyle birden artık bir daha başını kaldırmamak üzere düşüvermez miydi?
Sanki bu hatasının bağışlanması dileğiyle eğildi; Nihal'in çenesine, o biraz keçi çenesini andıran zarif sivri çenesine dudaklarını uzattı.
Odanın kapısı gıcırdadı. Giren kimdi? Belki Bihter'di. Başını kaldırıp bakmaya, onu görmeye yüreği elvermiyordu. Nihal'in sıcak, çok güneş altında kalmış bir çiçek soluğuna benzeyen kokusunu içine çekmekte uzun uzun duruyordu. Kapı yeniden açıldı, kapandı; birisinin odada bulunduğunu anladı. Adnan Bey o zaman başını kaldırdı ve yataklığın ayakucunda Beşir'i gördü.
Beşir orada, dirilmiş büyük bir karaltı biçiminde duruyor ve kavrulmuş dudakları, titreyerek, beyazları donmuş gözlerinde vahşi bir gülüşle bütün yüzünü geren derin bir acıyla Nihal'e bakıyordu; sonra gözleri titreyerek Adnan Bey'e dikildi, bir şey söylemek isteyerek dudakları kıpırdandı; daha sonra birden döndü, odanın kapısına kadar giderek sürmeledi ve dönerek konuşmaya çağrılmasını bekleyen gözlerle baktı.
Adnan Bey sordu:
- Ne oluyorsun, Beşir? Beşir kuru bir sesle:
- Küçük hanımı öldürüyorlar, dedi. Artık hepsini söyleyeceğim. Ve yataklığın demirine dayanarak, gözleri Adnan Bey'in gözlerinden kaçınarak başladı. O hepsini biliyordu, kaç geceler soğuklarda, yağmurların altında, karanlık köşelerde gizlenerek, sofanın şehnişininde saatlerce onları bekleyerek, yorulmaz bir meraklı gözetlemeyle izlemişti.
Söylemeye, kendisini kemiren bu sırrı haber vermeye güç bulamamıştı. Beşir anlatırken bitkin dağınık bir halde bütün gördüklerini, bildiklerini böyle dökerken ikide birde:
- Size neden haber vermedim, diyor, sonra bu sorusuna karşılık veremeyerek:
- Haberiniz olsaydı belki böyle olmazdı, görüşüyle Adnan Bey'in yüzüne bakıyordu.
Adnan Bey sapsarı, hiç kımıldamaksızın tek bir söz söylemeyerek, kulaklarının içinde işittiklerini bir kargaşalık bunalımına boğan uğultularla, gözlerini Beşir'den ayırmayarak dinliyordu.
Beşir bugün Ada'dan dönüşünü anlatıyordu:
- Bülent Bey geldi, Behlül Bey İstanbul'a indi, diyordu. Sonra bildiklerine burada bir öğreniş arası açarak son olaya atlıyordu.
O bu gün bir şeyi, bir büyük olayı bekliyordu; bu olayı, odasında, yarı giyinmiş, yatağının kenarında vaat edilmiş bir şey beklercesine beklemişti. Beşir bitirdikten sonra, bütün güçleri birden sönerek oraya, Nihal'in yatağının kenarına çöktü ve iki eliyle yüzünü kapayarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Adnan Bey; başının üstünde bir dünya parçalanmışçasına, ezilmiş gibi hâlâ gözlerini Beşir'den ayırmayarak duruyordu; sonra birden taşan çılgın bir öfke köpürmesiyle, bir şeyler kırmak, bir şeyler öldürmek isteyen bir taşmayla kalktı.
Ne yapacağını bilmiyordu, odanın içinde dönüyordu. Bihter! Bihter! Ona Bihter gerekti; kollarından tutacak, Bihter'i kıracaktı. Aralık kapısına koştu.
Bihter bu hiç beklenmeyen olaydan sonra kollarında Nihal'i çıkaran kocasını izlemeyerek orada hiç kımıldamaksızın donmuşçasına kalmıştı. Şaşkın gözlerle çevresine bakarak kendisini oradan ayıracak bir başka olayı bekliyordu.
İşte şimdi bütün tasarlanılan sonuçlardan başka bir sonucun karşısındaydı. O kâğıt, Nihal'e her şeyi haber verecek olan o iki satır, onun elindeydi; sonra yavaşça merdivenlerden inerek burada onları işitmiş, hepsini öğrenmişti. Kuşkusuz şimdi babasına söylüyordu; babasını boynuna sarılarak, hıçkırıklar içinde:
- Baba! Sizin bana koca yapmak istediğiniz adam Bihter'in âşıkı imiş, diyecekti. O zaman Adnan Bey çıldıracak, kendisini, onların hepsini kollarından tutarak atacaktı.
Kocasına gidip o gerçeği itiraf etmek için kendisinde güç bulan bu kadın, gerçeğin böylelikle meydana çıkmış olmasına karşı titriyordu. Demek buradan böyle, kirli bir kötü kadın aşağılanmasıyla atılacaktı ve iki gün içinde bu olay bütün halka yayılacak; bu ülkenin havasında, yanında yöresinde gülmeler serperek çalkanacaktı. O zaman, Bihter için Firdevs Hanım'ın hayatı başlayacaktı. Öteden beriden kendisine gülümseyerek bakmak için yetki bulan gözler açılacak, (sarı)yalının şehnişinine mektuplar atılacak ve...
Bütün vücudundan buzlar akıtan bir ürperti ile titriyordu...
Ve bunları kabul etmek gerekecekti. Bunları geri çeviremeyecekti. Hangi yetkiyle? Firdevs Hanım'ın kızı değil miydi? Kocasının evinden kovulmamış mıydı? Bu aşağılanmış yaşama boynuna dolanmış bir zincirdi ki onu boğuncaya kadar sürüklemek gerekiyordu.
Kollarını uzatarak boğazını sıkmak üzere uzanan bu zinciri atmak istedi. Her şeye, her şeye üstelik ölüme katlanacaktı, yalnız buna değil... Merdivenlerden birisi iniyordu. Titredi. Belki kocasıydı. Hayır, bu Behlül'dü ve onun karşısında durdu. Ona perişan, delirmiş gözlerle bakıyordu. Birden boğuk bir sesle:
- Ben gidiyorum, dedi. (Behlül)
Tehlikeyi ancak Nihal'ın odasından çıkarıldıktan sonra sezinledi. Bu olayla her şeyin meydana çıkacağını ancak o zaman anlayarak birden karar vermişti. Buradan kaçmak!..Bihter, kitlenmiş dişlerinin arasından:
- Alçak, dedi.
Behlül ona yaklaştı, gözlerini gözlerine sokarak:
- Niçin? Siz, yanız siz sebepsiniz, diyordu. Her şeyin pek güzel bitmek mümkün iken...
Tamamlayamadı. Bihter, bir adım geri atmıştı, Behlül'ün yüzüne bir şey düştü. Bu o kadar ansızındı ki Behlül birden anlamadı; sonra bir atılışta bu kadının üstüne atılmak, onun kollarını kırmak isteğiyle çıldırdı ama hemen elde ettiği bir soğukkanlılıkla geri döndü ve odasına uğramaya gerek görmeyerek Bihter'e son bir kudurmuş bakışla merdivenlerden atıldı.
İşte o da gidiyordu. Bihter ne yapacaktı? Beşir 'in koridordan çıktığını, merdivenleri yavaş yavaş tırmandığını gördü. Öyle sandı ki geçerken derin ve vahşi bir lezzetle kendisine bakıyor. Artık herkeste bu bakışı bulacaktı. Üstelik annesinde üstelik kız kardeşinde üstelik eniştesinde, özellikle bu her vakit onun gözlerini indirmek zorunda bırakan gözlerinde bu bakış ne çirkin anlamlar kazanacaktı...
Yaşamak; böyle bu bakışların altında yaşamak! Lakin ne için yaşayacaktı? O zaman ölümü düşündü. Evet, ölecekti. Birden aklına bir şey geldi. Kocasının odasında, karyolanın yanında, küçük dolabın çekmecesinde, sedef kaplı kabzasıyla bir zarif oyuncağa benzeyen bir şey vardı ki onun küçücük ağzını şuraya, işte yüreğinin elemli bir yarayla sızlayan şu noktasına koysa ve ancak bir saniyelik bir güç harcayarak, yalnız küçücük bir basışla dokunsa her şey, her şey bitecekti. Ve o zaman, yaşayan aşağılık bir yaratık için esirgenen acıma, bir ölü için esirgenmeyecektir...
Bu düşünce ona bütün güçlerini yeniden kazandırmış oldu. Yürüdü, merdiveni çıktı. Sofada, köşede, Firdevs Hanım'ın çevresinde eniştesiyle Peyker'i gördü. Onu görünce başlarını kaldırarak baktılar; duraklamadan geçti.
Koridorun önünde Emma halının üstüne oturmuş, Feridun 'a kibritlerle bir oyun yapıyordu. Çocuk kollarını uzatarak;
Teyze!..Dedi...
Nihal ancak üç gün odasında hasta kalmıştı ama üç aydan beri iyileşme hâli sürüyordu.
Hekimler Babasına:
- Burada kalmayınız; kızınıza Ada'nın bol güneşleri, sık çamları altında uzun gezintiler yaptırınız, demişlerdi ve üç aydan beri Ada'da yaşlı halanın tek atlı arabasında baba kıza rastlanıyordu.
Biri daha yaşlanmış, öteki daha çocuklaşmış gibiydiler; onların pek az konuşarak ama birbirine pek çok sokularak arabada yan yana bir duruşları, çamlıkta biri ötekinin koluna asılarak bir yürüyüşleri vardı ki onlara birbirinden iyileşme bulan iki hasta hâlini verirdi.
Baba ile kız arasında ne Behlül'e ne Bihter'e ilişkin bir küçük söz edilmemiştir. O uğursuz anıdan kaçıyorlardı, geçmişten son yılları unutmuş gibiydiler; gelecek için seyrek dakikalarda bir iki sözle hülya kuruyorlardı.
Adnan Bey yaşlı mürebbiyeye uzun bir mektup yazmış ve ondan kısa bir karşılık almıştı: Mile de Courton (Matmazel dö Kurton), kış başlangıcında gelecekti, Şakire Hanım'la kocası, cemilelerini gelin ettikten sonra artık o iki taze güvercini yuvalarında rahat bırakarak hayatlarının son yıllarını yalıda tamamlayacaklardı, Bülent okulda geceleri kalmayacaktı. Gene bahçede uzun koşuşlar olacak, o küçük mutfağın parlak takımları arasında, kitaplarda bulunmuş yemek tarifleriyle tatlılar yapılacaktı. Hayat gene onlar için sonsuzluğa değin bir bayram olacaktı, mademki artık baba kızına, kız babasına dönmüşlerdi.
Yalnız Beşir eksikti.
Nihal:
- Oh!.. Zavallı Beşir, der, sonra bu acıklı anıda durmak istemeyerek eklerdi:
- Değil mi, baba? Ne kadar güleceğiz, hani ya önceleri nasıl gülerdik...
Ve mutlu zamanının mutlu kahkahalarından birini bulmaya çalışarak kesik, kuru, içinde bir acılık hıçkırığı ağlayan bir kahkaha ile kollarını babasının boynuna dolar, dudaklarım uzatır, ta çenesinin altından o kılsız noktadan öperdi.
Ağustos sonunun bir akşamıydı, baba kız yine gezintilerine çıkmışlardı; artık döneceklerdi, birden Nihal terbiyelerini babasının elinden aldı:
- Rica ederim, biraz daha baba, dedi. Sonra babasına donuk beyaz bir yüz gibi ayı göstererek ekledi:
- Bakınız, bize fener çekiyorlar.
Bunu söylerken dudaklarında bir gülümseme vardı, sonra bu gülümseme elemli bir iç kırıklığıyla anlamıyla dudaklarının üstünde kaldı. Başı biraz öne eğik, gözleri süzgün, artık esmerleşen yolun üstünde bir anının uçan hayalini izleyerek daldı. İşte onlar, mutlu nişanlılar, tek atlı arabalarının hafif gezintisiyle uçarak mutlu, yürekleri aşklarıyla dolu, başlarının üstünde sevişenler için çekilen bir fenerle koşuyorlar, koşuyorlardı.
Nihal kamçısıyla atın karnını okşayarak bu belirsiz mutluluk hayaline yetişmek, kendisinden kaçan bu şeyi yakalamak istiyordu. Sonra birdenbire silkinerek artık umudunu yitirmişçesine durdu:
- Burada biraz inelim mi, dedi.
Onunla birlikte burada yarım saatlik bir dalınç içinde neler duymuştu!.. Gene deniz uzak bir fısıltı ile gizli ezgiler söylüyor, gene ay beyaz ışıklarıyla ortalığa baygın bir gelip genişleme gülücüğü yayıyordu ama... Nihal düşünmemek için, görmemek için yüreğinde acı bir düğümle babasının koluna asılıyor, onun omzuna başını koyuyor. Ve kendi kendisine:
- Artık hep böyle... diyordu.
- Evet, hep böyle ve bununla mutlu olacağına yemin ediyordu. Gözlerini kapayarak o mutluluk anısını aziz-değerli bir ölünün anısı gibi ta yüreğinin derinliklerine gömecek ve babasının koluna asılarak, başını omzuna koyarak mutlu olmak için çalışacaktı.
Bunu düşünürken babasını yavaş yavaş çekerek götürüyordu; çekti, çekti, bir de çamlığa, o yeşil sevda yuvasına, o bir zümrüdün içinde oyulmuş düşe dönmek istiyordu; sonra çamlığın ta kenarında durdu, ilerlemekten onu sanki engelleyen bir el vardı.
Orada durarak bakıyordu, belki onlar içeride idiler, o mutlu nişanlılar: Behlül'le Nihal... Acı bir gülümseyişle dudakları titriyordu, birden bunu düşünmemek için benliğini zorlardı, kafasından geçen bu şeyin babasını hüzünlendirmesinden korkuyordu. Artık bundan sonra hayatını babasına borçlu değil miydi? Yalnız ona?
Şimdi bu baba kız yaşamak için birbirine bağlı, muhtaçtılar. Bunu yinelerken kafasından bir şimşek hızıyla bir korku geçiriyordu: Ya ikisinden biri yalnız kalırsa? Sonra bu korkudan kaçmak için babasını çekiyor:
- Artık kaçalım, diyordu ve gözlerini kapayarak yürekten bir dua ile o korkuya cevap veriyordu:
- Birlikte, hep birlikte, yaşarken ve ölürken...
Halit Ziya UŞAKLIGİL Aşk-ı Memnu, İnkılâp Kitabevi
Diğer Cevaplara Gözat
Diğer Cevaplara Gözat