Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Açık Oturum Örnekleri

Açık oturum nedir? Açık oturum nasıl yapılır? Açık oturum örnekleri

Bu soruya 3 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Admin

    • 2015-05-23 12:30:47

    Cevap : Açık Oturum Örneği
    KONU : ZİYA GÖKALP VE TÜRK DÜŞÜNCESİ
    YÖNETEN : ALİ GEVGİLİ
    KATILANLAR : PROF. DR. MEHMET KAPLAN,PROF. DR. TARIK ZAFER TUN AYA PROF. DR. ŞERİF MARDİN

    ALİ SEVGİLİ - Türk düşüncesinin gelişimindeki en önemli dönüm
    noktalarından birisi, Ziya Gökalp’tır. Büyük sosyolog ve düşünür Gökalp, ölümünün
    ellinci yılı dolayısıyla, 1974 ekiminde Türkiye'de yeniden saygıyla anılıyor.
    Bugün yapacağımız açık oturumun konusunu, Gökalp 'ın yeri ve düşüncelerinin
    kaynakları gibi meseleler oluşturacak.

    Sayın Prof. Kaplan, Türk toplumunun hangi meselelerle karşı karşıya
    bulunduğu bir dönemde tarih sahnesine çıkmıştır, Gökalp? Ziya Gökalp’in düşünceleri,
    davranışları, tezleriyle Türk kültür ve düşünce dünyasına getirdiği yenilikler, temel
    kavramlar nelerdir?

    PROF. KAPLAN: Ziya Gökalp ''büyük mefkûrelerin, toplumların büyük
    buhranlar geçirdiği yıllarda doğduğunu1' söyler. Gökalp’ı de aynı gerçeğin ışığında
    değerlendirmek mümkün.

    Gerçekten de, yaşadığı dönemde, hem Ziya Gökalp kişisel hayatında
    kendisini intihara götürecek kadar büyük bir buhran geçirmiştir, hem de o dönem yani
    1874 - 1924 arası Türk toplumu için büyük bir buhran zamanı olmuştur. Gökalp’ın
    kendi açıklamalarına göre, kişisel hayatındaki buhran da Türk toplumunun geçirmiş
    bulunduğu buhranla zaten çok yakından ilgiliydi.

    Söylendiğine göre, gençlik yıllarında yaşadığı bu buhran, Batı'dan gelen
    materyalist tabiat görüşü'yle içinde bulunduğu dinsel dünya arasındaki çatışmadan
    doğmuştur. Gökalp, çatışan iki ayrı dünya görüşü arasında kalmış ve hayatına giderek
    bir anlam veremeyerek intihara kalkışmıştı. Mutlu bir tesadüf neticesi intihardan
    kurtulmuştur. Gökalp... Bu, onun iki uç olan materyalizmin ile eski şark mistisizmi
    arasında son derece enteresan bir görüş bulmasıyla sonuçlanan bir kişilik bunalımdır.
    Gökalp'in yaşamış olduğu kişilik buhranı, Tanzimat'tan sonra bizzat Türk
    toplumunun yaşadığı büyük buhranın uzantısıdır. O devir, daha ziyade maddeye,
    makineye, tabiata önem veren Batı medeniyeti bin yıldan beri Türk kültürüne şekil
    veren din ve mistik düşünce arasındaki çatışmanın zirvelere ulaştığı dönemdi. 1874 ile
    cumhuriyet arasında, imparatorluktan millî devlet'e geçiş diye adlandırdığımız son
    derece mühim bir sosyal değişmenin içinde bulunuyordu. Türkiye... Ziya Gökalp bir tek
    değil, çeşitli plânlarda Türk toplumunun yaşamış olduğu değişim buhranlarına cevaplar
    aramış ve karşılıklar vermiştir.

    MİLLÎ DEVLETE YÖNELEN DÜŞÜNÜR
    Gökalp'in buldukları ve Türk toplumuna getirdikleri, topluca, şöyle
    açıklanabilir:
    Osmanlı devletinin dağılmakta olduğu o yıllarda Gökalp'in büyük rolü, millî
    devlet'in ana fikirlerini bulmuş ve belki de en iyi biçimde ifade etmiş olmasıdır.
    İmparatorluğun içinden tarihi akışı sonucu millî bir devlet doğmuştur. Cumhuriyet ile
    kemaline erişmiştir, milli devlet... İşte cumhuriyetten önce de, cumhuriyetten sonra da
    bu yönde gelişen fikirlerin büyük kısmını Ziya Gökalp buldu ve çevresindeki insanlara
    aktardı. Bu fikirler, tarihî şartlara uygun oldukları için gerçekten de çok etkili oldular.
    Arap, Fars, Bizans, Türk gibi çeşitli unsurlardan ibaret karışık Osmanlı yüksek
    kültürü'nün yerine Ziya Gökalp'ın getirmiş olduğu en önemli şey, millî kültür kavramıdır.
    Gökalp, yolunu aydınlattığı millî devlet'i, milliyetçilik fikri üzerine dayandırır.
    Milliyetçiliği ise millî kültür temeline oturtur ve millî dil fikrine dayandırır. Bir sistem
    bulan Gökalp zamanla bu sistem içinde çeşitli fikirleri işlemiştir.

    ATATÜRK VE GÖKALP
    Gökalp, cumhuriyet devrinden önceki (1911 - 1923) nesle tesir etmekle
    beraber, gerçekten, cumhuriyet sonrasını da ana fikirleriyle son derece
    etkileyebilmiştir. Zaten pek çok bakımdan Atatürk'le paraleldir, fikirleri... Atatürk de millî
    devlet fikriyle hareket etmiştir. Ziya Gökalp, cumhuriyet'le beraber, meselâ,
    Türkçülüğün Esasları'nda, fikirlerinde tarihî şartlara göre ayarlamalar yapmıştır.
    Merhaleler vardır, düşüncelerinde... Millî devlet fikri, millî kültür fikri, sade dil fikri, her
    yönüyle halk kültürüne değer verme düşüncesi ve buna benzer fikirleri cumhuriyet
    sonrasında bütün Türk toplumuna mal olmuştur. Gökalp'ın düşünceleri cumhuriyetin
    yarım yüzyılı boyunca yaşar ve nesillerden nesillere intikal ederken fikirlerinin bazıları
    belki de tarihî şartlar müsait olmadığı için fazla yeşermemiş ya da dikkati çekmemiştir.
    Ama 70'lerin sosyal ve ekonomik şartları içinde Gökalp'in tekrar üstünde
    durulması gereken son derece enteresan fikirleri de var.

    GÖKALP’İN DRAMI VE BATININ ŞÜPHESİ
    GEVGİLİLİ :- Ziya Gökalp'in en ilginç yanlarından birisi de kendi çağdaşlarının
    hem içinde, hem de dışında olabilme özelliğidir. Sayın Prof. Mardin, bir sosyolog
    olarak çağına dönüp, Gökalp'in sosyal ve bilimsel köklerine indiğimiz zaman nelerle
    karşılaşıyorsunuz? Özellikle XIX. Yüzyıl sonu ve XX.Yüzyıl başları Türkiye'sinin bir
    yeniliğini teşkil eden pozitivist düşünce, Gökalp ve çağdaşlarına hangi kaynaklardan
    geliyor?

    Gökalp'in pozitivizm'le dinsel dünya arasındaki bunalıma verdiği karşılık,
    Türkçülük tezleri ne gibi özellikler taşıyor?

    PROF. MARDİN-Ziya Gökalp'in fikirlerini anlamaya çalışırken, kendisini
    intihara kadar sürüklemiş olan şahsî buran, hiç kuşkusuz, temeldeki bazı gerçekleri
    aydınlatabilecek bir olay olarak karşımıza çıkıyor. Ziya Gökalp'in bunalımı, kendi
    kuşağının da buhranıydı. Bir yanda Osmanlı toplumundaki İslâm dini terbiyesinin
    önerdiği esaslar, öte yandan da Osmanlı İmparatorluğu'nda o devirde her şeye
    rağmen yayılmaya da başlayan yeni fikir akımları ve bunları bağdaştırma sorunu vardı.
    Gökalp, bu dramı yaşadı.

    Ziya Gökalp kendi devrindeki fikirlerden esinlenmiş ve etkilenmiştir. Bunlar
    o dönemin Batısında da beliren eğilimlerdir ve orda da pozitivizm ile din arasındaki
    köprüyü kurmaya çalışmaktadırlar. Özellikle XIX. Yüzyılın sonuna doğru Nietzsche'nin
    Batı uygarlığını yerici bir biçimde ele almasıyla birlikte, pozitivist görüşün eskiden beri
    vaat ettiği sonuçlara varamayacağı şüphesi belirmiştir. Batı'da... Gökalp'in esinlendiği
    düşünürlerin kafasında, bu etkileri açıkça görmek mümkündür.

    NEDEN TÜRKÇÜLÜK?
    Türkçülüğün şekillenmesini anlamak için yine aynı toplumsal grupta bir
    kısmı serhatlardan gelen bu taşra öğrencilerinin devlet'in parçalandığı kaygı ve
    korkusunu hatırlamak gerekir. Yine aynı kurumdaki karşılıklı öğrenci ilişkileri ve
    Türklükle ilgili yayınlar, bu sorunun da öğrenciler için bir entelektüel odak noktası
    halinde gelişmesini temin etmiştir.

    GEVGİLİLİ - Gökalp'in yaşadığı çağ, kişilik bunalımlarının yanı sıra, Türk
    toplumunda büyük politik ve ekonomik bunalımlarında sahneye çıktığı bir çağdı. Sayın
    Prof. Turtaya, Gökalp'in geçirdiği tarih kesitlerini bir siyasal bilimci olarak incelediniz
    zaman, hangi gelişme eğilimlerini görüyorsunuz? Gökalp, çağının politik meselelerine
    hangi karşılıkları vermiş, ne gibi katkılarda bulunmuştur?

    PROF. TUN AYA - "Ziya Gökalp Türkiye 'de büyük bir insan ve fikir adamı
    olmakla birlikte, aynı zamanda, büyük bir olay'dır da... Bu olayı, pek doğal olarak,
    kendi yaşadığı toplumun koşullarından da ayırmaya imkân yoktur. Onun için:
    * Gökalp'i önce Meşrutiyet toplumu içinde incelemek gerekir.
    * Daha sonra Gökalp'i, o toplumun alın yazısını elinde bulundurmuş ve altı
    aylık bir süre dışında sürekli iktidarda kalmış olan bir partinin, İttihat ve Terakki'nin
    içinde ele almak zorunludur.

    * Ondan sonra da Ziya Gökalp'in bu topluma, bu parti kanalıyla neler
    getirdiğini araştırmak gerekiyor.

    Osmanlı İmparatorluğu 1908yılında İşkodra' dan Basra'ya kadar uzanan,
    üç milyon kilometrekareyi aşan bir ülkeye sahipti ve ülke üzerinde yaklaşık olarak otuz
    milyon insan yaşıyordu. Bu nüfusun yüzde 80'i köylüydü. 1919 yılında yapılan bir 
    istatistiğe göre, imparatorlukta altmış bin köy vardı, bunların on bininde ise okul yoktu.
    Beyrut ve Şam bölgesinde beş yüz köye bir tek okul düşüyordu. Yine doğrudan
    doğruya nazırların yaptıkları açıklamalara göre, yüz kuruş vergi veren halka yirmi
    paralık sağlık hizmeti yapılmıyordu. Öyle ki, bir mebus, "insanlarımız vahşi hayvanlar
    gibi yaşıyorlar, onları ehlî hayvan durumuna çıkarsak, çok büyük bir iş başarmış
    oluruz" diyebiliyordu o sıralarda... Köylü toprağın sahibi değil; zaten nüfusun yüzde
    40'ı ancak elli dönüme kadar arazi sahibidir.

    Ayrıca, Osmanlı Devleti dışa bağlıdır. Türkiye'de kapitülâsyonlar, imtiyazlı
    şirketler, yabancı sermayeler var ve bunlar olağanüstü baskıları deney bilmektedirler.
    Parlâmento üstünde bile dış çevreler öylesine baskılar yapıyorlar ki... Parlâmentonun
    adeta bağımsızlığını kaybettiğini gösteren bir delil, İspirtolu İçkiler Kanunu'dur. Bu
    kanun parlâmentodan çıkmış ve padişah tarafından tasdik edilmiş olmasına rağmen
    çıkarı olan devletlerin başvurmaları üzerine geri alınmıştır.

    Bütünüyle dışa bağlı ve dış borçlanmalarla yaşayan bir ekonomiydi, bu.
    İkinci Meşrutiyet dokuz kere borçlanmıştır. Umumi harp sonunda devletin bir milyarı
    aşkın borcu vardı. Yalnız 1916 yılında borç taksitlerinin toplamı yirmi milyonu
    tutuyordu. Bu kendisine, pek hakim olamayan bir toplumdu. Abdülhamit toplumunun
    devamıydı.

    TÜRK TARİHİNİN BİR AŞAMASI
    GEVGİLİLİ:- "Ziya Gökalp'in ölümünün ellinci yılında, Osmanlı'nın en son
    dönemlerini ve Ziya Gökalp'in o günün Türkiye'si içindeki yerini değerlendiren bu açık
    oturumda şu ana görüşler beliriyor:
    1. XIX. Yüzyıl sonlarında Türkiye ekonomik ve politik anlamda artık büyük bir
    sarsıntı ve dış baskı süreci içindedir. Ekonomi kendi kendisini geliştirmekte güçsüz
    düşüyor; buna karşılık, kapitülâsyonlar, yabancı sermaye ve yabancı şirketler
    aracılığıyla güçlü Avrupa devletleri Türkiye üzerinde belirli bir tempoyla hegemonya
    kurmaya yöneliyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nda yayılan milliyetçi akımlarla Balkan
    halkları arasında ayrılıkça eğilimler büyürken, Türklerin yalnızlığı artıyordu.
    2. Türk aydın tabakalarının o dönemde toplumu kurtarıcı çözümler
    aradıkları görülür. Ziya Gökalp Anadolu'dan gelen bir aydın olarak, burada hem
    toplumda beliren yeni Batılı düşüncelerin, pozitivizmin etkilerini yaşamış, hem de
    geldiği kaynağın kendisine verdiği mistik, dinci yönlerden çelişkilerini duymuştur. Ziya
    Gökalp'i intihar deneyine kadar sürükleyen bu bunalım, o dönem aydınının yaşadığı
    Doğu - Batı çelişkisinin de bir simgesi sayılabilir. Gökalp, çelişkiyi birey'in yerine
    toplum'u koymakla birlikte, belirli bir mistisizmi de sürdürerek yeni bir denge içinde
    çözmek istemiştir.
    3. Politik plâtformda ise, Gökalp millî devlet kavramının gelişmesine katkıda
    bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun yerini alacak bir Türk devleti'nin,
    Türkçülüğün, çok daha büyük bir perspektifte ise Turan devleti dediği bir Türk
    İmparatorluğu'nun ideolojik, politik, düşünsel temellerini ortaya koymak istemiştir,
    Gökalp.
    4. Bir bilim adamı olduğu kadar, politik bir kişi de olan Gökalp, kendi
    çağdaşları arasında, onların üstüne çıkan ve topluma, kendine özgü yeni sentezler
    sunmaya çalışan kişiliğiyle hâlâ dikkati çekiyor ve tarihteki yerini alıyor.
    (Milliyet, 27.10.1974)(Kompozisyon Sanatı, Sakin Öner, Yuva Yayınları,
    İstanbul 2005)

    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Admin

    • 2015-05-23 12:33:53

    Cevap : Bu da Açık Oturum Örneği 2 aşağıdaki ekten indirebilirsin başarılar.

    Sunum İçeriği

    Açık Oturum Örneği:Yerel ve bize özgü eski değerlerden nasıl yararlanabiliriz? Cemal Süreya bir şiirinde, “Gözleri göz değil, gözistan” diyor. Burada “gözistan” kelimesinin çok eski bir şiir geleneğinden geldiği apaçık ortadadır. Modern Türk şiirinde böylesine halka halka bir geçmişi özümleme, bir çağrışım zenginliği, dolgunluğu taşıdığı için, milli bir yan da vardır. (......)Gevgilili — Ortada iki yönlü bir eğilim var. Bir yanda insanın yüzyıllardır süregelen geleneği, makineleşmenin kendisini standart, kişiliksiz hale getirmesine karşı koyuyor, öte yanda da, yeni teknoloji, onun getirdiği yepyeni sosyal düzen, çok daha büyük toplumsal ve kollektif eğilimleri besliyor. Sayın Berk, bu ikili çatışmanın şiire ne şekilde yansıdığı kanısındasınız? Şiirin, bu çelişkilerin çözümüne katkıları olabilir mi? Türkiye’de de eski geleneklerle yeni eğilimler, şiirde nelere yol açıyor?Berk — Sayın Prof. Kaplan, çağdaş toplumun insanları makineleştirmesi ve yabancılaşma sorununu ortaya koydu. Yabancılaşma sorunu anamalcı toplumların bir sorunudur. Gerçekten anamalcı toplumlarda bu sorun Sayın Prof. Kaplan’ın anlattığı biçimde görülüyor. (......)Ozanın bu iki çatışma arasındaki yeri, yani ulusallık sorununa gelince: Bu da bir kişi olarak bu geçmişi yüklenmek, bugünü kavrayabilmek demektir. Yaratıcı, sonunda bir kişidir. Bütün bir toplumun, bütün bir insanlığın halini yaşayan kişidir. Buraya toplumla, dünyayla, kendisi ile bütünleşerek geliyor. Bütün bu geçmişi bugünü, kendisinin yaptığı zaman vardır. Ulusallık, bu anlamda, bir kişi olmaktır. (......)Gevgilili — Sayın Süreya, yarına kalabilecek, uluslararası alanda Türkiye’nin şarkısını söyleyebilecek şiir, sizce nasıl oluşturulabilir? Yeni Türk şiirinde hangi özelliklerle karşı karşıyayız?Süreya — Şiir üzerine kafa yormak şimdilik, ilerdeki bir şiir üzerine düşünmek değil de, mevcut şiir üzerine düşünmek biçiminde olabilir. Şimdiye kadar olan şiir üzerinde düşündüğümüz zaman, şiir üzerinde kafa yoruyoruz demektir.Bugün dünya şiirine baktığımız zaman çok yönlü bir şiirle karşılaşıyoruz. Türk şiiri de çok yönlü bir durumdadır. Artık dünyada, sanatta, özellikle şiirde büyük ulus - küçük ulus farkı kalmamıştır. Her ulusun dünya sanatına katkısı söz konusu olabilmektedir. Kısaca dünya, iyice küçülmüş, bir yerde bazı sorunlar ve koşullar iç içe girmiştir. Bu, sanatta da belli bir ölçünün üstünde evrensele açılmayı gerektirmektedir.Peki evrensele nasıl açılabiliriz ve dünya sanatına nasıl bir katkımız olabilir? Bu, ancak ulusal planda sanatımızla bir varlık haline gelerek olabilir; evrensele ancak ulusallaşma süreci içinden geçerek gidebiliriz. (......)Gevgilili — Sayın Prof. Kaplan, yığınların radyo, televizyon gibi basit ve standartlaştırıcı araçlarla karşı karşıya bulunduğu bir çağda, şiir ve genel olarak sanat, bu üstten standartlaştırmalara, basitleştirmelere karşı ne tür bir yeni derinlikler getirebilir? Böyle bir derinlik, başarmak için nicedir
    Cevap Yaz Arama Yap

    bilgilisincap

    • 2015-05-13 18:43:50

    Cevap : AÇIK OTURUM
    Geniş halk kitlelerini ilgilendiren bir konunun, uzmanlarınca bir başkan yönetiminde dinleyici grubu önünde tartışıldığı konuşmalara açık oturum denir. Açık oturum, büyük bir salonda dinleyiciler önünde yapılabileceği gibi stüdyoya davet edilen dinleyiciler önünde veya dinleyici grubu olmadan da radyoda ya da televizyonda yapılabilir.

    Konuşmacı sayısının üç veya beş kişi olarak tespit edildiği açık oturumlarda başkan önce konuyu açıklar, sonra konuşmacıları tanıtır ve sırayla söz verir. Başkanın konu hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Başkan, sırasıyla ve dönüşümlü olarak konuşmacılara sorular yöneltir, gerektiğinde kısa bir değerlendirme yapar. Tartışma boyunca tarafsız olmak, konuşmacılara verilen süreyi dengeli bir şekilde ayarlamak, tartışma kurallarının dışına çıkılmasını engellemek başkanın görevleri arasındadır.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.