Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Açıklama, tartışma, betimleyici, öyküleyici, biyografi, anı, masal, diyalog, hikaye, söylev, makale, deneme, röportaj, gezi yazısı anlamları.

Açıklama,tartışma,betimleyici,öyküleyici, biyografi,anı,masal, diyalog,hikaye,söylev,makale,deneme, röportaj,gezi yazısı anlamları.

Bu soruya 14 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte Açıklama Nedir:
    Açıklama, herhangi bir şey hakkında okuyucuya (veya dinleyiciye) ayrıntılı bilgi (veya haber) vermek, bir şeyi öğretmek gerektiği zaman kullanılan bir anlatım biçimidir. Okuyucu veya dinleyicinin zihninde beliren kim, ne, nasıl, niçin, ne zaman gibi soruların cevapları açıklama yoluyla verilerek üzerinde durulan konu açıklığa kavuşturulur. Açıklama biçimi atasözleri, öz deyişler, seçme mısralar gibi özlü sözlerin yorumunda daha çok kullanılır. Makale, deneme, sohbet, eleştiri vb. gibi edebî yazılarda da yeri geldikçe açıklama yoluna başvurulabilir. Konunun açıklanmasında tanımlama, karşılaştırma, örnekleme, sınıflandırma gibi yollardan da yararlanmak mümkündür. Herhangi bir özlü sözü açıklamak gerektiği zaman önce, verilen sözdeki kelimelerin anlamları üzerinde durulur. Özlü sözlerde kelimeler, çoğunlukla gerçek anlamları dışında, (mecaz anlamlarıyla) kullanıldığı için bu anlamın doğru tespit edilmesi ve buna göre sözün doğru anlaşılması çok önemlidir. Konu bu şekilde belirlendikten sonra yukarıda anlatılan kompozisyon yazmada kullanılacak plâna göre düşünceler açıklanır.

    UYARI: Açıklama paragrafında ana düşünce sonuç bölümündedir.

    Açıklama ile İlgili Örnek Metin


    Sorumluluk, bir kişinin üstüne aldığı ya da yapmak zorunda olduğu işlerden kendisini sorumlu tutmasıdır. Okumak isteyen öğrenci derslerine çalışmaktan, işi yapmak isteyen işçi işinden, bir doktor hastalarına bakmaktan kendini sorumlu sayarsa başarılı olabilir. Yukarıdaki parçada “sorumluluk” kavramı hakkında bilgi verilmiştir, yazıda kullanılan anlatım biçimi “açıklama” dır.

    Düşünüyorum Öyleyse Varım Sözünün Açıklaması


    Özet Açıklama: René Descartes'in aşama aşama ulaştığı meşhur sözüdür. descartes; herşeyden şüphe edebiliriz hatta şüphe ettiğimizden bile şüphe ederken hep aynı şeyi yaparız; düşünürüz. hiçbir zaman düşünmekten kesilmiyoruz böylece şüphe etmemiz düşünmemizin kanıtı oluyor der. descartes tüm bunlardan yeni bir yere ulaşarak: "herşeyin yanlış olduğunu düşünmek istediğim sırada bunu düşünen benim zorunlu olarak bulunan birşey olmam gerektiğini farkettim" diyor ve düşünüyorsam varımdır daha doğrusu düşünmek için varolmam gerekiyor diyerek bu önemli noktaya nasıl ulaştığını anlatıyor.

    Detaylı Açıklama : "Düşünüyorum, öyleyse varım". Bu aslında şu sorunun cevabıydı: "Mutlak kesinlikle bilebileceğim kesin bir şey var mı?" Hiç şüphesiz her zaman düşündüğünü anlayarak ve bunu Varlık ile bağdaştırarak, kendini düşünceyle tamamlamıştı. Nihai gerçek yerine aslında egonun kökenini bulmuştu ama bunu bilmiyordu. Yaklaşık üç asır sonra, bir düşünür Decartes'ın bu sözünde neredeyse diğer herkesin gözünden kaçan bir noktayı yakaladı. Bu kişinin adı Jean- Paul Sartre idi. Descartes'ın "Düşünüyorum öyleyse varım" sözünü derinden inceleyen Sartre, sonunda kendi sözleriyle şunu anladı: "Ben' diyen bilinçle düşünen bilinç aynı değil".

    BUNUNLA NE DEMEK İSTEMİŞTİ?
    Eğer düşündüğünüzün farkındaysanız, o farkındalık düşünme sürecinin bir parçası olamaz; dolayısıyla bilincin farklı bir boyutu olması gerekir. Ve 'ben' diyen de o farkındalıktır.İçinizde düşenceden başka bir şey olmasaydı, düşündüğünüzü dahi bilemezdiniz.Rüya gördüğünün farkında olmayan biri gibi olurdunuz. Rüya gören kişinin rüyadaki imgelerle kendini tanımlaması gibi, siz de kendinizi düşüncelerle tanımlardınız. Birçok kişi hala bu şekilde yaşamakta, uyurgezer gibi ortalıkta dolaşmakta, uyuduğunu dahi bilmemekte, sürekli olarak aynı kabus gerçekliği yeniden yaratan zihin yapısının tutsağı olmaktadır. Rüya gördüğünüzü bildiğinizde rüya içinde uyanıksınız demektir. Yani başka bir bilinç boyutu devreye girmiştir. Sartre'ın içgörüsü muhteşimdir ama keşfettiği şeyin önemini kavrayabilmek için o da kendisini düşünceyle tanımlamaktadır: Yeni bir bilinç boyutunun ortaya çıkışı.
    (E. Tolle- Var Olmanın Gücü)


    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte tartışma Nedir:

    Bir grubu (veya çoğunluğu) ilgilendiren, daha önceden belirlenen bir konu hakkında farklı düşünceleri olan kişilerin konuyla ilgili görüşlerini açıklamak, konuyu (veya sorunu) çözmek, muhatabın zayıf yönlerini aramak amacıyla bir araya gelerek yaptıkları karşılıklı konuşmaya tartışma denir.

    Tartışmanın Konusu

    Tartışma konusu; üzerinde konuşmaya ve araştırma yapmaya değer nitelikte olmalı, kanıtlanmış konular üzerinde ısrar edilmemeli, normal bir ses tonuyla konuşulmalı, saygılı olunmalı, dedikodu etmekten, bağırıp çağırmaktan, konu dışına çıkmaktan ve konuşanın sözünü kesmekten kaçınılmalıdır.

    Tartışmadan Beklenen

    “Tartışmadan beklenen; gerçeği aramak, gerçeğin aydınlattığı hareket yolunu seçmektir. Söz cambazlıklarının, körü körüne direnmelerin, içten pazarlıklı propagandaların, duygusal çıkmazların gerçekleri kararttığı bir yerde tartışmadan beklenen faydalar derlenemez.
     
    ...Sakin konuşan, soğukkanlılıkla cevap veren, söylenecek sözü olmadığı zaman susmasını bilen, konuşurken kendine güvenç duyan bir kimse her çeşit konuşmada başarı gösterir. ”
     
    Tartışmaları bir başkan yönetir. Tartışmada başkanın görevlerini hatırlayarak başkana yardımcı olmakla bir anlamda tartışmanın kurallarına da uyulmuş olunur.

    Tartışmalarda başkanın görevleri

    1. Konuyu özellikleri ve sınırlarıyla dinleyicilere belirtmek.
    2. Konuşmacıları dinleyicilere tanıtmak.
    3. Tartışmayı başlatmak.
    4. Konuşmacıların konu dışına çıkmalarını engellemek.
    5. Herkese eşit konuşma süresi vermek.
    6. Konuşmacılara yerine göre sorular yöneltmek.
    7. Tarafsız olmak.
    8. Tartışma kurallarına uymayanları uyarmak.
    9. Kısa özetler yaparak konuyu toparlamak.
    10. Tartışmanın sonucunu açıklamak.

    Tartışma Çeşitleri

    Bir dinleyici grubu önünde yapılan münazara, açık oturum, panel, forum ve bilgi şöleni toplu tartışma çeşitlerindendir.


    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte betimleme Nedir:

    Betimleme Nedir?

    Betimleme bir ortamı, olayı, varlığı, imgeyi ve kavramı özel niteliklerini canlandıracak biçimde yazı ya da sözle anlatmaktır.

    Betimleme / Tasvir Etme (Detay)

    Betimleme bir varlığın ya da manzaranın göz önünde canlanacak biçimde kendine özgü yönlerini belirterek söz ya da yazıyla anlatılmasıdır. Neler betimlenir, tasvir edilir? Gözle görebildiğimiz ya da hayalimizde canlandırabileceğimiz her şey... Elimize aldığımız bir kitap ya da kalem, oturduğumuz oda, pencereden bakınca dışarıda gördüklerimiz, bulunduğumuz semt, yaşa­dığımız kent, gökyüzü, bulutlar, dünya, evren... betim­lenebilir.

    Betimleme görülenlerin, gözlemlerin sözcüklerle anlatılmasıdır bir bakıma. Betimlemede mutlaka görsellik vardır. Varlığı gözle algılanan ayrıntılardan söz edilebilir. Yani betimleme gözleme dayanır. Yazar bir varlığı ya da manzarayı betimlerken niteleyici sözcüklerden yararlanır:

    "Son derece sakin, sinek uçsa sesi duyulacak kadar sessiz bir odadayız."

    "Gözümüzün önünde uzayıp giden uçsuz bucaksız masmavi deniz ve çam ağaçlarına şarkı söyleten rüzgâr insana yaşama sevinci veriyordu."


    Betimleme bir anın, bir durumun bir grup insanın fotoğrafının çekilmesidir. "Fotoğraf" betimlemeyi baş­ka tekniklerden -özellikle öykülemeden- ayırmak için anahtar kavramdır. Bir sınıf düşünelim, o sınıfın bütün sınıfa hâkim bir noktadan fotoğrafını çekelim. Fotoğ­rafta görünenlerin anlatılması betimlemedir. Bir öğren­ci defterine bir şeyler yazıyor, biri arkasına dönmüş, bir başkası dışarı bakıyor olabilir. Bunları anlatan cüm­leler betimlemeyi oluşturur.

    Betimleme tekniğinde sanatlı anlatım söz konusudur. Yazar sözcükleri mecaz anlamda kullanabilir. Betim­lediği durumla ilgili duygularını, beğenisini ortaya koya­bilir. Yazar, anlatım sırasında değişik söz sanatların­dan yararlanabilir.

    Örnek: "Bulunduğumuz yer denizden bin beş yüz metre kadar yüksekte idi. Akcedil; ay iskelesinin önünde du­ran kayıklar, ağaçların arasındaki seyrek binalar iğne topuzu kadar ufaktı. Karşıda Burhaniye'nin arkasında yatan Madra dağları şekilsiz bir yığından ibaretti. Güneşin altında göz kamaştırıcı pırıltılarla yanan deniz, ta uzaklarda açıklı koyulu gölgelere bürünen Midilli Adası'na kadar uzanıyor, bunun sağ yanından geçerek, ufukta sisler içinde gökle birleşiyordu. Kazdağı'nın körfeze kadar yaklaşan eteklerini sayılamayacak kadar çok, her biri başka renk ve biçimde, irili ufaklı dağlar ve tepeler çevi­riyordu. Arkamızda Sarıkız, bu dağların en yüksek tepesi, ağaçsız başını beyaz bulutlara uzatıyordu." (Sabahattin Ali)

    Yazar bulunduğu yüksek yerden bakınca gördüklerini betimlemiş. Eğer aynı yeri bir başka yazar betimleseydi farklı bir betimleme ortaya çıkardı. Yazar gözlemle­rine duygularını katarak betimleme yapıyor. Söz sanatlarından (benzetme, kişileştirme, abartma) yarar­lanıyor. Anlattıklarının okurun gözünde canlanmasın sağlamaya çalışıyor.

    Betimlemede Gözlemin Önemi
    Başarılı betimleme yapabilmek için varlıklara bakmak yani gözlem yapmak gerekir. Gözlem; görme, işitme, koklama, dokunma, tatma organlarımızla sağladığımız duyumların tümüdür. Duyu organlarımız aracılığıyla varlıkları incelemek, onların, benzerlerinden ayrılan yanlarını seçmek, betimlemenin ilk koşuludur. Özdeş varlıkların birbirlerine benzeyen yanları bulunduğu gibi, ayrılan yanları da vardır. Sözgelimi, bütün okulların yapısı, bahçesi, derslikleri, öğrencileri, öğretmenleri, hizmetlileri… vardır. Ama, hiçbirininki diğerlerine benzemez. Bu nedenle, tüm kaygımız, betimleyeceğimiz varlıkların kendilerine özgü, göz alıcı, ilginç yanlarını bulup ortaya çıkarmak olmalıdır.

    Betimleme Çeşitleri

    Betimleme, yazarın anlatımına ve duygularını katıp katmamasına göre ikiye ayrılır:

    a) İzlenimsel Betimleme

    Duyguların, öznelliğin ağır bastığı betimleme türüdür. Anlatılanlar kişiye göre değişen nitelikler ve ayrın­tılardır. "Sınıfın insanın içini karartan bir havası vardı." cümlesinde kişiden kişiye değişen bir yargı söz konusudur. Aynı sınıfı bir başkası farklı biçimde algılayabilir. Yukarıda S. Ali'den alınan parça da bir izlenimsel betimleme örneğidir.

    İzlenimsel Betimlemenin Özellikleri

    1.İzlenim kazandırmak amacıyla yazılır.
    2.Değişik duyulara seslenen özel ayrıntılar üzerinde durulur.
    3.Ayrıntılar sübjektif olarak verilir.
    4.Amaç sanat yapmaktır.

    Edebi yazılardaki betimlemeler genellikle izlenimsel betimleme örneğidir. Çünkü yazar gördüklerini duygu­larına bağlı olarak anlatır, anlatıma duygularını da katar.

    Aşağıdaki paragrafı okuyalım:
    "Yeşil, yumuşak çimenlerin üzerine oturmuş, göz­lerinden birbiri ardı sıra yuvarlanan gözyaşları arasından bana bakıyor. Oturduğu yerdeki çimen­lerin sarı, yeşil parıltısı gözlerimi kamaştırdı. Gerideki bahçe duvarını gözden saklayan mor ley­laklardan etrafa hafif, serin bir koku yayılıyordu." (Tektaş AĞAOĞLU)

    Yazar, karşısındaki kişiyi ve oturduğu yeri kendi bakış açısı ile anlatıyor. Bu paragraf duyguların ön plana çık­tığı bir öznel betimleme örneğidir. .

    ÖRNEK SORU:
    Kenar mahalleler... Birbirine geçmiş, yaslanmış tahta evler... Kiminin kaplamaları biraz daha kararmış, kiminin balkonu biraz daha öne eğilmiş, kimi biraz daha çömelmiştir. Hepsi hastadır; onları seviyorum; çünkü onlarda kendimi buluyorum.

    Bu parçanın anlatım biçimi, aşağıdakilerden hangi­sine bir örnektir?
    A) Betimleme (tasvir)
    B) Tartışma
    C) Açıklama
    D) Öyküleme (hikâye etme)
    E) Örnekleme (1987/ÖYS)

    ÇÖZÜM:Yazar bu kısa parçada kendisine yakın bulduğu kenar semtlerin evlerini tasvir ediyor. Evler için "çömelmiş" demesi, evlerin hasta olduğunu söylemesi duyguların etkisiyle söylenen ayrıntılardır. Kısacası bu kısa para­graf güzel bir öznel (izlenimsel) betimleme örneğidir.(Cevap A)

    b) Açıklayıcı Betimleme

    Yazarın, anlatıma duygularını katmadan gözlemlerini nesnel biçimde anlattığı betimleme türüdür. Açıklayıcı betimlemenin örneği olan yazılarda yazar, alabildiğine nesnel davranır, gözlemlerini anlatırken kendinden bir şeyler katmamaya özen gösterir.

    Açıklayıcı Betimlemenin Özellikleri

    1.Bilgi vermek amacıyla yazılır.
    2.Genel ayrıntılar üzerinde durulur.
    3. Ayrıntılar objektif (olduğu gibi)olarak verilir.
    4.Amaç sanat yapmak için değil, bir konu hakkında bilgi vermektir.
    5. Değişik duyulara seslenen özel ayrıntılar üzerinde durulmaz.
    6.Betimlenecek varlığa kişisel duygu ve düşünceler katılmaz.

    Aşağıdaki paragrafı gözden geçirelim:
    "Bu küçük yerleşim merkezindeki tüm caddeler, merkezinde hükümet konağının bulunduğu mey­dana çıkıyordu. Hükümet konağı en azından yüz yıllık bir taş yapı idi. Onun tam karşısında, hükümet konağına göre çok yeni sayılabilecek belediye binası yer alıyordu. Belediye binası ile Şehir Parkı birbirine bitişikti. Parkın içinde, yaz - kış yeşilliğini koruyan elliye yakın büyük çam ağacı vardı. İlçede­ki iki bankanın reklam amaçlı koyduğu banklar bu ağaçların altında duruyordu..."

    Bu parçada öznel olarak nitelendirilecek hiçbir ayrıntı yok. Anlatımda kesin, objektif bilgilere yer verilmiş. Anlatılanların kişiye göre değişen bir yanı yok.

    Şimdi de bir coğrafya kitabından alınan aşağıdaki parçayı inceleyelim:
    "İstanbul'da beklenmeyen bir şekilde nüfusun art­ması ve buna bağlı olarak gecekonduların çoğal­ması altyapının kurulmasını zorlaştırmakta, su, yol gibi sorunlar çözümsüz kalmaktadır. Kentlerin dokusunda önemli değişmeler görülmektedir. İstan­bul'un eski semtleri olan Beyoğlu, Sirkeci, Emi­nönü ve Beyazıt'ta taş ve ara sokaklarda ahşap binalar, birbirlerini kesen dar sokak ve caddeler yer almaktadır. Bakırköy, Caddebostan, Etiler, Nişantaşı, Levent gibi yeni semtlerde çoğu kez doğrusal uzanış gösteren ve birbirlerini dik olarak kesen cadde ve sokaklar vardır. Ataköy, Bahçeşehir gibi planlı olarak kurulan semtlerde daha düzenli caddeler yer almakta, çok katlı binalar ya­pılmaktadır." (Prof. Dr. ibrahim ATALAY)

    Yazar, istanbul'la ilgili gözlemlerini kendi alanı açısın­dan duygusallıktan uzak bir anlatımla ortaya koymuş­tur. Yazar, kendi bakış açısı ile ama öznel olmayan bir üslupla betimleme yapıyor. Oldukça yalın, gerçeğe uygun, sanatl söyleyişlere başvurulmayan bir anlatım söz konusu.

    İnsanla, kişi tasvirleri ile ilgili betimlemelere "portre" denir. Portre, fiziksel (tensel) portre ve ruhsal (tinsel) portre olarak ikiye ayrılır. Fiziksel portrede kişinin görünümü boyu, yüzü, saçı, giyimi anlatılır. Ruhsal portrede ise kişilik özellikleri; karakteri, içtenliği, zevk­leri anlatılır. Ruhsal portrede, varlığı göz ile anlaşılan görsel ayrıntılar bulunmayabilir.

    "Cana yakın biri olduğu, sıcacık ses tonundan anlaşılırdı." cümlesi ruhsal portre ile ilgili bir ayrıntıdır, bu ayrıntıda gözlem söz konusu değildir.

    ÖRNEK SORU:
    Aşağıdaki cümlelerin hangisinde betimleme yoktur?

    A)Söylenenleri hiç duymuyormuşçasına dalgın,düşünceli bir tavırla işini yapmayı sürdürdü.
    B)Artık bahar geldi derken birdenbire hava bozmuş;damlar, sokaklar, kırlar, karla örtülmüştü.
    C)Az konuşan, doğruyu söyleyen, söylediğini tartan bir insandı.
    D)İçli, çok duygulu bir adamdı, konuşurken hem ağlar hem ağlatırdı.
    E)Benim gibi babamın da dedemin de çocukluk ve ilk gençlik günleri bu konakta geçmişti.(1993/ÖYS)

    ÇÖZÜM:
    B seçeneğindeki cümlede dış dünya betimlenmiştir. A, C ve D'deki cümleler kişi betimlemesi (portre) ile ilgilidir. C ve D seçeneklerindeki cümleler özellikle ruh­sal portre ile ilgilidir. Bu seçeneklerde yer alan ayrın­tılar görsel değildir. A'da görsellik vardır; dalgın ve düşünceli olması görerek fark edilir. E seçeneğindeki cümlede betimleme yoktur. Betimleme olması için sözü edilen kişilerin ya da konağın niteliklerinin sıra­lanması gerekir.(Cevap E)

    Konuları Bakımından Betimleme Türleri

    İnsan betimlemesi
    Hayvan betimlemesi
    Eşya betimlemesi
    Manzara betimlemesi
    Olay betimlemesi

    Betimleme Örnekleri

    Hayvan Betimlemesi Örneği

    HOROZ
    Sırtında sanki kanla, altınla işlenmiş ağır, parıl parıl bir manto! Başında vahşi ruhunun timsali gibi balta şeklinde kıpkırmızı tacı! Yerde hançer gibi keskin bir gaga! Sonra, ayaklarındaki mahmuz dediğimiz sivri süngüleri! Dikkat ederdim: Tavukların hiçbirini sevmezdi.

    Yerde bir şey bulup “gıt gıt” diye çağırması, beni hiddetlendiren bir yalandı. Yiyecek bir şey buldu mu kendi yutardı. Yenmeyecek, yutulmayacak bir taş, bir kum parçası buldu mu hemen tavuğa ikram:
    - Gıt, gıt, gıt!.
    Ö.Seyfettin

    Eşya Betimlemesi Örneği

    Mümine Hatun Türbesi
    Nahçivan'daki Mümine Hatun Türbesi, çok köşeli Selçuklu türbe tipinin ve tuğla işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Dıştan on köşeli, içten silindir biçimli bir yapısı vardır. Saçak kısmında üç mukarnas sırası ve kufi yazı şeridi gövdeyi sarar. Bu Çini harfli şeridin altından on kenar, silmelerle birbirlerinden ayrılır. Tuğla mozaik yazıların süslediği silmeler, her biri değişik kompozisyonlar taşıyan panolar biçimindeki yüzeyleri sınırlandırır. Sivri kemerli kapının üstüne, eseri yapan Nahçivanlı Usta Acem-i ibn Ebu Bekr’in imza kitabesi konmuştur. Daha yukarıdaki bir kitabeden de yapının 1187’sde tamamlandığı, okunur.

    Olay Betimlemesi Örneği

    ‘Mart başlayalı kırkını geçmiş nice tanıdıklarım hastalandı. Bazılarının bronşiti, bazılarının romatizması azmış. Baharın hastalıkları saymakla tükenmez ki,.. Mart güneşi canlılığı ile çöreklenip yatan bütün yılanları uyandırıyor. Toprağın yeniden gençliğe kavuştuğu bu mevsimde, hava, kuş cıvıltıları ile beraber insan iniltileri ve hırıltıları ile dolu. Dün, neşeli bir kır köşesinde baharın bu iki zıt levhasını yan yana gördüm: Bir tarafta genç hayvanlar oynaşıyor, kuşlar uçuyor; diğer tarafta ise yaşlı hastalar, yorgun iskeletlerin soğumuş kemiklerini güneşte ısıtmakla meşgul. Bahar, bir muhasip gibi, hayata yeni kavuşturduğu mahkûmların sayısını, yaşayanların toplamından çıkartmakta.”
    Ahmet Haşim, “Bize Göre”

    Fiziki Betimleme Örneği

    “Milly Buck şafak sökerken barakadan çıktı. Sundurmada durarak biran gökyüzüne baktı. Şişman, çarpık bacaklı, uçları aşağı doğru kıvrık bıyıklı, avuçları nasır bağlamış dört köşe elleri olan bir adamdı. Su rengindeki gözlerinde düşünceli bir ifade vardı. Şapkasının altından fırlayan saçları dik dik ve dağınıktı. Bir yandan sundurmada duruyor, bir yandan da gömleğinin eteğini pantolonunun içine sokmaya çalışıyordu. Kemerini çözdü. Tekrar bağladı. Aradan geçen yıllar zarfında Billy’nin göbeğinin ne derece fark ettiğini kemerindeki yıpranmış deliklerden anlamak mümkündü. Havayı iyice kontrol ettikten sonra birini işaret parmağıyla kapatıp kuvvetle sümkürerek burun deliklerini sırayla temizledi. Sonra ellerini ovuşturarak ahıra doğru ilerledi.”
    John Steinbeck , “Kırmızı Midilli”den

    Ruh Betimlemesi Örneği

    “Giton, dolgun yüzlü, yanakları şişkin, dik bakışlı, kendine güvenir, omuzları geniş, göbekli, bakışı sağlam, yürüyüşü sert biridir. Konuşurken de kendine pek güvenir, fakat karşısındakini hemen hiç dinlemez. Ona sözlerini tekrar ettirir. Mendili kocamandır, burnunu gürültüyle siler, uzağa tükürür, bağırarak hapşırır. Gündüz uyur, derin derin, herkesin içinde de olsa horlayarak uyur. Yemekte, arabada yeri herkesten çok yer kaplar. Gezintilerde hep ortadadır, o durunca durulur, yürüyünce yürünülür. Ona uyar herkes, isterse konuşanın sözünü keser. Fakat onun sözü kesilmez, o istediği kadar söyler ve söylediği kadar dinlenir. Herkes onun düşüncesindedir. Verdiği haberler doğrudur. Oturunca koltuğa gömülür. Bacak bacak üstüne atar, kaşlarını çatar, şapkasını birden arkaya atarsa, bu iddialı, kendini beğenmiş, küstah bir alın ortaya çıkarıyor demektir. Öfkelidir, sabırsızdır, iddiacıdır, şakacı, küstah, inatçı, gevşek, ahlak konusunda zayıftır. Kahkahalarla güler, politikacıdır, gizli işleri vardır, kendini zeki, değerli sanır. Zengindir.”
    La Bruyör, Karakterler”den

    Mevsim Betimlemesi Örneği

    İlkbahar
    "Uzun süren kış ayları bitti. Köyün üzerini örten kara bulutlar gitmiş, yerini masmavi gökyüzüne bırakmıştı. Yılan gibi kıvrıla kıvrıla akan derenin suları coşmuş, coşku türküleri söyleyerek akıp gidiyordu... Vadi rengârenk tomurcuk ve çiçeklere bürünmüştü. Uykudan uyanan böcekler yuvalarından çıkarak şimdiden kış hazırlıklarına başladılar. Karıncalar sıcak günlerin uzun sürmeyeceğini bildikleri için ambarlarını yiyecekle doldurma yarışına başladılar. Bizim tembel ağustos böceği de sabahın erken saatlerinde müzik şölenine başlamış, gece gündüz demeden güzel türkülerini söylüyordu."
    (Sabri Oytan, Bal Sarısı -Zerik Taşı, s. 34)

    Öyküleme ile Betimleme Arasındaki Fark

    Betimleyici anlatım bir fotoğraf karesi gibidir. Durağandır. Paragrafda anlatılanların resmini çizebilirsin bir kağıda. Zaten betimleyici anlatım için sözcüklerle resim çizme sanatı denir. Sıfatlar bolca kullanılır. Bolca benzetme yapılır.

    Oysa öyküleyici anlatım bir film karesi gibidir. Durağan değildir. Hareket vardır. Eylemler bolca bulunur. Kısa ya da uzun bir olay vardır. Öyküleme olaya bağlı bir anlatım biçimidir. Varlıkların hareket halinde anlatılmasına olay denir. Olaylar birbirine bağlantılı olarak, birbirini izler biçimde bir dizi halinde anlatılır.

    Hatırlarsanız betimlemede "fotoğraftan söz etmiştik. Betimleme, gözlemlenen bir manzaranın bir an içerisinde fotoğrafının çekilip fotoğrafta görülenlerin anlatılmasıydı. Betimleme için anahtar kavram nasıl "fotoğraf" ise, öyküleme için de "kamera"dır. Birbirine bağlı, birbirini izleyen eylemler ancak kamera ile sap­tanabilir. Kısacası öyküleme tekniğinde eylemlerin devam etmesi, sürmesi (olay halkası) söz konusudur. Betimlemede bu yoktur.

    Öyküleme ve betimleme arasındaki farka örnek soru

    Yirmi yaşından fazla göstermeyen bir genç, çadırın önünde yan yatırılmış el arabasının üstüne oturmuş saz çalıyordu. Fenerin aydınlattığı alnı, ter damlalarıy-la kaplıydı. Sazının sapı, şaşırtıcı bir süratle aşağı yukarı kayan parmaklarının altında bir canlı gibi titri­yordu. Tellere vuran sağ eli, küçük fakat kendinden emin hareketler yapıyordu. Gencin eli, sazın gövde­sine yaklaştıkça insan, saz ile el arasında gizli fakat çok anlamlı bir konuşma olduğunu sanıyordu.

    Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerden hangisi ağır basmaktadır?
    A) Betimleme B) Tartışma C) Açıklama
    D) Öyküleme E) Karşılaştırma(1995/ÖYS)

    ÇÖZÜM: Betimleme ile öykülemenin farkının en iyi ortaya kon­duğu bir soru karşısındayız. Parçanın daha ilk cümlesi bir olay anlatımı ile başlıyor. Ancak paragrafın sonraki cümlelerinde bu olayı sürdüren başka bir olay yok. Yani öyküleme için gerekli olan bir olay akışı ya da olay halkası yer almıyor. Bir genç saz çalıyor. İlk cüm­leden sonraki cümlelerden gencin saz çalışı ve saz çalan genç adam ayrıntılı biçimde betimleniyor. "Elinin hareketleri, alnının ter damlalarıyla kaplı olması" betimlemeye ilişkin ayrıntılardır. Bu parçanın anla­tımında betimleme tekniği ağır basmaktadır. (Cevap A)



    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte öyküleme Nedir:

    Öyküleme Nasıl Yazılır?

    Öyküleme; yaşanan, görülen duyulan ya da tasarlanan olayların anlatılması demektir.
    Öykülemenin, günlük yaşantımızdaki yeri büyüktür.Konuşmada olsun, yazmada olsun, öykülemeye sık sık başvururuz.

    Öykülemenin Öğeleri


    Öyküleme, üç temel öğeden oluşur.Bunlar; olay, kişiler, yer ve zaman’dır.

    Bu öğeler aşağıdaki bölümlerde geçer:
    a - ) Serim (Giriş) : Anlatılacak olayın ortaya konulduğu bölümdür.Yazar, okuyucuya, neyi anlatıcağını bu bölümde sezdirir.Gerekirse, öyküyü yönlendirecek öğelerden kimileri (kişilerin tanıtılması, olay zamanının belirtilmesi vb. ) de bu bölümde sergilenebilinir.Düğüm ve giderek çözüm, bu bölüm üzerine kurulur.Düğüm bölümüne göre kısa olur.
    b - ) Düğüm (Gelişme) : Bu bölümde, serimde ortaya konan olay açılır, geliştirilir.Olayın gelişmesine koşutolarak okuyucunun merakı da artar, yoğunlaşır.Okuyucu, sonucun ne olacağı üzerinde düşünmeye başlar.İşte, okuyucuyu meraklandıran, belli bir gerilime ulaştıran bu bölüme düğüm diyoruz.Düğüm, öykünün en geniş bölümüdür.
    c - ) Çözüm (Sonuç) : Düğüm bölümündeki merakı, gerilimin ortadan kalktığı, olayın sona erdiğin bölümdür.Çözümde, serim gibi kısa olur.

    Öyküleme Nedir


    Öyküleme olaya bağlı bir anlatım biçimidir. Bu anlatım tekniğinde olay bir akış içerisinde anlatılır.

    Olay, belli bir yerde ve zaman diliminde kişi ya da kişi­lerin yaptıklarıdır. Kısaca "Varlıkların hareket halinde anlatılmasına olay denir." biçiminde bir tanım da geliştirilebilir. Öyküleyici anlatım tekniğinde "olay" denilince olağanüstü bir olay olması gerekmez. Olay için gerekli olan öğeler vardır; bunlar yer, zaman, kişi ya da kişilerdir.

    Bir parçada öyküleyici anlatımdan söz edilebilmesi için olayların akışından oluşan olay halkası olması gerekir. Olaylar birbirine bağlantılı olarak, birbirini izler biçimde bir dizi halinde anlatılır.

    "Bahçe kapısının önünde iki adam kavga eder gibi konuşuyorlardı." şeklindeki bir cümle öyküleme tarzı için yeterli değildir.

    "Uzun boylu olanı sağ elini havaya kaldırarak bağır­maya başladı. Karşısındaki adam, kendisinden hiç beklenmeyecek bir çeviklikle bağıran adamı itip yere düşürdü." cümleleri ile paragraf sürdürülürse öykü­leme tekniğinden söz edilebilir.

    Hatırlarsanız betimlemede "fotoğraftan söz etmiştik. Betimleme, gözlemlenen bir manzaranın bir an içerisinde fotoğrafının çekilip fotoğrafta görülenlerin anlatılmasıydı. Betimleme için anahtar kavram nasıl "fotoğraf" ise, öyküleme için de "kamera"dır. Birbirine bağlı, birbirini izleyen eylemler ancak kamera ile sap­tanabilir. Kısacası öyküleme tekniğinde eylemlerin devam etmesi, sürmesi (olay halkası) söz konusudur.

    Sabahleyin erkenden hazırlanıp evden çıktı. Ağır ağır yürüyerek otobüs durağına geldi. Durağın çok kalabalık olduğunu görünce biraz durup ne ya­pacağını düşündü. Aniden geriye dönüp istasyona doğru yürümeye başladı. Sanki altmış yaşında değil de on sekiz yaşında bir delikanlı gibi hızlı adımlarla yürüyordu şimdi.

    Bu kısa parçada birbirine bağlı eylem dizisi vardır. Burada anlatılanları tek fotoğraf karesine alıp anlatmak mümkün değildir.

    "Camın dış tarafında uzun boylu, esmer yüzlü tığ gibi bir delikanlı belirdi. Gölge gibi kaydı, gözlerini çevirip Şeref Bey'in olduğu tarafa şöyle bir baktı. Sonra iki adım ötedeki kapıdan kahveye girdi. Orada biraz durakladı. Gözleri avukatın üzerinde idi. Büyülenmiş gibi ona doğru yürüdü. Muamele memurunun arkasında durdu. Onu camın öte tarafından baktığı andan beri gözleriyle takip eden avukat çoktan ayakta idi. Fakat yüzüne doğru kaldırmaya hazırlandığı dirseğini kullanmaya vakit kalmadan, o sakin delikanlı, kendisinden hiç bek­lenmeyen bir atiklikle muamele memurunu kenara itti ve Şeref Bey'in suratına "şırak" diye bir tokat indirdi. Sonra geriye döndü, hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıktı."(İlhan TARUS)

    Parçadaki olay oldukça yalın: Bir genç birine bir tokat patlatıyor. Tokat atma, eylemlerin son halkasını oluş­turuyor. Gencin tokat atmadan önce yaptıkları adım adım anlatılıyor ve daha sonra bitiş sahnesi yer alıyor.

    Öyküleme ile Betimleme Arasındaki Fark


    Betimleyici anlatım bir fotoğraf karesi gibidir. Durağandır. Paragrafda anlatılanların resmini çizebilirsin bir kağıda. Zaten betimleyici anlatım için sözcüklerle resim çizme sanatı denir. Sıfatlar bolca kullanılır. Bolca benzetme yapılır.

    Oysa öyküleyici anlatım bir film karesi gibidir. Durağan değildir. Hareket vardır. Eylemler bolca bulunur. Kısa ya da uzun bir olay vardır. Öyküleme olaya bağlı bir anlatım biçimidir. Varlıkların hareket halinde anlatılmasına olay denir. Olaylar birbirine bağlantılı olarak, birbirini izler biçimde bir dizi halinde anlatılır.

    Hatırlarsanız betimlemede "fotoğraftan söz etmiştik. Betimleme, gözlemlenen bir manzaranın bir an içerisinde fotoğrafının çekilip fotoğrafta görülenlerin anlatılmasıydı. Betimleme için anahtar kavram nasıl "fotoğraf" ise, öyküleme için de "kamera"dır. Birbirine bağlı, birbirini izleyen eylemler ancak kamera ile sap­tanabilir. Kısacası öyküleme tekniğinde eylemlerin devam etmesi, sürmesi (olay halkası) söz konusudur. Betimlemede bu yoktur.

    Öyküleme ve betimleme arasındaki farka örnek soru


    Yirmi yaşından fazla göstermeyen bir genç, çadırın önünde yan yatırılmış el arabasının üstüne oturmuş saz çalıyordu. Fenerin aydınlattığı alnı, ter damlalarıy-la kaplıydı. Sazının sapı, şaşırtıcı bir süratle aşağı yukarı kayan parmaklarının altında bir canlı gibi titri­yordu. Tellere vuran sağ eli, küçük fakat kendinden emin hareketler yapıyordu. Gencin eli, sazın gövde­sine yaklaştıkça insan, saz ile el arasında gizli fakat çok anlamlı bir konuşma olduğunu sanıyordu.

    Bu parçanın anlatımında aşağıdakilerden hangisi ağır basmaktadır?
    A) Betimleme B) Tartışma C) Açıklama
    D) Öyküleme E) Karşılaştırma(1995/ÖYS)

    ÇÖZÜM:
    Betimleme ile öykülemenin farkının en iyi ortaya kon­duğu bir soru karşısındayız. Parçanın daha ilk cümlesi bir olay anlatımı ile başlıyor. Ancak paragrafın sonraki cümlelerinde bu olayı sürdüren başka bir olay yok. Yani öyküleme için gerekli olan bir olay akışı ya da olay halkası yer almıyor. Bir genç saz çalıyor. İlk cüm­leden sonraki cümlelerden gencin saz çalışı ve saz çalan genç adam ayrıntılı biçimde betimleniyor. "Elinin hareketleri, alnının ter damlalarıyla kaplı olması" betimlemeye ilişkin ayrıntılardır. Bu parçanın anla­tımında betimleme tekniği ağır basmaktadır. (Cevap A)
    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte biyografi Nedir:
    Biyografi Nedir :Edebiyat, sanat, siyaset, ticaret vb. alanlarda haklı bir üne kavuşmuş, tanınmış insanların hayatlarını, eserlerini, başarılarını okuyucuya duyurmak amacıyla yalın bir dille, tarafsız bir görüşle yazılan inceleme yazılarına hayat hikâyesi (biyografi) denir.

    Biyografilerin Özellikleri


    1-Yaşamı yazılan kişinin kendisi tarafından değil, onunla ilgili araştırma yapan, bilgi ve belgelere ulaşan veya onun yaşamına yakından tanıklık etmiş kişiler tarafından kaleme alınır.
    2- Tarafsız ve gerçekçi olunmalıdır.
    3-bilgi. Belge, tanık ve kanıtlara dayandırılmalıdır.
    4- Kronolojik sıra izlenebilir.
    5- Kişiyi tüm yönleriyle tanıtır. Kişinin önemi, değeri, benzerlerinden farkı belirlenmelidir.
    6- Öznel bir tutum izlenmemeli, kişinin yaşamı aşırı yerme ve övmelerden uzak tutulmalıdır
    7- Açık, sade bir dil kullanılır.
    8-divan edebiyatında şairleri anlatan bu eserlere, "Tezkire" denirdi.
    9-Türün ünlüleri; Mithat Cemal Kuntay, Şevket Süreyya Aydemir.

    Biyografi Nasıl Yazılır


    * Ünlü bir kişinin hayat hikâyesini yazacak kimse, geniş bir araştırma yapar. Şayet kişi sağ ise ona hayatıyla, çalışmalarıyla, eserleriyle ilgili sorular sorar ve aldığı cevapları not eder (veya kaydeder.); bunlardan yazısında yararlanır. Kişi hayatta değilse, onun hayatını (varsa belgeleriyle birlikte) etraflıca araştırır. Nasıl ünlü olduğunu, nasıl başarılı olduğunu; (varsa) eserlerini dikkatlice inceler. Bütün bu veriler ışığında kronolojik olarak veya kendine özgü bir üslûpla hayat hikâyesini yazar. Çoğu zaman bunlarda, sanatçı kendisiyle beraber aile büyüklerinden, çevreden, aile içi durumlardan da söz eder. Ünlü kişilerin hayatlarını konu alan, bunları roman tarzında işleyen edebî yazıLara biyografik roman denir. Bir kişinin hayatını ayrıntılı olarak veren kişisel biyografi kitapları olduğu gibi, birden çok kişinin hayat hikâyelerini bir araya getiren genel biyografi eserleri de vardır. Örneğin antolojilerde, ansiklopedilerde, yıllıklarda birden çok kişinin biyografileri çok kısa olarak ana hatlarıyla verilir. Bu eserlerde ya da yazarın kitabının arka kapağında veya iç sayfasında yer alan biyografiler genellikle kısadır. Ayrıntıları atılmış daha çok doğum ölüm tarihleri, doğum yerleri, bitirdikleri okullar, çalıştıkları işler, yazdıkları eserler ve önemli başarıları anılmakla yetinilir. Her döneme, her mesleğe ve her millete ait kişilerin biyografilerini veren eserlere evrensel biyografi, bir millete ait kişilerin biyografilerini verenlere ulusal biyografi, bir bölgeye mensup kişilerin biyografilerinin toplandığı eserlere bölgesel biyografi, belli bir mesleğe mensup kişilerin yer aldığı eserlere meslekî biyografi, belli bir dönemde yaşayanların hayat hikâyelerinin verildiği eserlere de dönem biyografisi denir. Dönem biyografisine çağdaş insanların yer aldığı Who's Who? (Kim Kimdir?) adlı eseri gösterebiliriz. Biyografiler yazım tekniğine göre de farklılıklar arz etmektedir. Bunları kısaca şöyle sınıflandırabiliriz:

    a. Bilimsel Biyografi


    Biyografik bilgileri kronolojik bir sıra içerisinde, alt başlıklar halinde, onun dönemi içindeki konumunu, getirdiği yenilikleri, gösterdiği başarıları, eserlerini, eserlerinin değişik özelliklerini eleştirel bir tutumla, belgelere, araştırma ve incelemelere dayalı olarak veren çalışmalara bilimsel biyografi ya da biyografik monografi denir. Bu tür eserlerde kişinin doğumu, yetişmesi, öğrenimi, çalışma hayatı, türlerine göre eserleri, eserlerinin önemi, şekil ve muhteva özellikleri, başarıları, ödülleri ve başka özellikleri bölümler halinde verilir. Bilimsel biyografi türüne şu örnekler verilebilir: Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser (1971); İsmail Parlatır.

    b. Biyografik Roman


    Ünlü kişilerin hayatlarını konu alan, bunları roman tarzında işleyen edebî yazıLara biyografik roman denir. Roman, hikâye gibi tahkiye kurgusu içerisinde, olay anlatımı üslûbuyla kişiyi bir roman kahramanı gibi olayların içindeki konumlarıyla sunan eserlere de edebî biyografi ya da biyografik roman denir. Biyografik romanlarda kişinin ruhsal ve fiziksel özellikleri, davranışları, duyguları, düşünceleri, tepkileri, tavır alışları, giyinişi gibi pek çok değişik özellikleri ayrıntılı olarak verilip bir anlamda onun portresi çizilir. Hayatı içerisinde canlı, yaşayan bir kişilik olarak sergilenir. Buna örnek olarak M. Emin Erişirgil'in Mehmet Akif /İslâmcı Bir Şairin romanı (1956); Tahir Alangu'nun “Ömer Seyfettin “(1968) adlı eserleri verilebilir. Ayrıca Oğuz Atay'ın “Bir bilim Adamının romanı” (1975) adlı romanı da bu türün en iyi örneklerindendir. Yazar bu romanında hocası Mustafa İnan'ı merkez alarak bir dönemin idealist neslinin hayatını yansıtmıştır.

    c. Nekroloji


    Ölen ünlü bir kişinin hemen ölümünden sonraki günlerde genellikle gazete ve dergilerde yakın çevresinde yer alan kişiler tarafından onun üstün niteliklerinin, erdemlerinin, çalışmalarının ve diğer özelliklerinin anı üslûbuyla anlatıldığı yazılara denir. Bu yazılar bir anlamda öleni çok seven birinin ağıtları, duygusal, öznel açıklamalarıdır. Bu tür yazıLara örnek olarak Yahya Kemal'in ölümü dolayısıyla kaleme alınmış şu yazıları verebiliriz: Vehbi Cem Aşkun, "İstanbul Aşığını Kaybetti" (Dün-ya, 5 Kasım 1958); Nimet Behsuz, "Büyük Şairin Arkasından" (Yeni Gün, 3 Kasım 1958); Cenap Gedikoğlu, "Bir Dev Şair Göçtü" (Yeni Gün, 5 Kasım 1958).

    Biyografinin Tarihi Gelişimi


    Türk edebiyatında ilk biyografik eser, Malik Bahşi'nin Feridüddin-i Attar'dan çevirmiş olduğu “Tezkiretü'l-Evliya”dır.

    Daha çok mesleklerine göre düzenlenmiş ve birden fazla kişinin biyografisinin yeraldığı Tezkire, menakıb, vefeyat, devha, sefine, tuhfe, hadika, fihrist, silsilename, şairname, gazavatname, sicil gibi adlar altında birçok eser kaleme alınmıştır. Menakıpname ya da velâyetname denilen eserlerde tarikat büyüklerinin, evliyaların, pir ve şeyhlerin olağanüstü halleri, kerametleri ve diğer kişisel özellikleri anlatılır.

    Yayımlanmış bazı menakıpnamelere şu örnekler gösterilebilir: Hacımsultan Velâyetnamesi (Rudolp Tschudi); Hacı Bektaş Velâyetnamesi (Erich Gross).Vakayinamelerde de birçok devlet adamının biyografilerine ait malzemeler bulmak mümkündür.

    Şuara Tezkiresi


    Şairlerin biyografilerine, eserlerine yer veren, şiirleri hakkında değerlendirmelerin bulunduğu eserlere şuara tezkiresi denir.

    Otobiyografi


    Kişinin kendi hayatını anlattığı yazıya otobiyografi denir. Otobiyografide doğumdan itibaren otobiyografinin yazıldığı ana kadar yaşananlardan anlatmaya değer olanlar yazılır. edebiyat, sanat, siyaset, spor vb. alanlarda ünlü bir kişi; diğer insanlarca bilinmeyen yönlerini, başarısını nelere borçlu olduğunu ve nasıl kazandığını anlatmak amacıyla otobiyografisini yazar. otobiyografi her ne kadar öznel bir anlayışla kaleme alınsa da gerçEkler göz ardı edilmemelidir.

    Monografi


    Ünlü bir kimsenin hayatını, kişiliğini, eserlerini, başarılarını ayrıntılarıyla ele alan veya bilimsel bir alanda özel bir konu ya da sorun üzerine yazılan inceleme yazısına monografi (tek yazı) denir. Monografide herhangi bir yer, bir eser, bir yazar, Tarihî bir olay, bilimsel bir alana ait bir sorun özel bir görüşle veya bakış açısıyla değerlendirilebileceği gibi bir konu üzerinde derinlemesine bir inceleme de yapılabilir.

    Portre


    Bir kimseyi karakteristik özellikleriyle okuyucuya tanıtmak amacıyla yazılan edebî yazılara portre denir. Kişinin sadece dış görünüşünün (boyunun, yüzünün, giyinişinin, hareketlerinin...) anlatıldığı portreye fizikî portre; iç dünyasının, alışkanlıklarının, duygularının, fikirlerinin, zayıf taraflarının... anlatıldığı portreye ruhî portre (tinsel, moral portre) denir. Çoğu zaman fizikî portre ile ruhî portre iç içe verilir.
    Fizikî portre; kişiyi diğer insanlardan ayıran dış özellikleri iyi bir gözlemle belirlendikten sonra, uygun sıfatlar kullanılarak özgün bir şekilde yazılır.
    İç dünyanın anlatıldığı ruhî portrede ise; kişinin ahlâkı, alışkanlıkları, düşünceleri ilginç bir üslûpla yazılır. Portreye konu kolan kişiye ait, düşünceleri ve anlayışları daha etkili olarak ortaya koymak için onun sözlerine de yer verilebilir.
    Romanda olay kahramanları değişik bölümlerde (yeri geldikçe) gerek dış görünüşleriyle gerekse karakter özellikleriyle okuyucuya tanıtılır. Okuyucunun roman kahramanlarını hayalinde canlandırması sağlanır. Bu yönüyle portre bölümlerine, romanlarda daha çok rastlanabileceği gibi bağımsız bir edebî tür olarak yazılmış portreler de vardır.

    Portre Örneği


    Atatürk Portresi
    Atatürk her şart içinde kendisini empoze edenlerdendi. Bakışında, jestlerinde, ellerinin hareketinde, kımıldanışlarında ve yüzünün çizgilerinde bütün bir dinamizm vardı. Bu dinamizm etrafını bir çeşit sessiz sarsıntı ile dolduruyordu. Öyle ki birkaç dakikalık bir konuşmadan sonra bu mütevazı ve rahat adamın, bu öğreticinin anında bir uçtan öbür uca geçebileceğini, meselâ en rahat ve kahkahalı bir sohbeti keserek en çetin bir kararı verebileceğini ve daha gücü bu kararı verdikten sonra yine aynı noktaya döneceğini düşünebilirsiniz. En iyisi istim üzerinde bir harp gemisi gibi çevik, harekete hazır bir dinamizm diyelim.

    Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir

    Otobiyografi


    Otobiyografi Bir düşünürün, bir sanatçının kendi yaşam öyküsünü anlattığı eserdir. Kaynak olarak kişi kendini ve aile büyüklerinden aldığı bilgileri kullanır. otobiyografi yazmak çok güçtür, çünkü insanın kendinden sözederken objektif olması zordur. Otobiyografiler sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu alanda çalışacaklara ve yazarın yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık eder. Otobiyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir yaşam deneyimini, yaşayanın ağzından katmak demektir. Onların; başarılarının nedenlerini çözeriz.

    Otobiyografilerin Özellikleri


    • otobiyografi düşünsel plânla yazılır.
    • otobiyografi, belgelere dayanılarak yazılır. Rivayetlere ve tartışmalara yol açacak bilgilere yer verilmez.
    • Derlenen bilgiler bilimsel araştırma yöntemiyle bir araya getirilmelidir.
    • Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte anı Nedir:
    Hatıra yani Anı  : Toplum hayatında önemli görevler üstlenmiş, toplumu ilgilendiren önemli olayları bizzat yaşamış veya bu olaylara şahit olmuş kişilerin bu olayları duyurmak için sanat değeri taşıyan bir üslupla yazdıkları yazılara hatıra denir.

    Hatıra yani Anı bir kimsenin, özellikle tanınmış kişilerin yaşadıkları dönemde gördükleri ya da yaşadıkları ilginç olayları gözlemlerine ve bilgilerine dayanarak anlattıkları yazı türüdür. Tanınmış sanatçı, siyasetçi, ve bilim adamlarının yazdığı anılar onların yaşayışlarını, yaşadıkları dönemdeki önemli olayları anlatması bakımından önemlidir.
     

    Hatıranın Özellikleri

    1 – Yaşanmakta olanı değil, yaşanmış bir konuyu anlatır.
    2 – İnsan belleğinde iz bırakan olay ve olguları anlatır
    3 – Tarihsel gerçeklerin öğrenilmesine katkı yaptığı için tarihçilere ışık tutar.
    4 – Tanınmış, bilim, sanat ve politika adamlarının yaşamlarını çalışma ve araştırmalarını anlatır.
    5 – Yazarın unutulmasını istemediği gerçekleri kalıcı kılar.
    6 – Geçmiş birinci kişinin ağzından kişisel yargılar ve yorumlarla verilir.
     

    Hatıranın Tarihsel Gelişimi

    Batıda en çok yaygın bir tür olup ilk örneğini eski Yunan sanatçısı Ksenophon’un “Anabasis” adlı eseriyle vermiştir. Alman filozofu Eflatun’un birçok eseri bu türdendir 18. yüzyılda J. J. Rouseau’nun “ İtiraflar” Goldoni’nin “İyilkik Sever Somurtkan”, Goethe’nin “Şiir ve Gerçek Andre Gide’nin “Jurnaller “bu alanda önemli eserlerdir. 19. yüzyılda Fransız edebiyatında :Victor Hugo’nun”Gördüklerim”, Stendhalın “Bencillik Anılar, Verlaine’nin “ İtiraflar Rus yazar Tolstoy’un İtidafım” 20. yüzyılda dünyanın her ülkesinde çok sayıda edebiyatçı bu türde eserler vermeye devam etmektedir. Bizde, 7. yüzyıla ait “Göktürk Yazıtları” bu türün ilk örneği sayılmaktadır. 16. yüzyılda Hindistan’da bir imparatorluk kurmuş olan Babür Şah’ın yazdığı “Babürname” , 17. yüzyılda Ebul Gazi Bahadır Han’ın yazdığı “Şecere-i Türk” , Katip Çelebi ve Naima’nın bir çok eseri bu türün örneklerindendir. Eski edebiyatta anı özelliği taşıyan “Vakainameler, Gazavatnmeler, sefaretnameler bu türün öenekleri sayılmaktadır.
     Edebi tür anlamında anı ise bizde Tanzimat döneminde başlamıştir. Önceleri Ebuziya Tevfik ve Ali Suavi çıkardıkları gazetelerde anılarını yayınlarlar Daha sonra Akif Paşa’nın “Tabsıra” Namık Kemal’in “Magaza Mektupları” , Ziya Paşa’nın “Defter-i Amel” Ahmet Mithat Efendi’nin “Menfa” Muallim Naci’nin “Ömer’in Çocukluğu” Servet-i Fünun Döneminde; Ahmet Rasim’in “Eşkal-i Zaman”, “Falaka” “ Maharir “,”Şair “ Halit Ziya’nın “Kırk Yıl”, Saray ve Ötesi Hüseyin Cahit Yalçın’ın : “ Edebi Hatıralar”. Son Dönem Edebiyatında Yakup Kadri: “Zoraki Diplomat, Vatan Yolunda , Gençlik ve Edebiyat Hatıraların” Ruşen Eşref Ünaydın : “ Atatürk’ü Özleyiş” Falih Rıfkı Atay : “Çankaya” Halide Edip . “Türk’ün Ateşle İmtihanı” Yahya Kemal: “ Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım “ Yusuf Ziya Ortaç “ Porteler,” Bizim Yokuş” Ahmet Hamdi Tanpınar . “ Kerkük Anıları” Samet Ağaoğlu: “ Babamın Arkadaşları” Salah Birsel : “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” Halikarnas Balıkçısı : “ Mavi Sürgün” Oktay Rıfat . “Şair Dostlarım”
     Ayrıca, son dönemde, Celal Bayar, İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi siyasi kişilerin yazdıkları anılar, yakın tarihimizi aydınlatması bakımından önemli eserlerdir.
     

    Hatıra ile Günlüğün Benzer ve Farklı Yanları

    1 - Anı da günlük gibi bir kişinin başından geçen gerçek yaşantılardan kaynaklanan yazı türüdür .
    2 - Günlük yaşanırken anı ise yaşandıktan sonra yazılır.
    3 - Anılar, yazarların yaşlılık çağlarında yazdıkları ve yaşamları boyunca karşılaştıkları olayları nesnel bir şekilde ortaya koyan yazılardır. Günlükler ise daha öznel, derin, içten ve ruhun derinliklerinden kopup gelen Anlık duygu ve düşünceler hakimdir.
    4 - Anı yazılarının anlatım açısından kurgusal niteliklere sahip olduğunu da söyleyebiliriz Günlükler ise kurgudan uzak yoğun düşüncelerin toplamıdır.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte masal Nedir:

    Masal Nedir

    1. Genellikle halkın yarattığı, ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan halk hikâyelerine masal denir.
    2. Kahramanlarından bazıları hayvanlar ve tabiatüstü varlıklar olan, olayları masal ülkesinde cereyan eden, hayal mahsulü olduğu halde, dinleyicileri inandırabilen bir sözlü anlatım türüdür.
    3. Genellikle özel kişiler tarafından, kendisine mahsus (olağanüstü) zaman, mekan ve şahıs kadrosu içinde, yaşanılan hayatla hayal edilen hayatın sistemli bir şekilde ifade edildiği, klişe sözlerle başlayıp, yine klişe sözlerle biten hayal ürünü sözlü anlatım türüdür.
    4. Günlük hayattan sıyrılarak, insanların muhayyilelerinde tabiat ve gerçek dışı âlemde yaşattığı kahramanların hikâyesi, sözlü nesir türüdür. diyebiliriz.

    Masalların Ortak Özellikleri

    1. Olağanüstü konular vardır. Mesela masal kahramanları yaşlanmaz.
    2. Kahramanlar GERÇEK üstü özelliklere sahip olabilir.
    3. Yer ve zaman belirsizdir.
    4. Her masaldan bir öğüt, bir ders çıkarılabilir. Masallar eğlendirici ve eğiticidir.
    5. Masallarda kalıplaşmış bir tekerleme ile başlar.
    6. Masallarda olağanüstü varlıklar (cin, peri, melek) bulunabilir.
    7. Masallar kalıplaşmış tekerlemelerle biter ve sonunda mutlaka gökten üç elma düşer.
    8. Masallar hep mutlusonla biterler.
    9. Niteliği ne olursa olsun her şeyiyle hayal ürünüdürler.
    10. Olaya dayalı sanatsal kurmaca metinlerdir.
    11. Sözlü edebiyat ürünüdür.
    12. Kişiler ya çok iyi ya da çok kötüdür.
    13. Yazarları yoktur. Halk düşüncesinin,halk kültürünün ortak ürünüdür.
    14. Masallarda yer kavramı sembolik bir biçimde yer alır. Genellikle uzak mekanlarda geçer. Bahsedilen yer isimlerinin çoğu hayalidir. Ne zaman,hangi yerde bulundukları asla bilinmez.
    15. Masallarda gerçek yer isimleri de belirtilir. Fakat masallarda anlatılanlar gerçekte bu yerler değildir.

    Masalların Genel Özellikleri

    Masalın genel özelliklerinin “konu, olay, yer, zaman, kişi, amaç” yönlerinden değerlendirilmesi:
    a- Konu: Masallarda her insanı ilgilendiren evrensel değerler ve konular anlatılır. Özellikle çocuklara doğruluk, dürüstlük, iyilik, güzellik, ahlâklı olmak, erdemli olmak, yardımseverlik gibi duygular verilmek istenir. Ayrıca çevredeki kişilerin, olayların ve yöneticilerin eleştirileri de yapılır. Haksızlıklara karşı halkın ve halk içinde bir önderin direnmesi ve sonuçta mutlaka üstün gelmesi işlenir.
    b- Olay: Masallar olay eksenli bir edebiyat türüdür. Tamamen hayal ürünü olan bu olaylar, olağanüstü nitelikler taşıyabilir. Masallarda “olamaz” diye bir şey yoktur. Her şey olabilir ve bunlar konu olarak işlenir.
    c- Yer: Masalda belirli bir yer, çevre yoktur. Hayali bir yer, çevre söz konusudur. Bunlar da genellikle “Kafdağı’nın arkasında bir ülke, yedi kat yerin altı, periler padişahının ülkesi” gibi hayalî yerlerdir.
    d- Zaman: Masalda zaman da belirsizdir. Geçmişte bir zamandan söz edilir; ama aslında bu hayalî bir zamandır. Masallar geçmiş zaman kipi (-miş) kullanılarak anlatılır. Bu yönüyle de hikâyeden ayrılır. “Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken, develer tellâl iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken gibi tekerlemeler aslında zamanın belirsizliğini ve olayın hayalî olduğunu da açıklar.
    e- Kişi: Masal kahramanları olağanüstü nitelikler taşıyabilir. Masallarda “peri, dev, cüce, cadı, gulyabani, şahmeran, Zümrüdüanka kuşu” gibi hayalî kahramanlar karşımıza çıkabilir. Masalda, gerçek hayatta rastlanamayacak kişiler bulunabilir. Kişiler ya iyidir ya da kötüdür. İyiler hep iyilik yapar, kötüler de hep kötülük yapar. İyiler masalın sonunda mutlaka kazanır, kötüler de her zaman kaybeder.
    f- Amaç: Masalda eğiticilik esastır. Aslında yerin, kişilerin ve zamanın hayalî olması da bundandır. Kimse rencide edilmeden insanlara ders verilir. Herkes masalın sonunda verilen dersten kendisine düşen payı alır. Masallarda kötülükler eleştirilerek okurun ve dinleyenin bu kötüler gibi olmaması istenir. İyiler ve iyilikler de yüceltilir ki okur veya dinleyici iyi olsun ve iyilik yapsın. Bu yüzden özellikle eğitimde masallardan yararlanılır.

    Masalların Anlatım Özellikleri

    - Anlatım hiçbir engele uğramadan akıp gider. (Akıcılık)
    - Gereksiz söz tekrarları yapılmaz.(Akıcılık)
    - Ses akışını bozan, söylenmesi güç seslere ve kelimelere yer verilmez. (Akıcılık)
    - Gereksiz ifadeler olmaz. (Duruluk - Açıklık)
    - Anlaşılması güç cümlelere kurulmaz. (Duruluk - Açıklık)
    - Anlatım sade ve süssüz olur. (Yalınlık)
    - Duygu ve düşünceler kısa ve kesin ifadelerle dile getirilirilr. (Yalınlık)

    Masalın Bölümleri

    Masal üç bölümden oluşur:
     1 - Serim (Döşeme)
     2 - Düğüm (Gövde/Gelişme)
     3 - Çözüm (Sonuç)

    1 - Döşeme Bölümü

    Masalların baş kısmında yer alan, dinleyicinin ya da oyuncunun masal dinlemeye çağrıldığı bölümüdür.Bu bölüme masal başı ya da tekerleme bölümü de denilmektedir.
     
    Tekerlemeler niçin kullanılır?
    Tabii ki dinleyicilerin ilgisini çekmek ve masala hazırlık yapmak için.
    Ortadaki tekerleme zamanı hızlandırmak için,sondaki tekerleme ise masalı bitirmek için kullanılır. Masalda, nerelerde tekerleme kullanılır?
    Masalda üç yerde tekerleme vardır.
    Başta,ortada ve sonda
     
    Bir varmış.Bir yokmuş.Evvel zaman içinde.Kalbur saman içinde.Cinler cirit oynarmış,eski haman içinde. Hamamcının tası yok.Oduncunun baltası yok.Arap Bacı hamama gider,koltuğunda bohçası yok.Handadır handa.Bostana gider manda.Mandayı kestik. Etini yedik.Dişimizin kavuğuna yetmedi.Sonracıma derisini yükledik,doksan dokuz deveye. Deve çangul çungul çöle çıktı birgün.Sağa baktı ot yok,sola baktı kum çok.Az gittik.Uz gittik. Dere tepe düz gittik. Altı ayı bir güz gittik. Dönüp arkamıza bir baktık ki,arpa boyu yol gitmişiz.Yeniden çıktık yola.Var varadan,sür süreden.Amasya`dan Tire`den.Sulu yerde peynir ekmek,susuz yerde kavun karpuz yiyerekten,vardık varacağımız yere…Geldik masala.Masaldır bunun adı.Söylemekle çıkar tadı. Kim iyi dinlemezse yesin onu Arap Dadı… MASAL TEKERLEMESİ
    Bu bölüm,masalı oluşturan ana olayın ve bu olayla ilgili ayrıntıların sunulduğu,masalın en uzun bölümüdür.
     
    Döşeme bölümü bittikten sonra genellikle bu bölüme “Vaktiyle memleketin birinde ’’ “Adamın biri’’, ‘‘Evvel zaman içinde” gibi söz açıcı başlangıçlarla geçilir.

    2 - Gövde(gelişme) Bölümü

     Kahramanın başından geçen türlü türlü olaylar anlatılır. Okuyucunun merakı tahrik edilir. Olay bir çözüme kavuşturması gereken noktaya getirilir.

    3 - Sonuç (Üç Elma) Bölümü

    Bu bölümde olay bir sonuca bağlanır. İyiler kazanır. Kötüler kaybeder. İyilere ödül, kötülere ceza verilir. İyi dileklerle masal bitirilir. Üç elma bölümü de denilmektedir. Masalcı bu bölümde sanki olayları yaşamış gibi,masalın verildiği duygu haliyle dinleyenleri kimi zaman bu elmalardan biriyle ödüllendirilebilir. “Gökten üç elma düştü birisi yiğit olanların başına,birisi bu masalı dizip koşana,biriside dinleyenlerin başına” diye söylenir.Kimi zamanda masal “Onlar ermiş muradına,biz çıkalım kerevetine” diye de bitirilebilir

    Masal Türleri

    Milletlerarası Masal Kataloğu'nda masallar şu ana çeşitlere ayrılmıştır:

    1. Hayvan Masalları

    Bu çeşit masallarda hayvanlar genellikle kılık değiştirmiş insan niteliğindedir. Bir düşünceye güç kazandırmak, ibret dersi vermek, örnek göstermek amacıyla anlatılır. Asıl masallardan daha kısa olur, başlangıç tekerlemeleri yoktur. Türk hayvan masalları da genellikle başka ülkelerdeki benzerleriyle aynı kaynaklara dayanır. (Bey ile Horoz, Keloğlan ile Eşeği masalları v.b.). Bunların bazıları eski dinî inançların kalıntılarıdır. (Hayvanlarla Süleyman peygamber veya Nuh peygamber arasında cereyan eden olayları konu edinmiş masallar);

    2. Asıl Masallar

    a) Olağanüstü Masallar

    Asıl masalların, yani masal denince ilk akla gelen masalların yer aldığı bu bölümdeki masallarda peri, cin, dev anası gibi tabiatüstü varlıklara rastlanır. Hayvanlar, hayvan masallarında olduğu gibi, insan rolünde değil, tabiat dışı varlıklar seklindedir. Olaylar da, kişiler gibi olağanüstüdür (Rüzgâr Dev, Tık Tık Kabacık masallarında olduğu gibi);

    b) Gerçekçi Masallar

    Kişiler, hayvanlar, olağanüstü masallarınkinden çok farklı değildir. Şehzadeler, sultanlar, padişahlar, bezirganlar, hocalar, kadılar, yoksul ailelerin genellikle en küçük kız veya oğulları Türk masallarının bu çeşidinin ana kişileridir. Bamsı Beyrek Masalı, Akıllı Terzi Kızı v.b.);

    3. Güldürücü Fıkralar

    Nükteli hikâyeler, yalanlamalar (Bekri Mustafa, İncili Çavuş, bektaşi, yörük, uşak-efendi, asker-subay, ana-baba, karıkoca fıkraları ve hikâyeleri);

    4. Zincirlemeli Masallar

    Çoğunun kişileri insan ve hayvanlardır. Küçük çocukların severek dinledikleri ve kendi aralarında en çok anlattıklarıdır (Keloğlan, Sırça Köşk masalları v.b.).

    Masalların taşıması gereken nitelikler

    a) Öncelikle masal yalın bir dille,akıcı ve açık bir anlatımla sunulmuş olmalıdır.
    b) Olaylar canlı ve hareketli olmalıdır.
    c) Masallar öğrenci ve sınıf ortamına uygun olmalıdır.
    d) Konuları çocuklarca yanlış anlaşılacak;örneğin kadını küçümseyen toplumun inançlarına ters,kadercilik anlayışına yaslanan masallara yer verilmemelidir.
    e) Döşeme bölümündeki söz dizimi akıcı,ilgi çekici olmalı,düğüm bölümü ustaca işlenip,olaylar beklenmedik biçimde sonuçlanmalıdır. Masallarda insanlar,gerçek veya gerçek dışı vasıflarda görünürler. Kişiler kuvvetlerin büyülü bir araçtan,var olmayan bir mahluktan veya evliyadan alır.(köylü,cadı,derviş,ırgat…) Destanlarda kişiler gerçektir. ama halk tarafından kişilere olağanüstü özellikler katılmıştır.Bunun yanında kişileri tanrı, tanrıça ve diğer olağanüstü varlıklar olan mitolojik kaynaklı destanlar da vardır.

    Masal Kahramanlarının Ortak Özellikleri

    1. Kahramanlar GERÇEK üstü özelliklere sahip olabilir.
    2. Masallarda olağanüstü varlıklar (cin, peri, melek) bulunabilir.
    3. Masal kahramanları olağanüstü nitelikler taşıyabilir. Masallarda “peri, dev, cüce, cadı, gulyabani, şahmeran, Zümrüdüanka kuşu” gibi hayalî kahramanlar karşımıza çıkabilir.
    4. Masalda, gerçek hayatta rastlanamayacak kişiler bulunabilir.
    5. Kişiler ya iyidir ya da kötüdür. İyiler hep iyilik yapar, kötüler de hep kötülük yapar. İyiler masalın sonunda mutlaka kazanır, kötüler de her zaman kaybeder.
    6. Kişiler ya çok iyi ya da çok kötüdür.
    7. Masal kahramanları yaşlanmaz.
    8. Masallarda kahramanları komik yanları vardır.

    Masal ile Destan Karşılaştırması

    Masal ile Destan Arasındaki Benzerlikler

    1. Her iki türde de olağanüstü kahramanlar ve olaylar vardır.
    2. Her ikisi de anonimdir.
    3. Asıl kahramanlar ön plandadır. Kahraman; gücü, kuvveti temsil eder, her zaman doğruyu yapar.
    4. Her iki türde de benzer motifler vardır. Rüya, aksakallı ihtiyar, kırklar (3- 7 – 40) motifleri gibi benzer motifler vardır.

    Masal ile Destan Arasındaki Farklılıklar

    1. Masal hayâl mahsulüdür. Destanlarda ise olağanüstü olaylarla gerçek olaylar birleştirilmiştir.
    2. Destanlarda zaman ve mekân kavramı belirlidir. Masallarda ise belli değildir.
    3. Destanların hususî anlatıcıları vardır. Manzumdurlar (zamanla nesir hâline gelmişlerdir) saz eşliğinde söylenirler. Masalların da hususî anlatıcıları vardır, nesir şeklindedirler. Saz eşliğinde söylenmezler.
    4. Masallarda amaç bir ders vermektir. Destanlardaki amaç ise bir milletin geçmişini anlatmaktır.

    Masal Tekerlemesi

    Masal tekerlemeleri birbirleriyle pek ilgisi olmayan, ancak dinleyicinin ilgisini masala çekmek için bir araya getirilmiş sözlerden oluşur. Tekerlemenin asıl güzelliği de, birbirleriyle ilgisiz gibi görünen bu tür sözlerin bir düzen içinde sıralanmasındadır. Bu da bir söz ustalığını gerektirir. Bu ustalık masal anlatanın, yani masalcının ustalığına bağlıdır. Aslında tekerlemenin masalla hiçbir ilgisi yoktur. Sadece dinleyicinin ilgisini çekmek ve onu masal dünyasına girişe hazırlamak için söylenir. İşte masalcının söz ustalığı da burada başlar. Söylediği tekerlemeyle dinleyenleri neşelendirir. Anlatacağı masala ilgi çeker. Masalının dikkatle ve heyecanla dinlenmesini sağlar.

    Türk Edebiyatında Masal

    Masal kelimesinin eski Türk dili anlatımlarında ve eski metinlerde "masal" , "mesele", "misal", "hikaye", "destan", "kıssa" karşılığında kullanıldığı görülmektedir. Zamanla bu kelimeye menşe olacak "mesel" kelimesi ise 19. yüzyılın başlarından itibaren yazılı ve sözlü kaynaklarda rastlanmaktadır. Bu kelime "örnek verme" ve "benzer" anlamlarında kullanılmaktadır. Bazı Türk yerleşim bölgelerinde "atasözü" karşılığında da kullanılan kelime Azeri sahasında "nağıl", Anadolu'nun bazı bölgelerinde "metel" şeklinde söylenilmektedir. Edebiyatımızda masalı gerçek anlamda ilk defa Namık Kemal'in "Mukaddeme-i Celal" 'inde kullanıldığı görülmektedir. Yazar, masalı tamamen hayali olaylardan meydana gelen bir anlatım türü olarak görmektedir. Namık Kemal ayrıca masalların ahlaki, eğitici ve terbiye edici özellikleri olduğunu belirtmektedir.
     
    Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları" (1923) adlı eserinde masalı; halk edebiyatı ürünleri içerisinde göstererek, masalların halk hayatındaki önemine yer vermiştir.
     
    Türk masalları üzerinde araştırma yapan Pertev Naili Boratav "100 Soruda Türk Halk Edebiyatı" adlı eserinde masalı nesirle söylenmiş, dinlik ve büyülük inanışlarından ve törelerden bağımsız, tamamiyle hayal ürünü, gerçekle ilgisiz ve anlattıklarına inandırmak iddiası olmayan kısa bir anlatı şeklinde tanımlamaktadır.
     
    Recaizade Mahmut Ekrem, "Çok Bilen Çok Yanılır" adlı eserini bit masalı genişleterek yazdığını söyler.
     
    Türk masallarının kahramanları genel olarak insanlar, hayvanlar ve doğaüstü varlıklardır. Cadı karıları, devler, vezir vs. kötü kahramanlar iken padişah, kral, hükümdar, hızır, derviş vs. iyi kahramanlardır. Tilki, aslan, Anka kuşu, papağan gibi hayvan kahramanların olduğu masalların yanı sıra derviş, hızır, peri, cin gibi doğaüstü varlıkların yer aldığı masallar da bulunmaktadır.
     
    Türk masallarında en önemli tiplerden biri Keloğlan'dır. Keloğlan tipi Türk zeka gücünün en iyi temsilcisidir.

    Masalda gökten üc elma düştü tekerlemesi ile biten bölüme ne ad verilir?


    Dilek bölümü veya sonuç bölümü adı verilir.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte diyalog Nedir:

    Söyleşmeye bağlı anlatım, metinlerin konuşmalardan (diyalog ve monolog­Iardan) oluşan bölümlerinde ve günlük hayatta konuşmalarla gerçekleştirilen her tür iletişimde kullanılan anlatım türüdür. Sohbet, diyalog, mülakat adı verilen metinler söyleşme çevresinde oluşur. İç konuşma (monolog) da söyleşmeye dayanır. Günlük hayat, roman, hikâye ve tiyatrolarda karşılıklı konuşma (diyalog) ve ikiden fazla kişinin konuşmasına bağlı metinler, söyleşme anlatım türü çevresinde oluşur.

    Söyleşmeye Bağlı Anlatımla Oluşturulmuş Metinlerin Özellikleri

    1.Jest ve mimikler anlatımın gücünü arttırır.
    2.Sohbet, mülakat ve diyalog, monolog metinleri söyleşmeye bağlıdır.
    3.Karşılıklı konuşmalar, bağlama ve konuşulan kişiye göre değişebilir.
    4.Görme ve işitmeyle kurulan iletişim önemlidir.
    5.Vurgu ve tonlama önemlidir.
    6.Hikâye Roman Tiyatro, Mülakat, Röportaj, Monolog söyleşmeye bağlı anlatımın kullanıldığı metin türleridir.
    7.Roman, hikâye ve tiyatrolardaki karşılıklı konuşmalara diyalog, iç konuşmalara ise monolog denir.
    8.Tekrarlar söyleşmeye bağlı anlatımlarda ifadeyi kuvvetlendirir.
    9.Söyleşmeye bağlı metinlerde anlatımın süresi sınırlandırılmalıdır.

    Söyleşmeye Bağlı (Diyalog) Anlatım Örnekleri

    ATTİLÂ İLHAN'LA MÜLAKAT
     İnsanın zevkle okuduğu romanlar, şiirler vardır. Hani canı sıkıldığında defalarca okuduğu hâlde, elinin yine de ilk onlara uzandığı kitaplar... Ekolleşmiş anlatımı olan bazı yazarlarımızın yapıtları artık alışkanlıklarımız olmuştur. Bu haftaki konuğumuz, hepimizin kitaplığına aşina olmuş bir yazar. Hem yazar hem şair hem senarist hem gazeteci hem de araştırmacı Attilâ İlhan...

    - Sayın İlhan, dilerseniz öncelikle edebiyat alanına girişiniz ve verdiğiniz ilk ürünleri öğrenelim sizden.
     
    - Edebiyat dünyasına pek erken girdim denilebilir. Gerçekten çocuk denecek yaşta yazıyordum ben. İlk şiirimi ilkokul üçteyken, ilk romanımı da orta ikide yazdım. Yazmak bende önüne geçilmez bir hevesti.Şiiri de o gün duygulanıp şiir olarak yazıp bırakmıyorum. Yazmak benim için sürekliliktir. Liseye kadar bu şekilde sürekli olarak yazdım. 1946'da lise ikinci sınıfta iken şiir dalında bir sanat armağanında derece aldım. Ve edebiyat alanına paraşütle bir iniş yaptım... Kendimi bir anda şiir dünyasında buldum... Aslında o ana kadar yazılmış on romanım vardı. O, on romanı yayımlayamadım... Ve artık beğenmediğim için de yayımlamayacağım. "Sokaktaki Adam" yani basılan ilk romanım, benim on birinci romanırndır.

    - Çalışma düzeninizden bahseder misiniz? Edebiyat alanında en üretken yazarlarımızdan bifmnfo. Bunu nasıl gerçekleştiriyorsunuz?
     
    - Felaket, asap bozucu nitelikte disiplinliyimdir. Sabah 07.00 - 09.30 arası, öğleden sonra ise 15.00-19.00 arası benim çalışma saatlerimdir. Geceleri kesinlikle çalışmam. Gece hayatım, içkim, sigaram olmadığı için erken kalkarım ve güne zinde başlarım. Üretkenliğe gelince, bu sürekli çalıştığım için oluyor En kaim romanlarımı bile günde bir sayfa yazarım. "Nasıl yetiştiriyorsun?" diyeceksiniz. Sürekli ve disiplinli çalıştığım için oluyor bu. Öyle ki çalışırken şubat ayının 28 çekip çekmemesini bile dikkate alırım.
     
    - Eserlerinizde kullandığınız dil hakkında neler söylemek istersiniz? Neden yoğun Osmanlıca brcMli yeğliyorsunuz?
     
    - Ağdalı bir lisan kullandığım doğru. Fakat ben geniş bir tarih reformu içinde roman yazıyorum. 1900'lerin Selanik ve İstanbul'da geçen olayları ve bunları yaşayan insanları yazıyorum. Mesela ittihat ve Terakki'den bahsederken Türkçeleştireyim derken 'Birlik ve İlerleme Partisi' dersem komiklik yapmış olurum. O zamanki konuları dönemin insanları olarak koruyorum. Eğer o kavramları anlatamazsak o devri de anlatamam. Entelektüel ve siyasi kavramları dönemin yapısına uygun olarak koymak lazım.
     
    - Peki, yetişen ve okuyan nesil tarafından anlaşılıp anlaşılmadığınız konusunda ne diyeceksiniz?
     
    - Umurumda değil. Anlasınlar keratalar! Zaten öğrenmeleri gereken kültür varlığımız o dille yazılır. Şimdi dili değiştiriyoruz diye onları reddedemeyiz. Romanlarımda zaten ben konuşurken şimdi kullandığımız dille, onları konuştururken yaşadığı devirde konuştukları gibi yazıyorum. Son romanım "Dersaadette Sabah Ezanlarında devrindekilerden daha ağdalı bir dil kullanıyorum. Çünkü olay 1900'de ve Selanik'te geçiyor. Başka bir anlatım dili seçmem imkânsız.
     
    ...
     
    - Şimdi biraz şiire dönelim. Siz edebiyat literatüründe şair sınıfından mısınız, yoksa yazar mı?
     - Pek çoğu beni şair sınıfına sokar. Fakat ben kendimi şair olduğu kadar yazar ve gazeteci olarak da görüyorum. Senaryo da yazıyorum. Yani ben edebiyatın, yazım dünyasının içindeyim.
     - Son bir sorumuz var Sayın İlhan. Edebiyatımız, hangi işlevi yüklenmesi gerektiğinin bilincine sizce vardı mı?
     - Tam anlamıyla varmış diyemem. Henüz modalardan kurtulamadılar. Yine de birkaç önemli yazarımızın olduğunu kabul etmek gerekir. Şu andaki durumumuz, Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatı çizgisine girmiştir. Bu durum Tanzimat sonrası olan Batı etkileriyle eşdeğerdedir. Taklit edebiyatı gelişmiştir Artık Türk edebiyatının ulusal bilincine varması lazım. Şu an var olan kozmopolitliği de ilericilik sayıyor bazı yazarlarımız. İşin en komik ve acı olan yanı da bu. Aynı durum Türk edebiyatında olduğu gibi, sanatın her dalında, Türk sinemasında bile var. Estetik düzeyde ulusal özellikleri kavramak ve öncelikle ulusal bir  bileşime ulaşmak gerekir.
     Tüles HASDEMİR



    GELDİĞİ GİBİ
    Şu kış günleri yok mu sevemiyorum bir türlü... Her yıl boyunca: İnsanların çalışırken en çok düşündükleri, en çok eğlendikleri mevsim kıştır. Uzun gecelerde ocak başına büzülüp ne yapacağını şaşıran kişioğlu aklını işletmiş; hakikatleri, sırları araştırmış; masallar uydurmuş; insanlar, yasalar koymuş Medeniyeti kışın getirdiği ihtiyaçlar yaratmış değil mi?" derim ama olmuyor işte, boşuna. Ta gençliğimde Remy de Gourmont (Römi dö Gurmon)'un bilmem hangi kitabında okuduklarımdan kalma bu yankı kandıramıyor beni Doğru sözler, doğru ya, beni avutmaya, güz sonu içimi sarmaya başlayan o korkuyu andırır perişanlığı gidermeye yetmiyor.
     
    Soğuktan yakınacak değilim. Ne yalan söyleyeyim, öyle çok üşümedim ömrümde, serinlikler basınca sırtımı pekiştirmenin, oturduğum yeri ısıtmanın bir çaresini bulurum. Üşümenin, şöyle biraz üşümenin de bir tadı vardır doğrusu. Kar altında beş-on dakika, yarım saat yürüdükten sonra sıcak bir odaya girip parmaklarını hohlamanın zevkine doyulur mu? Gözlerinizin içi parlar. "Vuuuu! Üşüdüm!" diyerek mangala sobaya yaklaşırken gülümsememek, gülmemek elinizde midir? Keyifle hatırlarsınız üşüdüğünüzü...
     
    Kışı, gündüzleri kısacık olduğu için sevmem. Sabahleyin bir türlü doğmak bilmeyen güneş çekip gider. Hele şimdi! Saat dördü biraz geçti mi, ortalık kararıveriyor Ne anladım ben ondan? Penceremden bakıyorum, tertemiz bir hava, berrak... Bir çekicilik vardır. Ankara'nınki İstanbul'unki gibi öyle baygın değildir; yarı sevdalı, yarı hüzünlü hülyalar kurmaya sürüklemez, insanı çıkıp gezmeye çağırır Ama nereye gideceksin? Sen daha biraz yürümeden sular kararacak, çevreni seçemez olacaksın Lambaların ışığı ne kadar parlak olursa olsun, gezmelere elverişli değildir.
     
    "Yaşlandın sen artık, kocadın, yarım saat dolaşsan yoruluveriyorsun, dizlerin tutmuyor, bir de gezme sözü mü edeceksin?" diyeceksiniz. Haklısınız. Evet, yürüyemiyorum artık, çabucak bir kesiklik geliyor. Ama yaşlandım diye benim gezme, uzun uzun gezme hülyaları kurmamı da yasak edecek değilsiniz ya! Bırakın, unutuvereyım yaşlandığımı, unutayım da yaz gelince, o uzun günlerde dilediğimce gezebileceğimi umayım... Hem ben ışığı, ışıklı günleri yalnız gezmek, yürümek için sevmem ki! Bir yerde oturup çevrenize, ta uzaklara bakmanın da tadı yok mu? Gözlerinizin görebildiği bütün yerler sizindir, şu tepelerdeki ağaçlar, bir sıraya dizilmiş şu renk renk evler, şu uzaklaşan insan, şu yaklaştıkça yüzü beliren gölge, hepsi hepsi sizindir; sizindir de değil, sizsiniz onlar... Onlara baktıkça, onları gördükçe benliğimizin genişlediğini, zenginleştiğini duyarsanız. Yalnız değilsiniz, çevrenizde, gözünüzün görebildiği kadar uzaklarda hayat var, hepsini sevebilir, hepsini düşünebilirsiniz. Kışın ise öyle mi? Daralıverir, küçülüverir çevreniz. O kısacık günler, bu yeryüzünün varlıklarıyla beslenmenize yetmez, uzun gecelerde ise kendi kendinizle baş başa kalır, gündüz toplayabildiğiniz azıcık şeyi de çabucak tüketirsiniz. Ah, kış geceleri, bitmek bilmeyen, insanı kendi kendine, hep kendi kendini düşündürmeye sürükleyen kış geceleri! Size hep kendi kendinizi düşündürdüğü için de benliğinizi gözünüzde büyütür, büyütür. İçinizde tükenmez hazineler bulunduğunu sandırır... Evet, medeniyeti belki kışın getirdiği ihtiyaçlar yaratmıştır, kış geceleri belki hakikatleri araştırmaya, sırları çözümlemeye, masallar uydurmaya, araştırmaya, yasalar kurmaya elverişlidir ama bizi kendi kendimizle uğraşmaya, benliğimizi beğenmeye sürükleyen de odur.
     Neye yazdım bu satırları? Hiç... Işığa hasretimi, ışıklı yaz günlerine hasretimi söylemek istedim, işte o kadar. Böyle geldi, böyle yazdım.
     Nurullah ATAÇ



     YILDIZLARA BAKMAK
     GÖZLEM EVİ MÜDÜRÜ - (Güler.) Vaktiniz varsa hay hay!
     YOLCU - (Ağlamaklı) Yok, ne yazık ki, vaktin yok. Çok geç kaldım.
     GÖZLEM EVİ MÜDÜRÜ - Çok geç kaldınız!
     ARABACI - Bey, hemen gidelim! Ben yıldız da gösteririm size!
     YOLCU - (Azarlar.) Görmüyorum dedim yahu, göz doktoru musun sen?
     GÖZLEM EVİ MÜDÜRÜ - Bu iş doktor işi değil, yaşamak işi Arabacı! Nasıl senin beygir! Yemini yedi suyunu içti mi?
     ARABACI - Yedi, içti, beyim!
     GÖZLEM EVİ MÜDÜRÜ - Ne yapıyor şimdi?
     ARABACI - (Gülerek) Yıldızları seyrediyor, müdür bey!
     GÖZLEM EVİ MÜDÜRÜ - (Güler.) Bravo beygire! Yaşamasını biliyor desene!
     YOLCU - (Kızmış.) Aptal yerine koydunuz beni; düpedüz aptal! Alacağınız olsun, gösteririm ben size!
     GÖZLEM EVİ MÜDÜRÜ - (Güler.) Görmüyorsunuz ki gösteresiniz, dostum!
     YOLCU - Yürü gidelim, arabacı! Deliler evine gelmişiz; durulmaz burada!
     (Hızla uzaklaşan ayak sesleri... Müdürün kahkahası... Kapanan bir kapı... Sessizlik Az sonra dörtnala giden atın nal sesleri, tekerlek sesleri... Sesler birden kesilir. Uzaktan uğultu hâlinde, son hecesi uzatılarak, "Çiçeklere baktın mı?" seslenişi duyulur, ses erk dağılır. At kişner Yolcu da, arabacı da gürültüden btraz bağırır gibi konuşurlar.)
     YOLCU - Arabacı, çabuk beni o söylediğin bahçeye götür, çiçekleri göster bana; önce çiçekleri!
     ARABACI - Geç oldu bey, çiçekler uykuya yattı, hiçbiri görülmez şimdi.
     YOLCU - Hay Allah! Yahu, bunun da mı zamanı var?
     ARABACI - Var ya. tabi var! Çiçekler sabahın erken saatlerinde, bir de gün batarken görülür bey Acele etmeyin, yarın sabah ben size bütün çiçekleri gösteririm, bütün çiçekleri!
     YOLCU - (İçini çeker.) Ah, ben yarın belki buralarda olmam! Arabacı! Şimdi göster, şimdi. Hiç değilse bir yıldız göster bana.
     ARABACI - Bunlar birbirlerine bağlı şeyler bey! Çiçekleri gördünüz mü, gökyüzüne bakmadan yıldızları da görürsünüz.
     YOLCU - Geç kaldım, çok geç kaldım!
     ARABACI - Geç kaldınız, bey!
     (Bir süre nal, tekerlek seslen... At kişner.)
     Behçet Necatigil


    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte hikaye Nedir:
    Hikaye yani öykü yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içinde anlatan türe hikâye denir. Önemli farklılıkları olmakla birlikte "küçük roman" şeklinde de tanımlanabilir.

    Ø 19. yüzyıl sonlarında başlayıp günümüze doğru daha da gelişen hikâye, özellikle Alphonse Daudet (1840–1897) ve Guy de Maupassant (1850-1893) gibi büyük Fransız yazarlarının tekniğiyle tekâmüle ulaşmıştır. Bu iki yazar "realist" akımın yetiştirdiği zamanın ileri gelen romancılarındandır.

    Ø Fransız hikâyeciliği Guy de Maupassant'ın izinden gelişmiştir.

    Ø Amerikan edebiyatında özellikle mizahî hikâyeleriyle Mark Twain (1835-1910), O. Henry (1862-1910) ve bunları takiben John Steinbeck, Erskine Caldwel Batılı ünlü hikâyecilerdendir.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte söylev Nedir:

    Söylev (Nutuk) Anlamı Tanımı

    1. Söylev (Nutuk, Hitabet)
    2. Mustafa Kemal Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nı anlattığı tarihi konuşması.
    3. Bir konuşmacı tarafından bir yerde toplanmış topluluğa, bir düşünceyi coşkulu bir diile anlatmaya denir. Bunlara, "yaşatıcı yazılar" da diyebiliriz. Öyküleme anlatım biçiminin ağırlıklı kullanıldığı, okuyucunun bilgisini artırmaktan çok hayal dünyasını zenginleştirmeyi amaçlayan yazı türleridir.
     

    Nutuk Nedir

    Kalabalık bir dinleyici topluluğunu çeşitli fikir, duygu ve heyecanları aşılamak amacıyla yapılan konuşmalara söylev (nutuk) denir. Söylev, dinleyici kitlesini belli bir amaç veya duygu etrafında toplamayı amaçlar. Söylev bir yazı türü değildir. Kalabalık halk topluluklarına sunulan önemli söylevler sonradan yazıya geçirilmiştir. Edebiyatımızın en önemli söylevleri atatürk’e aittir. Atatürk’e ait söylevler “nutuk” adlı eserinde toplanmıştır.
     
    Bir gerçeğe inanan bir insanın toplumu bu gerçeğe inandırmak için özünün bütünü ile yaptığı telkin sürecine hitabet; bir fikri, bir davayı karşısındaki insanlara dil ustalığı ile açıklamaya hitabet sanatı; toplum önünde bu konuşmayı yapana hatip; bir insan topluluğuna bir fikri vermek bir ülküyü aşılamak amacıyla söylenen sözlere ise nutuk veya söylev denir. Hatiplik sanatı, insanlık geçmişinin en eski ve en köklü sanatlarındandır. Bu sanatla peygamberler ve din adamları insanları doğru yola davet etmişler; padişahlar, krallar ve kumandanlar ordularına bu sanatla hükmetmiş ve savaşlar kazanmıştır. Hatip olmak isteyen kişi iyi düşünen, çok okuyan, çok tecrübeli, gözlemi kuvvetli, içerisinde bulunduğu toplumu çok iyi bilen, bilgili, ileri görüşlü, söz kurallarına gerektiği kadar önem veren kişi olmalıdır. Hatip, gür sesli, özgür yaratılışlı, sevimli ve cana yakın olmalıdır. Derin hissilik, canlı hayat, sağlam yapılı bulunmak, inanç ve fikirlerde içtenlik, gür bir anlatım şekli hatibin belirgin özellikleridir.
     

    Hatibin Amacı Nedir

    1. Bir fikri veya bir meseleyi açık bir şekilde anlatmak
    2. Dinleyiciler üzerinde bir iz bırakarak onları ikna etmek
    3. Dinleyicileri harekete geçirmek
    4. Dinleyicileri eğlendirmek
     
    Hitabet aslında bir hazırlık konuşmasıdır. Zaten yukarıda tanımladığımız üzere hatip önceden hazırlanan nutku okuyan kişidir. O yüzden öncelikle bir nutuk hazırlanırken dikkat edilecek hususları ele almalıyız.
     

    Nutuk hazırlanırken dikkat edilecek hususlar

    1- Nutku hazırlayan konuyu planlı bir şekilde hazırlamalıdır. Yazıya geçirmeli ve hatip yazmış olduğu bu nutka önceden hazırlanmadır. Yazıya geçirmeli ve hatip yazmış olduğu bu nutka önceden hazırlanmadır. Konuşma sırasında ise yazılı metni yanında bulundurmalı; fakat konuşma sırasında kâğıda fazla bakmamalıdır. Konusuna iyi hazırlanan hatip kağıda göz ucuyla baktığı zaman konuşmasını hatasız yapacaktır.
    2- İçten konuşma yapmak kolay değildir. Büyük hatiplerin bile daha önceden konusunu hazırladıkları ve yanlarındaki küçük notlarından faydalandıkları ve o andaki konunun ahengine göre konuşmalarını değiştirdikleri görülmüştür. Bu yüzden hatip, konuşma sırasında her zaman metne bağlı kalmayabilir.
    3- Nutkun giriş cümlesi toplumun dikkatini çekecek türden olmalıdır. Hatta ilk cümleler şiirsel bir üslupta olabilir.
    4- Düşüncelerin planı iyi yapılmalı ve kullanılacak üslup iyi seçilmelidir.
    5- Gelişme bölümünde ise konu her türlü belgelerle konu açılır, örneklendirilir ve ispatlanmaya çalışılır. Dinleyicinin tansiyonunu yükseltecek fikirlerle sorulu cevaplı cümlelerle sonuç bölümüne geçiş sağlanır.
    6- Sonuç bölümünde ise işlenen konunun önemi ve toplumdaki tesirleri kesin ve etkili bir dil ile anlatılır.
    7- Hatip ele alacağı konuyu çok iyi bir şekilde savunabilmelidir. Bunun için de hitap etme sanatının inceliklerini, toplum psikolojisini ve düşünce yapısını çok iyi idrak etmelidir. Seçtiği sözcükleri ve oluşturduğu cümleleri en etkili biçimde kullanmalıdır. Sesinin tonu, mimikleri konuşmasının doğal akışıyla uygunluk göstermelidir.
     
    Mustafa Kemal Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutku söylev türüne en güzel örnektir.
     

    Onuncu Yıl Nutku

    Nutuk, yazıldığı dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası Genel başkanı olan Mustafa Kemal Paşa'nın 15 - 20 Ekim 1927 tarihlerinde, yerli ve yabancı basın mensuplarının da katıldığı partisinin 2. 1927 yılları arasında Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının faaliyetlerini özetleyen konuşma,[1] Kültür Bakanlığı Yayınevi tarafından (belgeler bölümü dışında) yaklaşık 900 sayfalık bir kitap olarak yayımlanmıştır ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bu dönemle ilgili en temel resmi tarih kaynağı olmak niteliğindedir.
     
    Nutuk'un güncel Türkçeye çevrilmiş sürümleri pek çok yayınevi tarafından basılmış bazıları Söylev adını tercih etmişlerdir.
    Nutuk, belgeleri sayesinde, Atatürk'ün tarihçi kimliğini de ortaya koymaktadır. Atatürk; yaşanılan olaylarla ilgili kayıtlı belgeleri toplamış ve Nutuk'u yazarken bu belgelere dayanarak icraatlarını özetlemiştir.
     

    Nutukta adı geçen kişiler

    Kâzım Karabekir Paşa, Rauf Bey (Orbay), Refet Paşa (Bele), Cemâl Paşa (Mersinli), Nurettin Paşa (Sakallı), Kara Vasıf Bey (Karakol), Zeki Bey (Kadirbeyoğlu), Celâleddin Arif Bey, Cafer Tayyar Paşa (Eğilmez), Ali İhsan Paşa (Sabis), Bekir Sami Bey (Kunduh), Rıza Nur Bey, Çerkez Ethem Bey ve kardeşleri, Selahattin Bey (Köseoğlu), Hüseyin Avni Bey (Ulaş), Ali Rıza Paşa, Şerif Paşa, Ahmet İzzet Paşa (Furgaç), Çürüksulu Mahmut Paşa.
     

    Nutuk hakkında

    Atatürk, gençliğe hitabında, Nutuk'un felsefesi hakkında ipuçları vermektedir.
    Atatürk, Nutuk ile geçmişi anlatıp aynı zamanda gelecekte düşebileceğimiz tehlikeleri önceden sezmemiz için alınacak derslerden bahsetmektedir.
    Mustafa Kemal Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı dönemi'ni birinci ağızdan aktardığı, Cumhuriyet tarihi açısından önemli bir eserdir.
    Bazı sayfalarda açıkça belirttiği "sonraki yıllarda durumun kolay ve açıkça değerlendirilmesi için bu kadar ayrıntıya yer verilmiştir" sözü ile Atatürk ileri görüşlülüğünü bir kere daha ortaya koymuştur.[2] [3]
    Aynı zamanda bu kitap, şu an Türkiye Cumhuriyeti'n de ders olarak okutulan T.C İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin ders ve çalışma kitaplarının hazırlamasında en buyuk rolü oynamıştır. Bu kitap Atatürk'ün Samsun'a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919'dan, Cumhuriyet sonrası inkılap dönemine kadarki (1927) zaman diliminde olan olayları anlatmaktadır.
    Nutuk, Atatürk'ün 1927 yılında CHP kurultayında yaptığı konuşmanın metnidir.
     

    Onuncu Yıl Nutkunun Dili

    Atatürk'ün yetiştiği dönemde kullanılan söz dağarcığı ve cümle yapısı bakımından ulusal edebiyat devrinin temsil ettiği dildir. Klâsik Osmanlıca'ya göre oldukça sadeleştirilmiştir. O devirde kullanılan Arapça ve Farsça sözcükler ve bu dillerden alınan kurallarla oluşturulan tamlamalar, devlet dilinde kullanımından dolayı Nutuk'a girmiş sözcükler nedeniyle dili günümüze göre oldukça ağırdır. Dil kullanılırken anlatılan duruma göre bazen kısa ve keskin tümceler bazen de uzun ve hareketli söyleyişlere yer verilmiştir.
     

    Değişik baskıları

     Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk'unun 1927 Osmanlıca baskısının kapaktan sonra gelen ilk iki sayfası.
     1927'de Osmanlıca harflerle basılan Nutuk'un, sonraki yıllarda birçok kurum ve kitabevi tarafından sayısız baskıları yapılmıştır. 1960'lı yıllardan başlayarak bazı baskılarda, o tarihlerde TDK'nun yaygınlaştırmaya çalıştığı Öztürkçe kullanma akımına uyularak "Nutuk" yerine "Söylev" adı da kullanılmıştır. Bazı baskılarda hem Söylev hem de Nutuk adının birlikte kullanılması tercih edilmiştir. Belli başlı "Nutuk" baskıları şunlardır:
     "Nutuk", Osmanlıca, 1927. 543 sayfa, bez ciltli, 19x27 cm ebatlarında, başta Mustafa Kemal portresi ve sonda 7 tabaka halinde 10 ayrı harita eki mevcut.
     "Nutuk", Yeni harflerle, Devlet Basımevi, İstanbul, 1938. 658 sayfa. Renkli, katlanmış harita eki var.
     "Nutuk, Kemal Atatürk", Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, Milli Eğitim Basımevi, 1950. 3 Cilt (Son cilt "Vesikalar")
     "Söylev (Nutuk)", Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi,1963. 2 Cilt. Günümüz Türkçesine sadeleştirilmiş sürüm.
     "Nutuk", Tercüman 1000 Temel Eser, 1973. Cumhuriyetin 50. yılı için özel baskı, tam metin. 2 cilt?
     "Nutuk Söylev", Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1984 . 2 Cilt.
     "Söylev", Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1984. 2 Cilt(Cilt I-II ve Cilt III). Hıfzı Veldet Velidedeoğlu yayına hazırlamış. İlk cildi 17 baskı yaptı.
     "Söylev "Nutuk"", Dil Derneği, İstanbul, 1997.
     "Nutuk (Söylev)", Kaya Yayınları, 2000.
     "Söylev (Nutuk) Seçmeler", Betik Yayıncılık, 2002.

    Kaynakça

     Nutuk
     ^ Kongresinde gerçekleştirdiği otuz altı buçuk saat süren tarihî konuşması ve onun metnidir. 1919 - [[Nutuk'un Deşifresi, Sinan Meydan, Truva Yayınları, önsöz
     ^ Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk
     ^ https://www.ataturk.com/nutuk/buynutuk/index.htm
     Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk
     Sinan Meydan, Nutuk'un Deşifresi
     Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması, Yurt Yayınları, İstanbul, 1981.
     Taha Parla, Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları - Cilt 1: Atatürk'ün Nutuk'u, İletişim Yayınları, İstanbul,


    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte makale Nedir:
    Makale, herhangi bir konuda, bir görüşü, bir düşünceyi savunmak ve kanıtlamak için yazılan yazı. Gazete ve dergilerde yayınlanır. Bir gerçeği açıklamak, bir konuda görüş ve düşünceler öne sürmek ya da bir tezi savunmak, desteklemek için yazılan yazılara da "makale" denir.

    Makalelerin Özellikleri

    - Anlatım yalın ve yoğundur, nesnel bir nitelik taşır.
    - Öne sürülen düşünce ve tez kanıtlanır.
    - Söz oyunlarına başvurulmaz, süslü anlatımdan uzak durulur.
    - Her konuda makale yazılabilir.
    - Gazete, yazılı ve dergilerde yayımlanır.
    - Genellikle makale yazıları kısa ve öz olur

    Makale Yazarken Dikkat Edilmesi Gerekenler

    - Anlatımda sade ve belirli bir formata uygun olursa daha iyi olur.
    - Somut özellikler ön plandadır.
    - Öne sürülen düşünce ve tez kanıtlamak icap eder.
    - Makele yazarken belirli bir konu yoktur. Yazar her konuda yazabilir.
    - Gazete dergi ve internette yayımlanır.

    Makale Tercümesi İşlemleri Nereden Yaptırılıyor?

    Eğer yurtdışı odaklı yayınlarda yayınlanacak bir makaleniz bulunuyor ise profesyonel şekilde tercüme edilmiş olması şarttır. Pek çok yayın, editorial olarak uygunluğu yeterli seviyede bulunmayan makaleyi reddederek size geri gönderebilmekte. İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca gibi pek çok dilde >makale tercümesi yaptırabilmek için siz de https://www.cevirimvar.com gibi bir siteden faydalanabilirsiniz. Makalenizi sistemlerine yüklediğinizde size kelime sayısına göre hızlıca fiyatını çıkartıp teslim süresini bildiriyorlar. Bu şekilde hızlıca sonuca ulaşabilir ve makale tercümelerinizi profesyonel tercümanlara yaptırabilirsiniz!

    Makale Türleri / Çeşitleri

    Makaleler seçilen konuya göre uzun ya da kısa olabilir. Makale her konuda yazılabilir. Makalenin yazılacağı konu güncel olabileceği gibi, felsefî, bilimsel, sanatsal da olabilir. Ancak edebi makale sanatla ilgili konuları işler. Makaleler niteliklerine göre temelde “edebi makale” ve “mesleki makale” olmak üzere iki grupta toplanabilir.
    a- Edebî Makale: Dil, edebiyat ve sanatla ilgili konuları işleyen makale türüdür.
    b- Meslekî Makale: Tıp, ekonomi, sosyoloji gibi bilim ve bilime dayalı mesleklerin değişik dalları ile ilgili konuları işleyen makale türüdür.

    Makalenin Belirleyici Özellikleri

    • Düşünsel plânla yazılır.
    • Yazar anlattıklarının doğruluğuna güvenmeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir.
    • İşlenen konu kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmalıdır.
    • Okuyucuya konunun önemini kavratabilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden yararlanmalıdır. Makale yazılırken ele alınan düşünce kanıtlarla desteklenmeli, yazar, her tür iddiasına kanıt göstermeli, ortaya atılan düşünce her yönüyle değerlendirilmelidir. Makalenin kısa ve özlü olma gibi bir hedefi yoktur. Bu sebeple düşünce ayrıntılı bir şekilde istenmelidir. Yazar, öne sürdüğü kanıtlar aracılığıyla düşüncelerini savunmalı, tartışmalı ve buradan bir sonuca varmalıdır. Makalenin, nesnel bir bakış açısıyla ve resmî bir üslupla kaleme alınması beklenir. İfade, açık ve anlaşılır olmalıdır.

    Makale Türü Hakkında

    Ayrıca bilimsel standartlarda makale yazmak çok önemlidir. Örneğin çok önemli bir hipotezi ispatlasanız dahi eğer bu bilimsel makale formatına uygun değilse hiç bir bilimsel yayında itibar görmez hatta yayınlanmaz. Bu sebeple akademik kariyer sahibi insanlar makalelerini belirli bir formata uygun kalarak yazmak zorundadır. Bu okuyanların işini kolaylaştırır. Akademik bilgi düzeyi ve yazılan hipotezin doğruluğu ile ilgili makale arasında bilimsel bilgi düzeyi açısından direk bir bağlantı olmasa da, bilimsel makale yazma alışkanlığınız ve formata uygunluğunuz karşı tarafın sizi değerlendirmesinde rol oynayabilir. Akademik süreçde bilimsel dünyaya sunulan bir bilgi demetinin başarısı ,anlaşılır bir düzeydeki dille ve formatına uygun bir biçimde karşı tarafın yargı gücüne sunulmuş olma özellikleri ile doğru orantılıdır. Düsünce yazilari içinde en agirbasli ve en zor olan tür makaledir. Makalenin amaci bilgi vermektir ama bu bilgi ansiklopedik bilgilerden çok farklidir. Ansiklopedik bilgide,tanitma,açiklama,siralama ve kendiliginden kesinlesmis olma özellikleri vardir. Oysa makalede kisilik sezinleten bir anlatim,bir yorum ve inandirma egilimi,bir amaç vardir. Bilim ve kültür alaninda yazilan makaleler,sinirli bir kültür kesimine ulasmayi amaçladigindan bu makalelerde daha bilimsel bir dil kullanilir.
    Gazete ve dergilerdeki makalelerse,genis halk kitlelerine ulasmayi amaçladigindan yazar, dilini daha açik,daha popüler ve daha anlasilir bir düzeyde tutar, özel terimler kullanmaktan kaçinir.

    Türk Edebiyatında Makale (Özet)

    - Makale türü, edebiyatimiza tanzimat döneminde gazete ile birlikte bati'dan giren bir türdür.
    - Türk edebiyatında makale türünün ilk örnekleri Tanzimat döneminde görülür.
    - İlk makale, Şinasi tarafından çıkarılan ve ilk özel gazete kabul edilen Tercüman-ı Ahval’de (Mukaddime adıyla) (1860)yayımlanmıştır.
    - Namık Kemal, Ziya Paşa, Şemseddin Sami, Muallim Naci, Beşir Fuad gibi sanatçılar bu türün gelişmesini sağlamıştır.
    - Servet-i Fünun döneminde ise bu tür yayılmış, gelişmiş, olgunlaşmıştır.
    - Türk edebiyatında makale türünde Hüseyin Cahit, Cenap Şehabettin, Fuat Köprülü, Nurettin Topçu gibi sanatçılar eser vermiştir.

    Makalenin Türk Edebiyatındaki Gelişimi (Detay)

    Makaleler günümüzde bilimsel makaleler ve gazete makaleleri olmak üzere iki grupta toplanabilir. Fakat makalenin Türk edebiyatındaki serüveni gazetenin yayın hayatımıza girmesiyle başlar. Türk edebiyatının ilk gazetesi 1831 ‘de çıkarılan Takvîm-i Vekâyi’dir. Tamamen hükümet denetiminde çıkarılan gazeteyi 1840′ta yarı resmî yan özel olarak çıkarılan Cerîde-i Havadis izler. Şinasi’nin Agâh Efendi’yle birlikte 1860′ta çıkardığı Tercümân-ı Ahvâl ise batılı anlamdaki ilk gazete kabul edilir. Şinasi’nin 1862′te tek başına çıkardığı Tasvîr-i Efkâr ikinci özel gazetedir. Şinasi, adı geçen gazeteler aracılığıyla “makale”nin yazılı bir tür kapsamında temellerini atmıştır. Bu gazetelerde özellikle güncel konular hakkında yayınlanan makaleler Türk edebiyatında türünün ilk örnekleri kabul edilirler. Türk edebiyatında ilk makaleyi, İbrahim Şinasî ilk sayısı 22 Ekim 1860′ta çıkan Tercümanı Ahval gazetesinde yayımlamıştır. Makalenin, Türk edebiyatına ilk olarak gazeteyle girmesi tesadüfi değildir. Makale, Türk toplumunun düşünce hayatına yeni bir bakış açısı getirmiştir. Olayları sorgulama, neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde değerlendirme, çözüm önerileri getirme, kanıtlara dayandırma bu türün bünyesinde taşıdığı özeliklerdir. Gazete ise halka ulaşmanın en yaygın araçlarından biridir. Dolayısıyla Şinasi gazete aracılığıyla halka ulaşabilmiş, makaleler aracılığıyla ise ele aldığı konuyu açık, anlaşılır bir şekilde ve her yönüyle insanlara anlatma imkânı bulmuştur.

    Makale türünün Türk Edebiyatındaki önemli temsilcileri

    Namık Kemal, Ziya Paşa, Şemseddin Sami, Muallim Naci, Beşir Fuat, Hüseyin Cahit, Fuat Köprülü, Ahmet Mithat, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Halit Fahri Ozansoy, Yaşar Nabi.

    Makale Nasıl Yazılır

    Makalenin Bölümleri

    Giriş Bölümü
    Öne sürülecek sav, görüş ya da düşünce yazının girişinde sergilenir. Makalenin en kısa bölümüdür. Makalenin geneline göre bir iki, paragrafı geçmez. İyi bir giriş makalenin oluşmasını sağlayabilir. Giriş bölümünde, yazıdaki fikir gelişiminin hangi yönde olacağı saptanır. Okuyucu bilgi ve fikir atmosferine yavaş yavaş sokulur. Genellikle okuyucu ilk bakışta bu bölümü okur; sararsa, ilgisini çekerse yazıyı sonuna değin okumaya karar verir. Bu yönden makalelerde girişin çok ustaca ve özenle biçimlendirilmesi gerekir. Bu bölümde konu hiçbir ayrıntıya girmeden ortaya konulur.. Bunun aşırı dolaylamalara kaçılmadan yapılması gerekir. Neyin üzerinde durulacağı, ne hakkında söz söyleneceği bir iki paragraf içinde ortaya konulmalıdır. Gelişme bölümü
    Gelişme bölümünde, giriş bölümünde dile getirilen konu açıklanır, makalenin yazış amacı ve bu amaca yönelik bilgi, belge ortaya konularak tez savunulur, antitezler çürütülür. Konu ile ilgili bilgi ve belgelerin ele alınıp işlendiği, konunun genişletildiği ve ortaya konmak istenen fikrin doğruluğuna deliller gösterildiği bölüm, gelişme bölümünü oluşturur. Gelişme bölümü, derlenen, ortaya atılan fikirlerin çeşitli yönlerden genişletilmesi, desteklenmesiyle meydana gelir. Bütün fikir yazılarında olduğu gibi makalede de gelişme bölümünde açıklanacak fikirlerin derli toplu olması lazımdır. Dile getirilen fikirlerin inandırıcı, iddiacı kesin bir karaktere sahip olması için onları uygun yollarla açıklamak, desteklemek ve yerine göre de ispatlamak gerekir. Gelişme bölümü makale yazarının inandırıcı olabilmek için tüm gücünü ortaya koyduğu alandır Bu bölümde ileri sürülen görüşlerin doğruluğunu ispatlamak için kanıtlar gösterilir, karşılaştırmalar yapılır, sayılar ve örnekler verilir. Öne sürülen sav, görüş ya da düşüncenin açımlanması, kanıtlanması bölümü makalenin gövdesini oluşturur. Yazar bu bölümde düşüncelerini açacak, geliştirecek, boyutlandıracaktır. Bunun için de tanımlama, karşılaştırma, örneklendirme, tanıklama, nesnel verilerden yararlanma gibi yollara sık sık başvuracaktır. Böylece okuyucuyu söylediklerinin doğruluğuna ve geçerliğine inandırmış olacaktır. Sonuç Bölümü
    Sonuç bölümü; bir bakıma özetleme bölümü sayılabilir. Başta ileri sürülen, sonra açıklanan görüş, sonuç bölümünde -genellikle- bir paragrafta yinelenir. Ama asıl işlev burada yazının etkisinin doruğa ulaştırılmasıdır Ele alınıp işlenen, geliştirilen konunun hükme varıldığı ve o konunun ana fikrini oluşturan kısım sonuç bölümüdür. Bu bölümde yazar söylediklerinin tümünü belli bir sonuca ulaştıracak biçimde bir iki cümle ile sonucu vurgular. Genellikle makale yazarları seçtikleri konu üzerinde söylediklerini bu bölümde bir yargıya dönüştürerek derleyip toparlarlar. Ancak bu bölüm her zaman için gerekli olmayabilir, yazar söylediklerini makalenin gelişme bölümünde iyice aydınlığa kavuşturmuşsa, konuyu dağıtmamışsa, yazısını, ayrıca özetlemeyi amaçlayan bir sonuca bağlamayabilir. Makalenin etkili olabilmesinde sadece bu planı uygulamak yeterli değildir. Makaleye işlenen fikre uygun bir başlık atmak gerekir. Makalelere genellikle kısa ve çarpıcı başlıklar konması gerekir. Makalede okuyucunun asıl ilgisini çeken şey, makalenin başlangıç ve sonuç kısımlarıdır Bunun için bu kısımlara anlamlı bir fıkra, çarpıcı bir diyalog veya bir hatıranın yerleştirilmesi makalenin etkili olmasını sağlar. Makale yazmak uzun bir araştırma ve bilgi toplama aşaması gerektirir. Bu yüzden süre olarak sabır ister. Yazmaya başlamadan önce, makale yazılacak konu ile ilgili olarak geniş bir araştırma yapmak, tüm kaynakları taramak, bilgi fişleri oluşturmak gerekir.

    Sohbet ile Makale Arasındaki Farklar

    Sohbet ile makale arasındaki farkları üç madde etrafında toplamaktadır:
    1 – Makalenin konuyu derinlemesine incelemesine karşılık, sohbetlerde konu yüzeyden incelenir.
    2 – Makalelerde işlenen fikir savunularak ispatlanır. Sohbetlerde ise, ispat gayesi yoktur.
    3 – Makalelerde daha ciddi ve sağlam ilim dili kullanıldığı halde, sohbetlerde samimi bir konuşma dili kullanılır.

    Makale ile Fıkra Arasındaki Farklar

    1 – Makale yazarı ele aldığı fikirleri bilimsel bir yaklaşımla incelerken fıkra yazarı yazarı kişisel görüşle ele alıp inceler.
    2 – Makalede yazar fikirlerini kanıtlamak zorundadır. Bunun için sağlam güçlü kanıtlar göstermesi gerekir.
    3 – Fıkrada ise böyle bir zorunluluk yoktur. Fıkra yazarı isterse ispatlama yoluna gider isterse gitmez, her türlü örneği kul1anabilir.
    4 – Makale bilimsel bir yazı olduğu için resmi ve ciddi bir anlatım kullanılır. Fıkrada ise samimi, rahat ve içten bir anlatım vardır.

    Makale ile Deneme Arasındaki Fark

    Denemeci özgürce seçtiği bir konu üzerinde kişisel görüşlerini okurlarıyla dostça paylaşırken okuyucuyu düşündürme amacı taşır. Yazınsal bir dil kullanarak toplumun geneline hitap eder. Makaleci ise öğretmeyi, bilgilendirmeyi amaçladığı için bilimsel belge, anket ve istatistikler gibi verilerle savını kanıtlama yoluna gider. Bilimsel ve terimsel bir dil kullanarak konuyla doğrudan ilgisi olan sınırlı bir okura seslenir. Öğretici düzyazının bir türü olan makale, bir düşünür, bilim adamı ya da araştırmacının seçtiği bir konuda kendi duygu ve düşüncelerini delil, bilgi, bulgu, belge ve diğer kaynaklardan da yararlanarak açıkladığı ve kesin yargılarla sonuca ulaştığı yazı türüdür. Makaleler, içeriklerini belirleyen konularına göre birçok türe ayrılır. Örneğin resim, müzik, tiyatro gibi sanat dallarını ele alan makalelere sanat makalesi, ulusal ya da uluslararası politika konularını irdeleyen yazılara politik makale, askerlikle ilgili bir konuyu işleyen yazıya askerî makale, psikolojik konulara değinen yazılara psikolojik makale, bir bilim dalıyla ilgili makalelere bilimsel makale, dinî konuları i şleyen yazılara da dinî makale denir.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte deneme Nedir:
    Deneme; bir yazarın,herhangi bir konu üzerinde,özel görüş ve düşüncelerini hiçbir iddiaya yer vermeden,kesin yargılara varmadan anlattığı yazı türüdür. Deneme tür ve üslup olarak pek çok türe yaklaşır. Bu yüzden de yazılması en zor olan türlerdendir. Belki de adı bu yüzden denemedir. Deneme yazarken paylaşımcı ve samimi bir üslup kul1anırken sohbete, düşünmemizi ortaya koyarken fıkraya, duygularımızı ortaya koyarken eleştiriye yaklaşma riski her zaman vardır. Bu türün en büyük ustası Montaigne kitabının önsözünde özetle şöyle demektedir: "Eğer mümkün olsaydı karşınıza anadan doğma çıkardım. Bu kitapta size asla bir şey kanıtlama iddiam yoktur. Elimden geldiğince size beni anlattım. Bana hak vermenizi ya da yargılamanızı istemiyorum" buradan da anlaşıldığına göre denemeler iddialı olmayan, ispat kaygısı taşımayan; temel anlamda insan doğallığına dayanan eserlerdir. Nurullah Ataç ise denemeyi şu sözleriyle tanımlamıştır : “ Deneme, ben’in ülkesidir. ‘Ben’ demekten çekinen, her görgüsüne, her görevine ister istemez bir parça kattığını kabul etmeyen kişi denemeciliğe özenmesin.” Batı edebiyatında essai (ese) adı verilen deneme konuları genellikle edebiyat, sanat, bilim, felsefe...vb. dir. Özellikle fransız edebiyatında Montaigne, ingiliz edebiyatında Bacon en tanınmış deneme yazarlarıdır. Deneme, Avrupa edebiyatında Fransız Montaigne ile başladı. Türk edebiyatında ise Tanzimat sonrasında özellikle de Servet-i Fünûn döneminde karşımıza çıkar. Ancak asıl gelişmesini Cumhuriyet döneminde gerçekleştirir. Günümüzde deneme en sevilen türlerden biridir. Eskiden denemeye verilen "muhasebe" ismi, onun konusu hakkında bir ipucu vermektedir. Çünkü denemeler toplumsal konulardan daha çok kişisel: konulara, soyut dünyalara ve iç hesaplaşmalara daha yakındır. Bu yönüyle fıkra türünden ayrılır. Fıkralar toplumsal konulara kişisel yaklaşımlar getirirken deneme iç dünyanın samimi itirafı gibidir. Denemeye özgü bir konu türü yoktur. Özgürce seçilen bir konuda, yazarın kendi kendiyle konuşma havası içinde yazdığı yazı türüdür. Yazının konusu yazarın o anda aklına geliveren bir konu görünümündedir. Öğretici ve düşünsel yanı da vardır.

    Denemenin Belirleyici Özellikleri

    1. Denemede bir konu sınırlılığı, belli bir biçim yoktur. 2. Yazar,konu seçmede tam bir özgürlüğe sahiptir. 3. Denemede yazar,kendi kendine konuşur gibi bir anlatım rahatlığı içindedir. 4. Denemenin sonunda kesin bir yargıya, bir sonuca varmak gayesi güdülmez. 5. Makale gibi düşünsel plânla yazılır. Fakat makaleden kısa yazılardır. 6. Yazar anlattıklarını kanıtlamak zorunda değildir. Bilimselden çok kişisel görüşünü açıklar, okuyucusunu kendisi gibi düşündürme kaygısı yoktur. 7. Günübirlik yazılardır, en beğenileni bile birkaç gün sonra unutulur.

    Denemenin Gelişimi

    Geniş anlamda deneme biçiminde eserlere çok eskiden beri bütün dünya edebiyatlarında rastlanır. Hatta bazı edebiyat tarihçileri deneme türünün Avrupa’dan önce Japonya, Çin ve Hindistan gibi Doğu ülkelerinde başladığını öne sürmektedirler. Ancak, bu ünitenin giriş bölümünde de değindiğimiz gibi denemenin, bağımsız bir yazı türü olarak başlaması 16.yüzyıldan sonradır. Bu oluşumda Fransız yazarı Monteigne’nin (1533-1592) büyük payı bulunduğunu bir kez daha belirtmek isteriz. Gerçekten monteigne ilk iki cildi 1580’de, üçüncü cildi de 1595’de yayımlanan “Esasis” (Denemeler) adlı ünlü eseriyle bu türün hem öncüsü hem de en büyük temsilcilerinden biri olmuştur. Monteigne, denemelerinde yalın, akıcı ve içten bir anlatışla kendi gözlemlerine ve yaşantılarına dayanarak arkadaşlık, yalnızlık, yakarış, kitap, ahlak, eğitim gibi çok değişik konular üzerinde kişisel görüşlerini dile getirir. Denemelerin tümünde onun huzur verici, sevecen kişiliği yansır. Montaigne’den sonra deneme türünün eser veren en ünlü edebiyatçılardan biri, İngiliz F. Bacon (1561-1626) dır.Bacon, “Denemeler” (1597,1612,1623) adlı eseriyle deneme türünü biçim, anlatım ve içerik bakımından daha başka bir nitelik kazandırmıştır. Onun derli toplu, özlü ve sağduyuyu yansıtan düşünce ve görüşlerini içeren denemeleri uzun süre hayatta başarı ve mutluluğun yolarını arayan kimseler için yol gösterici bir rol oynamıştır. İngiliz j.Addison (1672-1719) ile İskoçyalı J.Boswell (1740-1795) ve İrlandalı O.Goldsmith (1725-1774) gibi yazarları göstaerebiliriz. Diğer edebiyatçıları ise şunlardır:T.S Eliot (1888-1965) ve A.Huxley’yi (1894-1963) anmak gerek. XIX.yüzyılın sonlarında deneme, özellikle edebiyat ve sanat konuları eleştiri yönü ağır basan bir nitelik kazanmaya başlar.R.De Gourmont, C.Maurras, A.Camus, E.C Alain ve J.P Sartre gibi sanatçılardır.

    Deneme Çeşitleri

    Deneme türünde eserleri içerik ve anlatım özellikleri bakımından “senli benli” (“resmi olmayan” veya “kişisel”) ve “düzenli” (resmi) olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. 1. Senli Benli Deneme : Fransa’da Montaigne ile başlamıştır denebilir.Bu çeşit deneme yazılarında önyargılarına, kesin bir sonuca yönlendirici düşüncelerine ve belirli eğilimlere rastlanmaz.Bu gibi yazılarda canlı ve içten bir konuşma dili kullanılır; betimlemeye, gülmeceli anlatmaya (mizah) ve ince anlamlı sözlere (nükteye) geniş yer verilir. 2. Düzenli Deneme : İlk örneklerini ise İngiltere’de Bacon vermiştir.Bu tür deneme yazılarında anlatım biçimi olabildiğince nesnel, yoğun, ciddi, kısa ve özlüdür. Bu çeşit deneme yazıları, zamanla, ele alınan konular, anlatım biçimi ve uzunluk bakımından değişikliklere uğramış, başlangıçtaki özelliğini yitirmiştir.Bugün, düzenli denemelere özelliklerine göre daha çok “makale”, “inceleme”, veya “tez” adı verilmektedir.

    Türk Edebiyatında Deneme

    Türk edebiyatına deneme türü, Batı edebiyatlarının etkisiyle Tanzimat’tan sonra girmiş ve Cumhuriyet’ten sonra gelişmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmed Haşim ve Falih Rıfkı Atay aynı zamanda başarılı deneme yazarlarıydı. Deneme türünün en güzel örneklerini ise Nurullah Ataç verdi. Edebiyatımızda bugünkü anlamıyla deneme türünde ilk yazılar ancak 20.yüzyılın başlarında görülür. Bu alanda öncülük edenlerin başında Ahmet Haşim’in geldiğini söyleyebiliriz. Onun, “Bize Göre” (1928) ve “Gurebahane-i Laklakan” (1920) adlı kitaplarında yer alan bazı parçalar birer örneksel deneme yazısıdır. Eserleriyle çağdaş edebiyatımızda deneme türünün gelişmesine büyük katkılarda bulunan yazarlarımız arasında Suut Kemal Yekin’i(1903-1980), Ahmet Hamdi Tanpınar’ı (1901-1962),Selahattin Batu’yu (1905-1973), Nurullah Ataç’ı (1898-1957),Sabahattin Eyüboğlu’nu (1908-1972), Orhan Burian’ı (1914-1953) ve Mehmet Kaplan’ı (1915-1986), gösterebiliriz. Yukarıda adları sayılan edebiyatçılarımız arasında Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin ve Sabahattin Eyüpoğlu’nun eserleri edebiyatımızda deneme türünün gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Edebiyatımızda özellikle son yıllarda deneme türünde yazıların çoğaldığı bir gerçektir.Çeşitli yazı dallarında eser veren birçok şair ve yazarımız bazı konular üzerindeki düşünce ve gürüşlerini deneme biçiminde anlatmaya çalışmışlardır.Düzyazımızın gelişmesine de büyük ölçüde hizmet eden bu yazıların önemli bir bölümü kitap haline getirilmiş,böylece kalıcı bir nitelik de kazanmıştır. Günümüzde deneme niteliği taşıyan yazılarıyla dikkati çeken yazarlarımız arasında şunları sayabiliriz: Melih Cevdet Anday, Vedat Günyol, Salah Birsel (1919-1999), Adnan Binyazar, Mermi Uygur, Oktay Akbal.

    Deneme Örneği

    Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş, daha rahat yaşamak. Fakat her zaman, buna hangi yoldan varacağımızı pek bilmiyoruz. Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysaki bu işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aileyi yönetmek bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir. Ruh nerde bunalırsa bunalsın, hep aynı ruhtur; ev işlerinin az önemli olmaları, daha az yorucu olmalarını gerektirmez. Bundan başka, saraydan ve pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş olmuyoruz. Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir, O engin denizlerin ötesindeki yerler değil. Ülke değiştirmekle kıskançlık, cimrilik, kararsızlık, korku, tutku bizi bırakmaz. Ve keder, atımızın terkisine binip gelir. Onlar manastırlarda, medreselerde bile peşimizi bırakmazlar. Bizi onlardan ne çöller kurtarabilir, ne mağaralar, ne de bedenimize ettiğimiz işkenceler ... Öldürücü yara bağrımızda kalır. Sokrates'e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. O da: Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş. Niçin başka güneş başka toprak ararsın? Yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın? İnsan önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmek daha fazla bunaltır onu: Nasıl ki yerine oturmuş yükler daha az engel olur geminin gidişine. Bir hastaya iyilikten çok kötülük edersiniz yerini değiştirmekle. Hastalığı azdırırsınız kımıldatmakla, nasıl ki kazıklar daha derine gidip sağlamlaşır sarsıp sallamakla. Onun için kalabalıktan kaçmak yetmez, bir yerden başka bir yere gitmekle iş bitmez: İçimizdeki kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamız gerek . Kırdım diyorsun zincirlerini; Evet, köpek de çeker koparır zincirini, Kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak Zincirlerimizi götürürüz kendimizle birlikte; tam bir özgürlük değildir kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize; onunla dolu kalır düşlerimiz. İçi arınmamışsa, neler bekler insanı, Kendi kendisiyle ne savaşlar eder boşuna! Tutkuları içinde ne kemirici kaygılar. Ne korkular içinde kıvranır insan! Ne çöküntüler yapar bizde gurur, şehvet, Öfke, gevşeklik ve tembellik! Kötülüğümüz içimizde bizim; içimizse kurtulamıyor kendi kendisinden. Ruhun derdi içinde ve kaçamaz kendi kendinden. İnsanın, olanak varsa karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı, ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkanın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada, yabancı hiçbir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün başbaşa verip dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın. Kendi içine çevrilebilen bir ruhumuz var; kendi kendine yoldaş olabilir; kendi kendisiyle, çekiş dövüş, alışveriş edebilir. Yalnız kalınca sıkılır, ne yapacağımızı bilmez oluruz diye korkmamalıyız. Issız yerlerde kendin için bir evren ol Erdem, der Antishenes, kendi kendisiyle yetinir; ne kurallara baş vurur, ne laflara, ne gösterişlere. Yapmaya alıştırıldığımız işlerden binde biri bile kendimizle doğrudan doğruya ilgili değil. Bakarsınız bir adam canını dişine takmış, kurşun yağmuru altında, yıkık bir kale duvarına tırmanıyor bütün hıncıyla; bir başkası, karşı tarafta, kan revan içinde, aç susuz savunuyor o kaleyi ölesiye: Kendileri için mi gösteriyorlar bu yararlığı? Uğrunda ölecekleri ve hiç görmedikleri insan belki o sırada kılım kıpırdatmadan keyif sürmektedir. Bakarsınız bir başkası, bitkin, perişan, saçı sakalı birbirine karışmış kitaplıktan çıkıyor gece yansından sonra: Bunca kitabı daha iyi, daha akıllı bir insan olmak için mi karıştırdı sanırsınız? Yok canım sen de! Ya ölecek o kitaplıkta ya öğretecek yarınki kuşaklara Platus'un dizelerini hangi düzenle kurduğunu ve falan Latince sözcüğün nasıl yazılması gerektiğini. Kim seve seve feda etmiyor sağlığını, canını şan şeref için? Oysa kalp bir paradan başka nedir ki şan şeref? Kendi ölümümüzden korkmakla yetinemeyiz; karılarımızın, çocuklarımızın, adamlarımızın ölümünden de korkmak zorundayız. Kendi işlerimizden çektiğimiz sıkıntı yetmiyormuş gibi komşularımızın, dostlarımızın işleriyle de dertlere sokar, bunaltırız kendimizi. Vah, vah! Nasıl olur da insan bir şeyi Kendinden daha çok sevmeye kalkar? Yalnızlık / Montaigne
    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte röportaj Nedir:
    Röportaj Nedir ? (Özet) : Belli bir konuda bir sonuca varmak, bunu topluma duyurmak amacıyla yapılan araştırma ve incelemeleri anlatan, gazetecilerin gezip gördükleri yerleri, görüşüp konuştukları kişileri, yaşadıkları ilginç olayları ve bu konulardaki izlenimlerini anlattıkları böyle yazılara röportaj denir. Röportajlar gazete ve dergilerde yayımlanan genellikle uzun yazılardır. Bazen de kitap halindedir. Çoğu zaman fotoğraflarla desteklenir.

    Röportaj Nedir (Detay)

    Yazarın okuyucularına bir konuyu inandırmak için kişi, eşya, eser ya da yer ile ilgili yaptığı incelemeleri fotoğraflarla süsleyerek kendi görüşlerini de katarak yazdığı gazete ve dergi yazılarına röportaj denir. Röportaj, gazeteciliğin gelişmesi ile ortaya çıkmıştır. Gazetecilerin uyguladığı bir türdür. Radyo ve televizyonlar röportaj aracı konumundadır. Bu sözcük Latince toplamak getirmek anlamındadır. Türk edebiyatında 1960 yılından sonra halkın sorunlarını yansıtmak gazetelerin vazgeçilmez bir birimi olan röportajla sağlanmıştır.

    Röpostajın Özellikleri Nelerdir?

    1- Yazar bilgiden başka izlenimlerini, görüşlerini, düşüncelerini yazmalıdır. 2- Röportajdaki konu iyice öğrenilmeli, gerekli incelemeler yapılmalı, gerekli belgeler toplanmalıdır. 3- Röportajda öznellik hakimdir. Gerçekleri öznel yaşamla harmanlar. 4- Birinci tekil kişi ağzından yazılır. 5- İnsanların söze katılmaları anlatımı canlandırır. 6- Kaleme alınan olay bizzat yaşanmış olmalıdır. 7- Röportajda öykülemeye ağırlık verilmelidir. Okuyucuda heyecan yaratmalı, özelden genele gidilmelidir. 8- İyi bir röportajda gezip görülen yerlerin yorumlanması ya da değerlendirmesi olmalıdır.

    Röportaj türünün belirleyici özellikleri

    . Röportaj da düşünsel plânla yazılır. . İşlenen konu; toplumsal, sanatsal olay ya da olgu olmalıdır. . Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma, bilgi toplama ve fotoğraflarla desteklemeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir. . Röportaj yazarı; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım ve tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Okuyucuya konunun önemini kavratabilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden de yararlanmalıdır. . Röportaj yazıları zamanla tarihsel belge olabilir. . Fotoğraf ya da belge kullanılabilir.

    Röportajın Temsilcileri

    Dünya edebiyatında; Jack London, Heming Way, Selohow Sortre, röportaj örneği vermiş sanatçılardır. Türk edebiyatında: Rujen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı Atay, Abdi İpekçi, Fikret Otyam, Yaşar Kemal, Mete Akyol, Mustafa Ekmekçi, Halit Çapın, Dursun Akşam röportaj örneği vermiştir.

    Röportaj konularına göre 3'e ayrılır

    1- Bir yeri konu alan röportajlar; Bu röportajlarda ya da tanıtılan yeri, yaşamı her yönüyle bilinir. Farklı yönleri fotoğraflarla filmlerle kanıtlanır. 2- Eşyayı konu alan röportajlar; Eşyanın dikkat çekici özelliği, düşündürücü özellikleri ele alınır. 3- İnsanı konu alan röportajlar; Belli bir üne kavuşmuş kimselerin, dikkat çeken ve düşündüren yönleri belirtilir. Fotoğraflarla desteklenir. * Röportajlarda ses kayıtları, fotoğraflar, filmler vb. teknolojik aletler inandırıcılık kazandıran öğelerdir. * Röportaj metinlerinde öyküleyici, betimleyici, öğretici ve açıklayıcı anlatım türleri kullanılır.

    Röportaj’ın Diğer Edebi Türlerden Farkları

    1- Haber Yazısı ile Röportaj arasındaki fark Haber yazılarında haber, olduğu gibi objektif yansıtılır. Röportajda yazarın kişisel görüşleri vardır. Haberin genişletilmiş halidir. 2- Röportaj ile Gezi Yazısı’nın farkı Gezi yazılarında fotoğraf, resim gibi belgeler bulunmaz. Röportajlarda resimlere, fotoğraflara yer verilir. Gezi yazılarında insan konuşmalarına (diyaloglara) yer verilmez. Röportajda konuşmalara yer verilir. Gezi Yazısı ile Röportaj’ın Benzer Yönleri 1- Her iki tür de bilgilendirme amaçlıdır. 2- Her iki tür de haber yazısıdır. 3- Gözlem önemlidir. Röportaj ile Biyografi’nin Farkı Röportajlarda konuşmalara yer verilirken biyografide yoktur. Röportajlarda kişisel yorum varken biyografilerde yoktur. Röportajlar yaşayan sanatçılarla yapılır. Biyografiler belgelere dayandırılarak yapılır.

    Röportaj Sunuş Biçimine Göre İki’ye Ayrılır

    1- Amerikan Röportajı: Bu tür röportajlarda giriş bölümünde okuyucu beklenmedik bir giriş karşılaşması yapılır. En son söylenmesi gereken sözcükler en önce söylenir. Okuyucu adeta bir şok yaşar, böylece bir dikkat çekilir. 2- Alman Röportajı: Yazar, konuyu anlatırken yazıya kendini katar. Konuyu kendi eksininde anlatır.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2020-07-27 04:49:41

    Cevap :
    Sözlükte gezi yazısı Nedir:

    Gezi yazısı yani seyahatname edebiyatta gezilip görülen yerler hakkında yazılan yazılardır. Kişi gezi esnasında birçok yer görür, birçok insanla tanışır; bunları hafızada tutmak güç olacağından gezi esnesında not alınır ve gezi yazılarında bunlar hikaye edilir. Gezi yazısında yazar daima gezdiği yerleri anlatmalı, uydurma, yanlış bilgiler vermemelidir. Gördüklerini okuyucunun daha iyi algılaması için, karşılaştırma yapar. Okur sanki o yerleri yazarla birlikte gezer gibi olur.

    Eski edebiyatımızda gezi yazısına seyahatname denir. Bu alanda Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi ünlüdür. Ancak asıl gezi yazıları Avrupa’ya açılma döneminde görülmeye başlanmış, gidieln Avrupa şehirleri ile ilgili yazılar yazılmıştır. Namık Kemal, Ziya Paşa bunların başında gelir.

    Gezi yazılarını kitaplaştıran yazarlarımız da vardır. Ahmet Mithat Efendi, Avrupa’da Bir Cevelan; Cenap Şahabettin Hac Yolunda, Avrupa Mektupları; Ahmet Haşim, Frankfurt Seyahatnamesi; Reşat Nuri, Anadolu Notları; Falih Rıfkı, Deniz Aşırı, Zeytin Dağı, Taymis Kıyıları bunlardan bazılarıdır.

    Gezi Yazısı Türünün Gelişimi ve Temsilcileri

    Gezi türünün uzun bir geçmişi vardır. Bu günkü tanımına ve niteliğine tam uymasa da çok eski çağlarda gezi türünden sayılabilecek örneklerin bulunduğu bilinmektedir. Eski Yunanistan’dan başlayarak günümüze kadar çeşitli ülkelerden birçok gezgin, elçi, şair ve yazar gezip gördükleri yerleri anlatan eserler meydana getirmişlerdir.
     
    Başka ülkelere yapılan yolculuklarla ilgili ilk gezi yazılarına örnek olmak üzere M.S. 448′de Hun hükümdarı Atilla’ya gönderilen elçilik heyetinde görevli tarihçi Priskosun eseri ile M.S. 568 de Kilikyalı Zemarkhos’un Göktürkler ülkesinde Bizans İmparatorluğu elçisi iken tuttuğu notları gösterebiliriz.
     
    İranlı şair ve din adamı Nasır Hüsrev ‘in hac maksadıyla yaptığı Mekke gezisini ve bu arada Mısır ve Anadolu’nun doğusunda gördüklerini anlatan ’sefername’ adlı eserini de ilk gezi kitapları arasında sayabiliriz.
     
    Gezi türünün ilk önemli eselerini verenlerin başında şüphesiz Venedikli ünlü gezgin Marco Polo ile yine ünlü Arap gezgini İbn-i Batuta’yı anmamız gerekir.
     
    Marco Polo, Yakın Doğu ve Orta Asya ülkelerini kapsayan uzun bir yolculuğa çıkmış ve bu yolculuğunda gezip gördüğü yerleri anlatan bir eser yazmıştır. Birçok dile çevrilen bu eser gezi edebiyatının ilk klasik örneklerinden biri sayılır. Arap gezgini İbn Batuta da Anadolu, Harezm, Maveraünnehir ve Horasan’ı dolaşarak oralarda yaşayan Türklerin teknik ve toplumsal özelliklerini anlatan bir kitap yazmıştır.
     
    Önceleri daha çok tarihçilerin ilgi gösterdikleri bu eserler, sonradan edebiyatçıların da dikkatini çekmiştir. Ele alınan konular, kullanılan dil, yazarların gözlem ve anlatım özellikleri bakımından gezi yazı ve kitapları artık edebiyatın bir kolu, bir başka deyişle bir yazı türü özelliği kazanmıştır.

    Gezi Yazısının Türk Edebiyatındaki Gelişimi

    Eskiden gezi notlarının kaleme alındığı eserlere “seyahatname” deniyordu. Modern zamanlarda ise Türkçe bir sözcük olan “gezi yazısı” terimi tercih edildi.
     
    Türk edebiyatının ilk seyahatname eserleri arasında Farsça yazılan Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın Acâibü’lLetâif adlı eseriyle Ali Ekber Hatâî’nin 1515′te yazdığı Hıtâînâme adlı eseri sayılabilir.
     
    Seydî Ali Reis (ö.1562) Mir’atü’lMemâlik (1557) adlı seyahatnamesinde Belücistan, Hindistan, Afganistan, Buhara, Maveraünnehir’le ilgili gözlemlerini ve yaşadığı olayları anlatmıştır. III. Sultan Murat (15751575) döneminde Tokatlı İbrahim oğlu Ahmet, Acâibnamei Hindistan adlı eserinde Kabil, Hindistan, Basra, Yemen, Hicaz izlenimlerini aktarır.
     
    Trabzonlu Mehmet Aşık’ın (1555?) Menâzıru’lAvâlim adındaki eseri de gezi edebiyatının önemli eserlerindendir.
    Türk edebiyatının en önemli seyahatname eserlerinden biri Evliya Çelebi’nin (16111682) 10 ciltlik seyahatnamesidir. Evliya Çelebi , 40 yıllık gezilerinden elde ettiği coğrafî, etnografik, tarihî, kültürel pek çok bilgiyi akıcı ve mübalâğalı bir üslûpla kaleme almıştır.
     
    Türk edebiyatında “seyahatname” adıyla birçok eser yazıldığı gibi, adı “seyahatname” olmadığı hâlde bu türe özgü özellikler gösteren başka eserler de vardır. Pirî Reis’in Bahriye adlı eseri buna bir örnektir.
     
    İlk seyahatnameler, genellikle başka ülkelerde elçi olarak gönderilen devlet memurlarının gittikleri ülkenin yaşama biçimi, kültürel özellikleri, sosyal ilişkileri, giyim kuşamları, sokakları, şehircilikleri, bürokrasileri ve başka özellikleri hakkında Türk okuyucusu için aktardıkları ilgi çekici bilgilerden oluşmaktadır.
     
    Kimi yazarlar, gittikleri ülkelerden gönderdikleri mektuplarda bulundukları ülke ile ilgili bazı bilgiler de vermişlerdir.
    Sultanların sefer sırasında konaklar arası mesafeleri gösteren menâzil kitapları, her gün yapılan işleri anlatan rûznâmeler de gezi türüne ilişkin bilgiler içermektedirler. Haydar Çelebi Rûznâmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
     
    Keçecizade İzzet Molla (17851829) sürgüne gönderildiği Keşan ve İstanbul’a dönüş izlenimlerini MihnetKeşan (1269) adlı eserinde anlatır.
    Ömer Lütfi, Ümit Burnu Seyahatnamesi’nde dört yıl din bilgisi hocası olarak kaldığı Ümit Burnu ve havalisini değişik yönleriyle tanıtır.
    Türk edebiyatında modern zamanlarda da yurt içine, İslâm dünyasına, Batıya ve başka ülkelere yapılmış pek çok gezinin notları yayımlanmıştır.

    Gezi Yazısı Türünün Özellikleri

    Gezi yazısının belirleyici özellikleri nelerdir
    • Gezi yazılarında çoğu kez kronolojik zamanlı plân uygulanır. Gezi için yapılan hazırlıklar; yolculuk, yolculuk sırasında görülen ilgi çekici olaylar; varış, varıştaki ilk izlenimler…
    • Gezi yazılarında da kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmak önemlidir. Aynı yerler daha önce de başkaları tarafından görülmüş, yazılmış olabilir. İkinci gidişte görülenlerle, ilk gidişte görülenler arasındaki farklara bile değinmek gerekir. Bu da gezi yazılarının zamanla tarihsel belge olduğunu ortaya koymaktadır.
    • Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma ile, bilgi toplama ve fotoğraflarla desteklemeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir.
    • Gezi yazılarında yazar; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım ve tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Ayrıca okuyucuya değişikliği gösterebilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden de yararlanabilir.
    • Resim kullanılmalıdır.

    Türk Edebiyatında Gezi Yazısı

    Bugünkü bilgilerimize göre Türkçe yazılan ilk gezi kitabı, tanınmış denizcilerimizden Seydi Ali Reis’in Miratül-Memalik adlı eseridir. Eser Portekizlilere karşı savaşırken Hint denizinde fırtınaya yakalanıp Gücerat’ta karaya çıkan Seydi Ali Reis’in Hindistan, Afganistan, Buhara ve Maveraünnehir yoluyla Edirne’ye dönüşü sırasında başından geçen serüvenleri kapsar.
     
    Ünlü bilginlerimizden Kâtip Çelebi’nin Cihannüma adlı eseri de gezi yazılarında rastlanan birtakım özellikleri içermektedir. Kâtip Çelebi, Osmanlı ülkesinin birçok yerini dolaşmış ve eserinde gördüğü bu yerlerle ilgili ayrıntılı bilgiler vermiştir.
     
    Edebiyatımızda gezi türünde ilk büyük ve önemli eserin yazarı Evliya Çelebi’dir. Tarih-i Seyyah adını taşıyan on ciltlik eserinde Evliya Çelebi, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde ve dışında gezip gördüğü yerleri anlatır. Bu yerler arasında Bursa, İzmir, Trabzon gibi şehirlerimiz yanında Avusturya, Hicaz, Mısır, Habeşistan ve Dağıstan gibi yabancı ülkeler de bulunmaktadır. Evliya Çelebi’nin gezi kitabından XVII. Yy. toplumumuzun zengin kültür özelliklerini öğrenmek mümkündür. Anlatımdaki sadelik, içtenlik ve söyleşi havası da eser için ayrı bir üstünlük sayılır.
     
    XVII. yy’da Hac yolculuklarını anlatan bir takım gezi kitapları ile birlikte Avrupa ve Yakın Doğu ülkelerine gönderilen elçilerimizi yazdıkları ’sefaretname’leri de birer gezi eseri sayabiliriz. Bu eserler arasında gezi türünün özelliklerini en belirgin biçimde taşıyanı Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Fransa Sefaretnamesi’dir. Yazar bu eserinde Lale Devri’nde Fransa’da elçilik yaparken gördüklerini tatlı bir dille anlatmıştır.
     
    Edebiyatımızda gezi türünden yazılara ilginin arttığını daha çok XIX. yy’da görüyoruz. Bir takım denizcilerimizin, ülke dışındaki Müslümanların eğitilmesi için görevlendirilmiş din adamlarımızın ve gezginlerimizin görevle ve ya kendi istekleri ile gezip gördükleri yerleri anlatan eserlerini burada anmak gerekir. Bu eserlerde Orta Asya, Uzak Doğu, Afrika, Güney Amerika üzerinde ilginç gözlem ve izlenimlere dayalı bilgiler sergilenmiş bulunmaktadır.

    Tanzimattan Sonra Gezi Yazısı

    XIX. yy’nin sonlarında yayımlanan ve gerçek bir gezi yazısı niteliği taşıyan eser Ahmet Mithat Efendi’nin Avrupa’da Bir Cevelan adlı kitabı olmuştur. Yazar bu eserinde İstanbul’dan Stockholm’e kadar yaptığı tren yolculuğuna ve dönüşünde uğradığı birçok Avrupa kentlerine ilişkin gözlem ve izlenimlerini anlatır. Ali bey’in Seyahat Jurnali adlı kitabı da bu yüzyılın önemli gezi eserleri arasında sayılır.
     
    1908′den sonra gezi türünden eserlerin sayısında önemli bir gelişme görülmektedir. Bunda okur sayısının artışı yanında yabancı gezi kitaplarının Türkçeye çevrilmesinin etkisi büyük olmuştur. Bu dönemin tanınmış şair ve yazarlarından Cenap Şehabettin’in Hicaz yolculuğunu anlatan Hac Yolunda Suriye ve Irak’tan söz eden Afak-ı Irak ve bir Avrupa gezisinde gördüklerini yansıtan Avrupa Mektupları adlı eserlerini Türkçe gezi türünün başarılı örnekleri arasında gösterebiliriz.

    Cumhuriyet Döneminde ve Günümüzde Gezi Yazıları

    Cumhuriyet döneminde edebiyatımızda gezi türünde nicelik ve nitelik yönünden büyük bir ilerleme sağlanmıştır. Bu dönemin tanınmış gezi yazarları arasında önce Falih Rıfkı Atay’ı anmamız gerekir. Atay’ın Denizaşırı, Taymıs Kıyıları, Bizim Akdeniz, Tuna Kıyıları, Hind, Yolcu Defteri, Gezerek Gördüklerim ele alınan konular ile gerek gözlem gerekse anlatım ustalığı bakımından ilginç ve değerli eserlerdir.
     
    Cumhuriyet döneminde gezi türünde eser veren diğer yazarlar arasında İstanbul’dan Londra’ya Şileple Yolculuk ve Akdenizde Bir Yaz Gezintisi adlı kitaplarıyla Saik Sabri Duran’ı, Finlandiya adlı kitabıyla Şükufe Nihal’i, Bir Vagon Penceresinden ve Ankara-Bükreş adlı kitaplarıyla Sadri Ertem’i, Tuna’dan Batıya ve Anadolu Notları adlı iki ciltlik kitabıyla Reşat Nuri Güntekin’i, Anadolu Manzaraları adlı kitabıyla Hikmet Birand’ı, Gezi Günlüğü ve Avusturya Günlüğü adlı kitaplarıyla Burhan Arpad’ı sayabiliriz.
     
    Son yıllarda gezi edebiyatımız yeni eserlerde daha da zenginleşmiştir. Yabancı ülkelerle kültürel ilişkilerin artması ve bireysel gezi imkanlarının çoğalması sonucu olarak bu türde eser yazanları sayısında da bir artış görülmektedir.
     
    Günümüz yazarları arasında gezi yazı ve kitaparıyla ün yapmış olanlar arasında Mavi Yolculuk ve Mavi Anadolu isimli eserleriyle Azra Erhat’ı, Düşsem Yollara Yollara adlı eseriyle Haldun Taner’i, Sovyet Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Bulgaristan, Macaristan adlı eseriyle Melih Cevdet Anday’ı, Sam Amcanın Evinde ve Bir Garip Ada adlı eserleriyle Badii Faik Akın’ı, Canım Anadolu adlı eseriyle Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu, Şu Bizim Rumeli adlı eseriyle Yılmaz Çetiner’i ve Almanya Beyleri İle Portekiz’in Bahçeleri adlı eseriyle Nevzat Üstün’ü sayabiliriz.

    Gezi Yazısı Örnekleri

    Gezi Yazısı Örneği 1

    Kırıkkale’ye Giderken
    Ankara kalesi, telsiz direkleri ve bir tünel… Yarım dakika karanlık. Ankara geride kaldı. Bu yol, bütün bozkırı geçer, Karadeniz’e dek ulaşır.
    İsmet Paşa yıllardır fikir döktü, ray döşedi. şimdi ben, bu ray üstünden fikir taşıyan kültür savaşının zırhlı trenine yetişmek için kilometrelerin sekişini sayıyorum. Tren yolunda… Gezici eğitim sergisi Kırıkkale istasyonunda…
     
    Tren yolunda dediğim zaman dudaklarımızda yabansı bir kıvrıntı seziyor gibiyim. Sezmeye de gerek yok gerçekten:
    “Tren yolunda da laf mı a canım.” diyebilirsiniz.

    Eğer siz, bir zamanlar Yahşıhan’a dek böyle gidip gelen eski tren bozuntusunu anımsarsınız hiç de böyle düşünmezsiniz.
    Hele benim gibi Yahşıhan yolunda tuhaflıklara tanık olmuşsanız…
     
    Size, istasyonların kimi bodurumsu, kimi kavaklar gibi birbirlerinin sırtından sırıtan uzun dallı ağaçlarından, çeşmelerinden, bayrak direklerinden, makaslarından, telgraf direklerine tünemiş güvercinlerinden, yol kenarında doygun doygun treni seyreden öküzlerden, özgür ve neşeli sıpalardan söz edeceğimize bizim orta Anadolu’ya kültür ve yeninin aşkını taşıyan trene rast gelinceye dek bugünkü güzel trenin yerindeki o eski tren ve ray bozuntusundan söz edeyim, her halde canınız sıkılmaz.
     
    Yıl 1921, İnönü ile Sakarya savaşının araları… Ankara’dan Kayseri’ye doğru bir akın var.
    Kağnı, kağnı, kağnı Yollardan, dağlardan, taşlardan gıcırtıdan geçilmiyor.
     
    Mumyalanmış bir eşeğe benzeyen cılız, sanki tenekeden yapılma bir lokomotif, ince, uzun hörgücünü kaldırmış, bitkin develeri anımsatan vagonlar da bunların arasında Kayseri yolunu tutuyor.
    Her nedense o zaman burada işleyen dekovilde, sudan geçmeyen hayvanın inadına benzer bir inat vardı. Zaman zaman tutarağı tutardı. Bakarsınız, tıpış t ıpış giderken birdenbire zınk yerinde sayar. Bir ses duyulur:
     
    “Lokomotifin suyu tükendi. Allah’ını seven su getirsin!…”
    Kovalarla, ibriklerle, testilerle bir sürü halk su aramaya çıkar, su bulunmayan bir yerde ise herkes mataralarındaki, testilerindeki, teneke ya da toprak ibriklerindeki suları lokomotife boşaltırlar. Mübarek, yürümeye başlar. Ama yürüyüş de ne yürüyüş!…
    Trenin üstünde pinekleyen ihtiyarlar, kimi zaman şöyle konuşurlardı:
     “Tren giderken indim, aptes bozdum, elimi yudum, trene bindim.”
     “Abdest tazeledim, yine geldim, yetiştim.”
     Yokuş bir yere gelindi mi bir ses yükselirdi:
     “Allah’ını seven vagonları ardından itsin!”
     
    Yüzlerce adam trenden iner, trenin durduğunu gören köylüler de gelir. Helesa yelesa ile treni yürütürlerdi. Trenin kömürü tükenip yöreden çalı çırpı topladığımızı da ben bilirim.
     Bunları söylerken sadece bir anıyı anlatıyorum. Dün süngüsünü tüfeğine çaputla bağlayıp düşmana saldıran bir ulusun o günü böyle geçerdi.
     Şimdi İsmet Paşa’nın döşediği raylar üstünde fikir gibi hızlı, düzenli ve rahat trenle Kırıkkale’ye yaklaşıyoruz.
     
    Makinenin, tekniğin dokunduğu yer, çölün ortasında bile olsa yepyeni bir uygarlığı f ışkırtıveriyor. Kırıkkale işte böyle bozkırın ortasında baca, fabrika, asfalt, geometri, boyalı ev, sağlam tavan, iş gömleği giyen alın terli insan demektir. Kırıkkale bana, kopmuş bir film parçasının sarı bakkal kâğıdına yapıştırılması etkisini yaptı. Kırıkkale, başlı başına minnacık bir fabrika yuvasıdır. Sağı solu, önü arkası bozkırdır.
     
    İstasyon kalabalık… Siyahlar giyinmiş öğretmenler, iş gömlekli işçiler, ustalar, mühendisler, bereli kadınlar, irili ufaklı çocuklar vagonların çevresinde toplanıyorlar…
    [Sadri Etem (Ertem). “Kırıkkale’ye Giderken”,Türk Dili Dergisi, Gezi Özel Sayısı, 1 Mart 1973.]

    Gezi Yazısı Örneği 2

    Nihayet Bursa Zamanı...
    Uzun zamandır görmek istediğimiz Bursa’ya gitmek için bir Pazar sabahı İstanbul’dan 07.00’deki otobüse bindik, 3 saatlik bir yolculukla Bursa terminaline vardık. Otobüs terminali, aynı zamanda pek çok markanın ve renk renk tabelaların olduğu kestane şekeri satış yeri diyebileceğimiz bir yer. Terminal çıkışında belediye otobüsleri kalkıyor şehir merkezine. Bunlardan birine binip Ulu Cami merkeze gittik. Hedefimiz öncelikle Uludağ eteklerine kurulan Cumalıkızık’a gidip kahvaltı yapmak ve köyü gezmek...
     
    Son zamanlarda adını köyde çekilen dizileriyle daha çok duymaya başladığımız aslında 700 yıllık bir Osmanlı köyü Cumalıkızık. Kızık köyleri içinde en çok tanınanı, yerli-yabancı en çok turist çekeni. Bursa şehir merkezinden 90 dakikada bir kalkan 22A otobüsüyle ulaşılabiliyor. Cumalıkızık’ta otobüsten inilen son durak, köyün de başlangıcı. Köyün başında köy ürünlerinin satıldığı tezgahlar sıralanıyor. Arkalarında ise yine köylülerin bahçelerine masalar atarak köy kahvaltısı sundukları evleri uzanıyor. Boş masası olan bir tanesine gidip oturuyoruz hemen. Hemen hemen bir çok köyde olduğu gibi yerel halkın işletmeciliğe soyunduğu yerlerde doğallık arıyorsanız buluyorsunuz ama konfor ve hız arıyorsanız pek bulamıyorsunuz. Bize sıranın gelmesini beklerken zamanımız kısıtlı olduğundan bu süre uzadıkça biraz canım sıkılsa da keyifli bir kahvaltının da gezinin bir parçası olduğuna ikna ettim kendi kendimi. Nihayet, evde yapılmış köy ürünleri, tereyağında yumurta ve çok güzel haşhaşlı-cevizli ekmekle (dışarıda satılıyor, dönerken mutlaka almalıyım!) güzel bir kahvaltı sonrası köyde yürüyüşe çıktık.
     
    Parke taşlı daracık yollarda iki-üç katlı sarı, beyaz, mavi, mor boyalı cumbalı evleri izleyerek köyün tepelerine doğru çıktık. Evlerin bazıları restorasyon görmüş ve kurtarılmış, bazılarıysa oldukça kötü durumda. Girişteki yerler dışında köyün üstlerinde de bahçe içinde oturulabilecek yerler var hepsi de tıklım tıklım dolu.
     Bütün ara sokaklara gire çıka köyü gezip farklı yoldan tekrar meydana geldiğimizde otobüsün kalkmak üzerine olduğunu görünce aceleyle iki ekmek alıp kendimizi otobüse attık. Otobüs diğer kızık köylerinden hemen yandaki Hamamlıkızık içinde bir tur atıp tekrar şehir yoluna girdi. Gördüğüm kadarıyla diğer kızık köyleri geleneksel evlere fazlaca sahip değil. Sanırım bundan dolayı da içlerinde en ünlüsü Cumalıkızık. Köy dönüşü otobüsten yine Ulu Cami civarında inince şehri gezmeye başlıyoruz.
     
    Balibey Hanı: Eski bir yapının restorasyon görmesinden sonra kültür merkezi olarak açılmış. Kubbeli küçük küçük odaların her birinde hat, ebru, çini, rölyef, tezhip, resim gibi eski el sanatlarından biriyle ilgili eserler sergileniyor.
     
    Balibey Hanı’ndan çıkıp Atatürk Caddesi boyunca yürürken Ulu Cami onun yanında Koza Han, eski belediye binası ve aynı caddeden heykele doğru yürüyünce Bursa Kent Müzesi’ne gidiliyor. İpekböcekçiliğinin merkezi Bursa’da Koza Han’da yan yana sıralı dükkanlarda ipekli ürünler vitrinleri süslüyor.
     
    Yakın zamanlara kadar koza pazarlarının kurulduğu han, günümüzde ipekçilikle uğraşan esnafın yer aldığı bir han olarak kullanılmakta. İpek alışveriş mekanı olmakla birlikte kocaman çınarların altında çay-kahve içerek tarihi dokunun da tadına varılabilecek bir yer. Koza Han’dan çıkıp eski belediye binasının yanında bir ağaç altında hem serinleyip hem dinlenirken binayı inceliyoruz.Tarihi Belediye Binası, Atatürk’ün vefatından önce Bursa’da katıldığı son baloda valsi yarıda kesip orkestraya “sarı zeybek” dediği ve o muhteşem zeybek oyunu oynadığı yer…
     Hatta yakın zamanda Sümer Ezgü’nün Atatürk’ü canlandırdığı ve manevi kızı Ülkü Adatepe’nin de yer aldığı bir mini belgesel çekilmiş bu binada.
     
    Belediye Binası bugün, Bursa’da “kentlilik bilinci” projesini hayata geçiren gönüllü vatandaşların oluşturduğu birimlerle çalışmalarını sürdüren Yerel Gündem 21 Evi olarak kullanılıyor. O ağacın altında otururken bundan haberimiz olmadığından içini dolaşmadığımız için sonradan pişman olduğum yer. Belki bir dahaki sefere...
     
    Caddeden yürüyerek Kent Müzesi’ne gittik. Atatürk heykelinin arkasındaki meydanda yer alan bu müze, çok fazla emek verilmiş, harika bir müze. Açıkçası içeri girerken böyle güzel bir müze olacağını düşünmemiştim. Aklınızda “müze gezmek sıkıcıdır” gibi bir önyargı varsa bunu tamamen yıkacak güzellikte bir müze. 3 katlı müzenin giriş katında (Uygarlıklar Kenti Bursa) geçmişten günümüze Bursa’nın tarihi canlandırmalarla anlatılıyor. Bursa’da ilk ayak izlerinden başlayıp Osmanlı padişahlarının balmumu heykelleriyle o dönemi canlandırıp Kurtuluş Savaşı’nın bitmesine kadarki tarihsel olaylar yer alıyor.
     
    Ardından Çağdaş Bursa bölümünde Cumhuriyet döneminden başlayarak gelişen çağdaş bir kente dönüşen Bursa’nın hikayesi günümüze kadar uzanıyor.
     Üst katta, Yaşam ve Kültürüyle Bursa bölümünde Bursa’da doğmak, büyümek, yaşamakla (kız isteme, evlilik hazırlıkları vb konular) ilgili bilgiler görsellerle zenginleştirilmiş. Ayrıca Bursa’da yemek ve eğlence kültürü, sağlık, hamamlar, medreseden okula, kültürel mekanlar, Karagöz-Hacivat, geleneksel sporlar ve turizm gibi konularda yer almakta. En alt katta, Üreten Bursa bölümünde Bursa’da el sanatları çarşısı oda oda yapılan canlandırmalarla tanıtılıyor. Arabacı, nalbant, semerci, yemenici, bakırcı, kalaycı, tenekeci, marangoz, sepetçi, çinici, bıçakçı, şekerci, kebapçı gibi birçok mesleğin kullandıkları aletleriyle birlikte canlandırmaları yer alıyor.
     
    Bu müze, European Museum Forum’un Mayıs 2006’da Lizbon’da düzenlediği ödül töreninde, Avrupa’nın ödüllü müzeleri arasına girmiş. Gerçekten Bursa’yı yakından tanımak için, gezmesi çok keyifli bir müze olmuş, çok beğendim.
     
    Müzeden çıkınca şehri tepeden görmek için teleferiğe gitmeye karar veriyoruz. Yarım saat kadar kuyrukta bekleyip 25-30 kişinin sıkışık tepişik bindiği vagon tipi teleferikle yaklaşık 1800 metre yukarı çıkıyoruz.
     
    5-6 dakika süren teleferik yolculuğu çok zevkli. Ama o kadar sırada bekleyince dönerken de beklemeyi göze alamayınca tepede oyalanmadan aynı vagonla döndük. Oradan da setbaşına gidip Yeşil Türbe’ye gittik ancak tadilatta idi. Civardaki kafelerde bir yorgunluk kahvesi içip terminale gitmek üzere tekrar merkeze döndük.
     
    Kalabalık, keyifli, tarihi aynı zamanda modern Bursa, gezilmesi gereken çok güzel bir şehrimiz.
    Derya Çölaşan

    Gezi Yazısı ile Röportaj Arasındaki Farklar Nelerdir

    Gezi yazılarıyla röportaj birbirine karıştırılmamalıdır. Gezi yazısında ilgi çekici yerler anlatılır. Röportajda olduğu gibi, sorunları deşmek, arkasındaki sorunları duyurmak, kamuoyu oluşturmak amacı güdülmez. Gezi yazıları bir bakıma anıya ve günlüğe de benzer, fakat onlardan ayrı bir yazı türüdür.

    İlgili Başlıklar:
    1 - Gezi Yazılarının Çeşitleri
    2 - Gezi Yazısı Türünün Gelişimi
    3 - Gezi Yazısı Türünün Özellikleri
    4 - Türk Edebiyatında Gezi Yazısı
    5 - Gezi Yazısı ile Röportaj Arasındaki Farklar
    6 - Gezi Yazısı Örnekleri


    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.