Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Antik Yunan Filozofu

Bulmacada Antik Yunan Filozofu sorusunun cevabı nedir?

Bu soruya 1 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2021-01-23 05:48:02

    Cevap :
    Bulmacada 'Antik Yunan Filozofu' nedir sorusunun cevabı:
    Kare ve çengel bulmacada sorulan 'Antik Yunan Filozofu' sorusunun yanıtı birden fazladır. Bu nedenle bulmacanızdaki boşluk sayısına ve harf dizilişine göre aşağıdaki cevaplarımızdan birini seçmelisiniz.


    İşte cevaplar:
    1. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 6 harfli ise cevaba PLATON yazabilirsiniz.
    2. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 7 harfli ise cevaba PİSAGOR yazabilirsiniz.
    3. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 8 harfli ise cevaba SOKRATES yazabilirsiniz.
    4. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 11 harfli ise cevaba ARİSTOTELES yazabilirsiniz.
    5. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 6 harfli ise cevaba THALES yazabilirsiniz.
    6. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 10 harfli ise cevaba HERAKLİTOS yazabilirsiniz.
    Diğer Cevaplar:
    1. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 10 harfli ise cevaba Aristokles yazabilirsiniz.
    2. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 6 harfli ise cevaba Sokrat yazabilirsiniz.
    3. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 6 harfli ise cevaba Aristo yazabilirsiniz.
    PLATON kelimesinin Eş Anlamlıları:
    1. Aristokles (10 harfli)
    SOKRATES kelimesinin Eş Anlamlıları:
    1. Sokrat (6 harfli)
    ARİSTOTELES kelimesinin Eş Anlamlıları:
    1. Aristo (6 harfli)
    Sözlükte PLATON Nedir:
    Platon (Eflatun) Kısa Kısa..
    1. Sokratesin ögrencisiydi.
    2. Sokratesin ölümü platon'a toplumda gecerli olan degerler arasinda ne büyük celiskiler olabilecegini gösterdi.
    3. İlk felsefi etkinligi sokrates'i savunma konusmasini yayinlamak oldu.
    4. Mutlak ve değismez olan ile ilgilendigini degisen arasinda ki iliski ile ilgileniyordu. Mutlak ve değismez olan gerceklik aramiş. Doga da görüp dokunabildigimiz herşeyin değisken oldugunu söylüyormuş. Sonsuza dek kalan yokolup gitmeyen ''ana maddeler'' yoktur. Duyular dünyasina ait olan herşey zamanin yokedecegi maddelerden oluşmustur. Ama ayni zamanda,herşey mutlak deismez bir bicimden olusur. Duyular dünyasinin arkasinda bir baska gerceklik olmasi gerektigine inanıyordu. Bu gerceklige idealar dünyasi adini veriyordu. Bu dünyada dogada gördügümüz olaylarin arkasindaki mutlak ve deismez örnek resimleri bulunur.
    5. Etrafimizda gördügümüz her$eyin dokunup hissedebilecegimiz herseyin sabun köpügü ile karsilastirabilecegini düsünüyordu. Değisenler hakkinda sabit bir fikre sahip olamayacagimizi sadece düsüncelerimiz vede kanilarimizin olabilecegini söylüyordu. Sadece aklımızla bildigimiz bilgiye sahip olabiliriz.
    6. Vucudumuz idealler dünyasina bagimlidir.sabun köpügü kaderini paylastigimizi tüm duygularimizin vücuda bagli oldugunu ve dolayisiyla güvenilmez oldugunu ancak bizimde ölümsüz ruhumuz vardir ki bu ruh aklin yuvasidir.ruh maddesel olmadigi icin idealar dünyasina gidebilir.
    7. Ruhun bir vücuda yerleshmeden de önce varoldugunu söylüyordu.
    8. Devletin filozoflar tarafindan yönetilmesini istiyordu.

    Platon'un Hayatı


    Platon (Eflatun) (Yunanca: Πλάτων, Plátōn) M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşamış olan ve düşünce tarihinin tanıdığı ilk ve en büyük sistemin kurucusu olan ünlü Yunan filozofu. Soylu bir aileye mensup olan Platon, M.Ö. 428 yılında Atina'da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür. 20 yaşında Sokrates'le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar (M.Ö. 399) sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur; hocası ölünce, diğer öğrencilerle birlikte Megara'ya gitmiş ama burada uzun süre kalmayarak önce Mısır'a, oradan da Pythagorasçıların etkili oldukları Sicilya ve Güney İtalya'ya geçmiştir. Bir ara korsanların eline düşmüş, fidye vererek kurtulduktan sonra, kırk yaşlarında Atina'ya dönmüştür. Atina'da Akademi'yi kurarak dersler vermeye başlayan Platon, M.Ö. 347 yılında 81 yaşındayken ölmüştür.

    Platon Hakkında


    Antik/Klasik Yunan filozofu olduğu gibi, matematikçi, felsefi diyaloglar yazarı ve Batı dünyasındaki ilk yüksek öğretim kurumu olan Atina Akademisinin kurucusuydu da. Bu akademi aynı zamandan günümüzdeki modern üniversite oluşumunun başlangıcı olarakta kabul edilir. Platon, akıl hocası Sokrat (Socrates) ve öğrencisi Aristo (Aristotle) ile birlikte, doğal felsefe, bilim ve Batı felsefesinin temellerini attı. Eflatun, aslında Socrates'in öğretilisi ve öğrencisiydi. Socrates'in düşüncelerinden olduğu kadar öğretmeninin adalete uymayan öldürülmesinden de etkilenmişti. Geniş omuzları ve atletik yapısı nedeniyle, Yunanca Platon (geniş göğüslü) lakabı ile anıldı ve tanındı.
    Yirmi yaşından itibaren ölümüne kadar yanından ayrılmadığı Sokrates’in öğrencisi ve Aristoteles’in hocası olmuştur. Atina’da Akademi’nin kurucusudur. Eflatun’un felsefi görüşlerinin üzerinde hala tartışılmaktadır. Eflatun, batı felsefesinin başlangıç noktası ve ilk önemli filozofudur. Antik çağ yunan felsefesinde, Sokrates öncesi filozoflar (ilk filozoflar veya doğa filozofları) daha ziyade materyalist (özdekçi) görüşler üretmişlerdir. Antik felsefenin maddeci öğretisi, atomcu Demokritos ile en yüksek seviyeye erişmiş, buna mukabil düşünceci (idealist) felsefe, Eflatun ile en doruk noktasına ulaşmıştır. Eflatun bir sanatçı ve özellikle edebiyatçı olarak yetiştirilmiş olmasından büyük ölçüde istifade etmiş, kurguladığı düşünsel ürünleri, çok ustaca, ve şiirsel bir anlatımla süsleyerek, asırlar boyu insanları etkilemeyi başarmıştır.



    Modern filozoflardan Alfred North Whitehead’e göre Eflatun’dan sonraki bütün batı felsefesi onun eserine düşülmüş dipnotlardan başka bir şey değildir. Görüşleri İslam ve Hıristiyan felsefesine derin etkide bulunmuştur.

    Eflatun, eserlerini diyaloglar biçiminde yazmıştır. Diyaloglardaki baş aktör çoğunlukla Sokrates’tir. Sokrates insanlarla görüşlerini tartışır ve onların görüşlerindeki tutarsızlıkları ortaya koyar. Eflatun çoğunlukla görüşlerini Sokrates’in ağzından açıklamıştır.

    Eflatun, algıladığımız dış dünyanın esas gerçek olan idealar ya da formlar dünyasının kusurlu kopyaları olduğunu, gerçeğe ancak düşünce ve tahayyül yoluyla ulaşılabileceğini savunmuş, insan ruhunun ölümden sonra beden dışında kalıcı olan idealar dünyasına ulaşacağını söylemiştir. Görüşleri ortaçağda İslam filozofları tarafından korunmuş ve İslam düşünce dünyasındaki Yeni Eflatunculuk akımına neden olmuştur. Rönesans sonrasında Batı Avrupa'da Antik Yunancadan çevirileri yapılmıştır.

    Platonun Felsefesi


    Eflatun'un felsefesini, beş önemli kuram içerisinde toplamak mümkündür. Bunlar, “bilgi”, “idealar”, “ruhun ölümsüzlüğü”, “evrendoğum” (Cosmogonie, Cosmogony - Evren'in oluşumunu inceleyen bilim dalı) ve “devlet” ile ilgili kuramlarıdır. Eflatun, bütün yaşamı boyunca hocası Sokrates'den edindiği ilham ile gerçek bir ahlakçı olarak kalmış, tüm bu kuramları, etik ağırlıklı görüşlerle irdeleyerek geliştirmiştir. Sokrates ve Eflatun'a göre felsefenin ana ereği, insanın mutluluğu ve yetkin yaşamının sağlanmasıdır. Yetkin bir yaşam, ancak erdemli bir hayat sürmekle elde edilebilir. Erdemin temeli “bilgi”, özü “idealar kavramı”, gerekçesi “evrendoğum”, güvencesi “ölümsüzlük”, yaşamsal sığınağı “devlet”tir.

    Eflatun, elli yıllık uzun bir süre boyunca bu kuramsal yapıyı düşünmüş, ilintili felsefi meselelerle didişmiş ve bu arada görüşlerini düzeltip olgunlaştırmıştır. Bu yüzden Eflatun felsefesinin incelenmesi açısından en akılcı yol, bu değişim ve gelişmeyi takip ederek, öğretinin geçirdiği evreleri anlamaya çalışmaktır.

    Sokratesçi Dönem


    "Gençlik dialogların" veya "Sokratik dialoglar"ın kaleme alındığı dönemdir. Bu çalışmalarda Eflatun, hocasının öğretisini, gerçeğe en uygun şekilde vermeye çalışan, katıksız bir Sokrates'çidir. Bilgi ve erdem sorunlarının irdelendiği etik içerikli bu konuşmalarda Eflatun, henüz felsefeyi ileriye götürme çabalarına girişmemiştir.

    Geçiş Dönemi


    Eflatun felsefesi ile ilgili olarak mümkün olan en kısa tarifi vermek istersek, onun tıpkı Sokrates öncesi “Doğa Filozofları” gibi, mutlak ve değişmez olan ile değişen arasındaki ilintilerle ilgilendiğini söyleyebiliriz. İlk filozoflar, doğada mutlak ve değişmez olanı aramışlar, Eflatun ise hem doğada, hem de ahlak ve toplum yaşamında mutlak ve değişmez olanın peşinden koşmuştur.

    Geçiş dönemi çalışmalarında, hareket noktasının sofist öğreti olduğunu görüyoruz. Sofist tezleri, bazen küçümseyici, çok kere de alaycı bir dille tenkit ettiğini bildiğimiz Eflatun'un bu seçimi, öyle pek gelişi güzel değildir. Yukarıda gördüğümüz gibi, Thales'den Demokritos'a kadar tüm doğa filozoflarının felsefeye materyalist yaklaşımlarından sonra, insanı odaklayan ilk öğretiler, sofistler tarafından ortaya atılmış ve bu görüşler Eflatun'un ahlakçı ve toplumsal analizleri için müsait bir temel oluşturmuştur.

    Bu aşamada Eflatun, sofistlerin hazza dayanan yaşam görüşlerini detaylı bir tartışmaya açarak, Sokrates öğretisini aşmaya karar vermiş görünmektedir. Yine de sofist disiplinin karşısına, ustasının "iyi" kavramı ile çıkar;

    "İyi, doğru bir yaşamın kesin ölçütü ve amacıdır."

    Eflatun, bu tezin sağlam temellere oturtulabilmesinin, içerdiği "doğru" kavramının tarif edilebilir, hiç değilse araştırılabilir bir şey olması ile mümkün olduğunu kavramıştır.

    Bu zorlu meseleyi çözmeye çalışırken; "Aradığımız şey bilinen bir şeyse, bunu aramaya gerek yoktur. Bilinmeyen bir şeyse, bulduğumuz şeyin aranan şey olduğunu nereden bileceğiz ?" sorusu ile sofistler, Eflatun'u zor duruma sokmuşlardır. Filozof bu meseleyi, Orpheus ve Pythagoras'çı öğretilerden edindiği "ruhun ölmezliği" kavramı ile çözmeyi deneyerek, Sokrates disiplinini aşma yolunda ilk adımı atmıştır.

    Ruh ölümsüz olduğuna göre, aranan doğru ile daha önceki yaşam dönemlerinde muhakkak karşılaşmış olmalıdır. Ölümsüz bir ruh taşıyan insanoğlu için "öğrenmek", eskiden bilinen bir şeyi hatırlamaktan (anamnesis) başka bir şey değildir. Ancak ölümsüz ruhunu eski yaşamında gördüklerinden anımsadıkları son derece muğlak bilgilerdir. Üstüne üstlük, bir de bu dünyadaki doğrudan algılamaların getirdiği zihni karmaşa, bu bilgileri daha sallantılı tasavvurlar haline dönüştürmektedir.

    Eflatun bir diyalogda, Sokrates'in ağzından şunları söylemektedir; "Ben bir ebeyim. Şu farkla ki, kadınları değil, erkekleri doğurtuyorum. Benimle konuşmaya başlayan, önce bilmezmiş gibi görünür. Ama konuşma ilerledikçe açılır ve anımsamaya başlar. Bununla beraber, benden bir şey öğrenmediği bellidir. En güzel bilgileri, sadece kendi içersinde bulur ve ortaya koyar."

    Böylelikle Eflatun öğretisinin, "doğru sanı" (orthe doxa) ve "bilgi" (episteme) arasındaki karşıtlık ile ruhta bilinçsiz bir halde mevcut, "doğuştan tasavvurlar" şeklinde özetlenebilecek iki ana görüşüne varılmış olmaktadır. Doğru sanı, muğlak ve süreksizdir. Bilgi ise bir temele, bir nedene (logos'a - Herakleitos öğretisinde Evren'e egemen olan yasa, düzen ve tanrısal aklı betimlemek için kullanılan sözcük) bağlanmakla, dayatılmakla sağlam ve sürekli olur.

    Olgunluk Dönemi


    Sokrates'in "bilgi erdemdir" tezini daha bir derinlemesine irdeledikten sonra, iki tür bilmenin söz konusu olabileceği görüşünü öne sürer Eflatun. Doğru sanı (doğru algılama) ile bilgi, iki ayrı dünya yaratmıştır. Bir yanda meydana gelen ve yok olan, doğru sanının, rölatif gerçekliklerin dünyası, diğer yanda, sağlam ve sürekli, asıl gerçekliğin, "idealar"ın dünyası. (Le monde sensible et le monde intelligible)

    Eflatun'un bilgi kuramının çıkış noktası Protogoras'çıdır. Bir şeyi bilen kişi, onu algılayan kişidir. Bu yüzden "insan her şeyin ölçüsüdür". "Algı, daima var olan bir şeydir. Bilgi olduğu için de şaşmaz" diyor Protogoras. Eflatun bu görüşe, Herakleitos'un, "var dediğimiz her şey, gerçekte oluş sürecinde olan bir nesnedir" şeklindeki "akış kuramı"nı katar. Eflatun,

    - Bilgi bir algıdır; (hatta aslında bilgi, bir algılama yargısıdır.)
    - İnsan her şeyin ölçüsüdür;
    - Her şey akış halindedir;
    - şeklinde özetlenebilecek kuramın, algılanan nesneler için doğru, gerçek bilgi açısından yanlış olduğu sonucuna varmıştır.

    Ünlü idealar kuramı, işte bu bilgi (episteme) anlayışından doğmuştur. Bu kuram, hem mantık hem de metafizik içeriklidir;
    İdealar dünyasından gelerek, insani beden ile birleşen ölümsüz ruhun amacı, asıl yurduna tekrar kavuşmaktır. Beden, bu isteğin gerçekleşmesine yardımcı olarak işlevini yerine getirmelidir. Bu kavuşmanın gerçekleşmesi, idealara ulaşmaya, ideaları bilmeye bağlıdır. Bu bilgi de yine bir anımsamadır. Ancak bu anımsama işleminin frekansı, ruh ve bedenlere göre değişkenlik gösterir. Eflatun'a göre ruhlardan çok büyük bir çoğunluğunun anımsadığı bulanık görüntülerdir. Ruhlardan küçük bir azınlıkta "algılama yetisi", daha az bir oranında "anlama yetisi" ve nihayet pek azında, ideaları tamamıyla hatırlayabilme, "akıl yetisi" vardır. Bu sonuncular, rölatif gerçeklerden algıladıklarına dayanarak, hangi ideaların hayalleri ile karşı karşıya olduklarını tanımlayabilirler. (Eflatun kendisini, bu kategori bireylerden saymaktadır.) Yeryüzü, idealar dünyasına benzer. Yeryüzündeki her nen, idealar dünyasından pay almıştır. Bu anımsama vetiresinin irdelenmesi Eflatun'u, "sevgi" (eros) kavramına götürmüştür. Yaşadığımız ve idealardan pay almış bu dünya'yı, objektif kriterler çerçevesinde algılayabildiğimizde, gerçeklere varabilmemiz mümkündür diyor ünlü düşünür. Eflatun'a göre bunun en çarpıcı örneğini, "güzel" kavramının değerlendirilmesinde görmekteyiz. Sevgi, güzele yönelmektedir. Zira güzel kavramı, idealar dünyasındaki gerçekliğin anımsanması sonucu verilen bir hükmü içermekte ve dolayısıyla sevgiyi yaratmaktadır. Eflatun sevgi'yi, (eros) bütün ölümlülerde rastlanan bir ölümsüzlük çabası olarak tanımlar. En basit hali ile eros, tüm insanlarda, kendilerini yaşatacağına inandıkları bir nesil yetiştirme iç güdüsü olarak görülmektedir. Ancak bazı insanlarda "eros" kavramı, daha üstün bir niteliğe bürünmüştür. Bu seçkin kişilerde, yani ideaları tamamıyla hatırlama yetisine (aklına) sahip bireylerde eros, bu güzelliklere ulaşmak ihtirası şeklinde tezahür eder. Bu arzuyu gerçekleştirebilecek bilgilerin eksikliğini hisseden seçkinler, bilgisizlikten kurtulmak çabası içersinde bulurlar kendilerini. Bu kişiler eros'u, dünyaya çocuk getirmekten öte bir işlev, idealara ulaşarak erdemli işler yapmak ve yeryüzünde sürekli bir isim, sonsuz bir şeref bırakmak çabası ve aşkı olarak görürler.

    Felsefi meseleleri inceleyen birçok düşünür tarafından yazılan incelemelerde, "iyi, doğru ve güzel kavramları, insanoğlunun doğuştan sahip olduğu özelliklerdir" şeklinde dile getirilen Eflatun öğretisinin altında yatan düşünsel zincir budur.

    Yaşlılık Dönemi


    Eflatun bu aşamada, önceleri ele aldığı birçok konuyu tekrar gündeme getirerek, bir kez daha incelemiştir. İlgisi daha çok ahlaki (etik) sorunlar ile insanoğlunun mutluluğuna yöneliktir. Yetkin (kamil) insan yerine, yetkin toplumu tarif etme çabası içersindedir. Yetkin topluma ve dolayısıyla toplumsal mutluluğa erişmenin yolu, ideal devlet düzeni içerisinde yaşamaktır. Devlet yönetimi ile ilgili olarak en çok üzerinde durduğu konular, dostluk, hitabet ve siyaset san'atlarıdır. Eflatun'a göre sorunlar, ancak felsefe ile çözülebilir. Gerçek dostluk, hikmet sevgisi (eros) ile ruhları tutuşmuş insanların beraberliğinden başka bir şey değildir. Hitabet san'atı ise ruhun, bildiklerini sözlerle anımsatmaya çalışmasıdır. İnsanların doğal amaçları olan toplumsal mutluluğu sağlamakla görevli devlet yönetimi san'atı da felsefe olmadan yapılamaz. Nelerin toplumsal mutluluğu yaratabileceğini, felsefeden başka hiç bir şey tarif edemez.

    Bu noktada önemli bir zorlukla karşılaşmaktadır filozof. "Siyaset sanatı ve ideal devlet düzeninin gerektirdiği çözümleri sadece felsefe üretebilir." Ancak Eflatun, kendisinden çok sonraları stoacı düşünür Kıbrıslı Zenon'un (İ.Ö. 336 - 264) tasarladığı gibi, sadece bilge ve erdemli kişilerden kurulu bir akıllı insanlar toplumuna ulaşmanın imkansızlığını, hemen kavramıştır. Bu görüşünü de, "yığınlar hiç bir zaman filozof olmayacaktır" özdeyişi ile vurgulamaktadır. Dolayısıyla toplumları mutluluğa ulaştırmak, yönetimin bilge kişilere teslim edilmesi ile mümkün olur. Eflatun'a göre, "başa filozoflar geçmez, ya da baştakiler felsefe yapmazlarsa, insanlığın acıları asla sona ermeyecektir."

    Devleti teşkil eden bireyleri bilgiyi sevenler. Bu ayırım bir başka şekilde şöyle ifade edilebilir; halk, askerler ve koruyucular. (Siyasette söz sahibi olanlar, koruyuculardır.) Toplumu meydana getiren fertlerin tamamı, bu üç özellikten birini, diğerlerinden daha fazla arzu edecekler ve isteklerine, ideal devlet düzeni içersinde ulaşacaklardır.

    İdeal devlet kavramı içersinde, genç nesillerin eğitimi için şiir ve musikiye verilen önem, "güzel sevgisi"ni öne çıkartan bir anlayıştır. Eflatun, idealara estetik yolu ile erişme metodu (estetik yolu ile anımsama) olarak tarif edilebilecek bu görüşten zamanla vazgeçmiş, daha objektif sayılabilecek bir yönteme, matematiğe doğru yola çıkmıştır. Matematiği kullanarak idealara ulaşılabileceğini düşünen filozof için bu çaba, bir bakıma ruhun idealar dünyası özlemi ile bu gayeye yönelik bitmez tükenmez bir gayret anlamını da taşımaktadır. Ruh, beden içersinde bir hapishanededir. (Sima Sema) Buradan ruh, kendisini ancak bilgi ve erdem ile kurtarabilir. O halde bilge kişi, idealar dünyasına özlem duyan bir ruh taşıdığının şuurunda olarak, kendini ölüme hazırlamış olmalıdır. (Nasıl ki Sokrates kendini ölüme hazırlamış ve yaşam karşılığı hiç bir ödün vermemişse...) Yukarda değinilmiş bulunan anımsama (anamnesis) süreci, ruhun daha evvel de var olduğunun kanıtıdır. Bu aşamadaki ölüm özlemi ise, ruhun ilerde de var olmaya devam edeceğinin göstergesidir. Ruh ölümsüz olmasa idi, böyle bir istek duymazdı. Ruh bu yüzden, öncesiz ve sonrasız diye tarif edilen idealardan biridir ve dolayısıyla kökü, idealar dünyasındadır.

    Yaşlılık diyaloglarında Eflatun, doğa meselelerini de ele alarak, yeni bir dünya görüşüne varmayı denemiştir. Bu analiz hemen tamamı itibariyle Anaksagoras'ın teolojik görüşünün didik, didik edilmesi şeklindedir. Doğa'da bütün olup bitenler bir amaca (telos) yöneliktir. Her şeyin gerçek nedeni "Nous"dur. Tanrısal akıl ya da doğrudan Tanrı olarak tarif edilen "Nous" işe karışmadan önce Evren, Demokritos'un materyalist (özdekçi) öğretisi ile betimlediği mekanik bir tözdür. Eflatun'a göre, Nous tarafından biçimlendirilerek "Kaos'dan düzene" geçirilmiş, ruhu ve zekası olan bir canlıdır Evren. Büyük düzenleyici, kendisi gibi önsüz ve sonsuz bir töz bulmuş ve ona biçim vermiştir. Evren, Tanrı tarafından bilinen "dünya ideası"na uygun olarak ve benzetilerek biçimlendirilmiş bir görüntüdür.

    - Küre biçimindedir. Zira, her noktası benzer olan tek şekil küredir.
    - Döner. Zira, eli ayağı olmayan, küre biçimindeki bir töz için tek yetkin devinim dönmedir.
    - Tektir. Zira, yetkin bir kopye olarak yapıldığından, birden çok olamaz.
    - İlksiz ve sonsuzdur. Zira, aslı, ideası, ilksiz ve sonsuzdur.
    - "Nous" her şeyi, her şey için iyi olana göre düzenler. En büyük ve en doğru düzenleyicidir.

    Bir evrim daha geçiren Eflatunik düşüncede "güzel" kavramı, artık yerini "iyi"ye, ama "herkes ve her şey için iyi olana" bırakmıştır. Değerler skalasının en üstüne yerleşmiştir "İYİ" Böylelikle iki kavram özdeşleşmiş olmaktadır. Nous veya Tanrı, "iyi"nin ta kendisidir. Yarattığı ve biçimlendirdiği dünya da, eksiksiz ve yetkin olmalıdır. Bu eksiksiz ve yetkin dünya, idealar dünyasıdır. Duyumlar dünyası ise, tanrısal bir takım sınırlamalar nedeniyle, idealar dünyasına, ancak olabildiğince uygun olacaktır.

    Değerler skalasında "iyi" kavramının altında sıralanacak çeşitli erdemlerin yerlerinin belirlenmesinde matematik, bir ayıraç olarak kullanılmalıdır. Ancak bu yolla aşağı doğru bir sıralama yapılabilir. Yukarı doğru yapılması gerekli bir sıralamada ise, dialektik kullanılacaktır. (Eflatun, tümdengelim veya tümevarımı ifade eden hiç bir sözcük kullanmamıştır eserlerinde. Buna rağmen, bu tür tariflerden adı geçen metotları en azından bir kavram olarak disipline etmiş olduğu anlaşılmaktadır.) Yukarıya doğru yapılacak analizlerde çıkış noktası olarak kullanılacak varsayımlardan (hypothesis) hareketle hedeflenen sonuç, "temel töz"e (arkhe) ulaşmak olmalıdır. Arkhe'ye bu aşamada yüklenen tanrısal nitelik, metafizik açıdan dikkate değer bir özellik meydana getirmektedir.

    Eflatun felsefesindeki bu değişim çok enteresandır. İlk filozoflar veya doğa filozoflarına ait materyalist felsefenin, temel töz'e (arkhe'ye) ulaşmak yönündeki idealine, metafizik yolu ile bir dönüşümü içeren, çok geniş çaplı bir daire böylece tamamlanmaktadır.

    Temeller:


    Sisteminde, Sofistlerin Yunan toplumu üzerindeki olumsuz etkileriyle savaşmaya çalismis olan Platon, işe öncelikle bilgi konusuyla başlamış ve mutlak ve kesin bir bilginin var olduğu konusunda tümüyle dogmatist bir tavır sergilemiştir. Ona göre, değişen hiçbir şekilde bilinemeyeceği için, insan zihninden bağımsız olan, değişmez bir varlık olmalıdır. Mutlak ve kesin bir bilgiye erişmek ve bu bilgiyi başkalarına aktarmak durumundaysak eğer, Platon'a göre, dünyada sabit, kalıcı ve değişmez olan birtakım varlıklar olmalıdır. O bu değişmez, sabit ve kalıcı varlıklara İdealar adını verir. Öyleyse, Platon'a göre, bilgi tikel olanın ve değişenin beş duyu yoluyla kazanılmış empirik bilgisi değil de, değişmez ve tümel olanın akıl yoluyla kazanılan ezeli-ebedi bilgisidir.

    Metafiziği:


    İdealar yalnızca bilginin nesneleri olmakla kalmazlar, onlar aynı zamanda gerçekliği oluşturan varlık kategorisini meydana getiren temel varlıklardır. Başka bir deyişle, Platon, 'Gerçekliğin ne olduğu', 'Neyin gerçekten var olduğu' şeklindeki temel metafiziksel soruya, gerçekliğin madde ya da dış dünyada değil de, dış dünyadaki şeylerin İdealarında olduğu yanıtını vermiştir. Bizim algıladığımız duyusal şeyler sürekli olarak değişmektedir.

    Ona göre, duyusal nesneler, değişmeden mutlak olarak bağışık olan bir gerçekliğin varoluşunun zorunlu kılacak şekilde, sürekli bir değişmeye maruz kalırlar. Duyusal nesneler varlığa geliş ve yokoluş, büyüme ve çürümeden başka, yer değiştirir, niteliksel ve niceliksel değişmeye uğrarlar. Bundan dolayı, duyusal nesnelere yüklenebilecek tüm nitelikler, yükleme faaliyeti sırasında, algısal yargı ya da önermenin zamansal bir niceleyici ya da belirlemeyle tamamlanmasını gerektirir. Buna göre, aynı şey farklı zamanlarda farklı özelliklere sahip olur. O belirli koşullar altında büyük, başkaca durumlarda küçük görünür. Birine göre, büyük, bir başkasına göre ise küçüktür. Belli bir zamanda mat ve karanlık, buna karşın başka bir zamanda parlak ve aydınlık görünür.

    Demek ki, bireysel nesnelerden oluşan ve bizim duyularımızla algıladığımız duyusal dünyayı incelediğimizde, onda mutlak, kalıcı, durağan ve tutarlı hiçbir yön bulunmadığını, ondaki herşeyin değişken ve göreli olduğunu görüyoruz. Platon'a göre, böyle bir dünya gerçek değildir, gerçekten var olamaz; o duyusal dünyanın yalnızca görünüşlerden meydana gelen bir dünya olduğunu savunur. Bu duyusal dünya, şu masa, şu heykel, şu kitap gibi, 'şu' diyerek gösterdiğimiz bireysel nesnelerden meydana gelmektedir. Bu dünyadaki nesneler, değişen, kendilerinde karşit yüklemleri barındıracak şekilde, eksikli, göreli, bağımlı ve bileşik olan şeylerdir. Beş duyu yoluyla algılanan bu bireysel nesneler, Platon'a göre, gerçekten var değildir. Onlar değişmeyen, mutlak ve kalıcı bir gerçekliğin yalnızca görünüşleridirler. Bu bireysel nesneler aynı anda hem gerçeklikten ve hem de yokluktan pay alırlar; bundan dolayıdır ki, Platon'a göre, onlar hem var ve hem de yokturlar ya da bugün var yarın yokturlar. Onlar varlığa gelir, çesitli değişmelere maruz kalır ve ölüp giderler. Platon'a göre, gerçekten varolan şeyler İdealardır ve İdealar duyusal dünyada söz konusu olan göreli bir durağanlığın ve anlaşilırlığın temel nedenidirler. İdealar duyusal dünyada hüküm süren değişmelerden etkilenmediği için, onların içinde yaşadığımız görünüşler dünyasından ayrı ve bağımsız bir varoluşa sahip olmaları gerekir.

    Bizim kendilerini duyu-deneyi yoluyla değil de, düşünce ve akıl yoluyla bildiğimiz bu İdealar, kendilerine ait ayrı bir dünyada varolurlar. Platon'a göre, İdealar sahip oldukları özellikleri hepsinin üstünde ve ötesinde bulunan İyi İdeasından alırlar. Devlet'te yer alan ünlü Güneş Benzetmesinde, o duyusal dünya ile akılla anlaşilabilir dünya, dolayısıyla da Güneşle İyi İdeası arasında bir analoji yapar ve mecazi bir anlatım içinde, İyi İdeasını Güneşe benzetir. Buna göre, nasıl ki duyusal dünyada güneş ışığıyla gözle görülen nesneleri aydınlatıyorsa, aynı şekilde İyi İdeası da akılla anlaşilabilir dünyada İdeaları doğrulukla aydınlatır, başka bir deyişle, İdealara anlaşilabilirlik kazandırır. İyi İdeası, bundan başka akılla anlaşilabilir nesnelerin varlık ve gerçekliklerinden sorumludur.

    İyi İdeası gerçek varlığın ötesindedir. Platon'a göre, insan uzun yıllar matematiksel bilimlerle ve diyalektikle uğraştıktan sonra, varlığın ve gerçekliğin kaynağı olan İyi İdeasını mistik bir tecrübeyle, özel bir sezgiyle tanır. Çünkü İyi İdeası varlığın ötesinde olduktan başka, insanın kavrayış gücünün sınırlarının da ötesindedir. İyi İdeasının kendisi tanımlanamaz, söze dökülemez ve açıklanamaz, fakat başka herşeyi açıklar. İnsan bu tür bir mistik tecrübeyi yaşadıktan sonra, İdeaların İyi İdeasından pay almak suretiyle varlığa geldiklerini ve oldukları gibi olduklarını anlar. Şu halde, Platon'un metafiziğinde İdealar varlıklarını, ya da sahip oldukları temel özellikleri İyi İdeasına borçludurlar.

    Aynı ilişki İdealardan meydana gelen gerçek ve akılla anlaşilabilir dünya ile içinde yaşadığımız duyusal dünya arasında vardır. İçinde yaşadığımız duyusal dünyadaki şeyler her bakımdan değişseler bile, bu dünyanın yine belli ölçüler içinde gerçek ve kalıcı olan yönleri vardır. Her bakımdan değişmeye uğrayan bu dünyada, en azından birtakım matematiksel özellikler değişmeden aynı kalır. Örnegin, bir masa şekli zamanın akışı içinde değişse de, onun sergilediği 'dikdörtgen' olma temel özelligi değişmeden aynı kalır. Yine, bir kutunun şekli zaman içinde değişir, bununla birlikte onun sergilediği 'kare' ya da 'küp' olma özelligi değişmeden aynı kalır. İşte duyusal dünyadaki şeyler, Platon'a göre, İdealardan pay aldıkları ya da İdeaları taklit ettikleri için varolurlar ve duyusal dünyadaki gerçek ya da kalıcı ve değişmez yönler, bu pay alma ilişkisi sayesinde söz konusu olur.

    Platon, İdealardan meydana gelen akılla anlaşilabilir dünya ile duyusal dünya arasındaki bu ilişkiyi Parmenides adlı diyaloguyla Timaeos adlı diyalogunda açıklamaya çalisir. Buna göre, pay alma, İdeadan bir parçaya sahip olma anlamına gelmez. Bir İdea, bu dünyadaki duyusal şeylerden her biri ondan bir parçaya sahip olacak şekilde, parçaları olan bir şey değildir. Bir İdea bölünemez bir varlıktır. Yine, duyusal şeyler İdealardan bu şekilde pay alıyor olsaydılar, İdealar aktüel dünyada şeylerin parçaları olarak varolacak ve dolayısıyla bu dünyaya içkin olan varlıklar haline geleceklerdi. Oysa, onlar bu dünyaya aşkın olup, ayrı bir İdealar dünyasında varolurlar. Şu halde, duyusal nesneler İdeaları, gerçekte İdeaların kendileri olmaksızın, İdealardan bir parçaya sahip olmadan, örneklerler.

    Bununla birlikte, İdealarla duyusal nesneler tümüyle farklılık gösteren iki ayrı kategoriden varlıklar oldukları için ikisi arasındaki ilişki ancak, pay alma ilişkisi gibi gerçek niteliği hiçbir zaman tam olarak anlaşilamayan mecazi terimlerle ifade edilebilir. Çünkü İdealar ezeli-ebedi olan, yani yaratılmamış ve yok edilemez olan, zamanın ve mekanın dışındaki değişmez kavramsal varlıklardır. Oysa bu dünyadaki duyusal nesneler zaman ve mekanın içinde olup, değişmeye uğrayan varlıklardır. İdealar değişmez olduklarına göre, herhangi bir şey yapamaz ve dolayısıyla duyusal dünyadaki değişmeyi başlatamaz ya da bu değişmeye neden olamazlar. Bundan dolayı, Platon'un metafiziğinde, akılla anlaşilabilir dünya ile duyusal dünya arasındaki ilişkiyi sağlayacak, içinde yaşadığımız dünyaya İdealar dünyasının belirli yönlerini aktaracak aktif bir güce ihtiyaç duyulur. Çünkü duyusal dünyadaki nesnelerle İdealar tümüyle ayrı kategoriden varlıklar oldukları için, birbirleriyle kendi başlarına ilişki kuramazlar.

    Platon'un metafiziğinde işte duyusal dünyaya İdealar dünyasının belirli yönlerini aktaran bu aktif dış güç, İdeaların, saf formun değişmez dünyasıyla maddenin bütünüyle belirsiz olan dünyası arasındaki sınır çizgide bulunan Demiurgos'tur. Ona göre, maddenin kendisi tümüyle belirsiz olup, şekilden, formdan yoksundur. Zaten belirli olsa ve bir şekli bulunsa, bu, İdeanın onda zaten bulunduğu anlamına gelecektir. Madde tanımlanamaz. Bununla birlikte, tümüyle düzensiz olan madde form kazanmaya, şekil almaya uygun bir yapıdadır. İşte, hem akılla anlaşilabilir dünyanın ve maddi dünyanın dışında olan bir Tanrı olarak Demiurgos, maddeye İdealar dünyasının özelliklerini, akılla anlaşilabilir dünyanın formlarını yüklemek suretiyle, düzenden yoksun, belirsiz maddeye düzen ve form kazandırır. Demiurgos'un bu faaliyeti, sonuçta duyusal dünyada İdeaların gölgelerinin ortaya çikisina yol açar.

    Kare, üçgen, ağırlık, beyazlık, v.b., İdeaların maddi dünyada ortaya çikan görüntüleridir, soluk kopyalarıdır ve onlar maddi dünyaya sahip olduğu düzen ve belirliliği kazandıran temel ögelerdir. Şu halde, maddi dünya sahip olduğu düzen ve belirliliği herşeyden önce İdealar dünyasına ve İdealar dünyasının yapısını ve formlarını maddeye aktaran Demiurgos'un faaliyetine borçludur. Biz duyusal dünyada çesitli zaman ve yerlerde var olan şeyleri, Demiurgos formları maddeye yerleştirdiği için saptıyor ve tanımlayabiliyoruz.

    Bununla birlikte, maddi dünya kendisine aktarılan formları koruyabilmek bakımından yetersiz olup, mutlak bir değişme içindedir. Maddi dünya formları yalnızca belirli zaman dilimleri içinde koruyabilir. O sürekli bir akış hali içinde bulunduğuna göre, formları alır ve daha sonra yitirir. Şu halde, maddi dünyanın gerçek İdealar dünyasının ezeli-ebedi yönlerini Demiurgos'un faaliyeti sayesinde kazandığı ve bu yönleri sonsuz bir hareketler dizisi ve dolayısıyla değişme süreci içinde kaybettiği dikkate alındığında, o ezeli-ebedi bir gerçekliğin zaman içinde hareket eden ve değişen gölgesi ya da kopyası olarak görülmek durumundadır. Öyleyse, gerçekten var olan değişmez İdealar dünyasıdır.

    Demek ki, Platon gerçek varlığı aynı şekilde tanımlamış olan ve bu varlığın akıl yoluyla bilinebileceğini söyleyerek, duyuların bize gösterdiği bireysel nesnelerden oluşan duyusal dünyanın hiçbir şekilde var olmadığını, bu dünyanın bir yanılsamadan başka bir şey olmadığını öne süren Parmenides'in tersine, bir yandan gerçekten var olanın değişmez, ezeli-ebedi olan ve akıl yoluyla bilinebilen İdealar dünyası olduğunu kabul ederken, bir yandan da içinde yaşadığımız duyusal dünyanın belli şekiller içinde var olduğunu söylemekte ve görünüşleri İdealar aracılığıyla açıklamakta ve temellendirmektedir. Platon'un bu metafiziği, 'Neyin gerçekten var olduğu' sorusunu yanıtladıktan başka, insanın içinde yaşadığımız bu dünyadaki yeri ve gerçekten var olan İdealar dünyasıyla olan ilişkisi konusuna da bir açıklık getirir.

    İnsan felsefesi:


    Platon'un iki dünyalı metafiziği, insanda her biri dikkatini söz konusu bu dünyalardan birine yöneltmiş olan iki temel bileşenin bulunduğunu ortaya koyar. İnsanın duyusal dünyaya yönelmiş, duyusal dünyaya ait olan parçası bedenidir; yine aynı benzerin benzerini bilebileceği, ancak aynı cinsten olanlar arasında bir ilişki bulunabileceği ilkesine göre, insanın bir de gerçek varlığın dünyasına yönelmiş olup, bu bağlamda İdealar dünyasının bir parçası olan ruhu vardır. İnsan ruhu, Platon'a göre, insandaki maddi olmayan, ölümsüz parçadır.

    Bunlardan beden söz konusu olduğunda, insan duyuları aracılığıyla duyusal dünyayla ilgili olarak güvenilmez malumatlar elde etmeye çalisir, maddenin peşinden koşarak birtakım fiziki arzuları gerçekleştirmek ve tatmin sağlamak ister. Buna karşın, ruhu ait olduğu dünyaya yönelmek, ezeli-ebedi gerçeklikleri temaşa etmek arzusu içindedir. Öyleyse, ruha düşen kendisini duyusal dünyanın sınırlamalarından, bedeninin ve duyusal dünyanın oluşturduğu hapishaneden kurtarmak ve gerçek dünyayı temaşa etmek amacını gerçekleştirmeye çalismaktir. Bu ise, insanın her ne kadar maddi koşullar içinde yaşayan, birtakım fiziksel ihtiyaçları olan bir varlık olsa da, bu maddi koşullara bağımlı olamayacağı, yalnızca fiziksel ihtiyaçları tarafından belirlenemeyeceği anlamına gelir.

    Platonun Eserleri


    Charmides
    Euthydemos
    Euthyphron
    Gorgias
    Ion
    Kratylos
    Kritias
    Kriton
    Laches
    Lysis
    Menexenos
    Menon
    Nomoi
    Parmenides
    Phaidon
    Phaidros
    Philebos
    Politeia
    Politikos
    Protagoras
    Sophistes
    Symposion
    Theaitetos
    Timaios
    Sözlükte PİSAGOR Nedir:
    pisagor bağıntısı : bir dik üçgende dik kenarlarının kareleri toplamı hipotenüsün karesine eşittir.
    Sözlükte SOKRATES Nedir:
    sofistlere karşı koyanların başında yer alan, ilkçağın en büyük düşünürlerinden biri olan sokrates, sofistlere karşı koyar, ama onlarla birleştiği yönleri de vardır. çünkü sokrates de, sofistler gibi, gelenek ve törelerin oluşturduğu ölçüler üzerinde düşünmeyi kendisine ilke yapmıştır.

    sokrates 469 yılında atina’da doğmuştur. heykeltıraş sophroniskos ile ebe phainerete’nin oğlu. kendisi ve yurttaşlarını ciddi olarak incelemeyi, ahlakça olgunlaşmak için durmadan çalışmayı, hayatının hep ödevi sayacaktır. o da, sofistler gibi, başlıca, insan hayatının pratik sorunlarıyla ilgilenmiştir. ancak, sofistler utilitaristtiler, yalnız yararı göz önünde bulunduruyorlardı. sokrates ise bu soruna gerçek, derin bir ahlaki ciddiyetle yönelir.onun gerek sessiz, sürekli felsefi düşünmeleri, gerekse atina’daki orijinal çalışmaları böyle bir anlayışla beslenmişlerdir. kendisi bir çığıra, bir okula bağlı olmadığı gibi, bir çığır da kurmaya kalkışmamıştır. ortalıkta, çarşıda –pazarda dolaşır, karşısına çıkanlarla konuşmaya çalışırdı. bunu da, insanları, hayatlarının anlam ve amaçları bakımından düşünmeye, aydınlanmaya kımıldatmak, onlarda bu isteği uyandırmak için yapardı. sokrates felsefesini, dünya görüşünü bu yolla yaymıştır: bir şey yazmamıştır. sokrates 70 yaşında iken “gençliği baştan çıkarmak ve atina’ya yeni tanrılar getirmeye kalkışmak” ile suçlandırılıp mahkemeye verilmiştir. onu suçlayanlar, anlayışsızlıklarından, düşünceleri ayırt etmeyi bilmediklerinden, sokrates’i sofist sayıyorlardı. hayata yol gösteren değer ve ölçülere körükörüne inanmayıp bunları akılla bulmak isteyişinde, bu tutumunda sokrates sofistlerle ortaktı. ama onun sofistlerle bundan sonraki temelli ayrılığını, yobaz gelenekçiler ayıramayacak durumda idiler. sokrates hafif bir ceza ile kurtulabilirdi; ama boyun eğmek bilmeyen onuru yüzünden yargıçları kızdırıp ölüm cezasına çarptırılmıştır. tutukevinden de kaçmayı ret etmiş ve 399 yılının mayısında zehir içerek ölmüştür.

    sofislerin bilgi anlayışı, her bakımdan, tek kişiyi kanılarında bir relativizme götürmüştü. sokrates’in ise göz önünde bulundurduğu ; sağlam, herkes için geçerli olan bir bilgiye varmaktır. o, doxa (sanı)nın karşısına episteme (bilgi) yi koyar. yalnız episteme hazır, hemen öğrenilebilecek, öğretimle hemen bildirileverilecek bir şey değildir, tersine; birlikte çalışarak, uğraşılarak varılacak bir amaçtır. onun için sokrates, sofistlerin yaptığı gibi, öğretimle bilgileri edindirmeye kalkışmaz, çevresindekilerle doğru’yu birlikte aramaya çalışır. din-gelenek otoritesine gözü kapalı bağlanmamada sokrates sofistlerle bir düşünüyor. ancak, sokrates’in akla, düşüncenin objektif değerine, bireylerin üstünde bir normun bulunduğuna sarsılmaz bir inancı var. onu sofistlerden kesin olarak ayıran da bu inancıdır. onun kendine özgü öğretme ve araştırma yöntemi olan dialog (konuşma) da bu inanca dayanır. konuşma’da düşünceler ortaya konur, bunlar karşılıklı olarak eleştirilir, böylece de herkesin kabul edeceği şeye varılmak istenir. sofisler düşünceleri meydan getiren psikolojik mekanizmayı inceliyorlardı. sokrates ise, doğru’yu belirleyen aklın bir yasası olduğuna inanır ve çevresindekilerle işbirliği yaparak bu doğru’yu araştırır. “ben bir şey bilmiyorum” ya da “bir şey bilmediğimi biliyorum” derken de göz önünde bulundurduğu bu. onun için bunları bir şüphecilik diye anlamamalıdır.

    sokrates, sofist – sophistes , bilgici –değil, filozof – philosophos, bilgisever –olduğunu söyler; bilgiyi elde bulundurduğuna değil, onu sevip aradığına inanır; kendisi kendini bildiği gibi, kendilerini bilmelerini (“kendini bil!”) başkalarından da ister. araştırmanın (dialogun) dış şeması şöyledir: konuşmaya başlarken sokrates, hep kendisinin bir şey bilmediğini söyler. karşısındaki de, tersine, hep bilgisine pek güvenmektedir, ama ileri sürdükleri de hep pek derme çatma şeylerdir. işte sokrates’in ünlü ironie’si (alayı) bu karşıtlık içinde belirir. bundan sonra da sokrates, konuştuğu kimsede doğru^yu meydana çıkarmaya girişir; onun deyişiyle: ruhta uyku halinde bulunan düşünceleri “doğurtmaya” uğraşır. bu sanatına da, annesinin ebeliğine bir anıştırma olarak, maieutike (doğum yardımcılığı, ebelik) adını veriyor. bu tekniğin temelinde, disiplinli, sıkı bir düşünme ile” doğru”nun bulunabileceğine bir inanma gizlidir; ruhta saklı doğrular var; bunlar herkes için ortak olan doğrulardır; bunlar, sorup soruşturma ile, üzerlerinde durup düşünme ile yukarıya çıkarılabilir, bilinir bir hale getirilebilirler.

    sokrates’e göre, bilimsel çalışmanın amacı, duyularla edinilen tek tek algılar değil, kavramdır. onun için, sokrates hep, kavramın belirlenmesi, sınırının çizilip gösterilmesi olan tanım’a (horismos, definito) varmaya çalışır.

    sokrates’in kullandığı yöntem, tüme –varım (epagoge, inductio) yöntemidir. aristoteles, sokrates’i bu yöntemin bulucusu diye gösterir. ancak, sokrates gelişigüzel bir araya getirilmiş tek tek haller arasında bir karşılaştırma yaptığı için, tam bir tümevarım yöntemi geliştirdiği söylenemez.

    sokrates bu yöntemini, tıpku sofistler gibi , sadece insan hayatının sorunlarına uygulamıştır. onu “doğru bir yaşayış nedir, hangisidir?” sorusundan başkası ilgilendirmemiştir. doğa felsefesiyle hiç uğraşmamıştır; kavramsal doğru’yu araması da yalnız ahlaki kaygılar yüzündendir. insanın ahlakça kendisini eğitmesi, yetiştirmesiyle bilim aynı şeydir. araştırma da bulunacak tümel doğru, ahlak bilincine açıklık ve güven sağlayacaktır.

    sokrates’in bütün düşüncesi, bütün çalışmaları ahlaka yönelmiştir. bu ana –konuda çıkış noktası da, “erdem ile bilginin özdeş, aynı oldukları” görüşüdür. bu görüşün felsefe dışındaki nedeni için şu söylenebilir: yunan toplumu o arada çok sarsıntılı bir değişme geçirmiştir, geçirmektedir. bu yüzden, öteden beri bilinen, alışılmış yaşama kurallarına ayak uydurmak çok güçleşmiştir. bu değer anarşisi içinde bir sürü yaşama kuralı öğütleniyordu. öbür yandan demokratik gelişme bir savaşmaya, yarışmaya yol açmıştı. işte sokrates,bu kanıyı ahlaka aktarmakla, bu duruma en keskin anlatımını kazandırmıştır.

    sokrates,”hiç kimse bile bile kötülük işlemez, kötülük bilginin eksikliğinden ileri gelir” der. yine bu yüzden bütün öteki erdemler, ana –erdem olan bilginin (episteme) içinde toplanmışlardır ve bilginin kendisi edinildiği ve öğrenildiği gibi, öteki erdemler de elde edilir ve öğretilebilir.

    sokrates, bir de, içinde bir daimonion’un barındığını söylermiş. hayatının önemli anlarında bu daimonion’u kendisine yol gösterirmiş, daha doğrusu alıkoyucu bir rol oynarmış; daha çok uyarıcı bir sesleniş. bunu sokrates içindeki tanrısal bir ses sayar ve ona uyarmış. bu sesin ne olduğu üzerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır. ne olarak anlaşılırsa anlaşılsın (vicdan, ahlaki bir sezi, peygamberlerde görülen içgüdü gibi bir şey vb) daimonion sokrates’in ahlak görüşünün tekyanlı rationalismini tamamlayan bir etken olarak görünüyor. çünkü daimonion, irrationel bir şey, dini –mistik bir öğe. (ama yalnız kendisinde var; genel olarak insan hayatının ahlak bakımından düzenlemede hiçbir rolü yok)

    sokrates’in dinsiz ya da küfre sapmış bir kimse olduğu hiç de söylenemez. olsa olsa, o da ta xenophanes’ten beri gelişen bir din anlayışının içinde yer almıştı; yani halk dininin boş inançlarına bağlı değildi; halk dininin arınmasını, bunun için de tanrılar için yakışıksız tasavvurların ortadan kalkmasını o da istiyor.

    sokrates çevresine büyüleyici bir etki yapmıştı. bu etki, düşüncelerinden çok, bu düşünceleri onun doğrudan doğruya yaşaması yoluyla olmuştur.
    Sözlükte ARİSTOTELES Nedir:
    platon´un en parlak öğrencisi aristoteles İ.Ö. 384-348 tarihleri arasında yaşadı. makedonyalı iskender´e hocalık etmesi nedeni ile, iskender´in ölümünden sonra başkaldıran atina´lılarca dinsizlikle suçlanmış, ustasının ustası sokrates gibi davranmayıp kurtuluşu kaçmakta bulmuş, ancak bir yıl sonra da ölmüştü.yaratıcı grek düşüncesinin son temsilcisi, uzun yıllar boyunca avrupa düşünce hayatına en fazla etki yapan yunan filozofuydu; ortaçağ boyunca, hristiyanlık inancı ile birleşen aristo´cu görüşlerin otoritesi tartışılmazdı, ama ne yazık ki bu etkiler felsefenin ilerlemesine de ciddi bir engel teşkil ettiler. XVII. yüzyılın başlangıcından beri hemen her entellektüel ilerleme bir aristoteles öğretisine karşı girişilen saldırıyla başarıya ulaştı diyebiliriz..

    ilk "akademik" filozof

    aristoteles kendinden öncekilerden pek çok yönüyle ayrılır. ne de olsa o, akademiktir. ilk kez bir öğretici gibi yazan odur. denemeleri sistematik, tartışmalı ve başlıklara bölünmüştür. mesleği öğretmek olan kişidir o, esinlenmiş bir mesih değil. yunan felsefesinin alışılmış bakchus taşkınlıklarından iz taşımayan yapıtlar yazmıştır; eleştirel, özenli ve kuru..! ayrıntılara inmekte ve eleştiride çok iyidir fakat temel açıklıktan ve yaratıcı ateşinden yoksun olduğu için büyük bir yapı kuramamıştır.

    yaşadığı çağın en büyük imparatorluğunu kuran öğrencisi büyük iskender´i aristo mu etkilemişti acaba, yoksa öğrencisinin isteklerine uygun bir felsefe mi üretmişti? çünkü aristoteles felsefesinin temelinde siyaset vardır, ahlak sistemini de siyasetin bir dalı olarak görür, gururu över, monarşiyi en iyi, soylular yönetimini ise ikinci sırada sayar. yalnızca yöneticiler ve soylular yüce ruhlu olabilir. fakat sıradan yurttaşlar için bu olanaksızdır. amaç iyi birey olmaktan çok iyi bir topluluksa, o, içinde boyun eğmenin yer aldığı bir topluluktur. peki, yalnızca soyluların iyi, çoğunluğun iyi olamıyacağı bir düzeni ahlak açısından yeterli bulabilirmiyiz? platon ve aristo bu soruya evet diyorlar, daha sonra nietzsche de uyuşuyor onlarla.

    ticaret konusundaki görüşleri önemlidir, üstelik bu görüşler ortaçağ boyunca siyasi sonuçlara yolaçmış ya da kilise tarafından haklılık kanıtı olarak kullanılmıştır. "parakende satış varlık elde etmenin doğal bir parçası değildir. doğal yol evin ve toprağın ustaca yönetilmesidir. bu yolda elde edilen varlığın bir sınırı vardır, oysa ki ticaretle elde edilenin sınırı yoktur." aristoteles platon´un ortak mülkiyetine karşı çıksa da, onun aşırı zenginlik ve yoksulluğun tehlikeleri hakkındaki tesbitini benimser. "ticaretten elde edilen varlıktan haklı olarak nefret edilir. en kötüsü ise tefeciliktir." doğal olarak, filozofların görüşleri, ilişkin oldukları sınıfların maddi çıkarlarıyla uyuşur. grek filozofları ise toprak sahibi sınıfla yakından ilişkilidir. bu nedenle faizi hoş karşılamazlar.

    ortaçağ filozoflarıysa kilise adamlarıdır ve Kilisenin servetinin kaynağı da yine topraktır. ayrıca tefeciliğe karşı oluş yahudiliğe karşı oluşla güçlenmiştir. belki de bu nedenle, aristocu görüşler hemen hemen hiçbir eleştiriye tabi tutulmadan kabul gördüler. reformasyona gelindiğinde ise tüccar ve tefeci sermayesi genişlemişti, en ateşli protestanların çoğu aynı zamanda tefeci işadamlarıydılar, sonuç olarak kalvinist hareket faizi yasaya uygun buldu, eski yasaklamaların zamana uymaması katolik klisesini de bu karara uymaya zorladı.

    politika "bilimi"

    aristotelesin politika adlı betiği, zamanın eğitim görmüş greklerinin düşüncelerini ve ortaçağların sonuna değin etki yapan pek çok ilkenin kaynaklarını sergilediği için ilginçtir. bütün tartışma kent devletlerine ilişkindir ve bu devletlerin tarihe karışacağı konusunda bir öngörü yoktur. devletin önemi -platon´daki gibi- en yüksek topluluk türü olarak vurgulanır. zaman sırasına göre önce aile gelir ama yapısı gereği devlet aileden üsttedir. her biri bir aile olan küçük topluluklardan kurulu olduğu için, siyaset tartışması aileyle başlamalıdır. çünkü gerek kadın-erkek, gerekse de efendi-köle ilişkileri aile kurumunda işler. görüldüğü gibi, aristoteles iktidarı devletin her kademesine yaymıştır böylelikle.

    onun sisteminde de "iktidar her yerdedir". aristoya göre "monarşi, aristokrasi ve ilkeli yönetim iyi; tiranlık, oligarşi ve demokrasi kötüdür. bir iktidar değişikliğini önlemek için gereken üç koşul; eğitimde o günkü yönetimin propogandasını yapmak, en küçük ayrıntıda bile yasaya saygı, yasama ve yürütmede orantı esasına göre eşitlik ve herkesin kendi payından memnun kalmasıdır. "elbette bu üç sav da hiyerarşik bir toplum anlayışından temellenmiştir ve ne yazık ki bugün için de geçerliliğini koruyorlar. her ne kadar aristoteles´in yaşadığı dönemin terminolojinde olmasa bile, bu görüşlerlerin, devletin ideolojik aygıtlarına bir vurgu yaptığını da söyleyebiliriz.

    kısaca devlet hakkındaki diğer görüşlerini de sıralıyarak aristoteles´i bitirelim; "yabancı devletleri ele geçirme işi devletin amacı olamaz ama yapısı gereği köle olanların egemenlik altına alınması için barbarlara karşı girişilecek savaş istisnadır. savaş bir araçtır, amaç değil. yalıtılmış durumda yaşayan, kimselerin ele geçiremiyeceği bir kent mutlu olabilir. büyük kentler hiç de iyi yönetilemez. çünkü büyük bir kalabalık düzene sokulamaz. devletin alanı, yüksek bir tepeden gözlenecek ölçüde küçük tutulmalıdır. geçimleri için çalışanlar yurttaşlığa alınmaz. el işleri ve ticaretle uğraşmıyacaktır yurttaşlar, böylesi erdeme karşı ve düşman bir yaşantıdır, boş zamana gereksindiklerinden ev işi de yapmazlar, köleleri vardır onların"...
    Sözlükte THALES Nedir:
    bilimin ve fiziğin kurucusu. m.ö. 650 yıllarında yunan felsefesi ionia’da thales ile başladı. felsefenin thales ile başladığı açıklaması kısmen doğru olmakla birlikte, kısmen de uygun olmayan bir açıklamadır. felsefe, hem thales’ten sonra gerçek anlamıyla ortaya çıkmıştır, hem de daha önce insanlığın dünya ve doğa hakkında bir takım görüşleri vardır. ancak bu nokta üzerinde daha fazla durmadan, genel kabullere uyarak batı felsefesinin m.ö. 650 yıllarında thales ile başladığını söyleyelim. çünkü felsefe dediğimiz etkinliğin ortaya çıkışı tesadüf değildir. yunanlıların thales’den önce, her toplumun olduğu gibi, toplumun din, dünya, toprak ve doğayla ilgili görüşlerini ortaya koyan homeros, hesiodos gibi bilgeleri ve şairleri var. bilge kişilerin özelliği, toplumsal olayları, insan ilişkilerini, doğa olaylarını bilen insanlar olmalarıdır. insanoğlunun genel eğilimi, içinde bulunduğu çevreyi anlamaktır. bunun en geniş şekli de kainatı anlamaktır. kainatı anlamak yalnız teorik kaygı değil, aynı zamanda pratik bir kaygıdır. çünkü buradaki amaç evrenin ne olduğunu anlamak değil, evrenin anlamının ne olduğunu anlamak. evrenin anlamının ne olduğunu sorduğunuzda sizin anlamınızın ne olduğu da ortaya çıkar. insanlar ister felsefi olsun ister olmasın, insan olmakla birlikte evrenin ya da kendilerinin anlamını sorgulamışlardır. buna kısaca “hayatın anlamı nedir” sorusunu karşılık gösterebiliriz. işte bu noktada toplumlar bir takım görüşler ortaya koyarlar. bu görüşlerin ana noktasını da ölüm sonrası düşünceler oluşturur.insan herzaman ölüm sonrasını ya da bilinmeyeni merak etmiş ve günlük hayatını bu sorulara verdiği cevaplardan kurmuştur. daha sonraki aşamada “insanın anlamı nedir” sorusu ortaya çıkar. ancak, bu soruların sorulması için felsefeye gerek yoktur, herkes bu soruları sorabilir. öyleyse felsefe neden thales ile başlamıştır? çünkü batı düşüncesi tarihinde thales ile birlikte bir dönüşme ortaya çıkar. dönüşmenin anlamı da şudur; thales doğayı, bununla beraber evreni, bugünkü anlama gelmese bile bir kurguyla açıklamak ister. onun temel amacı rosyonel bir kurgu meydana getirmektir. rasyonel olarak doğayı açıklamanın anlamı da, doğadaki her olayın nedeni olarak doğadaki başka bir olayı görmektir. thales’den önceki dönemin en belirgin özelliği, doğa olaylarının nedeninin bir takım insan benzeri varlıklarla açıklanmasıdır. biz buna mitolojik açıklama diyoruz. ancak ister mitolojik, ister rasyonel olsun her zaman bir sonuç, bir etki vardır. ayrıntılı bilgi için alt-kültür>felsefe>filozoflar bölümüne bakınız.
    İlgili bulmaca soruları:
    1. antik yunan filozofu
    2. antik yunan filozofu matematikçi
    3. antik yunan filozofları sözleri
    4. antik yunan filozofları kronolojik
    5. antik yunan filozofları kitap
    6. antik yunan filozofları sıralaması
    7. antik yunan filozofları belgeseli
    8. antik yunan filozofları kimdir
    9. antik yunan filozofları ekşi
    10. antik yunanlı filozof bulmaca

    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Kolay Bulmaca Cevabı Bulma Robotu

    Cevap Yaz

    Bilgilendirme: Bulmaca sözlüğümüzde Haberturk, Hürriyet, Sözcü ve Posta gazetesinin günlük kare ve çengel bulmacalarının cevapları ve Bulmacahane, CodyCross, Words Of Wonders Guru, WOW Guru gibi bulmaca oyunlarının cevapları yayınlanmaktadır. Ayrıca diğer gazete bulmaca cevapları, bulmaca kitabı, çapraz, karışık bulmaca cevaplarınıda sözlüğümüzde bulabilirsiniz. Bulmaca sözlüğümüzden arama yaparak bulmaca sorunuzdaki cevabı kolayca bulabilirsiniz. Eğer cevap henüz sitemize eklenmemiş ise soru sor butonuna tıklayarak hemen cevap verilmesini sağlayabilirsiniz.

    Yakın zamanda para ödüllü online bulmaca çözebileceğiniz bulmaca servisimiz yayına alınacaktır. Günlük, haftalık, aylık ve yıllık olarak en iyi bulmaca çözenler listelerimiz olacak.

    Sözlüğümüzde cevabını bulabileceğiniz bulmaca çeşitleri: CodyCross bulmaca soruları, çengel bulmaca, kare bulmaca, sudoku bulmaca, rakam bulmaca, kelime şifre bulmaca, altıgen çengel bulmaca, halka bulmaca, sözcük avı, yapboz bulmaca, labirent bulmaca, mozaik bulmaca, resimli kelime bulmaca, 7 farkı bulun, lekare bulmaca ve kim milyoner olmak ister soruları ve cevapları.

    Ayrıca bulmaca cevapları sözlüğümüzde aradığınız kelimenin eş anlamı, mecazen ve mecaz anlamları, eski dildeki karşılıkları, osmanlıca karşılıklarıi, zıt anlamlarını bulabilirsiniz.

    Unutmayın bulmaca çözmek zekanızı geliştirdiği gibi çağımızın en kötü hastalıklarından biri olan alzheimer içinde doktorlar tarafından en önerilen çözümlerden biridir. Şimdiden güzel, sağlıklı günler dileriz..



    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.