Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Araba Sevdası ile Sergüzeşt Karşılaştırılması

Araba sevdası ve sergüzeşt romanlarının karşılaştırılması

Bu soruya 3 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Admin

    • 2015-12-26 06:46:25

    Cevap : Araba Sevdası Romanının Tahlili (İncelenmesi)
    Yazarı: Recaizade Mahmut Ekrem
    Türü: Realist   Roman
    Özelliği: İlk realist roman, Tanzimat dönemi 

    Araba Sevdası Romanının Özeti:
    Bihruz Bey bir Osmanlı paşasının oğludur. Evde özel hocalardan yarım yamalak bir eğitim görmüştür. Alafrangalığa özenir, süsü, gösterişi sever. Şık giyinir. Şımarık, sorumsuz bir gençtir. Her fırsatta az buçuk bildiği Fransızcasıyla terziler, ayakkabıcılar ve garsonlarla konuşur. Böylece Batılı olduğunu sanır.

    Devrin pahalı eğlence yerlerinde arabasıyla gezerken Çamlıca tepesine çıkar. Güzel bir arabada sarışın, kibar görünüşlü bir kız görür. Hemen ona âşık olur. Ertesi hafta yine oraya gider. Bin bir özenle yazdığı mektubu kızın arabasına atar. Fakat o günden sonra onu bir daha göremez. Yemeden içmeden kesilir, zayıflar. İşini, annesini ihmal eder. Arkadaşlarından Keşfi Bey aşkını öğrenir. Ona kızın öldüğünü, ailesini yakından tanıdığını, bir de ablası bulunduğunu söyler. Bihruz Bey bu yalana inanır.
     
    Aradan günler geçer, Bihruz Bey’in aşkı yavaş yavaş küllenir. Şehzadebaşı’nda dolaşırken, tutulduğu kıza rastlar. Fakat onun sevgilisi değil, ablası olduğunu düşünür. Güçlükle kadının yanına yaklaşır, üzüntüsünü bildirir, kız kardeşine olan aşkından söz eder. Mezarın yerini sorar. Kadın güler. Bihruz Bey’e onunla nerede karşılaştığını açıklar ve kız kardeşi bulunmadığını söyler. Alaylı kahkahalar atar. Bihruz Bey düştüğü kötü durumdan kurtulmak ister. Fakat pot üstüne pot kırarak daha gülünç olur. Utançtan kıpkırmızı kesilir. Sonra, bir yolunu bularak oradan ayrılır.

    Tahlil
    Araba Sevdası, Recaizade Mahmud Ekrem'in 1898 yılında yayımlanan romanıdır. 1889 yılında yazılan eser, Türk edebiyatında ilk realist roman örneği olarak kabul edilmektedir. Bihruz Bey tam da dönemin burjuva gençliğinin olması gerektiği gibi Fransız sevdalısı bir gençtir, ona göre Türkçe kaba ve yetersiz bir dildir. Türkler kaba medeniyetten yoksun insanlardır, Türkçe gerekmediği sürece konuşulmamalıdır. Bununla birlikte yine o dönem yüksek memur ve tüccar çocuklarının genelinde olduğu gibi Fransızcaya da hakim değildir, ve Türkçe Fransızca karışımı Tarzanca bir dil ile konuşur, öyle ki doğru dürüst Fransızca şiir çevirisi bile yapamaz, ayrıca Bihruz Bey hiçbir işi olmayan, vefat eden babasından kalan mirasla geçinen mirasyedi bir insandır ve tüm işi akşama kadar lüks alafranga kıyafetler ısmarlamak için zamanın ecnebi kabul edilen esnafını gezmek, kır kahvelerinde ve mesire yerlerinde lüks aracıyla caka satmak olan bir insandır. Yine Bihruz beyin diğer bir karakteristik özelliği ise istediği her şeye sahip olması ve bunun verdiği şımarıklığın pençesinde olmasıdır ki hikayenin ana kısmı da biraz da bu konu üzerinden gelişir. Bihruz Bey yine bir Açıkhava eğlence yerine (park diyebiliriz fakat giriş ücretli bahçeli havuzlu bir mekân) eğlenmek lüks kıyafetleri, lüks asaları ve gayet pahalı olan at arabası ile caka satmak için gitmişken yine kendisi gibi gayet lüks bir araçtan inen lüks kıyafetlerle inen iki kadın görür, ve birden bu kadınların birine aşık olur, yalnız buradaki aşık olma olayı bence yazarın da anlattığı gibi kadına aşık olmaktan ziyade adamın kendi kafasındaki kadın modeline aşık olmasıdır, yani kadının soylu bir aileden gelmesi zengin olması ve alafranga görüntüsü. Olaylar gelişirken kadınların aslında arabayı şans eseri bulmuş gayet sıradan insanlar olduğu hatta eşinden ayrıldıktan sonra zaman için kötü addedilen bir kadınla gezen bir taze dul olduğu ortaya çıkar, bunu öğrendikten sonra Bihruz Bey olay yerinden koşarak uzaklaşır ve roman biter. Tabii burada olay hikâyenin gelişmesi sırasındaki hadiselerdir çünkü bu şekilde anlatıldığında hikâye gayet yavan kalmaktadır, fakat hikâye okunursa görülür ki yazar dönem entelektüel çevresi sayılabilecek jöntürklerin "zengin çocuklarına" ve yüksek memur çocuklarına ağır eleştirilerde bulunmaktadır. Kitap sıradan bir aşk hikayesini anlatmakla beraber, dönemin gerçeklerine ayna tutar Recaizade Mahmut Ekrem Bey, ve belki de kendisi ile ilgili bir özeleştiri de yapar satır aralarında çünkü kendisi de o dönemin aydınlarındandır. Kitaptaki ilginç mevzulardan biri de Bihruz Bey annesi ile konuşurken araya Fransızca kelimeler sıkıştırması annesinin bunları anlamaması ve Türkçelerini söylemesini istemesi fakat gencin konuştuğu Türkçe kelimeler de aslen Arapça ve farsçadır, belki de bu yazar tarafından özellikle böyle istenen bir durumdur. Sonuç olarak bu hikaye aslen Bihruz Bey ‘in Periveş Hanıma olan aşkının anlatılıyormuş gibi göründüğü bir eser olsa da aslında o dönemin toplumu ile ve sosyal yapısı ile ilgili önemli eleştiriler yapmaktadır, ve bu aşk hikayesi ekseninde tüm Osmanlıyı etkileyen batı etkisini, ( bu batı etkisi de aslen üzerimizdeki doğu etkisinin üzerine gelmiştir) inceliyor.

    KONU
    Bir devlet memurunun oğlu olan Bihruz Bey yarım yamalak bir öğrenim görmüş, 23-24 yaşlarında bir gençtir. Babası ölünce, annesiyle kendisine 28.000 liralık bir servet kalır. Yazları Çamlıca'da, kışları Süleymaniye'de oturur. Bütün merakı pek zarif arabasıyla gezinti yerlerinde dolaşıp kendini göstermek, herkesten daha şık giyinmek, Türkçe cümleler arasında Fransızca sözcükler kullanmaktır. Berber, garson, terzi ve kunduracılara, Fransızca konuşur. Çalışmakta olduğu işyerine ara sıra uğrar.
    Bir gün yine arabasıyla Çamlıca'da dolaşırken, yepyeni bir landonda çok güzel bir sarışın kıza rastlar, hemen aşık olur. Bu, Periveş adlı bir kadındır. Bihruz Bey, kıza çiçek sunar, ertesi hafta arabasına bir mektup atar. O günden sonra da kızı bir daha görmez. Onu çok yüksek bir aileden zanneder, türlü türlü hülyalara kapılır.
    Bihruz Bey'in Keşfi Bey adında bir daire arkadaşı vardır. Keşfi Bey yalancılığıyla ünlü bir adamdır. Bir gün kızdan haber alamadığı için üzülen Bihruz'a Periveş'in öldüğünü söyler. Delikanlı kendini büyük bir acıya kaptırır, ne yazık ki sevgilisinin mezarının nerede olduğunu bile bilmemektedir. Bu arada serveti de tükenmektedir.
    Bir ramazan akşamı köleler başında dolaşırken birden bire kıza rastlar, onu sevgilisinin kız kardeşi zannederek yanına gider, Periveş'in mezarını sorar. Sonunda, gördüğü kızın Periveş olduğunu, fakat öyle sandığı gibi yüksek bir aileden olmayıp tersine düşkün bir kadın olduğunu anlar ve Periveş'le yanındaki Çengi Hanım'ın hakareti ve gülüşmeleri arasında oradan uzaklaşır.

    KİTABIN ANAFİKRİ
    Romanın teması:  Gösteriş düşkünü olmanın doğurduğu olumsuz sonuçlar.
    Bu eserden dış görünüşün insanı yanıltabileceği ve dış görünüşe fazla aldanılmaması gerektiği yargısı çıkarılmaktadır. Bunun yanında insanın olayları kendi istediği gibi algılamayıp gerçeği görmesinin gerektiği, o zamanlarda görülen ve yabancı hayranlığından kaynaklanan Fransızca ile karışık bir dil kullanma durumunun kişilerin anlaşmasında zorluklar yarattığı ve önyargılı davranışların insanı ne derece hataya sürüklediği anlatılmaktadır.

    ŞAHIS KADROSU
    BİHRUZ : Bihrus Bey, "Araba Sevdası" romanının baş kişisidir. 23-25 yaşlarında, kısaca boylu, güzel giyimlidir. Kişilik ve sahip olduğu değerler bakımından oldukça zayıftır. Batılılara özenen bir züppedir. Etrafındakilerle sürekli olarak Fransızca konuşması bu özentinin sonucudur. Ölçüsüz bir mirasyedi olan Bihruz Bey, oldukça savurgandır. Ayrıca gerçeklerden kaçan birisidir. Bütün hayat anlayışı başkalarına gösteriş yapmaktır.
    KEŞFİ : Bihruz’un daireden arkadaşıdır. Sürekli olarak yalan söyler, yalanlarıyla Bihruz’u kandırır.
    PERİŞEV : Bihruz’un aşık olduğu kadın. Ancak Bihruz’un sandığı gibi soylu ve zengin değildir. Eşinden ayrılmış ve annesiyle birlikte oturan yoksul bir kadındır. Çengi Hanımla kurduğu arkadaşlık erdemlerini yitirmesine neden olmuştur.
    MÖSYÖ PİYER : 65 yaşlarında, siyasete ilgi duyan Fransızca öğretmeni. Memleket meseleleriyle ve siyasetle ilgili haberlere önem veren bir tiptir. Menfaatçi ve içten pazarlıklıdır.
    BİHRUZUN ANNESİ : Oğlunun davranışlarını onaylamaz, ancak onu baba otoritesinden yoksun bir biçimde şımartarak yetiştirmiştir. Oğluna söz dinletemez. Bihruz, tek çocuğu olduğu için her isteğini kabul edip şımartmıştır.
    NAİM EFENDİ : Bihruzun çalıştığı Kalemdeki kişilerden biri. "Ayaklı Kütüphane" diye nitelendirilecek kadar bilgilidir. Doğu ve Batı edebiyatları hakkında çok şey bilir.

    Kahramanlar arasındaki bağıntılar nelerdir?
    Bihruz Bey ile Keşfi Bey arkadaştırlar. Periveş Hanım’la da Çengi Hanım arkadaştırlar. Mösyö Piyer ise Bihruz Bey’in Fransızca öğretmenidir.

    Kahramanlar hangi sosyal tabakaya mensupturlar?
    Bihruz Bey eski vezirlerden artık hayatta olmayan ‘.....’paşanın oğludur. Keşfi Bey ‘de birinci sınıf bir insandır. Öğretmen Mösyö Piyer orta tabakadan bir insandır. Periveş Hanım ve Çengi Hanım ise düşük tabakadandır.

    Yazar kahramanlarını seçerken nelere dikkat etmiştir?
    Recaizade Mahmut Ekrem edebiyatımızın ilk eleştirmeni olması nedeniyle batı hayranlığını tenkit edebileceği kahramanlar seçmeye dikkat etmiştir. Bihruz Bey karakterini bu  düşünceye uygun olarak kurgulamıştur.


    Olaylar karşısında kahramanların durumu nasıldır?
    Bihruz Bey Periveş hanıma aşık olmuştur. Yalnız sevdiği kadının öldüğünü duyunca çok üzüntülü bir yaşam sürdürür. Her şeye boş verir. Periveş hanım ile arkadaşı ise olaylar karşısında dalgacı tavırları vardır. Mösyö Piyer  kendi çıkarını düşünmektedir. Keşfi  Bey’in  yalan üzerine kurulu bir yaşamı vardır.

    ZAMAN :
    Roman, Tanzimat döneminde, 1870 yılında geçen olayları anlatıyor. Bu dönemde, Tanzimat Fermanı ile günlük yaşamda söz konusu olmaya başlayan değişim romana yansıyor. Recaizade Mahmut Ekrem, bu dönemi Batılılaşmanın yanlış anlaşıldığı bir dönem olarak değerlendirip eserine yansıtıyor. Özenti ve taklit batılılaşmanın zararlarını ortaya koyuyor.
    Romanda zaman ifadesi olarak yıl, ay, gün ifadeleri geçmekte, gece gündüz kavramları olayın yaşanış zamanını ortaya koymaktadır. “16 yıl, ,iki yıl, bütün gece, bütün hafta ….” gibi ifadeler geçmektedir.


    MEKAN :
    Olay nerede veya nerelerde geçmektedir? Buranın belli başlı özellikleri nelerdir?
    Olay Çamlıca parkında geçmektedir. Çamlıca parkı; büyük gösterişli ve gerçekten gönül açıcı bir bahçesi vardır. Renk renk çeşit çeşit bir sürü ağaçlar vardır. Biraz ileride düzlüğün ortasında üstü kapalı çevresi açık kulübe tarzında ufak tefek büfeler vardır. Biraz ileride büyük bir göl ve gölün üstünde köprü vardır. Oralarda birde gazino vardır.

    DİL VE ANLATIM
    Eserin dili anlaşılır nitelikte midir?
    Recaizade Mahmut Ekrem tek romanı olan Araba Sevdası’nda süslü ve ağır bir dil kullanmıştır. Fransızca kelimeler ve tamlamalar dikkat çekiyor. Romanında aşkı, pişmanlığı, merhameti ve bir insanın gözler önünde nasıl eriyip gittiğini konu edinmiştir. Betimlemeye sık rastlanır ve anlatım 3.tekil şahsın ağzından yapılmaktadır.

    Yazar, sözcükleri kullanırken seçici davranmış mıdır?
    Yazarın kullandığı sözcükler özellikle seçilmiş gibidir. Çok zengin anlamlı kelimeler kullanılmıştır.

    Yazar, konuşmalarda ve anlatımlarda dili nasıl kullanmaktadır?
    Genelde gayet düzgün bir anlatım dili vardır. Araba sevdası romanında anlatılanlarının gerçekliği belirlenmiştir. Yazarın kendine göre özgü anlatımı vardır.

    Anlatım kaçıncı kişi ağzından yapılmaktadır?
    Araba sevdası romanında anlatım yazar tarafından yapılmıştır.

    Yazar dil ve anlatımı, yaşadığı dönemle uygunluk göstermekte midir?
    Yazarın dil anlatımı, yaşadığı döneme uygunluk göstermektedir. Gayet kibar, hoş, özenle seçilmiş şekilde kelimeler kullanıp anlatılmıştır.

    Anlatımda akıcılık nasıl sağlanmıştır?
    Bihruz Bey’in sevdiği Periveş Hanım’a olan aşkını anlatması ve aşkı yüzünden kederlenmesi romanın anlatımında akıcılığı sağlamıştır.

    Yazar, hangi edebiyat anlayışını benimsemiştir?
    Yazar, Araba sevdası romanında ‘realist roman’ anlayışını benimsemiştir.

    Yazarın edebi kişiliğinde en belirgin özellik nedir?
    Yazarın edebi kişiliğinde en belirgin özellik gerçekçi oluşu ve bireysel temaları işlemesidir.

    Yazarın Hayatı ve debi kişiliği
    RECAİZADE MAHMUT EKREM (1847-1914 İstanbul)
    Recaizade Mahmut Ekrem 1 Mart 1847’de İstanbul’da Vaniköy’de doğdu. 1858’de Mekteb-i İrfan’ı bitirdi. 1862’de Hariciye Nezareti Mektubi Kalemi’ne girdi. Çeşitli devlet görevlerinde bulundu. Orada Namık Kemal ve başka ilerici gençlerle tanıştı.Sonra Vakit  Tasvir-i Efkar  Tercüman-ı Hakikat ve Terakki gazetelerinde yazmaya başladı.Namık Kemal 1867’de Avrupa’ya kaçınca  Tasvir-i Efkar’ı ona bıraktı.1880-87 yılları arasında Mekteb-i Mülkiye ile Mekteb-i Sultan-i’de edebiyat öğretmenliği yaptı.1895’te eski öğrencisi Tevfik Fikret’i Servet-i Fünun dergisinin başına getirdi.Yenilikçi gençlere yol gösterdi.Edebiyat-ı Cedide’cileri destekledi. Eski edebiyatı tutanlarla tartışmalara girdi.1901’de Servet-i Fünun kapatılınca  Meşrutiyet’e kadar sustu.1908 sonlarına doğru birkaç ay Evkaf ve Maarif Nazırlığı’nda bulundu.Ayan üyeliğine seçildi. Araba Sevdası romanıyla Batı hayranlığını sergilerken Türk edebiyatında gerçekçi romanın ilk örneklerinden birini verdi. 31 Ocak 1914’te bu görevde iken Şişli’deki evinde öldü.

    Roman Hakkında Değerlendirme
    Eserde batılılaşmayı hazmedemeyen züppe tipi verilmiştir. Romanın kahramanı Bihruz Bey birçok noktalarda Ahmet Mithat’ın Felatun Bey’ine benzemektedir. Olayı 1869 yılında geçen eser gözlemlere dayanılarak realist bir yöntemle yazılmıştır
    Romanda gerek olay gerekse karakterler tamamıyla tabii ve yerlidir. Karakterlerin ve olayların tasvirinde realizme son derece sadık kalınmış ve Türk romanında 1880’den sonra yer almaya başlamış olan realist eğilime başarılı bir örnek kazandırılmıştır. Ancak eserin yazılmış olduğu sırada yayınlanmamış olması ve hatta tamamıyla romantik karakterdeki iki hikâyesinin (Muhsin Bey Şemsa) daha önce yayımlanmış bulunması yazarın bu yönünden tanınmasına imkan bırakmadığı gibi realizmin Türk romanında yerleşmesinde de tesirli olamamıştır.

    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    WERRE

    • 2015-12-24 18:56:09

    Cevap : Kardeşim İnternetten bakıcaksın yazarlara Raciazade ekrem birde sami paşazade sezai ye hangi akımlardan etkilenmiş nasıl bir ruha veya piskolojiye sahip ona göre karşılaştıracaksın roman olayı ödevde hikaye yazarların karşılaştırmasını istio yani bi bakıma senden
    Cevap Yaz Arama Yap

    Admin

    • 2015-12-26 06:49:45

    Cevap : SERGÜZEŞT ROMANININ TAHLİLİ   Giriş KİTABIN TANITIMI Kitap Eflatun Türk Klasikleri yayınlarından çıkmıştır. Baskı: Ekim 2004 tarihinde; Cilt, Melisa Matbaasında yapılmıştır. Dizgi tasarımını, Bircan Lazım; kapağı, Türkan karagöz; editörlüğünü ise Turan Dikmentaş uyarlamıştır. Yazarı: Samipaşazade Sezai Kitabın adı: Sergüzeşt Niteliği: Romandır. Kitabın kapağında üç beyan bulunmaktadır. 1.si Bir divanda oturmakta, elinde de nargile bulunmaktadır. 2.si Bir Arap’tır. 3.sü ise elinde ud ile bir şeyler çalmaktadır. Kitabın adı beyaz harfler ile üst tarafta yazılıdır. Romanın kapak rengi eflatundur. Kitap çok kalın olmamakla birlikte orta derece uzunlukta bir kitaptır. Kitabın arka kısmanda ise romandan bir parça tasvir edilmiştir.   Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt adlı romanı ilk olarak, 1305 / 1889 yılında yayınlanmış fakat 2.Apdülhamit dönemi şartları içinde esaret temi ve buna paralel olarakhürriyet kavramı işlendiğinden yazarın göz hapsinde tutulmasına sebep olur. 1901 öncesi yıllarında, İstanbul’un havası teneffüs edilmez diye niteleyen Sezai Jön Türkler’e katılır ve yurt dışına çıkma çareleri arar ve Paris’e kaçar ( 2006:s.562). 1921 ‘de azledilen yazar, yurda döndükten sonra hayatını yazılarıyla kazanır ve eserin 2.baskısı 1340  / 1924tarihini taşır. Zeynep Kerman tarafından bugünkü dile çevrilmişti.  Yazar, Sergüzeşt romanının Mukaddime başlıklı önsözünde, 1305/1890yıllarının manzarasını tasvir ederken karanlık bir ülke tablosu çizer: “1305.Otuz üç sene sabah olmak bilmeyen, ufuklarında en küçük bir şule-i şafak görünmeyen bir şeb-i yeldâ içindeydi. O şeb-i yeldâda doğan tek tük yıldızlar, terk –i diyar ederek gurbet illerinin âfak-ı hicranında uful ediyor,  kalanlar da sema-yı vatanda bir müddet parladıktan sonra istibdadın tutuşturduğu volkanlardan yükselen bir dûd-ı siyahın içine gömülüyor. O devirde bir şûriş-i fikir ve kalb-i efraddan cemiyete, cemiyetden memleketlere, memleketlerden bütün vatana sirayet ederek düşüncelerini, sâkit ve râkit cereyanların menâbiini ihlâl ediyordu. Edebiyatla baş başa kalmak için bütün vatanda bir kûşe-i âramî de yoktu. Bu hâllere karşı tesir-i muhit ile geçirdiğim şedit, yakıcı, muhrip bir hayat-asabî içinde yazıhanemin önünde mülhime-i şiirin fikri taltif ve teşrifini beklerken kapımda hafiyelerin ayak seslerini, penceremden beni gözetleyen kaplan bakışlı gözleri görürdüm. Çünkü Sergüzeşt’e esaret aleyhinde başlamış ve hürriyetine diyerek bitirmiştim.” Sezai ‘nin bu eseri yazma sebebi olarak; O, konaklarında bir arada yetiştiği cariyeler dolayısıyla, onların hayatlarını çok yakından gözlemlemiş, ıztırarlarını adeta ruhunda duymuştur. Buna ilave olarak Sezai’nin annesinin de bir esir olmasıdır.  Kölelerin yaşadıkları acımasız koşulları, hor görünüşlerini işlemesiyle roman, sorununun, o çağda yapılan değerlendirmelerini uygun düşer. Sergüzeşt romanının asıl kahramanı Dilber’dir. Eserde baştan sona Dilber’in esareti sebebiyle yaşadığı hazin macera anlatılır. Romanın ikinci derecede kahramanı Celal Bey’dir. Celal Bey, Dilber’in aşka eğiliminin hassas yönünün ortaya çıkmasına hizmet ederken aynı zamanda mevcut sosyal yapıya karşı çıkışın da örneğini verir. Sergüzeşt adlı eserin konusu şöyle gelişmiştir:  “ Sergüzeşt küçük esire Dilber’in öyküsüdür. Dilber, Kafkasya’dan kaçırılıp İstanbul’a getirilen bir Çerkez kızıdır. Hacı Ömer adlı esir tüccarı tarafından satın alınan küçük kız Yüksek Kaldırım’da Sabık Harput Mal Müdürü Mustafa Efendi’nin karısına kırk Osmanlı lirası karşılığında satılır. Mustafa Efendi’nin o yaşlarda Atiye adlı bir kızı vardır. Dilber satıldığı bu ilk evde eziyet görür. Hem evin hanımı hem de kendisi halayık olan Teravet’in hakaretlerine uğrar. En ağır işler ona yaptırılır. Birdenbire hem hürriyetini kaybeden hem de bir hizmetçi gibi çalıştırılmaya dayanamayan küçük kız, karlı ve fırtınalı bir gecede evden kaçar. Sokakta bir köşeye yığılır kalır. Ertesi gün kendisini Atiye’yi mektebe götürüp getirirken tanıştığı Latife’nin evinde bulur. Latife’nin büyükannesi büyük gayretine rağmen küçük kızın azad olmasını sağlayamaz. Dilber yıllarca bu aileye hizmet eder. Bu arada Mustafa Efendi yeniden bir memuriyete atanınca, yol masraflarının karşılanması için Dilber’in satılmasına karar verilir ve altmış beş altına satılır. Dilber’in ikinci mekânı esircinin Edirnekapı civarındaki ürkütücü konağıdır. Burada kendisi gibi satılmayı bekleyen birçok esir vardır. Onların arasında daha mutlu olur. Fakat bir süre sonra yüz elli lira bedelle Moda burnu taraflarında oturan Asaf Paşa konağına satılır. Bu Dilber’in satıldığı ikinci evdir. Dilber bu konakta kısmen de olsa rahat eder. Artık fiili olarak eziyet görmez, dayak yemez. Kendisine verilen işler hafif ve zevkli işlerdir. Sahibesi Zehra Hanım konağın mutfak otoritesini temsil eder. Dilber ‘e kötü muamele yapmaz, fakat bir aristokrat havasıyla kızın ihtiyaç duyduğu sevgi ve şefkati de göstermez. Dilber bu evde serpilir, güzelleşir. Artık bir genç kızdır. Asaf Paşa’nın Paris’te resim tahsili yapmış yeteneklerinden dolayı ödül kazanmış ressam oğlu Celâl, Dilber’i model olarak kullanır. Bu durum genç kızı çok üzer. Kendisini Celâl Bey’in elinde bir oyuncak olarak görür. Gururu kırılan Dilber sürekli ağlar. Celâl bu gözyaşları karşısında müteessir olur. Karşısındakinin ruh halini anlamaya çalışan Celâl Bey, bir daha ağlaması halinde fırçasını kıracağını söyler. Bu hissi tavır Celâl’in uyanışının ilk adımıdır. Bir gece Dilber’in odasına gizlice girer ve onun elinde kendi resmi olduğu halde uyurken bulur. Genç kızın kendisine âşık olduğunu anlar. Kendiside karışık duygular içerisindedir. Zamanla duygularını birbirlerine açar ve gizlice buluşmaya başlarlar. Oğlu Celâl ile Dilber’in gizlice buluştuğunu anlayan anne Zehra Hanım durumu kocası Asaf Paşa’ya bildirir. Asaf Paşa, bir halayığı oğluna layık görmediğini belirterek her ne olursa olsun bu münasebetin kesilmesini ister. En etkili çare olarak Dilber’in satılmasına karar verir. Anne ve babasının kişiliklerini bilen Celâl Dilber’le evlenebilmek için amcasından yardım ister.  Aynı gün Dilber bir esirciye alelacele satılır. Amcasından istediği desteyi göremeyen Celâl eve döner. Çaresaz’dan Dilber’in satıldığını öğrenen Celâl düşüp bayılır. Asaf Paşa ailesi ve Celâl için bu sonun başlangıcıdır. Sevdiği kızın bir odalık olduğu fikr-i sabitine kapılan Celâl’in melankoli ile başlayan rahatsızlığı, çaresi olmayan beyin iltihabına dönüşür.  Öte yandan Dilber, Mısırlı zengin bir adamın sarayına satılmıştır. Bütün baskı ve tehditlere rağmen efendisinin haremine girmeyi kabul etmeyen Dilber hapsedilir. Sarayda Dilber’e âşık olan haremağası Cevher onu kurtarmak ister fakat Dilber’i kaçırken merdivenden düşer ve ölür. Ölmeden önce Dilber’e cebinde ertesi gün İstanbul’a gidecek bir gemiye ait bilet olduğunu söyler. Özgürlüğün hiçbir yerde olmadığını anlayan Dilber kendisini Nil’e atarak hayatına son verir.         3.KONU Eserde vurgulanan en önemli konu esarettir. Hayatı boyunca satılan, ezilen, oradan oraya fırlatılan bir taş misali görülen, bir insan olarak duygu ve düşüncelerine değer verilmeyen bir esirin dramı konu edilir.             Yazar insanın hayvan gibi alınıp satılamayacağını, esir dahi olsa her insanın duyguları hayalleri ve en önemlisi de bir kalbi olduğu gerçeğini ön plana çıkarır.             Romanda Osmanlının batılılaşmış burjuva sınıfının eleştirili esaret kurumuna bakış açısı ve yaşlı kuşakla genç kuşağın çatışması verilir. Asaf paşa ve Zehra hanım, sosyal münasebetlerde ve evlilikte zenginliği öne çıkarır. Oğulları Celal ise zenginliğin önemli olmadığını, asıl olanın güzellik, namus olduğunu belirtir.             Günümüz genç kuşağının ilgi çeken bir yönünü ele alan eser o günkü toplumda da bugüne bilgi vermektedir.             Konusu gerçek hayattan alınmış bu romanda genel manada esir ticareti, sosyal sınıflar arasındaki dengesizlik, terbiye meselesi, geleneklerin sosyal hayata tesirleri başlıca unsurlardır. Ayrıca kader fikri Sergüzeşt romanında çok öne çıkmaktadır.   6. BAKIŞ AÇISI VE ANLATICI             Roman müşahit anlatıcıya ait bakış açısı ile kaleme alınmıştır.  Yazar, esir ticareti yapanlar ve Dilber gibi esarete mahkûm olanlar arasındaki tutumunu dengeleyememiş. Her iki tipteki insana belli bir mesafeyle bakamamıştır. Yazar romanda kendi kimliğini gizleyememiş, zaman zaman araya girerek kendi düşüncelerini de eklemiştir. Ara sıra konu dışına çıkmış. Esirlik kurumunu acındıracak etki sağlamaya çalışmıştır. Yazar kendi düşüncelerini belirttiği bir bölümde “ Ağlamak, uğradığımız felaketlere karşı vücudumuzda kalan kuvvet kalıntılarının bir feryadıdır.”(s.31) diyerek yorumda bulunmuştur.  Dram öğelerini yer yer kullanarak eserin coşumcu bir yapıta çevirmiş. Mesela eserin 23. sayfasının ikinci paragrafında; “Aferin! Bu Kafkasyalı küçük çocuğun  muzdarip kalbine ki kendisine ait olanlardan başka bir şeyi kabul etmeyerek ve bohçasını koltuğun altına alarak oda kapısından dışarı çıktı.” Demiştir.             Yazar yine başka bir bölümde de okurun acındırma duygularını uyandırmak ister: “Zavallı Çocuklar! Sizin o mini mini elleriniz, eski Asya vahşetini kullandığı ve birkaç yüzyıldan beri insanlığın zorbalık yükü altında inlediği esirlik zincirlerini kırmak için değil, belki kendiniz gibi küçük kuşları, güzel çiçekleri okşamak içindir.” Der. 3.YAZARIN SÖZÜNÜ EMANET ETTİĞİ KİŞİ               Sergüzeşt romanı 1889 yılında yazılmıştır. Bir insanın hemcinsi olan başka bir insanı kul edinmesi, hiçbir şekilde tasvip edilecek bir durum değildir. Ancak tarih boyunca doğuda ve batıda bir realite olarak yaşanmıştır. Dolayısıyla romanın gerçeği ile hayatın gerçeği birbirine yakındır. Eserde o dönemin esaret anlayışına ait birçok iz bulabiliriz. Mesela eserde eserlerin duygularına yer verilmemesi, bir insan olarak değil de iş yapmak için yaratılmış bir mahlûk olarak bakılması gibi bölümlere rastlarız.             Dilber ve cevahiri romanda yazarın sözünü emanet ettiği kişilerdir. Geçmişinde esirlerin bulunduğu konaklarda bulunan Sezai, bu gerçekleri Dilber ile yaşamıştır.             Dilber, tip olarak bir Çerkez kızıdır. Karakter olarak da devrin ve dönemin yaşantısını yansıtır. Romanda bir sınıfın trajik durumu Dilber ile öne çıkarılmıştır. Ferdi, sosyal konulara değinilmiştir. Bu konuları çok etkili, vurgulu ve eleştirel bir biçimde anlatılmıştır. Romantizminde konu edildiği bölümlere rastlamak mümkündür.             Eserde yazarın sözünü emanet ettiği kişi Dilber’dir. Söylemek istediklerini onun ağzı ile bize aktarmıştır. Dilber yazarın düşünce ve fikirlerinin sembolüdür. Vakanın gözleme dayanması, ruh çözümlemelerinin tabiiliği, mekân tasvirlerinin olayın gelişmesine paralel ve kahramanların ruh halleriyle ilişkili olarak realist akımı benimser. Ancak Sezai’nin zaman zaman Namık Kemal ve Ahmet Mithatromantizminden gelen bir tavırla kahramanlarına karşı duygularını gizlemediği görülür. Mesela Cemil Bey’i beğenir; Dilber, esir kızlar, Cevher gibi kahramanlara acır;  esirci Hacı Ömer, Harputlu Mustafa Efendi’nin Hanımı gibi kahramanlarına kızar. Bütün bu duygularını saklama ihtiyacı duymaz. Tanzimat dönemi Türk romanının “asıl örgüsünü teessüri mevzuların yaptığını” belirten Tanpınar, bunu on dokuzuncu asır sonlarında , “romantizmin serpintisi” olarak değerlendirir. Sergüzeşt ‘te de “ bu hissi unsura henüz çok mütereddit bir realizm arzuyla, kibar ve satkarene hatta Avrupalıca bir hayatı aksettirmek endişeleri karışır”der.  Sergüzeşt ‘ten önce romantizm tecrübesini yaşayan Türk romanı Sergüzeşt’le realist tavrın örneğini sunar. Tanpınar “henüz çok müterreddid bir realizm “söz grubuyla bu tavrın, edebi eserde yansıması biçimine işaret eder. Ancak Sezai, bir taraftan realist tavrı benimserken, bir taraftan da Namık Kemal ‘in üslubunu sürdürür. ROMANIN ŞAHISLARI DİLBER             Dönemin trajik bir sahnesini yani esirliği anlatmaya çalışan ve bu çalışmasında güzel bir eser ortaya çıkararak çalışmasında başarıyı yakalayan Samipaşazade Sezai, Dilber karakterini  yazıya iyi bir biçimde dökmüştür.             Dilber’in küçük yaşında esirciye satılması, yaıılar sonra güzelleşip alımlılaşması akıcı bir dille anlatılmıştır.             Bu güzel ve talihsiz kız kendisi için imkansız bir sevdaya tutulmuş ve sonu hüsranla biten bir yaşam sürmüştür. Romanın asıl kahramanıdır. Merkez şahıs ve devrini temsil ettiği için önemli bir tiptir.             Namusuna düşkün, ölümü pahasına da olsa namusu için, odalık olma gibi kötü bir şeyi reddetme cesaretine sahip ulvi bir insandır. O, hayatta en fazla namusuna önem verir. Ve namusu için yaşar. Güzeldir ve bu güzellik onun başına hep sorunlar açmıştır. CELAL BEY:             Romanın ikinci önemli şahsiyetidir. Paris’te yurt dışı eğitimi gördükten sonra ressam olarak ülkesine döner ve model olarak kendisine Dilber’i seçer. Bu sırada da Dilberİn namusuna aşırı düşkünlüğü dikkatini çeker ve elinde olmadan Dilber’e aşık olur.             Zenginlik içinde bir yaşam süren Celal Bey rahat bir ortamda yetişmiştir. İstediği zaman istediği şeyi yapabilme rahatlığı ona verilmiştir. Bu zenginliği onun için bir şey ifade etmez çünkü, önemli olanaın maddi zenginlik deği, gönül zenginliği olduğunu savunan nadide insanlar arasındadır. MEKÂN İlk olarak anlatıma esirciye sayılacağı yerin tasviri ile başlanır. Buralar ise: Tophane Meydanı, Çakmakçılar Yokuşu, Beyazıt Meydanı, Aksaray gibi. Daha sonra yazar Dilber’in satıldığı evin tasvirine geçer. “odada bir hücrenin içinde bir küçük şilteden ve bundan 50–60 yıl evvel yapılmış bir hücrenin içinde Çanakkale testisi ile bir bardaktan başka bir şey yoktu.” Asaf Paşa’nın Moda’daki konağı da bir hayli geniş bir tasvirle anlatılmıştır. “Avrupai binanın deniz tarafındaki manzarayı göstermesine karşılık kara tarafındaki çınarı kestane, zeytin gibi insanı düşündüren ve esirlik içindeki hayale, lacivert göğü gösteren yüksek ışıkları, güneşin ışığını dalgalandırarak uzun gölgeleri ve hoşlukları hiçbir tarafla bağlantısı olmayan bahçeye ruhun aradığı rahat ve huzuru veriyordu…” (15 s) Bu mekân tasviri Halid Ziya’dan önce Türkçe’de rastlamadığımız en güzel örnektir. Sezai’nin bütün ömrü Avrupai tarzda dekore edilmiş köşklerde geçtiğinden yazar, güzel ve rahat bir üslupla okuyucuyu sıkmadan en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmez. Dekor para ve yaşayış tarzı ile yakından ilgilidir. Avrupai bir hayat tarzını, bütünü ile benimsemiş olan Asaf Paşa ailesi, dekorda da batılı tarza önem vermiştir. DİL Sergüzeşt’in dili ve üslubu sade ve tabidir. Kuş ve renk isimleri her fırsatta kullanılmıştır. Kuş, özgürlüğün sembolüdür. Mekan tasvirleri çok iyidir. Okuyucunun hayal dünyasına uygundur. Samipaşazade Sezai’nin ilk ve son romanı olması itibariyle diğer romanlarıyla karşılaştırma gibi bir şansımız bulunmamaktadır. Başarılı bir eser ortaya çıkaran Sezai, okuyucun bir solukta bitirebileceği bir kitap vücuda getirmiştir. Anlatım akıcı ve sürükleyicidir. Kısa ve öz olması da okuyucu için bir avantajdır.  Sergüzeşt romanını esas kahramanı olan Kafkasyalı esir kız Dilber’dir. Romandaki diğer şahısların hepsi ya ona eziyet eden veya onu koruyan ve seven kimselerdir. Romana bütün olarak Dilber’e ıstırap veren insanlar hâkimdir. Romanda, Dilber hemen daima kendisine zıt kimselerle karşılaştığı ve bu kimseler Dilber’le münasebetlerine göre tasvir edilmiştir. Başta Dilber’i Batum’dan İstanbul’a getiren Çerkesler’in insani duyguları yoktur. Kendi ırklarından olan kızları İstanbul’a getirir ve satarlar. Onlara göre insan, değeri para ile ölçülen bir varlıktır.  Esir kızları satın alan adam, Hacı Ömer adındaki esirci, Dilber’le taban tabana zıt “iriyarı, çirkin, vahşi, merhametsiz bir insandır. Hayatta iki şeye önem verir: biri duvarda asılı kırbacı, öteki ise evine gelen zayıf mahlûkların kimsesizliğidir. Dilber’i satın alan Harput sabık Mal Müdürü Mustafa Efendi’nin karısı da kendisi gibi çirkindir. Harputlu çirkin, merhametsiz ve saygısız bir adamdır. Sosyal bakımdan Dilber ile aynı durumda olan Harputlu’nun hizmetçisi Arap cariye Taravet de hanımı gibi çirkin ve merhametsizdir. Bunlara karşılık Dilber’i sokakta baygın halde bulan ve gece evine götüren ona annesi gibi bakan yaşlı kadın asil bir çehre ve şahsiyete sahiptir. Edirnekapısı civarındaki harap, korkunç konakta Dilber ile diğer esir kızları çalgı çalan, kitap okuyan ve dertleşirken gösterir. Yazar onları tasvir ederken tatlı çocukluk hatıralarına, acı hayat tecrübelerine yer verir. Dilber Asaf Paşa’nın konağına gele kadar masum, hassas, ezilmiş bir çocuk olarak karşımıza çıkar fakat bu köşkte, ressam Celal Bey’e derin hayranlık, aşk duyguları uyandıran bir genç kız hüviyetine bürünür. Dilber ‘den sonra romanın ikinci mühim kahramanı Celal Bey’dir. Celal Bey, refah içinde büyümüş Paris’te resim tahsili yapmış, sıhhatli, neşeli bir delikanlıdır. Bu romanda Celal bütün dikkat ve ihtirasını sanatına gömmüş gibidir. Bu yüzden sağlıksız bir tiptir. Celal Bey türlü kıyafetlere sokarak Dilber’in resmini yapmaktan hoşlanır.”Asaleti zenginlik ve sosyal mevkide değil güzellik ve kalp saflığı”nda arayan Celal Bey, bu düşünceleriyle geleneksel yapıya tezat teşkil eder. Dolayısıyla sahip olduğu sosyal statüye aykırı bir tablo çizer. Alışılmış olanı değiştirmeye yönelik tavrı, karşısında geleneksel yapıyı şiddetle korumaya kararlı bir güç bulacaktır. Onu değiştirmeye gücü yetmeyecektir. Celal Bey, Dilber’in aşka eğilimli hassas yönünün ortaya çıkmasına hizmet ederken aynı zamanda mevcut sosyal yapıya karşı çıkışında örneğini gösterir. Asaf Paşa ve ailesi son dönem Osmanlı toplumunun tüketim tarzını temsil eder. Celal’in anne ve babası, toplum kurallarını gözetme çabası yüzünden kısıtlı kişilerdir. Sergüzeşt ‘i üstad-ı has Ekrem’in nihayetsiz kalbine ithaf ile i’lâ etmek istemiştim. Bu eserin bir meziyeti varsa onu da şimdi zir-i zeminde durmuş, fakat bâlâ-yı sermediyette ebedîü’l-halecan olan kalpten almıştır.  Romanın “baştan sona kadar ezilen masum insan ile ezen kötü, anlayışsız insanlar tezadına dayandığını” belirten Mehmet Kaplan “ Sergüzeşt romanında eşya ve mekân tasvirleri, içinde yaşanılan dünyayı kurmada; şiir ve estetik duyguları telkinde önemli rol oynar. Bu bakımdan o, Namık Kemal ve Ahmet Midhat Efendi’den ayrılır” der.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.