Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Asaf halet çelebi ibrahim şiiri incelemesi

Asaf halet çelebi ibrahim şiiri incelemesi sorusunun cevabı için bana yardımcı olur musunuz?

Bu soruya 2 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.
    Vodavon 1 Takipçi

    İşte Cevaplar


    gokturk

    • 2021-04-10 08:43:10

    Cevap :

    Şair Âsaf Halet Çelebi’nin İbrahim adlı şiirini bir tahlil denemesi

     

     

    Âsaf Halet Çelebi, soyadından da anlaşılacağı gibi Mevlâna'nın torunlarındandır. (Doğumu: İstanbul, 1907 -  Ölümü: İstanbul, 1958)

     

    Bu dünyada 51 yıl yaşadı. Galatasaray Lisesi ve Adliye Meslek Mektebi’ni bitirdi. Kendisi İstanbul’un yerli ailelerinden olup Beylerbeyi’nde yaşamıştır. Beylerbeyi, malumunuz olduğu üzere Boğaziçi'nde bir semttir ve orada vefat etmiştir. Beylerbeyi Küplüce Mezarlığı’nda yatmaktadır.  Bu mezarlıkta şair Cahit Zarifoğlu da yatmaktadır.

     

    Serbest, sade ve kısa yazılmış şiirleri ile tanındı. Âsaf Halet; şiir matinelerinde, seanslarında okuduğu şiirleri ile büyük bir hayran kitlesine ve üne kavuştu.  Doğu ve Uzakdoğu uygarlıklarına ilgi duydu. Bu uygarlıklar Hint, Çin ve İran uygarlıklarıdır. Divan şiirine karşı ilgisi ile birlikte Farsçayı da çok iyi bildiği söylenmektedir. Muhtemelen, Hint dillerinden Sanskritçeye de aşinaydı. 

     

    Âsaf Halet, Doğu kültürlerinden almış olduğu ögelerle şiirini kurdu. Ayrıca Uzakdoğu mistisizmiyle birlikte kadim Mezopotamya medeniyetini de inceledi. Kadim medeniyetlerin düşünce dünyasından aldığı ilhamla şiirlerini yazdı. Onun şiirleri; soyut, anlam dünyası kapalı ve gizemli bir şiirdir. İlk bakışta açık ve anlaşılır gibi görünse de şiirlerinin arka planında mana ve gizem dolu dizeler vardır.

     

    Eserleri: He, Lamelif. Bunlar şiir kitapları olup daha sonra, ‘Om Mâni Padme Hum’ adı altında son yeni şiirlerini de ekleyerek 1953 te kitaplaştırdı. İnceleme kitapları: Mevlana’nın Rubaileri(1939), Molla Cami(1940), Eşrefoğlu Divanı (1944) Ömer Hayyam (1945), Naima, (Monografi, 1953) Mevlana ve Mevlevilik (1957)

     

    Profesör Mehmet Kaplan, ‘Cumhuriyet Devri Türk Şiiri '’adlı 1973 yılında yayınlanan “Şiir Tahlilleri” adlı kitabında Asaf Halet Çelebi’nin ‘Mağara’ adlı şiirine yer vermiş ve tahlilini yapmıştır.

     

    Âsaf Halet Çelebi’nin Om Mâni Padme Hum adlı kitabında öne çıkan şiirler şunlardır: Mağara, Cüneyt, Nur-ı siyah, İbrahim, lamelif, He, Sidharta, Nirvana ve Mansur. Kendisi, sağlığında bu şiirlerini çeşitli şiir matinelerinde ve seanslarında okumuştur. Şiirlerinde enfüsî olana doğru yolculuk vardır. Mesela diyor ki ‘Cüneyd’ şiirinde;

     

    Bakanlar bana gövdemi görürler

    Ben başka yerdeyim

     

    Derken fiziğe değil fizikötesi âlemlere ait olan ruha dikkati çeker. Metafizik alana dikkatlerimizi toplar. Sonra devamında şöyle diyor;

     

    Gömenler beni gövdemi gömerler

    Ben başka yerdeyim

     

    Derken de bedenin değil ruhun önemli olduğunu bizlere hatırlatır.  Zira onun şiiri ve şiirde kullandığı dil, şekil ve ahenkten çok hayal ve masal dünyasının unsurlarından oluşur. 

     

    İnsan, topraktan geldiği için tekrar toprağa dönecek, toprağa gömülecek. Ama ‘ben’ dediğimiz cevher yani ruh bir başka yerde olacaktır. Orası ruhlar âlemidir. Asâf Halet,  işte bu bakış tarzıyla birçok Cumhuriyet Dönemi şairlerinden ayrılır. Bizleri; ruh dünyasına, bu dünyayı bize açıklayan, tanıtan ilahiyat âlemine, İslam inancına, yaratıcıya çağırır. Allah’ın varlığını bize ikaz ve idrak ettirir. Dış âlemi ve sanal gerçekliği ret ederek,  realizmle irtibatını keser. Şekiller, renkler ve hacimlerle uğraşmaz. İslam tasavvufu ve Budizm’le ilgilendiğinden, hep içe doğru, insanın kendi içine doğru yolculuklarının peşine takılır, gider. İç âlem, ancak sembol ve rumuzlarla tasvir edilebilir, anlatılabilir. Bu anlatımlarda şairin hayal dünyası ve rüyaları da oldukça etkili olur. Bir de masal dünyası (Uzakdoğu masalları), mesela ‘Mağara ve Kırk Haramiler’, ‘Kelile ve Dimne’(Beydaba) hikâyelerinden alındığı düşünülen benzetmeleri ve unsurları görmekteyiz.

     

    Çelebi’nin şiirleri; görünüşte basit, sade ve yalın, açık, net ve kısadır.  Az kelimeyle çok anlam ifade etmek istemektedir. Gerçi has şiirlerde de aranan özellikler bunlardır. Onun Sidharta adlı şiirinde esrarlı bir hava vardır. Şiirin aralarında üçer defa tekrarlanan ‘Om Mani Padme Hum’, aslında bir Budist duasıdır. Budist tapınaklarında koro halinde tekrarlanan bir duadır.

    Gelelim İbrahim adlı şiire. Burada hitap edilen kişi, Hz. İbrahim peygamberdir. O, put kırıcı bir figürdür. Kıssaya göre Hz İbrahim; puthanedeki putları kırar. Elindeki baltayı da götürüp en büyük putun boynuna asar. Kırmadığı tek put o kalmıştır, o da en büyük puttur. Bu cürmü İbrahim’in işlediğini bilenler onu yakalar. O der ki: “Ben kırmadım putlarınızı. Bir bakın o büyük put kırmıştır herhalde. Çünkü putları kıran balta onun boynunda asılıdır.” Onlar İbrahim’e inanmayınca onu alır götürürler. Kral Nemrut İbrahim’i ateşte yakma cezası ile cezalandırır. Yakma özelliği olan ateş, İbrahim’i bir mucize eseri olarak yakmaz. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de Enbiya suresi/ 69 da şöyle anlatılır:

     

    “Kulna ya naru, kuni berden ve selamen ala İbrahim”.

     

     Anlamı şudur:

     

    Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selamet ol.”

     

    İbrahim, Nemrut’un ülkesinden (Ur) ayrılarak Harran’a geçer. Orada amcasının kızı Sare’ ile bu günkü Şanlıurfa Akçakale/Telabyat Suriye sınırında bulunan Aynel Arus (suyun gözesi, gelinin gözü) denilen yerde evlenirler. İbrahim, amcasının oğlu Lut ile birlikte Hanım’ı Sare’yi da alarak feyiz ve bereket kaynağı olan Filistin topraklarına ulaşırlar.

     

    Hz İbrahim’in ateşe atılırken söylediği dua şudur:

     

     “Hasbunallahi ve ni’mel vekil”. Âli İmran/ 3. Yani; “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir”.

     

    “ İbrahim” şiirinin 1. Bölümü:

     

    İbrahim

    İçimdeki putları devir

    Elindeki baltayla

    Kırılan putların yerine

    Yenilerini koyan kim

     

    Âsaf Halet Çelebi, bu şiirin birinci bölümünde kendi nefsi ile yaptığı iç muhasebeyi anlatmaktadır. Put kırıcı olarak bilinen İbrahim, nefsinin bütün putlarını kırar. Ancak kırılan putların yerine yenileri dikilir. Yeni dikilen putları kim dikti diye merak edip sorar. Bu kırılan putlar aslında mecaz olarak; mal, mülk şöhret, para, kadın, vesairedir.

     

    İnsan, kırdığı putların efendisi kıramadığı putların kölesidir. İnsan, yeni işlerin, heveslerin peşine düşer. Nefis, bir türlü ıslah olmaz.

     

    Osmanlı Padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamış olan şair Figanî, Kanuni’nin sadrazamı Pargalı İbrahim’in, Avrupa’dan birtakım heykeller getirip kendi Sarayı’nın bahçesine dikmesi üzerine, ünlü olan şu Farsça beyti söyler. Söylediği Beyt’in ceremesini boğularak öldürülmekle öder. Şöyle demiş:

     

    Dü İbrahim amed be deyri cihan

    Yeki büt-şiken şod yeki büt-nişan

     

    Anlamı:

     

    İki İbrahim geldi bu cihana/ Biri put kırdı, biri put dikti

     

    Şiirin ikinci bölümü:

     

    Güneş buzdan evimi yıktı

    Koca Buzlar düştü

    Putların boynu kırıldı

    İbrahim

    Güneş’i evime sokan kim

     

    Güneş; Farsça Şems, eski Babil dilinde Şamaş anlamında bir terim olarak hakikati temsil eder. Fani olan her şey yok olmaya mahkûmdur. İnsanın buzdan heykelleri, buzdan evinin içindedir. İnsanın arzu ve istekleri, parantez içinde hevâ ve hevesleri, yani putlar, buzdan bir evin (hayal dünyasındaki ev)içindedir. Hakikat güneşinin karşısında bu buzdan ev ve içindeki buzdan heykeller Güneş’in karşısında erimeye mahkûmdurlar. Necip Fazıl Kısakürek’in, ‘Kara kardan adam, bir gün eriyeceksin’ dediği gibi. Şair; bu güneşi, bu nuru, bu aydınlığı bana gönderen kim, kalbimi temizleyip huzura erdiren kimdir diye sorar. Bunun,’ Allah’ olduğunu hisseder ve hayretlere düşer. O gün, o gücün lütfuna mazhar olur.

     

    Şiirin üçüncü bölümü:

     

    Asma bahçelerinde dolaşan güzelleri

    Buhtunnasır put yaptı

    Ben ki zamansız bahçeleri kucakladım

    Güzeller bende kaldı

    İbrahim

    Gönlümü put sanıp da kıran kim

     

    Bu bölümde; Babil Kralı Buhtunnasır’dan söz edilmektedir. M.Ö 6. asırda yaşamış olan Kral, dünya zevklerine düşkün birisidir. Adı Arap dilinde Buhtunnasır olan kralın, İbrani dilindeki adı Nabukadnazar’dır. İkinci Nabukadnazar.( ‘Nabu’ Akadça’da Tanrı demektir.) Babil Kralı II. Nebukadnazar veya Buhtunnasır, Süleyman Tapınağını yıkarak Yahudilere soykırım uygulamıştır. Kudüs’te onları cezalandırmış, Kudüs’ü yakıp yıkmıştır.

     

    Babil; Mezopotamya’dadır.  Mezopotamya, iki nehir arasındaki yer, bölge anlamına gelir. Bu iki nehir Dicle ve Fırat’tır.  Dicle ve Fırat arasındaki verimli topraklarda olan Babil kenti,  bugünkü Irak’ta El Hilla Kasabası üzerinde yer almaktadır. Bugün, o sarayların harabeleri, Irak’ın başkenti Bağdat yakınlarındadır.

     

    Antik bir şehir olan Babil’in Asma Bahçeleri, bugün dünyanın 7 harikası arasında sayılmaktadır. Diğerleri; Babil Kulesi, Antik Efes’teki Artemis heykeli, Ürdün’deki Antik Petra Kenti, Çin Seddi, Mısır’daki Gizza piramidi, Roma’daki Kolezyum.

     

    Günümüzde Mezopotamya; Irak, Kuzeydoğu Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Güneybatı İran topraklarından oluşmaktadır. Bu bölge dikkat edilirse (Kürt bölgesi) İsrail’in iştahını çeken bir bölgedir. Kaynaklardan öğrendiğimize göre, İsrail Devletinin bayrağında, ortada iç içe geçmiş iki üçgenden oluşan(bu üçgenlerden biri dişiliği, diğeri erkekliği sembolize eder.) Hz. Süleyman’ın mührü ve bayrağın her iki tarafında, altta ve üstte olmak üzere birer çizgi vardır. Bu çizgiler; Fırat ve Dicle’yi, Bayrağın orta yeri, üstüne Hz Süleyman’ın mührü vurulmuş Mezopotamya’yı temsil etmektedir.

     

    Nebukadnezar kelimesindeki ‘Nebu’ Akat dilinde Tanrı demektir. Nebukadnezar da, “Tanrı sınırlarımızı korusun” anlamı taşımaktadır. Nebukadnezar (Buhtunnasır), dünya zevklerine düşkün olan bir Babil kralıdır. ( O dönemlerde Babil krallarına Nemrut, denmekteydi.)

     

    Babil’in asma bahçelerinde güzellerin dolaştığını, bu zenginlik ve şatafat içerisinde olan Nemrut, zevke ve hazza düşkün bir kraldır. Buhtunassır, fani olanları putlaştırdı. Ama günü ve zamanı gelince kendisi de öldü, bahçeler de saraylar da yerle bir oldu. Babil’in meşhur kulesi yıkıldı, putlar devrildi. Şair diyor ki,

     

    “ Ol saltanatın şimdi yeller eser yerinde”.

     

    Âsaf Halet Çelebi’nin  “Zamansız bahçeleri kucakladım.” dediği, ahiretteki cennet bahçeleridir. Ölümsüz ve gerçek olan bahçeler bunlar. Firdevs bahçeleri, Adın bahçeleri, Meva bahçeleri... Zamanla kayıtlı olan bahçeler yerine, zamanın dışındaki bahçeleri kucakladım, güzellikler bende kaldı diyor.

     

    Şair, ölüm ötesine inanarak ölmeden önce ahireti, dirilişi, nihayet kendi sonunu fark eder.

     

    İnsan, zaafları ile bilinen bir yaratıktır ama böyle bir sırra mazhar olmak inanan insanlara nasip olmaktadır. Kalbi put sanıp da kıranların, dünyayı ve ahireti anlamayan,  öldükten sonra ruhların tekrar dirilişine inanmayan, dirildikten sonra hesaba çekileceğine inanmayanlar, Allah’ın evi olan kalpleri kırarlar. Yunus Emre şöyle diyor:

     

    Gönül çalabın tahtı

    Çalap gönüle baktı

    İki cihan bedbahtı

    Kim gönül yıktı ise

     

    Gönlü kırmamak, putlardan temizlenmiş olan Allah'ın evini incitmemek gerekir. Yazımı Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın bir dörtlüğü ile bitiriyorum.

     

    Dendendir inci denden

    Fark olmaz inci tenden

    İncitme can gönül yap

    İncinme incitenden



    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    gokturk

    • 2021-04-10 08:42:03

    Cevap :

    ibrâhim

    içimdeki putları devir
    elindeki baltayla
    kırılan putların yerine
    yenilerini koyan kim
    güneş buzdan evimi yıktı
    koca buzlar düştü
    putların boyunları kırıldı
    ibrâhim
    güneşi evime sokan kim
    asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
    buhtunnasır put yaptı
    ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
    güzeller bende kaldı
    ibrâhim
    gönlümü put sanıp kıran kim

    Hz. İbrahim’e hitab eden, lirik ve soyutlama üslubunda, şairin kendi tecrübe ve duyarlılıklarını, kendisi ile giriştiği iç muhasebe ve mücadelesini anlatan bir şiir ile karşı karşıyayız. Aslında şair burada Hz. İbrahim’den ziyade onun temsil ettiği ya da çağrıştırdığı değerlere, iyilik ve hayra yönelten sıfatlarına hitab ediyor.

    Dostluk öyle bir şey ki, insanın iç ve dış dünyasında farkında olarak ya da olmayarak oluşturmuş olduğu putlar devrilmeden gelmiyor.

    İnsan ya gafletten, ya inkârdan, ya da işi başıboşluğa vurarak “Dünyaya bir daha mı geleceğiz?” aymazlığı ile geçici ve fani şeylerle bütün dünyasını inşa etmeye çalışmakta, iyi kötü ne varsa heybesine doldurmaktadır.

    Bunca yükün altında çokları kalıyorlar. Ruhi açlıklar, bunalımlar, duygu çöküntüleri, psikolojik travmalar hayatlarını zindana çeviriyor. Kendilerini kesrette boğmaya mahkum ediyorlar.

    Kesretin boğuculuğunu derinden hisseden Şair Asaf Halet Çelebi; “ibrâhim/
    içimdeki putları devir/elindeki baltayla” diyerek Hz. İbrahim’e sesleniyor, ondan imdat istiyor. Bu konuda onun azminden, tecrübelerinden yardım talep ediyor. İçimde biriktirdiğim adeta puthaneye çevirip istif ettiğim putlarımı devir, kurtar beni bu beladan diyor.

    Putlar yık yık bitmiyor. İnsanın nefis ve şeytanla olan mücadelesinde uğramış olduğu başarısızlıklar neticesinde önceden yıkılmış olan putların yerine yenileri dikiliyor. Yeni duygu ve düşüncelerini hissettirmedenistila ediyor. Şair, yeni putları yerlerine koyanın nefsi ve şeytanı olduğunu pekala bildiği halde şair bilmemezlikten geliyor, tecahil-i ârifyapıyor.

    Şeytanın ayakları bağlı değil,nefis bir türlü ikna olmuyor,yeni hevesler, yeni iştihalar, yeni zevkler peşini bir türlü bırakmıyor. Bunlar adeta putlara dönüşüyor ve insanın yüreğinin tam ortasına işgalci gibi yerleşiyorlar.

    Güneş hakikati, tevhidi, İlâhî nuru temsil eder. Fani şeyler ne kadar sağlam olurlarsa olsunlar, kendilerine biçilen ömrün sonunda buz gibi erimeye mahkûmdurlar. Şair iç temizliğinin, tasaffi ve tezkiye olmanın huzurunu yaşıyor. Hakikat güneşi içini temizlemiş, bütün putlarından arındırmış, varlığını eritmiş ve aydınlığa ulaştırmıştır. 
    Bu defa şair hayret makamında Hz. İbrahim’e “güneşi evime sokan kim” diye soruyor. Yalnız hidayet verici olan Allah’tır. Allah’ın lütfuna mazhar oluşundan dolayı sevinç, şaşkınlık ve hayret hali yaşıyor.

    İnsanlarda dünya sevgisi var. Yaşadığı yerleri cennet bahçesine çevirme, dünya zevklerinden sonuna kadar istifade etme arzusu var. Tarihte yalancı cennet kuranların birçok örneklere rastlıyoruz. Şair burada ölümlüleri putlaştıran Babil Kralı Buhtunnasır (Nabukadnezar)’a bir telmihle gönderme yapıyor. İnsanlar dayanıksız, yok olmaya ve kurumaya mahkûm bahçeler kuruyorlar, ebediyeti olmayan evleri yapıyorlar, mallar, mülkler ediniyorlar, güzelleri putlaştırıyorlar. Bütün bunlar ne kadar dayanıklı olsalar da buzdan farkları olmayacak, işgale eden şeytanî ve nefsanî ne kadar şey varsa, ebedî dostluğun, bütün iyilik ve güzelliklerin temsilcisi olan hakikat güneşi onları da hiç kuşkusuz eritecek, onların da boyunlarını vuracaktır.

    Putlaştırılan güzeller ve güzelliklerin ağır günahları, insanların sırtına yüklenip kalıyor. Şair, zamanın dişlileri arasında ezilmeye, dağılmaya mahkûm fanî, nefsanî ve şeytanî ne kadar şey varsa hepsini terk ettim,ebedi, zaman sınırlaması olmayan güzelleri ve güzellikleri yani gelecekte Cenab-ı Hakkın lutf edeceği cennet bahçelerini kucakladım,bu nedenle ebedî ve sermedî güzeller bende kaldı, yani varlığım Allah’ın varlığında fânî oldu demektedir.

    Şair yine hayret makamında Hz. İbrahim’e“gönlümü put sanıp kıran kim” soruyor. İlâhî aşktan yanıp tutuştuğu halde, zahir ehli tarafından belki de yanlış anlaşılıp gönlünü kırdıklarını îmâ ediyor. “Beni bir tek sen anlarsın, gerçek dostluğu, sevgiyi ve aşkı ancak sen bilirsin” demek istiyor. Tabi İlâhî aşka erişenlerin buna pek de ehemmiyet vermeyecekleri açıktır. Rabbini bulan her şeyi bulmuştur. Ona bütün dünya küsse hiç ehemmiyeti olmaz.

    Asaf Halet Çelebi’nin nefis ve şeytanla olan mücadelesini, manevî olarak bir nevi seyr ü sülukunu özetleyen bu şiir münasebetiyle kendimizi sigaya çekmemiz gerekir.
    Gerek kendi ve gerekse toplum olarak kemalatımızın esasını teşkil eden, maddî ve manevî terakkiyatımıza vesile olacak olan tevhid akidelerinin güneş gibi içimizde dostluk ve kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi engelleyecek olan put misali ne kadar kirler varsa, onları buz gibi eritmesi temennisiyle. 

     

    Vodavon1 Takipçi
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.