Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Bağdaştırma kuramı ilkeleri

bağdaştırma kuramının ilkeleri nelerdir

Bu soruya 2 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2020-12-19 12:47:26

    Cevap : A. Birbiriyle çelişen ifadelerin bir arada bulunmasını ve bundan doğabilecek anlatım bozukluklarını engeller.

    Örnek:
    1. Sanırım bu işi mutlaka kabul edecektir. ==> Bu işi mutlaka kabul edecektir veya Sanırım bu işi kabul edecektir.
    2. Gönderdiğim paketi eminim bugüne kadar almış olmalısınız. ==> Gönderdiğim paketi eminim bugüne kadar aldınız veya Gönderdiğim paketi bugüne kadar almış olmalısınız.
    B. Olumlu ve olumsuz durumlarda kullanılacak fillerin karıştırılmasını ve bundan doğabilecek anlatım bozukluklarını engeller: ( Olumlu durumlar için: sağladı, vesile oldu, sağladı; olumsuz durumlar için ise: neden oldu, sebep oldu, yol açtı vb. fiiller kullanılır.

    Örnek:
    1. Bana yardım ederek kısa sürede işi bitirmeme sebep oldu. ==> Bana yardım ederek işi kısa sürede bitirmemi sağladı.
    2. Laf taşıyarak aralarının bozulmasına katkıda bulundu. ==> Laf taşıyarak aralarının bozulmasına sebep oldu.
    C. Cümlenin kurumundaki mantık hatalarını ve bundan kaynaklanan anlatım bozukluklarını engeller.

    Örnek:
    1. Sigara içmeye devam ederseniz ölürsünüz hatta kanser bile olursunuz. ==> Sigara içmeye devam ederseniz kanser olursunuz hatta ölürsünüz.
    2. Bırakın düşmeden yürümeyi koşamaz bile o. ==> Bırakın koşmayı düşmeden yürüyemez bile o.
    D. Yakın sesli ve ya yakın anlamlı kelimelerin anlamlarının birbiriyle karıştırılmasını ve bundan doğacak anlatım bozukluklarını engeller.

    Örnek:
    1. Başvurduğu işyerinden son öğretim durumunu gösterir belge istediler. ==> Başvurduğu işyerinden son öğrenim durumunu gösterir belge istediler.
    2. Yunus'un saçları büyümüş. ==> Yunus'un saçları uzamış.
    E. Deyimlerin yanlış kullanılmasını ve bundan kaynaklanacak anlatım bozukluklarını engeller.

    Örnek:
    1. O kadar sinirliydi ki yüzünden dökülen bin parçaydı. ==> O kadar sinirliydi ki yüzünden düşen bin parçaydı.
    2. Çocuk, arkadaşlarının dediklerine kulak astığı için bu duruma düştü. ==> Çocuk arkadaşlarının dediklerine kulak asmadığı için bu duruma düştü.
    3. Adam hâkimin odasının önünden geçerken içeriye göz gezdirdi. ==> Adam hakimin odasının önünden geçerken içeriye göz attı.


    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Zeus

    • 2020-12-19 12:39:24

    Cevap : ALIŞILMAMIŞ BAĞDAŞTIRMALAR İLE İLGİLİ KURAMLAR
    Şiir dilinde kullanılan, ama günlük dilde alışılmamış bazı bağdaştırmalar,
    Roman Jakobson’un kuramı ışığında açıklanabilmektedir. Eagleton (1997: 77)
    şiirdeki sözcük seçimini şöyle açıklar: ‘’Şiirde dikkatimizi sadece sözcük
    seçimindeki sürece göre değil, tam aksine eşdeğerliğe dayalı sözcük bağlantılarına
    göre yaparız: sözcükleri anlamsal, ritimsel, fonetik (sessel) veya diğer şekillerdeki
    eşdeğerlik durumuna göre sıralarız.’’ Aynı şekilde Jakobson’un alışılmamış
    bağdaştırmaların’’eşdeğerlik ilkesinin seçme ekseninden birleştirme eksenine
    aktarılmasıyla oluşturulduğunu’’ belirttiği meşhur açıklamasını da aktarır (akt.
    a.g.e. : 77).

    Alışılmamış bağdaştırmaların eşdeğerlik ilkesinin seçme ekseninden
    birleştirme eksenine aktarılması ile ilgili kuram birçok araştırmacı tarafından ele
    alınmıştır (bkz. Aksan, 2006: 149-165) (bkz. Toklu, 2007: 30-31) (bkz. Özünlü,
    2001: 53-57). Günümüzde bu kuram geçerliliğini sürdürmektedir. Ancak bu
    konuyla ilgili olarak dilbilimciler arasında değişik görüşler bulunmaktadır. Toklu
    (bkz. 2007: 30-31), Jakobson’un açıklamasına dayanarak şiir dilinde seçim
    ekseninde bulunan dizisel (Alm. paradigmatisch) sözcüklerle birleştirme
    ekseninde dizimsel (Alm. syntagmatisch) sözcüklerin bağdaştırılması ile ilgili
    olarak Hilmi Yavuz’un şiirinden örnekler vererek bunu seçme ve birleştirme
    ekseninde uygulamasını gösterir. Ancak Özünlü’ye (2001: 83) göre Jakobson’un
    bu kuramı ‘’yazar ve okuyucu arasındaki kişisel, toplumsal ve ekinsel bağlantıları
    göz önünde bulundurmaz; yalnızca dilbilimsel niteliklere yaslanır.’’ Özünlü
    (a.g.e. : 83) bu durumu ‘’böyle değişik eksenlerde bulunan sözcükler
    bağdaştığında ortaya çıkan anlam demetlerinin yalnızca şiir türünü inceleyecek ve
    dilbilimin bir dalı olan anlambilimin bir alt kolu sayılabilecek bir şiirsel
    anlambilim (poetic semantics) yardımıyla açıklanabilecektir’’ şeklinde açıklar. Bu
    tür bir bilim dalı da henüz olmadığı için Jakobson’un şiir dilinde sözünü ettiği,
    yazar ve okuyucu arasındaki ‘’şiirsel iletişim’’ onun bu kuramına dayanarak
    açıklanamamaktadır (a.g.e: 83). Michael Riffatterre’nin de aynı şekilde bu kuramı
    eleştirdiğini belirten Özünlü (a.g.e. : 84) Riffatterre’nin kuramını ise şu şekilde
    açıklar:’’Riffatterre çalışmalarında, şiir dilinde kullanılan alışılmamış sözcük
    birleşimlerine, sözcük yinelemelerine ve bunların kaynaklandığı dizem
    özelliklerine, eşdizimli yapılara, biçimbilgisel sapmalara ve söz sanatlarına
    eğilmiş ve bütün bu deyişbilimsel niteliklere bağdaşma adını vermiştir…
    Riffatterre çoğunlukla şiir dilinin anlam yapılarıyla ilgilenmiş, bu yapıların
    şiirdeki her sözcükle dolaylı olarak bağıntılı bulunduğunun üzerinde durmuştur.
    Riffatterre’ye göre, şiiri okuyan bir kimse her sözcükte kendi kişisel deneyimlerini
    anımsamaz ve gerçekle doğrudan ilişki kurmaz. Şiirdeki sözcükler, ancak şiirdeki
    bağlamın çağrıştırdığı imgesel kavramlarla bağıntı kurar. Bu yüzden şiir özel
    yorumlamayı gerekli kılan bir olgudur.’’

    Aksan (2006-A: 151) Özünlü ve Jakobson’un alışılmamış bağdaştırmalara bu
    tür değişik yaklaşımlarını değerlendirirerek’’… Bu tür örneklerin içinde
    bulunduğu kullanımlar şiirsel anlambilim adı verilebilecek olan dalın ortaya
    çıkmasıyla açıklık kazanabilecektir’’ diyerek alışılmamış bağdaştırmalar ile ilgili
    olarak konuyu daha derin ortaya koyabilmek amacıyla çeşitli örnekler verir.
    Aksan (a.g.e. : 164-165) şiir örnekleriyle ortaya koyduğu alışılmamış
    bağdaştırmalara yönelmenin etkili anlatım çabasının bir ürünü ve deyim
    aktarmalarından da yararlanan güçlü anlatım eğilimi olduğunu belirtir:’’…
    Günlük konuşma dilinde de zaman zaman aynı eğilimi gösteriyoruz. Örneğin
    kavga kaşağısı, ömür törpüsü, şeytan çekici, çene kavafı, insan sarrafı, çehre
    züğürdü gibi deyimlerde, tamlamanın ögeleri, anlambilim açısından özellikleri
    dikkate alınmadan, soyut+somut, somut+soyut kavramlar bir araya getirilerek
    birleştirilmiştir. Bu ögeler, başlangıçta bir kişinin gerçekleştirdiği, zamanla
    beğenilerek yaygınlaşmış anlatım biçimleridir. Bugün Türkçede ve birçok dilde
    kullanılan kırık kalp, soğuk savaş, sıcak savaş gibi örnekler, hatta mavi yolculuk
    gibi tamlamalar da aynı nitelikteki ögelerdir; zamanla çok kullanılır duruma gelen
    alışılmamış bağdaştırmalardır.’’

    Aksan (a.g.e. : 164) özellikle şiir dilinde çok rastlanan bu bağdaştırmaları
    doğrudan doğruya anlambilim aracılığıyla incelenebileceğini ve göstergelerin
    anlam çerçeveleriyle açıklanarak çözümleneceğini belirterek kimi yazarların
    sözünü ettikleri gibi bir ‘’şiir dilbilgisi’’nin gerekli ve yeterli olmadığı
    düşüncesindedir.

    Aksan’ın anlambilim açısından ele aldığı şiir incelemelerinde söz konusu olan
    göstergedeki iki alan; imge veren ve imge alan konusunu daha iyi kavrayabilmek
    için biraz daha bu konudaki düşüncelerin ve kuramların ortaya konulmasının
    yerinde olacağı düşüncesindeyim.

    Aralarında Stephan Ulmann’ın da bulunduğu birçok bilim adamı, imge veren
    ve imge alan arasındaki mesafenin (Alm. Spanne) eğretilemenin kalitesinin düşük
    ya da yüksek olup olmadığını belirleyen bir ölçek olduğu görüşündedir. Weinrich
    (1976: 297) ise ‘’imge veren ve imge alan arasındaki mesafe ne kadar uzaksa
    eğretileme de o derece alışılmamıştır. Eğretileme ne kadar alışılmamışsa şair de o
    kadar ustadır’’ görüşüne katılmaz.

    Eğretileme alanında önemli bir görüngü olan alışılmamış bağdaştırmalar, dil ve
    edebiyat bilimcilerinin uzun süredir tartıştığı bir konudur. Weinrich (akt. Netzel,
    2003: 489) Aristoteles’ten Ullmann’a kadar alışılmamış bağdaştırmalar
    hakkındaki pek çok övgüdeki benzerliğin şaşırtıcı olduğunu belirterek sadece
    kararlılığı yüzünden değil bilgi verici uyumsuzluğu açısından da anılmaya değer
    bulduğu eğretilemenin ‘’alışılmadık’’ olan faktörünü modern bir düşünce olarak
    bulur.

    Weinrich’e (1976: 299) göre alışılmamış bağdaştırmalar hakkında yazarlar
    farklı düşünceler içerisinde olmuşlardır:’’ Eğer bir kalkanı bir kadehe benzetirse
    Aristoteles için de bir eğretileme alışılmadıktır. Ortak benzerlik yok olur ve
    başvuracak yerleri açıklanamaz… Önemli eleştirmenlerden Sayce ve Ullmann
    yaptıkları açıklamalarında ve örneklerinde, eğretilemenin iki unsuru olan, imge
    veren ve imge alan arasındaki gerçek mesafeye göre eğretilemenin alışılmadık
    olduğunun ölçülmesini istemişlerdir… Burada eğretileme sınırlarını metafiziğe
    açar.’’

    Weinrich (akt. Cochetti, 2004: 197-198) yaygın olan ‘’alışılmamış’’
    eğretilemeleri üç kavram temeline göre ayırır:
    1-Sözcük alanı (Alm. Wortfeld), yani anlam alanı (Alm. Bedeutungsfeld);
    bilişsel-psikolojik terim bilgisinde en küçük anlam taşıyıcı birimlerin ya da tek
    sözcüğün türetildiği ve en küçük anlamsal özellik gösteren anlamsal alt alanlar
    (Alm. Subdomänen)
    2-İmge alanı (Alm. Bildfeld); en az iki ayrı cinsten (Alm. heterogenen) sözcükveya anlam alanları, örn. ‘’düşünce akımı’’, dünya tiyatrosu. İmgesel alanlar,
    kabul edilmiş güncel belli tecrübelerden sapan ve bir dereceye kadar içeriği
    gösteren eğretilemelerden oluşan sabit şemalardır.
    3-İmge aralığı (Alm. Bildspanne); anlamsal mesafe gibi aynı şekilde uzaklığı ve
    imgesel alanın iki ana unsurunun ilişkisinin birbirine olan etkisidir. ‘’Dünya’’ ve
    ‘’tiyatro’’ ilişkisini imgesel alanda ‘’dünya tiyatrosu’’ veya güncel eğretilemeler
    de ‘’Dünya bir tiyatrodur’’ örnek olarak verebiliriz. Ama imge aralığı henüz sabit
    bir şema olmayan yeni bir imge alanını ‘’alışılmamış bağdaştırma’’ olarak ortaya
    çıkararak üretebilir.

    İmge veren ve imge alan arasındaki ilişki; ‘’gerilim’’, anlamsal olarak
    aralarındaki mesafenin uzaklığı ve yakınlığı alışılmamış bağdaştırmalar da önemli
    bir değerlendirme ölçütü haline gelmiştir. Weinrich (1976: 303-304) her
    eğretilemenin kendi unsurları arasında bir aykırılığa sahip olduğunu ve onu
    sözcük olarak ele aldığımızda bunu açığa çıkardığını belirterek:’’ Eğer bir
    sözcüğü ele alırsak - devlet gemisi- bu bir gemi midir değil midir? Cevap ya evet
    ya da hayır olmalıdır. Devlet politik bir sosyal yapıdır elbette gemi değildir ama
    gemidir de, çünkü imgesel dil uzlaşı gereği öyle istiyor. Bu aykırılık her
    eğretilemede gizlidir’’ şeklinde açıklar.

    Weinrich (a.g.e. : 302) eğretilemeyi bir ‘’düşünce modeli’’ olarak açıklar. Ona
    göre alışılmamış bağdaştırmalar hakkındaki görüşleri daha farklı temellere
    dayanır. Weinrich’e (a.g.e. : 303) göre birçok araştırmacı için imge veren ve imge
    alan arasındaki mesafenin uzaklığından ziyade bunlar arasındaki hayret verici olan
    tehlikeli yakınlığıdır (Alm. gefährliche Nähe). Birbirinden uzak ama birbirini
    zorlayan bu iki alanın aralarındaki mesafenin bir yerde ortak bağlantıyı yok
    etmesinden kaygı duyulur. Weinrich (a.g.e. : 304-308) bu düşünceyi Paul Celan’ın
    Todesfuge şiirindeki meşhur ‘’kapkara süt’’ (Alm. schwarze Milch) örneğinde
    açıklar:
    ‘’Schwarze Milch der Frühe wir trinken sie abends
    Wir trinken sie mittags und morgens wir trinken sie nachts
    Wir trinken und trinken…
    Kapkara süt ve sabah vakti sütü, iki eğretilemeli bir bağlantı. Özellikle ilk
    eğretilemeye dikkat edelim. Rimbaud’daki ’yeşil dudaklar’ gibi aynı
    alışılmamışlık derecesine benziyor. Sözbilimini bilen burada bir zıtlaşmanın söz
    konusu olduğunu söyleyecektir. Güzel ama bu terimle bakışımızı değiştiremeyiz,
    zıtlaşma da eğretilemedir. Çünkü paradoks, aykırılık, bunu defalarca söyledik,
    eğretilemedir. Dini inanış tarzı olan süt veya incil meseli süt benzetmeleri bu
    şiirdeki kapkara süt. Bilinmesi gerekir ki kapkara süt eski geleneğe göre
    melankoliktir… Eğer burada ‘sabah vaktinin melankolik sütü’ olsaydı aynı
    aykırılığı fark ederdik, kabaca söylemek gerekirse: süt melankolik değildir… Süt
    kapkara da değildir. Bana geliyor ki burada gerçekle ilgili belirli bir ilişki
    bulunuyor. Eğer bu sözcük yapısını algısal kavrayış gerçekliği içerisinde
    bağdaştırırsak, şuna işaret eder: beyaz süt. Eğer algısal kavrayış gerçeğindeki bir
    sözcük yapısından çok uzaklaşılırsa, nesnel ve duygusal farklı konular birbirine
    bağlanırsa, tereddütsüz şuna işaret eder: melankolik süt… Ama algısal kavrayış
    gerçeğinden dar anlamda sapan bir sözcük yapısında, bu çelişkiyi güçlü bir
    şekilde algılarız ve hissederiz ki bu eğretileme alışılmamıştır: kapkara süt.
    Eğretileme öyle alışılmamıştır ki, günlük gözlemlerimizden o kadar fazla bir
    uzağa sapma göstermiyor aksine diğer renklere doğru bir adım atılmış. Bu
    yakınlık, huzurumuzu kaçırıyor, doğru mu yanlış mı gibi bir duygu veriyor…
    Eğretilemedeki bu basit aykırılık imgesel gerginlikten bağımsızdır. Ama imgesel
    gerginliğe, aykırılıkların fark edilip fark edilmemesi ve alışılmamış olarak
    algılanıp algılanmadığına bağlıdır. Çok fazla bir gerilimde aykırılık kural olarak
    fark edilmez. Buna karşılık imgesel gerginlik dikkatimizi bu aykırılığa zorlar ve
    eğretilemeye alışılmamış özellik bahşeder… Eğretileme çelişkili bir ifadedir.
    Alışılmamış bağdaştırma, aykırılığı farkına varılmadan kalabilen bir ifadedir.’’
    Weinrich yukarda belirttiği gibi alışılmamış bağdaştırmaları ‘’önemsiz bir
    sapma’’ (Alm. geringe Abweichung) gösteren eğretilemeler olarak belirler. Öyle
    ki bazı durumlarda iki alan arasındaki yakınlığı bile algılama ve fiziksel
    durumlarına göre tehlikeli bulur. Burada anlam farklı bir alana taşınmamış, sadece
    küçük bir adım atılarak renk değişikliğine gidilmiştir (a.g.e. : 307). Aslında
    ‘’kapkara süt’’ anlamsal ve mantıksal olarak süt ile ilgisi olmaması gereken bir
    durumdur. Daha doğrusu bu durumda siyah ve beyaz renklerin birbirinden çok
    uzak olduğu açıkça görülür. Weinrich bu tür sapmalarda sözcük alanı düşüncesine
    göre hareket eder ve sözcüklerin mantıksal kavranabilir ilişkilerini kategorik
    olarak ön planda tutar. (örn. bir renk ölçeğindeki renkler arası ilişkiler gibi) İmge
    alan ve imge veren her iki niceliğin birlikte olduğu önemli anlambirimcikler
    olarak kavramsal yakınlık ortak benzerlik noktasına dayanır.
    Alışılmamış bağdaştırmalardaki buna benzer kategorik yakınlık durumunu
    birçok Almanca ve Türkçe şiirlerde de görebiliriz:
    ‘’im goldgelben Schatten’’ (Celan, 1992-A: 222)
    (‘’altın sarısı gölgelerde’’)
    ‘’ben siyah çöllerin pırlanta kaktüsü’’ (İskender, 2010: 95)
    ‘’başucunda Siyah Güneşler;-sabah!’’ (Yavuz, 2010: 339)
    Yukardaki örneklerde de görüldüğü gibi anlam farklı bir alana taşınmamış,
    sadece küçük bir adım atılarak renk değişikliğine gidilmiştir. Aslında ‘’altın sarısı
    gölge’’ anlamsal ve mantıksal olarak gölgeye yakıştırılamayacak bir durumdur.
    ‘’Siyah çöller’’ bağdaştırmasında da renkler arasında bir zıtlık vardır. ‘’Siyah
    güneş’’ ifadesinde de aynı durum söz konusudur. Buradaki renk ikilemi aynı
    zamanda ‘’zıtlaşma’’ diye bilinen eğretilemenin özel türlerinden biridir. Buradaki
    renkler aynı ölçek içerisinde yer alsalar da birbirleri arasındaki zıtlık alışılmadık
    bir durum sergiler.

    Weinrich’in tespit ettiği farklı bir dilsel alışılmadık biçim de, kavramsal ve
    kategorik bir yapı içerisinde değerlendirmenin mümkün olmadığı Paul Celan’ın
    bir şiirindeki ‘’Stundenholz’’ (‘’vakit tahtası’’) bileşik sözcüğünün alışılmamış
    bağdaştırmaların arasında kullanılmasıdır (akt. Netzel 2003: 494).
    Weinrich’in tespitlerine göre imgesel eğretilemeyi alışılmamış hissedip
    hissetmeyeceğimiz imgesel gerilime bağlıdır; eğretilemedeki aykırılık kendi
    içyapısına dayalı imgesel gerilimin büyüklüğüne bağlı değildir.
    Weinrich’e göre bir eğretilemenin kalitesi ve alışılmamışlığı eğretilemeli
    ifadedeki unsurların birbiri arasındaki gerilimine değil, tam aksine eğretileme ve
    bağlamı arasındaki imgesel gerilimle açıklanır.

    Ricoeur (akt. Bertau, 1996: 159-160) gerilim düşüncesi ile ilgili olarak üç
    uygulama durumunu birbirinden ayırır:
    1 - Bir ifade içerisindeki gerilim, benzeyen ve benzetilen, yani Konu ve Taşıyıcı;
    Odak ve Çerçeve; ana ve yan özne. Eğretilemeli bir İfade ve sözcüğün birlikteliği
    136
    eğretilemeli sözcük ve ifadedeki diğer sözcükler arasında gerilim olarak
    düşünülür.
    2- İki yorum arasındaki gerilim: Bir sözcük ve eğretilemeli densizlik arasında.
    Sözcük ile ilgili yorumda eğretileme ‘’anlamsızlıktan bir anlama’’ yapılan
    anlamsal densizlik yoluyla yok edilir. Burada anlamsal ‘’densizlik’’ ve ‘’yeni ait
    olma’’ meydana gelir: Sözcük ile ilgili yorum uyumsuzluğa götürür, dizisel
    düzlemdeki bir aykırılık düzeltilerek böylece ortaya çıkan aykırılık eğretileme
    yoluyla azaltılır, anlamsal değişiklik bunun sonucudur ve dizimsel düzlemde yeni
    bir üyelik durumunun meydana gelmesi gerçekleşir. İfadedeki uyuşmazlığa
    yeniden ulaşılır. Çünkü sözcük ile ilgili yorum tam olarak sona ermemiştir, tam
    aksine bir eğretilemeye dönüşmüştür. Ricoeur için her iki yorum arasında bir
    gerilim bulunmaktadır.
    3- Kimlik ve farklılık ve ‘benzerlik sahasındaki’ gerginlik. Koşutun ilişkisel
    işlevinde, bir benzerlik etkileşimindeki özdeşlik ve farklılık arasındaki gerilim.
    Sözcük ile ilgili uygunsuzluktan eğretilemeli bir uyuma geçişin tanımlanması ile
    ilgili olarak Ricoeur açık mekânsal eğretilemelerden yararlanır. Geçiş mantıksal
    mekân içerisinde anlamlar arası mesafenin değişimi içerisinde oluşur. Yeni üye
    veya eşleşim aralarındaki uzak mesafelerine rağmen kavramlar arası ‘aniden’
    oluşan anlamsal yakınlıktan doğar. Birbirinden uzak olan şeyler, birbirine yakın
    görünürler. Anlamsal dönüşüm, aktarma uzaktan yakınlığa mantıksal mesafe
    içerisindeki bu hareketten başka bir şey değildir.
    Ricoeur’e göre ‘’her üç gerilim de ifadeye içkin anlam düzeyinde kalır ve
    herhangi birinin onun ötesine geçeceği söylenemez: Ricoeur, artık bunun ötesine
    geçecek bir gerilim kuramının yeni bir uygulamasını yapmak istemektedir’’ (akt.
    Tomkinson, 2008:179)
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.