Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

  • Tarih
  • 3 yıl önce
  • 2 Cevap

Beytü'l Hikme işlevi hakkında kısa bilgi

Beytü'l Hikme işlevi hakkında kısa bilgi

Bu soruya 2 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    gokturk

    • 2020-11-10 16:10:00

    Cevap :

    Beytü'L Hikme Kısaca: Abbasiler zamanın kurulan bir tercüme evi ve kütüphane. Beytü'L Hikmenin Kuruluş Amacı Nedir: Önceleri islam dışındaki kültür ve medeniyetlerin başta felsefe olmak üzere matematik, astronomi ve edebiyatını İslam dünyasına tercüme ederek bu bilgileri İslam kültürüne dahil edilmesi amacı taşır.


    Beytü'L Hikme

    İlk defa kimin tarafından ve ne zaman kurulduğu tartışma konusudur. Kaynakların çoğunda Abbâsî halifelerinden Me’mûn tarafından 830’da Bağdat’ta kurulduğu zikrediliyorsa da bunun düşünce ve teşebbüs olarak Mansûr dönemine (754-775) kadar uzandığı anlaşılmaktadır. İslâm coğrafyasının genişlemesiyle müslümanların Helenistik, İran, Hint ve diğer kültürlerle temasları sonucu bunlara karşı kendilerinde geniş bir ilgi ve merak uyanmıştı. Ayrıca bu farklı kültürler arasında ortaya çıkan birtakım sürtüşme ve tartışmalarda müslümanlar kendi inanç ve düşüncelerini tutarlı bir şekilde savunmak ve İslâm’ın üstünlüğünü göstermek için bu kültürleri çok iyi tanımak zorundaydılar.

    Bu gibi sebeplerden ötürü antik dünyanın bilinen ilmî ve felsefî eserlerini Arapça’ya çevirmek ihtiyacı doğdu. Beytülhikme kuruluncaya kadar bu alandaki çalışmalar bazı şahısların, prens ve halifelerin özel merakı çerçevesinde bir asırdan fazla bir zaman içinde şahsî faaliyetler olarak devam etti. Bu alanda ilk teşebbüste bulunan Emevî prenslerinden Hâlid b. Yezîd b. Muâviye’dir (ö. 85/704). Hâlid tıp, astronomi (astroloji ile karışık), kimya (simya ile karışık bir şekilde) gibi ilimlere merak salmış ve bu konularda yazılmış Grekçe ve Koptça eserleri İskenderiyeli birer rahip olan Staphon ve Marianos’a tercüme ettirmişti (İbnü’n-Nedîm, s. 340). Bu şekilde başlayan tercüme hareketi, Emevî halifelerinden Mervân b. Hakem (684-685) ve Ömer b. Abdülazîz (717-720) dönemlerinde toplumun ihtiyacı olan tıpla sınırlı kalırken ikinci Abbâsî halifesi olan Mansûr tercümenin alanını genişleterek bu harekete büyük bir hız kazandırdı. Kendisi hadis, fıkıh, dil ve edebiyat gibi geleneksel ilimlerin yanı sıra mantık, felsefe, matematik, geometri, astronomi ve tıp gibi aklî ve tecrübî ilimlere karşı büyük ilgi duyuyordu. Bu sebeple İranlı bir mühtedi olan Abdullah b. Mukaffa‘a Aristo’nun Organon adlı mantık külliyatının ilk üç kitabı ile Porphyrios’un Eisagoge’sini (Îsâgūcî) ve Kelîle ve Dimne’yi Farsça’dan Arapça’ya tercüme ettirdi. Yine bu dönemde Hintli bir seyyahın beraberinde getirdiği matematik ve astronomiyle ilgili iki kitap tercüme edildi ve böylece Hint rakamları İslâm kültür dünyasına girmiş oldu. Bunlardan astronomiyle ilgili olan Sind-Hind adıyla, ayrıca Batlamyus’un Sintaksis’i el-Mecisṭî, Öklid’in Elemento Geometricae’sı Uṣûlü’l-hendese adıyla tercüme edilmişti. Bu sırada Cündişâpûr tıp okulunun reisi olan Curcîs b. Buhtîşû‘ Bağdat’a davet edildi ve Mansûr’un sarayında başhekim sıfatıyla tıp alanında Grekçe ve Farsça’dan tercümeler yaptı. Halife Mansûr dil, edebiyat ve dinî ilimlere dair eserlerin yanı sıra aklî ilimlerle ilgili olarak Grekçe, Süryânîce, Sanskritçe ve Farsça’dan tercüme ettirdiği bu eserler için kütüphane olarak sarayında bir yer tahsis etti ve buraya Hizânetü’l-hikme adı verildi. Beytülhikme’nin çekirdeğini Bağdat’ta kurulan bu kütüphane oluşturuyordu (bk. Saîd ed-Dîvecî, Beytü’l-ḥikme, s. 31).

    Mansûr, oğlu Mehdî’ye de bu yönde gerekli tavsiyelerde bulunmuştu. Fakat Mehdî döneminde (775-785) daha çok yabancı kültür mihraklarından kaynaklanan zenâdıka hareketi baş gösterdiği için tercüme işine gereken önem verilemedi. Hârûnürreşîd dönemine (786-809) gelindiğinde telif ve tercüme hareketinin yeniden hız kazandığı görülür. Özellikle Ankara ve Ammûriye’nin (Emirdağ yakınlarında eski bir şehir) fethinden sonra buralardan elde edilen kitaplar Bağdat’a götürüldü ve Yuhannâ b. Mâseveyh başkanlığında kurulan bir heyet tarafından Arapça’ya tercüme edildi. Ayrıca İranlı bir mühtedi olan Ebû Sehl b. Nevbaht da Hârûnürreşîd’in emriyle Farsça’dan tercümeler yapıyordu. Telif ve tercüme edilen eserler Mansûr’un kurduğu Hizânetü’l-hikme’ye sığmayacak kadar çoğalınca sarayda kütüphane olarak daha geniş bir yer ayrıldı. Kaynaklarda buranın adı bazan Hizânetü’l-hikme, bazan da Beytülhikme olarak geçmektedir. Nitekim Yâkūt el-Hamevî, İran asıllı bir ensâb âlimi olan Allân el-Verrâk’ın, Beytülhikme’de çalışarak kendileri için eserler istinsah ettiği devlet adamları arasında Hârûnürreşîd’in ismini de zikretmektedir (Muʿcemü’l-üdebâʾ, XII, 191).

    Bütün bu olumlu gelişmelerden sonra Beytülhikme’yi daha da geliştirerek Ortaçağ’ın âdeta bir ilimler akademisi hüviyetine kavuşturan Halife Me’mûn olmuştur. Me’mûn 830’da Bizanslılar’a karşı başarıyla sonuçlandırdığı seferden dönerken oralardan toplattığı kitapları beraberinde Bağdat’a getirdi. Ayrıca kütüphaneyi zenginleştirmek için büyük bir para ayırdı ve Beytülhikme’nin müdürü Selm ile İbnü’l-Bıtrîḳ, Haccâc b. Yûsuf b. Matar ve Yuhannâ b. Mâseveyh’ten oluşan bir heyeti Bizans’a göndererek bu heyetin kütüphanelerden seçeceği kitapların kendisine gönderilmesini imparatordan rica etti. O dönemde bazı zengin ailelerin de özel kütüphane kurarak telif, tercüme ve ilmî araştırmalara büyük paralar yatırdığı bilinmektedir. Meselâ tarihte Benî Mûsâ diye bilinen Muhammed, Ahmed ve Hasan adlarındaki üç bilgin ve kâşif kardeş Huneyn b. İshak’ın başkanlığında bir başka heyeti Bizans’a göndererek büyük paralar karşılığında kitaplar temin etmişlerdi. Gerek imparatorluk sınırları içindeki kilise okullarından, gerekse komşu ülkelerden ve Kıbrıs’tan getirtilen kitaplarla Beytülhikme Ortaçağ’ın en zengin kütüphanesi ve yoğun ilmî araştırmaların feyizli bir merkezi haline geldi.

    Yapılan araştırmalar, Bağdat’taki Beytülhikme’nin bağımsız bir yapı olmayıp saray müştemilâtı içinde çeşitli bölümler ihtiva eden bir bina olduğunu göstermektedir. Burada kitapların korunduğu hücreler, müellif, mütercim, kâtip, müstensih ve mücellitler için ayrılan odalar ve bir de okuma salonu bulunuyordu. Buna göre Beytülhikme’nin kadrosu, “sâhibü Beytilhikme” unvanıyla anılan bir müdür, müellifler ve mütercimler, bunların emrinde çalışan kâtipler, yazılan kitapları çoğaltan müstensihler, verrâklar ve mücellitlerden oluşmaktaydı.

    Beytülhikme’yi bizzat görmüş ve kütüphaneden faydalanmış olan İbnü’n-Nedîm bu konuda çok değerli bilgiler vermektedir. Onun tesbit ettiği mütercimler listesine göre Grekçe’den Süryânîce’ye, oradan da Arapça’ya veya doğrudan Grekçe’den Arapça’ya tercüme yapanların sayısı kırk yediyi buluyordu. Farsça’dan tercüme yapanlar on altı, Sanskritçe’den tercüme yapanlar üç kişi idi. İbn Vahşiyye de birçok kitabı Nabatî dilinden Arapça’ya çevirmişti (el-Fihrist, s. 340-342). Rivayete göre Halife Me’mûn sadece Grekçe’den yaptırdığı tercümeler için 300.000 dinar vermişti (Tırâzî, I, 101). Hatta bazı tercümeler terazinin bir kefesine konuyor ve altın tozuyla tartılarak mütercim ödüllendiriliyordu. İlim alanındaki bu yatırımlar kısa zamanda feyizli ürünlerini vermiş, müslümanlar arasından büyük bilginler, filozoflar, kâşif ve mûcitler yetişmişti. Meselâ Me’mûn Benî Mûsâ’dan dünyanın enlem ve boylamını ölçmelerini istemiş, onlar da Sincar ve Kûfe ovalarında yaptıkları iki ayrı deney sonucunda bir meridyen yayının 360 derece ve bir dereceye tekabül eden mesafenin 106 ⅔ km., ayrıca dünyanın çevresinin 8000 fersah=38.400 km. olduğunu tesbit etmişlerdi (İbn Hallikân, V, 162-163).

    Beytülhikme’nin bünyesinde bir de rasathânenin bulunduğu yolundaki iddialar abartılmış sayılmakla beraber, Me’mûn’un Bağdat yakınlarındaki Şemmâsiye’de kurdurduğu rasathânede araştırma yapan astronom ve matematikçilerin çoğunun Beytülhikme kadrosunda bulunan âlim ve kâşiflerden olduğu bilinmektedir. Batlamyus’un el-Mecisṭî’sindeki bilgileri ve astronomiyle ilgili ölçüm araç ve gereçlerini yetersiz bulan Me’mûn daha geliştirilmiş gözlem aletleri yaptırarak kozmografik haritalar hazırlatmıştır (Sâid el-Endelüsî, s. 58).

    Öyle anlaşılıyor ki ilk dönemlerde bir tercüme bürosu ve bir kütüphane olarak kurulan Beytülhikme giderek fizikî ve fonksiyonel açıdan gelişip genişlemiş, özellikle pozitif ilimlerin araştırıldığı bir merkez ve bir eğitim kurumu haline gelmiştir. 500 yıldan fazla İslâm ilim dünyasına kaynak teşkil eden bu merkez 1258’de Hülâgû tarafından yakılıp yıkılmıştır.

    X. yüzyılın başlarında Tunus’un Kayrevan şehrinde de Bağdat’takine benzer bir müessesenin kurulduğu bilinmektedir. Ağlebîler Devleti, Tunus’ta kurulduğu 800’den 909’a kadar geçen bir asır içinde çeşitli ilimler alanında, özellikle tıp ve felsefede önemli gelişmeler göstermiş, Mısır, Şam, Irak ve Horasan gibi kültür merkezlerinden temin ettiği kitaplarla, ayrıca Sicilya’dan davet ettiği hıristiyan din adamlarına Grekçe’den yaptırdığı tercümelerle büyük bir kütüphane kurmuştur. Kayrevan’daki Beytülhikme’yi ilk kuranın III. Ziyâdetullah (903-909) olduğu söylenir. Beytülhikme, Kayrevan’ın en büyük caddesi üzerinde Ulucami yakınında bir yerde idi. Kütüphanenin yanında telif ve tercüme heyetleri için ayrılan odalardan başka tıp, eczacılık, matematik, geometri, astronomi ve botanik alanlarında araştırma ve öğretim yapılan bölümler vardı. Ayrıca Beytülhikme kadrosuna dahil ilim adamlarının ikametlerine ayrılan yerler ve her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak tesisler bulunuyordu.

    Kayrevan’da Bağdat’takine benzer yüksek düzeyde ilmî araştırmalar yapacak böyle bir merkez ve kütüphanenin kurulması konusunda III. Ziyâdetullah’ı teşvik eden İbrâhim b. Ahmed eş-Şeybânî’dir (ö. 298/910). Riyâzî unvanıyla anılan bu değerli âlim Bağdat’ta yetişmiş, Câhiz, İbn Kuteybe ve Müberred gibi devrinin en ünlü bilginleriyle beraber bulunmuş ve doğu İslâm memleketlerindeki ilmî faaliyetleri Kayrevan’a taşımayı başarmıştı.

    Ağlebîler Devleti Fâtımîler tarafından yıkıldıktan sonra (909) Beytülhikme’nin âkıbeti hakkında bilgi mevcut değilse de buradan yetişen ilim adamlarının Endülüs’e geçerek çalışmalarını daha uygun bir ortam olan Kurtuba’da sürdürdükleri tahmin edilmektedir.



    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    gokturk

    • 2020-11-10 16:11:59

    Cevap : Beytü’L Hikme Kısaca ;  Abbasiler zamanın kurulan bir tercüme evi ve kütüphane.


    Beytü’L Hikmenin Kuruluş Amacı Nedir: Önceleri islam dışındaki kültür ve medeniyetlerin başta felsefe olmak üzere matematik, astronomi ve edebiyatını İslam dünyasına tercüme ederek bu bilgileri İslam kültürüne dahil edilmesi amacı taşır. Bu kurumun asıl kuruluş amacı budur yani aslında bir tercüme kurumu olarak kurulmuştur. Bu tercümelere ihtiyaç duyulmasında temel neden ise; iç içe yaşadıkları farklı kültürlere karşı kendilerini daha etkili savunmak ve kendilerini bilimsel ve kültürel olarak geliştirmek istemeleridir. Fakat zamanla bu oluşum islamın üstünlüğü savunmayı temel amaç edinen bir kuruma dönüşmüştür. Oysa kuruluş amacı İslamı geliştirmeye daha uygundur.
    Beytü’L Hikmenin Kelime Anlamı Nedir: Bilgelik Evi

    Üstteki tarih sınav sorusunu cevabını verdik. Şimdi dilerseniz Beytü’L Hikme hakkında yapılmış olan aşağıdaki akademik yazıyı okuyabilirsiniz başarılar.

    Beytü’l Hikme Nedir

    a. Kuruluşu


    Beytü’l-Hikme, Abbasi halifesi Me’mun döneminin önceki dönemlerden farklılaşarak, ilim ve kültür çalışmalarının zirveye ulaşmasında en önemli paya sahip olan kurumdur. İslam kültür tarihinde bilinen ilk yükseköğretim kurumu olan Beytü’l-Hikme, (Hitti 1980: 2/ 630; Ahmed Emin 1933: 2/64) Yuhanna b. Maseveyh’in büyük bir kütüphane yaptırması tavsiyesi üzerine, Harun Reşid tarafından iktidarının son dönemlerinde, kütüphane olarak sarayın bitişiğinde yaptırılmıştır. (Kıftî: 169; Ataullah: 329; Çelebi 1976: 177-178). Beytü’l-Hikme’nin ilk nüvesinin Halife Mansur döneminde sarayda oluşturulan bir kütüphane olduğu, önceden beri tercüme edilen kitapların oraya konduğu, dışarıdan getirilen eserlerin artık buraya sığmaması üzerine Harun Reşid tarafından sarayın bitişiğine Hizânetü’l-Hikme adı verilen kütüphanenin yaptırıldığına dair bilgiler de bulunmaktadır. (Demirci 1996: 45-49).

    Bermekilerin ilme düşkünlükleri ve yapılan çalışmalara verdikleri destekler düşünüldüğünde Beytü’l-Hikme’nin kuruluşunda onların katkılarının da olmuş olabileceğini akla gelmektedir. (Öztürk 1998: 451). Harun Reşid’in Bizans şehirlerine yaptığı askeri seferlerde oralarda bulunan ve yerli halkın pek kıymetini bilemediği değerli eserleri Bağdat’a getirmeyi önemli bir hedef olarak gördüğü belirtilmektedir. Özellikle, yukarıda  da bahsedildiği gibi, Ankara ve Ammuriye bu bakımdan oldukça zengindi. Buraların fethinden sonra Harun Reşid başka yerlerde bulunması zor olan nadir ve nefis eserleri Bağdat’a nakletmiş ve Beytü’l-Hikme’ye koydurmuştur. (Ahmed Emin 1933: 2/62; Ataullah: s. 34). Bu dönemde, Hint seyyah, alim ve doktorları tarafından getirilmiş olan, Hint eserleri de Beytü’l-Hikme’ye konulmuştur. (Brockelmann 1988: 202; Altınay 1328: 5/405).

    Beytü’l-Hikme’nin kurulup Yunan ve Hint eserlerinin oraya konulmasından sonra, Harun Reşid, Yuhanna b. Masevevh’e özellikle tıpla ilgili kitapların tercüme edilmesi görevini vermiştir. (İbn Cülcül 1955: 65-66; Ahmed Emin 1933: 2/62). Allan eş-Şuûbî ve Fazl b. Nevbaht’ta tercüme işiyle görevlendirilmişlerdir. (İbn Nedim 1988: 105, 284; Bozkurt 2002:120). Yukarıda verilen bigilerden hareketle, Beytü’l-Hikme’nin tabii ihtiyaçların ve bir sürecin neticesinde ortaya çıktığı, İskenderiye ve Cundişapur akademileri örnek alınarak kurulduğu söylenebilir. Zira, Beytü’l-Hikme kuruluncaya kadar eski kültür ve medeniyetlere ait çok sayıda eser Bağdat’a getirilmiş ve sistematik olmasa da birçok eser tercüme edilmiştir. Eski kültür merkezlerinin İslam devleti sınırları içerisinde kalmasından sonra gerek halifelerin daveti, gerekse sunulan imkânlar dolayısıyla buralardan çok sayıda yetişmiş insanın Bağdat’a gelip yerleştiği bilinmektedir. Söz konusu alimlerin böyle bir akademinin kurulması yönünde çalışmalar yaptıkları, yetkilileri teşvik etmiş olabilecekleri akla gelmektedir. Ayrıca, toplumun başta tıp ve astronomi olmak üzere çeşitli ilim dallarına gittikçe artan bir şekilde ihtiyaç duyması, en azından bu alanlarda kurumsallaşmayı gerekli kılmıştır. Dolayısıyla, Beytü’l Hikme’nin toplumun ihtiyaçları muvacehesinde, süreç içerisinde ortaya çıkan bir kurum olduğu değerlendirilmektedir. Kanaatimizce kurumun nasıl, niçin, nerede ve kim tarafından kurulduğundan ziyade, toplum için yerine getirdiği fonksiyon önemli olmalıdır.

    Bazı kaynakların ilim ve hikmet kurumu anlamına Beytü’l-Hikme, bazılarının da kitapların toplanıp muhafaza edildiği yer anlamına Hizanetü’l Hikme adını verdikleri kurum hakkında, Harun Reşid dönemi itibarıyla söylenilebilecek çok fazla şey yoktur. Özetle, Harun Reşid tarafından bir kütüphane olarak kurulmuş, burada bulunanlar tarafından yapılan tercüme faaliyetleri öncesine kıyasla daha da hızlanmış ve sistematik hale gelmeye başlamış, kurumun Me’mun döneminde yükleneceği önemli fonksiyonlara mukaddime yapılmıştır. Hikmet sözünden de anlaşılacağı gibi kurum, fizik, kimya, astronomi ve felsefe araştırmalarının ve bu konulardaki eserlerin çevirilerinin yapıldığı bir merkez olmuştur. Din ilimleri ile ilgili ders ve çalışmalar ise camiler başta olmak üzere başka kurumlarda yapılmıştır. (Makdisi 1981: 24-25; Dağ vd. 1974: 109).

    b. Me’mun’un Katkısı

    Beytü’l-Hikme asıl fonksiyonunu Me’mun halife olduktan sonra icra etmeye başlamıştır. Me’mun döneminde Beytü’l-Hikme, her şeyden önce eski nadir eserlerin toplanarak muhafaza edildiği bir eski eserler kütüphanesi, tercüme ve telif yoluyla pek çok eserin meydana getirildiği ve çok sayıda ilim adamının yetiştiği bir yükseköğretim kurumu, astronomi ile ilgili araştırma ve gözlemlerin yapıldığı bir rasathane ve halk kütüphanesi olarak hizmet vermiştir. Kindî’nin burada felsefe öğrenmek isteyenlere mahsus bir bölüm açtığı da (Ataullah: 332) düşünülünce ihtisas bölümlerinin oluştuğu da söylenebilir.

    Beytü’l-Hikme’nin o dönemde öne çıkmasının Me’mun’un şahsiyeti, aydın bir kişi olması ve kuruma olan kişisel ilgi ve desteği ile irtibatlı olduğu değerlendirilmektedir. Tarihçiler onu alim, filozof, zeki, ilme değer veren, azimli, iradesi güçlü, ileri görüşlü, hür fikirli ve şahsiyeti güçlü bir halife olarak nitelendirmektedirler. (Zehebi 1982: 10/273; Dineverî 1930: 401). Onun ilim, akılcılık ve fikir hürriyetine olan düşkünlüğü, Mutezile mensupları ve imamları ile sıkı irtibatına sebep olmuş, Me’mun’un en fazla itibar ettiği kişiler de onlar olmuştur. Şüphesiz Yunan felsefe ve mantık eserleri, akli yorumu öne çıkaran Mutezile için önemliydi. Me’mun’un özellikle bu ilimlere olan ilgisinin, onların tesiriyle olmuş olabileceği de akla gelmektedir. (Hasan 1985:  3/164).2 Dönemin önemli bir kültürel etkinliği olarak halifenin huzurunda yapılan münazaralarda, Mutezile imamlarının felsefe ve mantık kurallarını da kullanarak Yahudi ve Hıristiyanlara uygun cevaplar vermelerinin ve onlardan bazılarının Müslüman olmasının, Me’mun’u müspet ilimler yoluyla İslam’a hizmet etme anlayışına sevk ettiği de düşünülebilir. Zira, Bağdat gibi büyük merkezlerde başka dinlerin mensuplarıyla artık içli dışlı yaşanıyor ve onlar bu ilimleri biliyorlardı. (Ahmed Emin 1933: 1/265, 356-358).

    Dönemin ilim ve kültür hayatı bakımından çok verimli bir dönem olmasını, çok sayıda eserin getirtilip tercümelerinin yapılmasını bazı tarihçiler Me’mun’un felsefeye olan şahsi düşkünlüğüne bağlamaktadırlar. Ancak, kısa sürede Yunan felsefesini katlayacak büyüklükte çalışmaların yapılmasını, halife de olsa bir kişinin felsefeye olan merakına bağlamak uygun olmasa gerektir. (Gibb 1991: 86). Ayrıca, tercüme edilen kitaplar sadece felsefe kitapları da değildir. Mutezile alimlerinin tamamının bu eserlerin getirilmesi ve tercüme edilmesi noktasında gayretli oldukları, eserleri okudukları ve İslam’ı izahta onlarda ortaya konan metotları kullandıkları, dönemin diğer bazı üst düzey idarecileri ve zenginlerinin de ilim adamlarını himaye ederek eserler ortaya çıkarmalarını teşvik ettikleri düşünülünce, yapılan çalışmalarda geniş bir elit kesimin etkin olduğu ve dini saikların de önemli olduğu anlaşılmaktadır. (Ata-ullah: 271). Me’mun’un aldığı eğitim dolayısıyla felsefeye olan düşkünlüğü, akılcı tutumu ve Mutezileye olan yakınlığı da buna eklenince onun döneminde 2 Bazı kaynaklarda tercümelerin birinci sebebi olarak Me’mun’un Aristo’yu rüyasında görmesi zikredilmekte, hikâye uzun uzun anlatılmaktadır (İbn. Nedim 1988: 303-304; Hudarî Bey 1366: 1/220; Rifaî 1927: 3/377). Ahmed Emin, Me’mun’un kesinlikle tanıdığı Aristo’nun kim olduğunu etrafındakilerden sorması gibi kendi içerisinde çelişkili olan hikâyenin uydurma olduğunu söylemektedir. Ona göre sebep tabiidir. Me’mun Aristo’yu gayet iyi bilmektedir. Zira, o güne kadar Arapçaya tercüme edilmiş olan eserlerini okumuş bulunmaktadır (1933: 1/268).

    c. İdaresi ve Çalışanlar

    Beytü’l-Hikme, ‘Sahibu Beyti’l-Hikme’ adı verilen bir müdür tarafından idare ediliyordu. Yuhanna b. Masaveyh, Selm el-Harranî, Sehl b. Harun ve Huneyn b. İshak bu görevi yürütmüşlerdir. Örneğin, Sehl b. Harun Me’mun döneminde Beytü’l-Hikme’nin müdürüydü.( İbn Nedim 1988: 133; Ataullah: 160). Ancak bu müdürlüğün bir genel müdürlük olduğu anlaşılmaktadır. Aksi takdirde, bir dönemde çok sayıda müdür olması gerekir. Zira kaynaklarda, aynı dönemde birden fazla kişi için müdürlük sıfatı kullanılmıştır. Dolayısıyla, Beytü’l Hikme’de mevcut olan her bölümün başında bir müdür olduğu, bunların da bir genel müdürün idaresi altında toplandığı anlaşılmaktadır. Örneğin, Muhammed b. Musa b. Şakir astronomi bölümünün müdürüdür. Ayrıca kütüphanenin, yazıcıların, ciltçilerin de başlarında birer sorumlu idareci bulunmaktadır. (Demirci 1996: 75, 79).

    Beytü’l-Hikme’de çalışanlara dolgun maaş verilmiş, onları araştırmadan alıkoyacak her türlü engel ortadan kaldırılmıştır. Mütercime tercüme ettiği eserin ağırlığı kadar altın verilmesi gibi teşviklerle ilim adamları araştırmaya yönlendirilmiş, araştırmacılar desteklenmiştir. (Ataullah: 372). Abbasi idarecilerinin bilinen bu tutumları, diğer bölgelerden ilim adamlarını Bağdat’a celbetmiştir.
    Ayrıca, halife haricinde dönemin diğer bazı idareci ve zenginlerinin

    de ilim ve kültürel çalışmaları desteklemeleri, ilim adamları nezdinde hem Beytü’l-Hikme’nin hem de Bağdat’ın cazibesini artırmış olmalıdır. Örneğin Benû Musa olarak adlandırılan Muhammed, Ahmed ve Hasan isimli üç kardeş, oluşturdukları heyetlere ülke dışından önemli eserleri bulup getirttikleri gibi, tercüme heyetlerine de bunları tercüme ettirmişlerdir. Tercüme heyetinde yer alan alimlere de 500’er dinar gibi tatminkâr ücretler ödedikleri belirtilmektedir. (İbn Nedim 1988: 304; Hudarî Bey 1970: 1/220; Hasan 1985: 3/174-175).
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.