İşte Cevaplar
Cevap : Toplum yaşamında gerçekleşen olaylar, hukuk kurallarına, bu bağlamda ceza hukuku
kurallarına aykırılık oluşturabilir. Hukuk uygulamacılarının (hâkim, savcı, avukat, bilirkişi
v.s) görevi, bir olayın hukuk kurallarına aykırılık oluşturup oluşturmadığını, şayet
oluşturuyorsa bu aykırılık dolayısıyla kimin, hangi nedenle sorumlu tutulacağını ve nasıl bir
yaptırım uygulanacağını belirlemektir. Bu belirleme sürecinde ise uygulamacı, hem hukuk
kuralları açısından değerlendirilecek olayın ne olduğunu doğru tespit etmeli, hem de hukuk
kurallarını tespit edilen olaya doğru biçimde uygulamalıdır.
Doğru uygulama bakımından ise uygulamacının, konuya ilişkin yeterli teorik ve
mevzuat bilgisine sahip olması gerekir. Bu bilgilerin somut olaya uygulanması sürecinde ise,
bilimsel olarak kabul görmüş belirli yöntemler kullanılmalıdır. Sistem ve yöntem;
duygularımızdan, önyargılarımızdan, inançlarımızdan sıyrılarak, gelişigüzel, aklımıza estiği
gibi bir uygulamanın önüne geçer. Hukuken sonuç doğuran kararların denetlenebilir ve
objektif olmasını sağlamak bakımından da sistem ve yönteme ihtiyaç vardır. Diğer bir
ifadeyle, keyfi uygulamaya karşı sistem ve yöntem temel bir güvencedir.
Kamusal görev icra edenler ve özellikle hukukçu konumundaki kişiler, işlem ve
kararlarında her tür kimliklerinden sıyrılarak olayları hukuk kuralları açısından tarafsız bir
şekilde değerlendirmek zorundadır. Bu nedenledir ki örneğin, hâkimlerin bağımsızlık ve
tarafsızlığını güvence altına almayı amaçlayan çeşitli düzenlemelere milletlerarası
sözleşmelerde, Anayasada ve kanunlarda yer verilmektedir. Hukukçu da her insan gibi
duygularının, siyasi, sosyal v.b kimliğinin veya toplumun etkisinde kalarak hareket eder.
Ancak kişi, hukukçu olarak işlem yapmalı ve karar verirken bu etkilerden uzaklaşıp hukukçu
kimliğiyle hareket etmelidir. Bu kimlikteyken nerede doğduğunuz, milliyetiniz, cinsiyetiniz,
inançlarınız, siyasi görüşleriniz vs. gibi diğer kimliklerinizin etkisinden mümkün
olabildiğince sıyrılmak gerekmektedir. Hukukçu dışındaki kimliğinizin unsurları, doğrudan
veya dolaylı olarak işlem ve kararlarınıza yansımamalıdır. İşte bunu sağlamak için hukuksal
süreçlerin sistem, yöntem ve ilkelere bağlı olarak sürdürülmesi zorunludur. Örneğin varılan
hükmün gerekçelendirmesinde, hukuki gerekçelendirme ilkelerinin dikkate alınması gerekir.
Bir hükme, gerekçelendirme kaidelerine uygun bir biçimde temellendirilme yapılarak
varılmalıdır. Aksi takdirde o hükme hangi nedenlerle ulaşıldığı belli olmayacağı için söz
konusu hükmün hukuken doğruluğunu anlamlı bir biçimde tartışmak imkânsız olacaktır.
Gerekçesiz veya kurallara uygun bir biçimde oluşturulmayan gerekçelere dayalı karar veya
hükümler, sırf bu nedenle hukuka uygun sayılmazlar (AY md. 141/3, CMK md. 34).
Hukuk metinlerinin (Anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik) olaya uygulanmasında, bir
metnin ne anlama geldiğine ilişkin yapılan düşünsel işe (fikri ameliye) “yorum”
denilmektedir. Yorum, suçta ve cezada kanunilik ilkesinin geçerli olduğu ceza hukukunda
özel bir öneme sahiptir.
Diğer Cevaplara Gözat
kurallarına aykırılık oluşturabilir. Hukuk uygulamacılarının (hâkim, savcı, avukat, bilirkişi
v.s) görevi, bir olayın hukuk kurallarına aykırılık oluşturup oluşturmadığını, şayet
oluşturuyorsa bu aykırılık dolayısıyla kimin, hangi nedenle sorumlu tutulacağını ve nasıl bir
yaptırım uygulanacağını belirlemektir. Bu belirleme sürecinde ise uygulamacı, hem hukuk
kuralları açısından değerlendirilecek olayın ne olduğunu doğru tespit etmeli, hem de hukuk
kurallarını tespit edilen olaya doğru biçimde uygulamalıdır.
Doğru uygulama bakımından ise uygulamacının, konuya ilişkin yeterli teorik ve
mevzuat bilgisine sahip olması gerekir. Bu bilgilerin somut olaya uygulanması sürecinde ise,
bilimsel olarak kabul görmüş belirli yöntemler kullanılmalıdır. Sistem ve yöntem;
duygularımızdan, önyargılarımızdan, inançlarımızdan sıyrılarak, gelişigüzel, aklımıza estiği
gibi bir uygulamanın önüne geçer. Hukuken sonuç doğuran kararların denetlenebilir ve
objektif olmasını sağlamak bakımından da sistem ve yönteme ihtiyaç vardır. Diğer bir
ifadeyle, keyfi uygulamaya karşı sistem ve yöntem temel bir güvencedir.
Kamusal görev icra edenler ve özellikle hukukçu konumundaki kişiler, işlem ve
kararlarında her tür kimliklerinden sıyrılarak olayları hukuk kuralları açısından tarafsız bir
şekilde değerlendirmek zorundadır. Bu nedenledir ki örneğin, hâkimlerin bağımsızlık ve
tarafsızlığını güvence altına almayı amaçlayan çeşitli düzenlemelere milletlerarası
sözleşmelerde, Anayasada ve kanunlarda yer verilmektedir. Hukukçu da her insan gibi
duygularının, siyasi, sosyal v.b kimliğinin veya toplumun etkisinde kalarak hareket eder.
Ancak kişi, hukukçu olarak işlem yapmalı ve karar verirken bu etkilerden uzaklaşıp hukukçu
kimliğiyle hareket etmelidir. Bu kimlikteyken nerede doğduğunuz, milliyetiniz, cinsiyetiniz,
inançlarınız, siyasi görüşleriniz vs. gibi diğer kimliklerinizin etkisinden mümkün
olabildiğince sıyrılmak gerekmektedir. Hukukçu dışındaki kimliğinizin unsurları, doğrudan
veya dolaylı olarak işlem ve kararlarınıza yansımamalıdır. İşte bunu sağlamak için hukuksal
süreçlerin sistem, yöntem ve ilkelere bağlı olarak sürdürülmesi zorunludur. Örneğin varılan
hükmün gerekçelendirmesinde, hukuki gerekçelendirme ilkelerinin dikkate alınması gerekir.
Bir hükme, gerekçelendirme kaidelerine uygun bir biçimde temellendirilme yapılarak
varılmalıdır. Aksi takdirde o hükme hangi nedenlerle ulaşıldığı belli olmayacağı için söz
konusu hükmün hukuken doğruluğunu anlamlı bir biçimde tartışmak imkânsız olacaktır.
Gerekçesiz veya kurallara uygun bir biçimde oluşturulmayan gerekçelere dayalı karar veya
hükümler, sırf bu nedenle hukuka uygun sayılmazlar (AY md. 141/3, CMK md. 34).
Hukuk metinlerinin (Anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik) olaya uygulanmasında, bir
metnin ne anlama geldiğine ilişkin yapılan düşünsel işe (fikri ameliye) “yorum”
denilmektedir. Yorum, suçta ve cezada kanunilik ilkesinin geçerli olduğu ceza hukukunda
özel bir öneme sahiptir.
Diğer Cevaplara Gözat