Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Dil-kültür ilişkisi nedir

Dil-kültür ilişkisini yazınız

Bu soruya 2 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    gokturk

    • 2020-05-13 20:46:47

    Cevap :

    Dil ile kültür arasındaki ilişkiyi şu şekilde özetleyebiliriz:

    1. Dil ile kültür birbirini tamamlayan ayrılmaz bir bütündür.
    2. Kültür ve dil bir milletin en önemli ortak özelliklerindendir.
    3. Kültür ve dil, toplumu oluşturan bireylerin iletişiminde önemli rol oynar.
    4. Bir toplumun oluşmasında ve ayakta kalmasında ortak dil ve kültürün önemli bir payı vardır.
    5. Hem dilin hem de kültürün kendine özgü kuralları ve özellikleri vardır.
    6. Dil ve kültür geçmiş ile gelecek arasında bir köprü vazifesi görür.
    7. Kültür ve dil bir toplumun yaşayış biçiminden önemli izler taşır.
    8. Dil ve kültür bir toplumun oluşmasında ve varlığını sürdürmesinde önemli etkendir.

    Çok köklü bir dilimiz olduğu için Türkçemiz bugünlere gelene dek birçok alt dala ayrılmış ve bu alt dallar dil biliminde “lehçe”, “şive” ve “ağız” olarak adlandırılmıştır.

    Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan doğal bir araçtır. Dil, diğer insanlarla bütün ilişkilerimizde bize aracılık eden, sosyal bağlarımızı düzenleyen bir araç olarak hayatımızın her aşamasında vardır. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber yaşıyoruz.

    Kültür ise bir milletin tarih boyunca ortaya koyduğu ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerdir. Kültür, bir toplumun duyuş, düşünüş ve yaşayış biçiminin bir sonucudur. Kültür, bir toplumun kimliğidir, onu diğer toplumlardan ayıran değerlerdir.

    Dil her şeyden önce sosyal ve millî bir varlıktır. Millî damgası en belirli olan kültür unsurudur. Dil bazı insanların veya zümrelerin değil, bütün milletin ortak malıdır. Fertlerin üstünde, bir milleti ilgilendirir. Bütün bir milletin duygu ve düşünce hazinesini oluşturur. Bir milleti ayakta tutan, bireyleri birbirine bağlayan, sosyal yaşamı düzenleyen ve devam ettiren, millî şuuru besleyen bir unsur olarak dilin kültür yaşamında oynadığı rol çok büyüktür.

    Dil öncelikle kültürel unsurların ortaya çıkması için ortam hazırlar. Kültür ve sanat etkinliklerinin çoğu dille gerçekleştirilen etkinliklerdendir. Bu bakımdan dil, kültür alanının oluşmasını sağlar. Dolayısıyla kültür, dil tarlasında biten, büyüyen ve meyve veren bir ağaca benzetilebilir. Dil, kültür öğelerinin korunmasına olanak sağlar. Kültür öğeleri dil yardımıyla kayda geçirilir. Dil yoluyla yaygınlaşır.

    Dil, bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milletin tarihi, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, bilimsel birikimi, dünya görüşü o milletin kültürünün birer parçasıdır. Bütün bu ortak değerler dil aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarılır. Kültürel değerler yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamakta ve gelecek kuşaklara intikal etmektedir. Gelenek ve görenekler, dünya görüşü, din, sanat, tarih vb. dil sayesinde nesilden nesile aktarılmaktadır. Kültür, bu sayede kesintiye uğramadan varlığını devam ettirmektedir.

    Toplumlar yüzyıllar boyu maddi ve manevi alanda, kültürel değere sahip olan çok sayıda eser üretmişlerdir. Bu eserler gelecek kuşaklara dil sayesinde aktarılır. Örneğin İslamiyet’ten önceki döneme ait olan ve Türk kültürünün önemli bir parçası olan destan, koşuk, sagu, savlar, Orhun Yazıtları dil sayesinde günümüze dek yaşamışlardır. Günümüz insanları o eserleri okuyarak o dönemle ilgili bilgi sahibi olabilmektedir. Bu bilgilenme dil sayesinde olmaktadır. Bu bakımdan dil önemli bir kültür taşıyıcısıdır.

    Kişiyi nasıl, inançları ayakta tutuyorsa bir milleti de dünya milletleri arasında ayakta tutan, ona canlılık veren kültür değerleridir. Kültüre dinamizm kazandıran unsur ise dildir. Dil olmazsa kültür durağanlaşır, canlılığını yitirir. Bu bakımdan dil bir milletin ruhu gibidir. Ruh gidince ceset işe yaramaz.

    Lehçe

    Bir dilin, tarihî gelişim sürecinde, bilinen dönemlerden önce o dilden ayrılmış ve farklı biçimde gelişmiş kollarına lehçe denir. Başka deyişle lehçe, bir dilin çok uzun zaman önce, yazılı metinlerle izlenemeyen karanlık dönemlerinde kendisinden ayrılan ve ayrıldığı dilden hem ses hem biçim olarak ayrılıklar içeren koludur.

    Lehçeler ana dilden ses, şekil ve kelime bakımından büyük ayrılıklar gösterir. Coğrafi değişmeler ve kültürel farklılaşmalar bu ayrılmada önemli rol oynamıştır. Örneğin, Türk dilinden bilinmeyen bir dönemde ayrılan Yakutça ve Çuvaşça, Türkçenin iki ayrı lehçesidir.

    Şive

    Bir dilden ayrılmış ve zaman içinde ayrı dil olarak kullanılmaya başlanmış ama birbirinden çok uzaklaşmamış kollarına şive denir. Ayrılıklar, lehçede olduğu kadar keskin değildir. Değişiklik yapıda değil, daha çok, sesletim sistemindedir. Türkiye Türkçesinde “Yeni yılınız kutlu olsun.” denirken, Özbekçe şivesinde “Yangi yilingiz kutli bolsin.” denir. Türkmence, Kırgızca, Azerice vb. Türkçenin şiveleridir.

    Ağız

    Bir ülke içinde aynı dilin farklı konuşma şekillerine ağız denir. Ağız, yörelere göre söyleyiş farklılıklarıdır. Bu farklılıklar yalnızca söyleyişte görülür, yazılış aynıdır. Zaten söz konusu olan, biçimsel bir başkalık değil, bir ses değişimidir. Söz gelimi, tokat ağzında “kadar” için “gadder”, “zira” için “zere”, “tekme” için “dekmük” sözcükleri kullanılır. Türkiye Türkçesinin konuşulduğu Anadolu’da “Karadeniz Ağzı, Konya ağzı, Sivas ağzı, Denizli ağzı” gibi ağızlar vardır.

    Argo

    Bir dilin parçası olmakla birlikte, toplumun belli bir çevresi tarafından kullanılan, kendine özgü sözcük, deyim ve deyişlerden oluşan özel dile argo denir. Genelde toplumun alt tabakalarında, yeraltı dünyasında, kapalı topluluklarda, göçmenlerde, eğlence ve futbol dünyasında, bazı İnternet sitelerinde kullanılan argo, hemen her ülkede aydın kesim arasında da tutunabilmektedir. Örneğin “avantacı” sözcüğü, “çıkarcı, bedavacı” anlamıyla; “bayılmak” sözcüğü “vermek, ödemek” anlamıyla toplumun hemen hemen her kesiminde argo olarak kullanılmaktadır.

    Argo, uydurma bir dildir. Argoda kelimelerin anlamı örtüktür. Kelimeler bozulur, yabancı sözcüklerle birleştirilir, onlara yeni anlamlar yüklenir. Argo daha çok, mizah ve küfürlü söyleyişlerde kullanılır.

    Jargon

    Her ülkede farklı meslek gruplarının kendi aralarında nispeten farklı bir dil kullanmalarına jargon denir. Jargon; argonun, dilin söz veya söz kümesi düzeyindeki birimlerine bir grubun verdiği yeni anlam ve değerlerle oluşur. Bu terim meslek/grup dışındaki kişilerin anlamaması ya da kendi aralarında daha kolay anlaşmak için kullanılır.

    Jargon örnekleri:

    Tonsillit – Bademcik iltabı.Renal kolik – Genellikle böbrek ve idrar yollarındaki taşlara bağlı olarak gelişen ağrı.MI (Miyokard Infarktus) – Kalp krizi.Akut batın – Karın bölgesinde aniden gelişen ve şiddetli ağrıya sebep olan durum

    Yazı Dili

    Bir dilde birliği, anlaşmayı sağlamak için yazıda kullanılan ortak dile yazı dili denir. Yazı dili kitap dili, kültür dili ya da edebî dil olarak da adlandırılır. Aslında yazı dili de başlangıçta o dilin öne çıkan ağızlarından biridir. Yalnız bu ağız, zamanla yaygınlaşarak ortak dil şeklinde kullanılmaya başlanır. Artık kitaplar, dergiler, yazılar o ağızla yazılır.

    İşte başlangıçta bir ağızken toplumun genelinin kullanmaya başladığı bu dile yazı dili veya edebî dil denir. İstanbul ağzı, başlangıçta bir ağızken daha sonra yaygınlaşmış ve ülkemizde yazı dili olarak benimsenmiştir. Yazı dili. konuşma dilinin söz değerlerinin yazıya geçirilmiş biçimidir.

    Konuşma Dili

    İnsanların günlük yaşamında, evde, sokakta diğer insanlarla iletişim kurarken kullandığı dildir. Günlük yaşayışta kullanılan ve yazı dilinden az çok farklarla ayrılmış bulunan dil, günlük konuşma, günlük dildir. Bu dil doğal olduğu için cümlenin kurallı olup olmadığına, sözcüklerin doğru sıralanıp sıralanmadığına, söyleyişin düzgün olup olmadığına pek dikkat edilmez. Bu nedenle zaman içinde bölgeden bölgeye değişen bazı söyleyiş ve kelime farklılıkları ortaya çıkar.

    Konuşma dilinde sözcükler yazı dilinden az çok farklı şekillerde ifade edilebilir. Kimi sesler değişebilir, bazı heceler yutulabilir. Örneğin yazı dilinde gösterdiğimiz “geleceğiz” sözcüğü konuşma dilinde “gelicez” biçiminde karşımıza çıkabilir. Konuşma dilinde ses tonu da önemlidir. Birçok anlam konuşurken ses tonuyla verilebilir.

    Kültür; yapısı, içeriği, türü, onu oluşturan unsurları (dil, din, tarih, edebiyat, sanat, müzik, corafya) vb. açılardan bakıldığında yelpazesi oldukça
    geniş bir konudur. Popüler kültür ve kültür yabancılaşması; ortak kültür: medeniyet; yazılı kültür; sözlü kültür, gelenek ve görenekler, eğlence türleri; yiyecek ve
    içecekler; giyim-kuşam; hak/batıl inanışlar; maddi ve manevi kültür unsurları, mimari, halı, kilim, cicim, keçe… geniş bir kültür çemberi içinde düşünülebilir. Bu
    çalışmada kültürün dil ile ilişkisi; dil ve kültürün dinamiklik kazanmasında birbirlerine olan katkısına değinilmiştir.
    Kültür nedir?
    “Kültür, toplum, insanoğlu, eğitim süreci ve kültürel muhteva gibi değişkenlerin ve
    bunlar arasındaki karmaşık ilişkilerin bir işlevidir” (Güvenç, 1994: 101). Gökalp’e
    göre ise kültür, “Bir milletin dinî, ahlaki, akli, estetik, lisani, iktisadi ve fennî hayatlarının ahenkli bir bütünüdür” (1975: 27). Heriot, kültürü “Bireyin bildiklerini unuttuktan sonra aklında kalan şeydir” şeklinde tanımlamıştır. “Kültür sözcüğü dört anlamda
    kullanılmaktadır: Bilim alanında uygarlık; beşeri alanda eğitim sürecinin ürünü; estetik alanda güzel sanatlar ve maddi (teknolojik) ve biyolojik alanda üreme, tarım, ekin,
    çoğaltma ve yetiştirme” (Güvenç, 1994: 96).

    Kültür, bir milletin asırlar boyunca oluşturduğu yaşam tarzlarının kodlarını
    içine alan hafıza gibidir. Kültür, milletin yüzyıllar boyunca ilgi, algı, tutum ve davranışlarla tezahür eden yaşam biçimi, maddi ve manevi değerler toplamı olup nesilden nesile bir miras olarak aktarılagelmiştir. Tarihi, sanatı, edebiyatı, düğünleri,
    bayramları, şiirleri, şarkıları, türküleri… ait olduğu milletin dilinden, gelenek ve
    göreneklerinden izler taşır. Bütün bunlar o yaşam tarzının göstergesi olarak kültürün birer unsuru olarak düşünülebilir. Ağıtlarla, ninnilerle, türkülerle… Biz ‘biz’
    oluyoruz. Kültür, bir milletin asırlar boyu yaşanmışlıklarının damıtılmış bir özetidir.
    Kültür, yeme, içme, giyim-kuşam, eğlence, iletişim biçimi, sevgi, saygı, inanç…
    gibi hayatın her safhasında insanı kuşatan duygu ve düşüncenin yaşama yansıyan
    hâlidir.

    Tüm duygu ve düşünceler, dilin imkânlarının kullanılabilmesiyle başkalarıyla paylaşılır, görünür kılınır, kabul görüp yaygınlık kazanır. Dahası kast edilen
    duygu, düşünce ya da tasarıların ötesinde okur zihninde anlam ve çağrışımlar oluşturabilir.
    Bugün insanlar içinde bulundukları toplumun sosyal mekânlarında birbirleriyle etkileşim içerisindedirler. Yaşamın devamı için gerekli ihtiyaçlar bu etkileşimi
    bir bakıma zorunlu kılmaktadır. İnsanlar doğal olarak birbirlerinden yaşam kalitesini etkileyebilecek bilgi ve deneyimleri aktarmaktadırlar. Bireyler dil aracı ile kültür tarlasını işlemekte ve kültür harmanından bakış açısını değiştirecek ve yaşam
    standardını yükseltecek ürünleri hasat etmektedir.

    Kültürün oluşumu

    Kültür bir etkileşim işidir. Geçirilen zamanda yaşanılan olay, olgu ve durumların etkileşimle paylaşılması ve kabul görerek yaygınlaşması yeni kültürel unsurların/değerlerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır.
    Kültür bir birikim işidir. İster millet açısından düşünelim ister bireysel ve
    toplumsal açıdan düşünelim, kültür birikim yapılarak oluşur ve kalıcılık kazanır.
    Kültür yaşanılan güzelliklerin paylaşılması ile farklı bireylerce edinilir. Bu şekilde
    ait olunan toplumda yüksek seviyeli ve zengin bir kültür birikimi oluşturulur. Bu
    yönüyle kültür, paylaşılan, öğrenilen veya edinilen bir niteliğe sahiptir.
    “Konuşmalarınıza dikkat edin davranışınıza dönüşebilir. Davranışınıza dikkat
    edin karakterinize dönüşebilir. Karakterinize dikkat edin yaşamınıza dönüşebilir…”
    özdeyişi dilin kültür oluşumundaki etkisini ortaya koymaktadır.

    Kültürün kayda geçirilmesi


    “Dil, insanın evidir”, demiş Heidegger. Dil, insanın daha özel bağlamda duygunun, düşüncenin, bakış açılarının, yaşam biçimlerinin en genel anlamıyla bireylerin sahip olduğu hayat tezahürlerinin belli bir cisme bürünerek görünürlük kazanmasını sağlayan önemli bir araçtır. Önemli dilciler, sosyologlar, antropologlar dilin,
    kültürün en temel ögesi olduğu konusunda hemfikirdirler.

    Kültürün aktarılması

    Dil, en etkili kültür aktarıcısıdır. Sözlü ve yazılı kültür ürünleri dil aracılığı
    ile nesilden nesile aktarılagelmiştir. Gelecek nesiller dillerini öğrenmekle sadece
    kendi dillerini öğrenmekle kalmıyor, aynı zamanda atalarından kalan karakteristik
    yaşam biçimlerini, içinde yaşadıkları toplumun kendine has özelliklerini öğrenmiş
    oluyorlar. Bir milletin tarihten başlayarak bugüne kadar gelen yaşam biçimlerinin
    damıtılmış özü olan kültür, sözlü ve yazılı dil ile bugünlere ulaşmış; yine dil aracılığı ile gelecek nesillere ulaşacaktır. Kültür bir milletin geleneklerinin, yaşam durumlarının kısaca tarihinin dil mektubu ile günümüze kadar gelmiş belgesidir. Kökü mazide olan ati olabilmenin en önemli ve en kestirme yolu dil köprüsünü sağlam
    tutmak, korumak ve daima işler kılmaktır.

    Kültürün temel nitelikleri

    Güvenç, antropolog Murdok’tan esinlenerek kültürün özelliklerini şu şekilde
    sıralamaktadır: “Kültür; öğrenilir, tarihi ve süreklidir, toplumsaldır, ideal ya da idealleştirilmiş kuralar sistemidir, ihtiyaçları karşılayıcı ve doyum sağlayıcıdır, bütünleştiricidir, değişir” (1994: 101-104).
    Kültür, birleştirici ve bütünleştiricidir. Kültür, ait olduğu toplumun insanlarını
    birbirine kenetler.
    Kültür, toplumlara özgüdür. Milletleri birbirinden ayıran niteliği ile kültür ve
    önemli unsurları, o milleti oluşturan bireylerin sevinçte, kederde gösterdikleri söz
    ve davranışlarla karakteristik özellik kazanır. Olayların bireysel ya da toplumsal açıdan algılanışı; üzüntü veren bir olayın bireylere yansıması, acıyı veya sevinci paylaşma… her toplumda farklıdır. Örneğin, kahve kültürü toplumdan topluma farklılık gösterir. Kahve Yemen gibi yerden gelmiştir ama Türk kahvesi Türk kültürünün
    önemli bir unsuru olmuştur. Güreş, horoz dövüşü, bağ bozumu, çocuk oyunları,
    orta oyunu, düğünler, kına geceleri… Bütün bunlar kültürümüze dinamizm katan
    temel uygulamalarıdır ve bu yönüyle diğer kültürlerden ayrılır.
    Kültür, bir sözlük gibidir.

    Nasıl ki, anlamını çıkaramadığımız ya da bilmediğimiz bir kelimeyi tanımak, anlamını öğrenmek için sözlüğe başvururuz, herhangi
    bir yaşam biçiminin hangi millete ait olduğunu, kültürün karakteristik özelliklerine bakarak tanıyabilir, çıkarımlarda bulunabiliriz.
    Kültür, değişime açık bir nitelik taşır. Kültür, değişken ve dinamiktir. Toplumun
    içinde yaşadığı dönemin genel seyri ve bireylerin ihtiyaçları doğrultusunda değişip
    dönüşebilecek bir yapısı vardır. “Kültürü değişen bir toplumun dili, düşüncesi, töresi,
    göreneği de değişir” (Akarsu, 1998: 88-89). Kültür, toplumdaki bireylerin yaşantı ve
    ihtiyaçlarından, o toplumda yaşanan olay, olgu ve durumlardan etkilenerek boyut
    değiştirebilir.

    Kültür, medeniyetlerin oluşumuna katkı veren önemli bir kaynaktır. Valery’e göre,
    “Aslanın vücudu yediği hayvanlardan müteşekkildir.” Medeniyetler de milletlerin kültürel birikimlerinin birbirini bütünleyecek şekilde bir bütün haline dönüşümü ile
    meydana çıkar. Kafesoğlu’na göre, “Medeniyet, ‘kültür’lerden doğar” (1998: 16).
    Güvenç’e göre, “Uygarlık kültürlerden oluşur; kültürler uygarlığın parçasıdır” (Güvenç, 2002: 97). “Kültür, yalnız bir milletin dinî, ahlaka, akli, estetik, lisani, iktisadi
    ve fenni hayatlarının ahenkli bir bütünü iken medeniyet, aynı medeniyet dairesine giren
    birçok milletin sosyal hayatlarının müşterek bir yekûnudur. Kültür millî olduğu hâlde, medeniyet milletlerarasıdır” (Gökalp, 1975: 27). Her milletin uygarlığa katkı sağlama bağlamında insan yaşamının kalitesini artıracak uygulamaları, kültürel değerleri, teknik buluşları… vardır.
    Kültür, yüksek düzeyde yaşam standardını yansıtır.
    Kültür, evrensel olmayan ayırt edici karakteristik özelliktedir.

    Dil kültür ilişkisi ve etkileşimi

    Mehmet Kaplan, “kültür, bir topluluğu, bir cemiyeti, bir milleti millet yapan ve
    onu diğer milletlerden farklı kılan hayat tezahürlerinin tümüdür” der. Hayat tezahürleri, her milletin kendi özüne ait olan ve bu özü yansıtan millî ve manevi değerlerdir. Bu değerler; din, dil, örf ve âdetler (gelenek ve görenekler), dünya görüşü,
    yaşama biçimi, tarih, sanat, edebiyat, coğrafya… vb. unsurlar olarak karşımıza çıkar. Bunların en önemlisi dildir. Kültür oluşumu, gelişimi, aktarılması vb. açılardan
    bakıldığında dilin işlevi ve önemi rahatlıkla görülebilir.
    Dil bir memleket içinden geçen akarsu gibidir. Bir yandan o beldeye hayat verir diğer yandan da yöredeki derelerden, çaylardan beslenerek tüm insanlığın ortak
    ürünü olan medeniyet ummanına ulaşır, katkı sağlar.

    Nasıl ki akar su hem içinden
    geçtiği beldeye hayat verir ve o yörenin kaynaklarından beslenerek çoğalarak akar;
    dil de içinde bulunduğu toplumun kültürel hazinelerinden yararlanır ve aynı zamanda toplumun kültür dokusunun oluşumunda çimento işlevi görür. Dil ve kültürü birbirinden ayrı düşünmek neredeyse imkânsız gibidir. Dil olmadan kültür
    temelsiz bir binaya benzer. Kültürü olmayan bir milletin dili de kaynağı kurumaya
    yüz tutmuş bir nehir gibidir.
    Diline gereken önemi vermeyen toplumlar kültürlerini kaybettikleri gibi, kültürüne sahip olmayanların da dillerini dinamik tutma seçenekleri ortadan kalkar.
    İnsan yaşamının temel taşı olan dil, Gökalp’in de dediği gibi sahip olunan duygu
    ve düşüncenin kabı gibidir. Bireylerin sahip oldukları duygu ve düşünceler dil ile
    vücut bulur, görücüye çıkar. Diğer bireyler tarafından kabul gördüğü oranda da
    toplumun ortak değeri hâline dönüşür.

    Çünkü toplumu oluşturan bireylerin duygu ve düşünceleri sahip olunan kültürün birer yansımasıdır.
    Güvenç, kültürü “sosyal süreçler bileşkesi” olarak nitelendirmektedir. Burada
    bir etkileşimli dönüşümden söz etmek gerekir. Kültürün temel unsuru, duygu ve
    düşünceye şekil veren kap işlevini üstlenen ve kuşaktan kuşağa taşınmasını sağlayan dildir. Kültür de dilin varlığını koruması ve dinamizmini yitirmemesi için can
    simidi, hayat iksiridir. Şu hâlde, kültür, nesilden nesile aktarılmak için dile muhtaç;
    toplumun duygu, düşünce ve tam anlamıyla hayat tezahürlerinin somut hâle bürünmesinin aracı olan dil için de kültür bir ihtiyaçtır.Kültürler etkileşime açıktır. Çünkü kültüre dinamizm veren ve etkileşimde
    önemli bir işleve sahip olan dildir ve işlevi açısından etkileşimin önemli bir aracıdır.
    Kültürüne sahip çıkan bir milletin dilinde gözle görülebilir bir dinamizm vardır. Kültür sayesinde bir dil sağlamlaşır ve başka dillerden daha az etkilenir. Kültür
    sayesindedir ki o dil karşı konulamaz olan değişim ve dönüşüm sürecinde ana dinamiklerine zarar vermeden değişip dönüşebilir.


    “Türk milleti tarih boyunca türlü din, medeniyet ve coğrafi saha değiştirmiştir. Bu
    durum Türkçenin de gelişmesine, mühim değişikliklere uğramasına sebep olmuştur. Bununla beraber Türk dili, bünyesindeki hayrete şayan kudret ve hayatiyet sayesinde mücadele ettiği dil ve kültürlere yalnız mukavemet etmemiş çok kere de zafer kazanmıştır”
    (Turan, 1980: 191).

    Dil kültürün taşıyıcısı; kültür de dilin niteliklerini göstermesine zemin olan
    önemli bir uygulama sahasıdır. Dil, toplumun algı, ilgi ve kültürel değerleri üzerinden somut ürünler aracılığı ile vücut bulur. Konuşmalara konu olan her şey kültürün dil aracılığı ile sosyal hayata yansımasıdır.

    Kültür, hayat kaynağımız olan su; dil ise suyu bütün meskenlere dağıtan şebeke gibidir. Bir bakıma dil, kültürün yayılmasında gördüğü işlev, hayat kaynağının
    ulaşımını sağlayan şebekenin gördüğü işlev gibidir. Yunus Emre, “Dil hikmetin yoludur” der. Hikmet kavramı Türk coğrafyasında birçok değeri ile kültürün alt yapısını
    oluşturur. Kültür ve dil, anne ve bebeği gibidir. Annenin bebeğini besleyip büyütmesi gibi kültür de dilin gelişip canlılık kazanmasına zemin olur. Çocuğun yetişkin olduğunda annesinin yaşamını belli bir düzeyde devam ettirmesi için ilgilenip
    destek olması gibi dil de kültürün canlılığını koruyabilmesi ve sağlam bir şekilde
    sonraki nesle aktarılabilmesinde önemli bir köprü işlevi görür.
    Bir milletin dili ne kadar zengin ve işlekse, o milletin kültürü de o kadar canlı
    ve dinamiktir. Dil bilimcilerin dili tanımlarken “içtimai bir müessese” olarak nitelendirmeleri, onun toplumun kültürünü, yaşam biçimini yansıtan önemli bir araç
    olduğunu göstermektedir.

    Milleti millet yapan dili ve kültürüdür. Milletler ancak dilleri ve kültürleri sayesinde varlıklarını koruyabilirler. Dilini ve kültürünü korumasını beceremeyen
    milletlerin yeryüzü arenasında uzun süre kalamayacağı tartışma götürmez bir gerçektir. Çünkü diline sahip çıkmak bir bakıma kültüründen haberdar olmaktır. Kültürüne yabancı olmamak da karakteristik hayat tezahürlerini canlı tutmak, kendine
    özgü olanı unutmamaktır. Bu niteliğe sahip olan milletler asimilasyon rüzgârına
    kapılmadan varlıklarını devam ettirme şansına sahip olan milletlerdir. Kısacası,
    milletin varlığı, sahip olduğu dil ve kültürü canlı tutmalarına bağlıdır. Toplumdaki
    bireyler arasında olması gereken birlik ve bütünlük anlayışı dil ve kültür dinamizmi
    ile canlı tutulabilir.Dil ve kültür kavramları birbirinden ayrı düşünülemez. O derece iç içe iki unsurdur ki adeta birbirini tamamlayan bir bütündür. Dil kültürün taşıyıcısı; kültür
    de dile kaynaklık eden önemli bir rezerv alanıdır.

    Dilin işlevleri

    Bir milleti var eden maddi ve manevi değerlerinden müteşekkil kültürü ile bu
    değerlerin korunup kayda geçirilerek yarınlara taşınmasında önemli işlev gören dil,
    o milleti ezelden ebede taşıyan iki dinamik unsurdur.
    “Toplumun hiçbir alanı dilden bağımsız değildir. İnsanın varlığı dil ile mümkün
    olduğu gibi, toplumların varlığı da ancak dil ile mümkün olmaktadır. Dil yoksa toplum da yoktur. Dil, bir toplumun kültür kimliğidir” (Ünalan, 2005: 14). “Toplumun
    edebiyatı, sanatı, felsefesi, tekniği ile bütün kültürü, düşünceleri, töre ve gelenekleri dil
    ile bir bağlılık içindedirler. Töre ve geleneklerin kuşaktan kuşağa aktarılması ancak bir
    bildirme ile olabilir. Bunu da ancak dil başarır” (Akarsu, 1998: 88-89).
    Kültürü, milletin var olduğu ilk günden günümüze kadar yaşadıklarını, geçmişini, tarihî görünümünü bir yük trenine benzetirsek; dil her vagonunda o milletin değişik dönemlerine ait değerlerini, yaşanmışlıklarını taşıyan bu trenin günümüze ve geleceğe ulaşmasını sağlayan raylar gibidir.

    Nasıl ki raylar olmadan tren
    ilerleyemez, olduğu yerden hareket edemez ve doğal olarak ulaşım işlevini yerine
    getiremez; dil de olmadan kültürle ilgili olarak geçmişe ait ne varsa ne günümüze
    ne de geleceğe taşınabilir. Bu dil rayları sayesinde milletin geçmişine ait ne kadar
    değer varsa, ne kadar yaşanmışlık ve hatıralar varsa, ne kadar tecrübe varsa hepsi
    gelecek kuşaklara ulaştırılır.
    “Fertlerin hafızası ne ise, tarih de milletlerin hafızasıdır. O hafızadan mahrum olan
    milletler maalesef inkıraza mahkûmdurlar” (Turan, 1980: 201). Yahya Kemal’in ifadesiyle kökü mazide olan ati olmak için hafızamıza sahip çıkmamız ve dil raylarının
    paslanmasına izin vermememiz gerekir.

    Dil vitrini

    Kültür unsurlarını dil tarlasında yetiştirerek bireylerin istifadesine sunmak,
    kültür zenginleşmesinde oldukça önemlidir. Kültür unsurlarının toplumda değer
    görmesinde dil vitrinine ihtiyaç vardır. Kültür, dil ile kayda geçirilip korunur, dil
    aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarılır ve dil ile hayatiyetini sürdürebilir. Kültür dil
    kalıbında şekillenip dil kabında gelecek kuşaklara aktarılır.
    Bir dil, kendisi ile oluşturulmuş edebî ürünler aracılığıyla görücüye çıkar.
    Daha farklı bir ifade ile edebiyat ürünleri bir dilin imkânlarını, zenginliğini, güzelliğini gösteren en önemli araçlardır. Dilin tanınması, öğrenilmesi, o dille ilgili eserlerin okunarak içselleştirilmesi ve en önemlisi sosyal yaşamda bir iletişim aracı olarak
    kullanılması çok önemlidirStendhal’ın edebiyatı, “bir toplumun ana caddesine tutulmuş bir ayna”ya benzetmesi edebiyatın, toplumun yaşam biçimini, giyimini, eğlencesini hülasa kültürünü yansıtan önemli bir araç olduğunu göstermektedir. Dil, edebiyat eserleri aracılığıyla ait olduğu milletin kültürünü yansıtarak hem o milletin fertleri arasında
    hem de diğer milletlerin bireyleri arasında tanınmasına, kabul görmesine, yaygınlaşmasına kapı aralar.

    Bu bir bakıma yatay ve dikey hareketliliği sağlar ve dil kültür
    taşıyıcısı olarak bir yönden geniş bir yelpazede yaşam tarzına yön verirken bir yandan da kuşaklar arası geçişi sağlama işlevini yerine getirir.
    “Türk edebiyatı halkın atasözleriyle bilmecelerinden, halk masallarıyla halk koşmalarından, destanlarından, halk cengnameleriyle menkıbelerinden, halkın güldürücü
    fıkralarından ve halk tiyatrosundan ibarettir” (Gökalp, 1975: 31). “Banarlı, Bir Dil
    Nasıl Güzelleşir” adlı yazısında “Dilleri dil yapanlar milletlerdir. Milletlerin dillerini
    seven, anlayan ilahi bir güzellikle kullanan büyük şairlerdir” der.
    “Şiir, her milletin kültürü içinde önemli bir yer tutar. Toplumlara ulus bilinci veren,
    onları belli amaçlara yöneltip yönlendiren şiirler vardır. İnsanoğlunun mutlu mutsuz
    günlerinde sevgisini, duygulanışını dile getirmeyi istediği anlarda, beşik başında, savaşa
    giderken, ölenin arkasından söylediği, her insanın yaşamında belli bir yer tutar” (Aksan,
    1995: 7). “Millî kültür, halkın geleneklerinden, yapageldiği şeylerden, örflerinden, sözlü
    ve yazılı edebiyatından, dilinden, musikisinden, dininden, ahlakından, estetik ve ekonomik mahsullerinden ibarettir” (Gökalp, 1975: 93).

    Türkçe sahip olduğu ses yapısı, müzikalitesi açısından duyguları ifade etmede
    uygun ve etkili bir dildir. Bu açıdan Türkçe şiire yatkın ve uygun bir dil, şiir dilidir.
    Yaşanan bir olayı şiirle ifade etme, toplumdaki düzensizlikleri şiirle iğneleme, divan
    şiirinin, halk şiirinin bu denli gelişmesi de Türkçenin şiirsel bir yapısının olduğunu
    göstermektedir.
    Kültür, edebiyatın beslendiği en önemli hazinelerden biridir. Aynı zamanda
    edebiyat ürünleri de kültürün tanıtılmasına, benimsenmesine aracılık eden önemli
    araçlardır. Bir edebî metin içindeki kültürel motiflerle zenginlik kazanır ve ayna
    zamanda ait olduğu kültürün değerlerin geniş kitlelere ulaşmasını sağlar.
    Okuyan, duyan, düşünen insan duygu ve düşüncelerini ifade etmeden rahat
    edemez, yaşayamaz. Çünkü insan, okuyup dinleyerek anlayan, anladıklarını düşünen, düşündüklerini üst üste koyarak bir bakış açısı oluşturan ve birikimlerini başkalarına sözlü veya yazılı olarak aktarma ihtiyacı duyan bir varlıktır. Yunus’un aşk
    ve sevgi anlayışı, Mehmet Akif ’in vatan hasreti ve vatan sevgisi, Fuzuli’nin ıstırabı
    ortaya koydukları eserlerin özümsenmesi ile daha iyi anlaşılabilir.
    Dil, edebiyat eserleri aracılığı ile ait olduğu toplumun/kültürün aynası gibidir.
    Kültür ile ilgili her şey dil aracılığı ile kendini gösterir. Nihat Sami Banarlı, kültürün dile yansımasını şu şekilde bir benzetme ile ifade etmektedir: “Türkler atik, hızlı ve
    çevik bir millettir.

    Onların bu hayat tarzı dillerine yansımıştır. Bu yüzden dillerinde çok
    heceli uzun kelimeler yerine bir ya da iki heceli kelimeler mevcuttur”.
    Dil bir ağaçsa kültür de o ağacın köküdür. Kökü olmayan ağaç bırakın ürün
    vermeyi, kendisini kurumaktan kurtaramaz, yok olur, gider. Kökün ağacı canlı tuttuğu gibi kültür de dili canlı tutar. Dil de kültürden aldıklarıyla çiçek çiçek açar;
    tadına doyulmaz ürünler verir. Konusunu tarihten, sosyal yaşamdan alan edebî nitelikli hikâyeler, romanlar bu ürünlerin ilk akla gelen örneklerindendir.
    Kültür, sağlam yapılı ve muhteşem görünüşlü bir bina gibidir. Bu binanın
    omurgasını dilin yapısı, sağlamlığı oluşturur. Binaya şekil kazandıran birer tuğla
    görevindeki her kelime özenle seçilir ve uygun biçimlerde cümle cümle örülür. Ortaya çıkan kültür binası nesilden nesile miras olarak kalabilecek içerik ve yapıdadır
    artık.

    Görüldüğü gibi dil ve kültür bir bütünü oluşturan ayrılmaz iki parçasıdır. Dilin
    zenginliği bir bakıma kültürün zenginliğidir. Dil ne kadar etkili ve işlek bir yapıda
    olursa ortaya konulan ürünler aracılığı ile kültür zenginliği de o derece etkili ortaya
    konulabilir. Kültürün zenginliği de dili etkili kullanmada söyleyenin/yazanın işini
    kolaylaştırır. Sahip olduğu değerleri ile kültür ifadeye güç kazandırır. Kültür, dil için
    inanılmaz bir kaynak; dil de kültür için vazgeçilmez bir araçtır.

    Kaynakça
    1. Akarsu, Bedia (1998), Dil-Kültür Bağlantısı, İstanbul: İnkılap Yayınevi.
    2. Aksan, Doğan (1995), Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Ankara: Engin Yayınları.
    3. Gökalp, Ziya (1975), Türkçülüğün Esasları, İstanbul: Sebil Matbaacılık.
    4. Güvenç, Bozkurt (1994), İnsan ve Kültür (6. baskı), İstanbul: Remzi Kitabevi.
    5. ______ (2002), Kültürün ABC’si (2. baskı), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
    6. Kafesoğlu, İbrahim (1998), Türk Millî Kültürü, İstanbul: Ötüken Yayınları.
    7. Kaplan, Mehmet (2010), Kültür ve Dil (26. baskı), İstanbul: Dergâh Yayınları.
    8. Turan, Osman (1980), Tarihî Akış İçinde Din ve Medeniyet, İstanbul: Nakışlar Yayınevi.
    9. Ünalan, Şükrü (2005), Dil ve Kültür (3. baskı), Ankara: Nobel Yayınevi.


    Diğer Cevaplara Gözat

    Sunum İçeriği

    Cevap Yaz Arama Yap

    Admin

    • 2015-10-30 04:38:20

    Cevap : Dil-kültür ilişkisi şunlardır:
    a- İkisi de aynı topluma ait olduğundan milli özellik taşır.
    b- Dil kültürün taşıyıcısıdır.
    c-  İkisi de gelişimini sürdürür.
    d- Bir toplumun oluşmasında ve varlığını sürdürmesinde önemli etkendir.
    e- İkisinin de kendine özgü kuralları ve özellikleri vardır.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.