Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Garplılaşma bulmaca

Bulmacada Garplılaşma sorusunun 11 harfli cevabı nedir?

Bu soruya 1 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2020-12-07 21:42:02

    Cevap :
    Bulmacada 'Garplılaşma' nedir sorusunun cevabı:
    Kare ve çengel bulmacada sorulan 'Garplılaşma' sorusunun yanıtı 11 harflidir ve cevaba ise Batılılaşma yazabilirsiniz.


    Diğer cevaplar:
    Batılılaşma kelimesinin eş anlamlıları..
    1. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 11 harfli ise cevaba Garplılaşma yazabilirsiniz.
    Sözlükte Batılılaşma Nedir:

    Batılılaşma Sözlük Anlamları

    1. Kimi azgelişmiş ülkelerde, Batı Avrupa toplumlarında oluşan tüze, siyasa, eğitim, uygulayım.. kurumlarının alınarak o toplumlardakine benzer bir toplum yaşamı oluşturulması, o toplumlara bu yolla yetişilebileceğine inanılması akımı.
    2. Batılılaşmak işi, Garplılaşma: “Biz olanca gücümüzle Batılılaşmaya çalışırken senin bu düşüncelerin pişmiş aşa soğuk su katıyor.” -H. E. Adıvar.

    Batılılaşma Nedir

    Batılılaşma yaklaşık 200 yıldır Türkiye'nin kalkınma macerası ve devrimlerin itici gücü olmuştur. Olumsuz bir anlamı da yüklenen bu kavram, antiemperyalist bir mücadeleden sonra elitizmin halk kültüründen kopuşunu ifade etmektedir. Osmanlı'dan cumhuriyete geçiş paradigması modernleşme, ilerleme, gerilikten kurtulma dır.

    Osmanlıda Batılılaşma

    Osmanlı İmparatorluğu feodal, teokratik değil ama ümmetçi bir yapıydı. Batı tipi bir gelişmesi yoktu. Şeriat, devlet işlerinde ana kanun olmasına rağmen, örfi hukuk ve maslahat ile laik bir gelişme de vardı. Yükselme yıllarında şeriat olaylara uygun giderken, gerileme ve çöküş yıllarında olayların şeriata uygunluğu öne geçti. Olayların hızına yetişemeyince ictihad kapısı kapatıldı ki bu gericiliğin başlangıcıdır.
     
    İlmiye sınıfı Osmanlı'da hakim sınıftı. Şeyhülislam, kazasker, kadı, müftü, hocalar. Kamuoyunu bunlar yapıyordu. Batı'daki ruhbanlarla karşılaştırıldığında ruhban sayılmazlardı ancak devlete ve topluma hakimdiler. Seyfiye (ordu) ve kalemiye (idare) onların yanındaydı. Gerilemenin bir sebebi İlmiyenin bozulmasıdır.
     
    Batılılaşma, batı gibi olmadır. Çünkü Batı ilim ve teknikte ilerlemiştir, üstündür, Osmanlı geri kalmıştır, savaşlarda artık yenilmektedir. Üstelik Batı sadece teknik değil medeni üstünlüğü de ele geçirmiştir. O halde Osmanlı da Batı'ya benzeyecektir. Kurumlar değiştirilecek, Batı'ya elçiler ve aydınlar gönderilecektir.
     
    Her tür yenilik girişimi İlmiye ve yeniçerilerin direnişi ile karşılaştı. İlk defa Lale Devri ile yenileşme başladı. Matbaa kuruldu, tiyatro oynandı. Fakat Patrona Halil isyanı çıktı. Ulema ve Yeniçeri gücüyle bastırıldı. Fransız İhtilali sırasında tahta çıkan III. Selim, Nizamı Cedit (Yeni Düzen) hareketini başlattı, bu hareket radikal bir hareketten çok eskiyle yeninin bir arada var olması demekti. Bu da yeniçeri isyanıyla, Kabakçı Mustafa isyanıyla patlak verdi. Selim öldürüldü. Batı, isyancılara yardım etmişti.
     
    II. Mahmud ve Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa Senedi İttifak'ı imzaladı. Sekbanı Cedid kuruldu. Ancak Yeniçeriler yine ayaklandı, Alemdar'ın evini bastılar ve Alemdar evi yakarak kendisiyle beraber yaklaşık 300 yeniçeriyi de öldürdü. II. Mahmud, 1826'da İlmiye'yi yanına çekerek Yeniçeri Ocağı'nı yok etti. Bu büyük bir olaydı. Batılılaşma hareketi esas bu noktada başladı. Padişahın adı gavur padişaha çıkmıştı.
     
    1839'da Sadrazam Mustafa Reşit paşa Tanzimat'ı ilan etti. Gülhane Hattı Hümayunu, bir Rönesans'tı. Abdülmecid'in, Ali ve Fuat paşaların, Genç Osmanlıların rönesansı. Muhalif aydınları Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya paşa, Agah Efendi ilk Batıcı aydınlar. Meclisi Valayı Ahkamı Adliye ilk Danıştay. Orduda yenileşmeler. Eğitimde Darülfünun, ilk ve orta okullar. Bu dönemde Batılılaşma artık zaruri bir ihtiyaç olmuştu ancak devletin esas unsuru Osmanlılık ve İslam'dı. Batı da Batılılaşmaya mecbur ediyordu. 1856'da Islahat Fermanı ilan edildi. 1868'de Şurayı Devlet kuruldu, yani ilkel bir meclis idaresi. 28 Müslüman, 13 gayrimüslimden oluşan 41 üyeli bu meclis bütçeyi incelemek yetkisine sahipti ama kısa bir sürede sadrazamın nüfuzuna girdi.
     
    1876'da Kanunı Esasi ilan edildi. Meşruti padişahlık. Meclisi Mebusan tam demokratik değildi, karşısında padişah, sadrazam, Heyeti Vükela, Ayan Meclisi, Şurayı Devlet vardı. Meclisi Mebusan'ın 80 Müslüman, 50 gayrimüslim üyesiyle iki kere toplanabildi. 1878'de Abdülhamid meclisi kapattı, bu kapanış 31 yıl sürdü.
     
    1908'de Hürriyetin İlanı, Abdülhamid tarafından Kanuni Esasi'nin yeniden yürürlüğe konmasıyla başladı. Bu, 1909 ve 1911'de değiştirilerek parlamenter sisteme uygun hale getirildi. Ne var ki bu defa da tek partici bir meclis oldu. İttihad ve Terakki ile muhalefet arasında bir kan davası başladı. Batılılaşma hareketleri milliyetçiliğin yükselişiyle canlandı. Üniversitede kadın erkek eşitliği, kadınların iş hayatına atılmaları, milli eğitim, dilde Türkçecilik, Türk Ocakları, İtibarı Milli Bankası, kaza birliği.

    II. MAHMUD DÖNEMİ

    II. Mahmud, gerçek anlamda inkılâpçı olan ilk padişahtı. Tam olarak başarılı olamasa da, Tanzimat’ın önünü açacak kadar yenilik yapabilmişti. Ölmese, Tanzimat’ı kendisinin ilân edeceğini söyleyenler vardır. (Yılmaz ÖZTUNA-Büyük Türkiye Tarihi: 7-12) Bu yenileşme hareketlerini, toplum hayatını da etkileyen bir sürü yenilik izlemiştir. Tarihçiler, II. Mahmud 10 yıl daha yaşasaydı, Türkiye’nin şu anki çehresinin daha farklı olabileceğini söylerler. (Yılmaz ÖZTUNA-Büyük Türkiye Tarihi: Cilt 7-12)
     
    II. Mahmud’un inkılâp hareketlerine hız veren, onu inkılâp yapmak için cesaretlendiren, kaybedilen Rus Savaşı’dır. II. Mahmud, Rus Savaşı’ndan sonra, inkılâplara daha azimle devam etmiştir. Bütün savaşı, basit bir albay gibi kışlada taş bir odada geçirmiş, inkılâplara mistik sayılabilecek bir enerjiyle hazırlanmıştır.
     
    II. Mahmud, 3 Mart 1829’da, devlet memurları için kıyafet kanununu yayınladı. Artık devlet memurları(ilmiye sınıfı hariç) fes, pantolon ve ceket giyecekti. Kavuk ve sarık, şalvar ve çarık yasaklandı. Tutuculuğu yenmek için resmini devlet dairelerine astırdı, buna karşı çıkanları da şiddetle cezalandırdı. Devlet adamlarının çoğu padişahın yaptıklarını desteklemedi. Halk ise inkılâpların lüzumunu anlayamadı. Böylece II. Mahmud’un adı “gâvur padişah”a çıktı.
     
    Padişahın, kızı Atıyye Hanım’ı, subay üniforması giydirip saçlarını fes altında toplatarak pantolonla ve erkek kıyafetinde, ağabeyi Şehzade Abdülmecid’le birlikte askerî birliklere göndermesi, muhafazakârları iyice çileden çıkardı. Padişaha karşı büyük bir muhalefet başladı.
     
    II. Mahmud devrinde, Avrupa’nın Osmanlı’dan ileride olduğu açıksa da arada büyük bir uçurum da yoktu. İşte Sultan, bu farkı kapatabileceğini düşünmüş, bunun için uğraşmıştı. Ancak bu yenilikleri Batı’ya rağmen yapıyor olması işini zorlaştırmış ve kesin sonuç alamamasına neden olmuştur. Böylece fark, daha keskin hâle gelmeye başlamıştır.

    TANZİMAT DÖNEMİ

    Tanzimat’ın ilânında II. Mahmud, Abdülmecid ve Mustafa Reşid Paşa’nın katkıları vardır. Bu üç şahıstan biri olmasa, Tanzimat ilan edilemez ve belki de Türk İmparatorluğu XIX. yüzyılın ortalarında parçalanıp giderdi.
     
    Tanzimat, bir ferman olmaktan öte, bir ferman okunarak açılmış bir devirdi. Abdülmecid tahta geçtikten 4 ay 3 gün sonra ilân edilen Tanzimat’la, Türkiye radikal bir yenileşme evresine girmişti. Ferman Gülhâne’de okunduğu için Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu” olarak biliniyordu. Bu fermana göre padişah, kendi haklarını kısıtlamak pahasına tebaasına geniş haklar, birtakım teminat ve hürriyetler vermişti.
     
    Tanzimat’ı yapanlar bir gerçeğin de farkına varmışlardı: Osmanlı Devleti, Batı’dan sadece askerî alanda geride değildi. Bu gerçeğin farkında olanlar, yenilikleri sadece askeri alanda yapmamış, içtimaî ve idari alana da yönelmiştir.
     
    Tanzimat’a göre devlet şeriatla büyümüştü ve şeriata uyulmadığı için devlet kötü haldeydi. Allah’ın inayeti ve peygamberin yardımıyla, yeni kanunlar koyulacaktı. Müslüman ve Hıristiyan tebaanın ırz, mal ve can güvenliği sağlanacak, vergiler düzenli bir usûlle ayarlanacak ve toplanacak, askerlik düzenli şekle sokulacaktı. Bu kanunların yapılması ve uygulanması için gereken tedbirler alınacaktı.(Fahir ARMAOĞLU- 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi: 220)
     
    Artık Müslüman ve Hıristiyanlar yasa önünde eşitti. Hiç kimse bir mahkeme önüne çıkmadan cezalandırılamayacaktı. Aslında çok hukuklu yapıdan tek hukuklu, “vatandaşlık hukuklu” yapıya geçiş Osmanlıcılığın destekçisi olarak görülebilir. Gülhane Hatt-ı Hümâyunu,Batılılaşma çabalarının bir sonucudur. Bununla merkezi bürokrasi, padişaha karşı güvenceye kavuşur. Müslüman olmayanlara verilen ticarî güvencelerse, Avrupa devletlerinin Osmanlı’nın içişlerine karışmasını kolaylaştıracaktır.
     
    Rumlar Osmanlı Devleti’nin en ayrıcalıklı tebaasıydı. Dolayısıyla bu ayrıcalıklı tebaa, getirilen eşitlik ilkesinden rahatsız olmuştu. Tanzimat’la bu ayrıcalıklı durumun ortadan kalkmasından korkmuşlardı. Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu okunurken hazır bulunan Rum Patriği, ferman çıkarıldığı kırmızı keseye geri konduktan sonra “İnşallah bu keseden bir daha dışarı çıkmaz.” demiştir. (KARAL-Osmanlı Tarihi: Cilt V-187)
     
    Bundan başka, menfaatine zarar gelenlerle iktidarını rahatça kullanan paşalar da bundan rahatsızdı. Bunların içinden kılıçlarını çekip “Ah Tanzimat, ah Tanzimat!” diye minderleri dövenler vardı. (Aynı eser:186) Yine “gâvura gâvur denmeyecek” esprisi de bu dönemde yapılmıştır. Bu arada Tanzimat düşmanlarının “kâfir işi” propagandaları da etkili olmuştu.
     
    Tanzimat’a ilk resmi tepki Avusturya’dan gelmişti: “…Yönetim sisteminizi düzene koyun. Onu ıslah edin. Fakat yerine size gitmeyen yenilikleri koymak için yönetim sisteminizi yıkmayın. Aksi takdirde padişahın yıktığı değerleri, yerine koydukları kadar bilmediği sonucuna varılır… Türk kalınız ve Şeriât’e uyunuz.” Kendisi de çok milletli olan Avusturya’nın bu tepkisi mânidardır.
     
    Fransa ve İngiltere Tanzimat’tan memnundu. Hem içerikten, hem de getirilerinden memnundu. Fransızlar Katolikleri, İngilizler Protestanları bahane ederek, Osmanlı’nın içişlerine daha rahat karışabileceklerdi. Rusya fermandan memnun olmasa da, o da Ortodoksları koruma bahanesini kullanmaktan geri kalmadı.
     
    Tanzimat padişah tarafından halka “lütûf” idi. Bu yüzden halk tarafından kolay benimsenemedi. İlân edilenlere padişahın uymaması hâlinde hiçbir yaptırım yoktu. Çünkü bir denetim organı, yani meclis yoktu. Ortada sadece “Hemen Rabbimiz Taâlâ Hazretleri cümlemizi muvaffak buyursun ve havanin-i müessisenin hilâfına hareket edenler Allah-ı Taâlâ Hazretleri’nin lanetine mazhar olsunlar ve ilelebed felâh bulmasınlar. Amin!” şeklinde, ulema ve vekiller ile padişah tarafından edilen bir yemin vardı. Ama yine de, padişah kendi yetkisini kendisi kısıtladığı için bu bir ilktir. Böylece Tanzimat, anayasalı rejimlere doğru atılmış ilk adım olma niteliğini taşır.
     
    Tanzimat ilân edildikten sonra uygulanmasına başlandı. Kişi haklarının korunması için bir Ceza Kanunu yapıldı. Rüşvete ağır cezalar getiren bir İdare Kanunu yapıldı ve bazı paşalar rüşvetten tutuklandı. İltizam ve aşar toplama usulleri değiştirildi. Ama bir süre sonra gelen tepkiler, eski vergi sistemine dönülmesine neden oldu. Defterdarlıklar kuruldu. Her aileden sadece bir kişinin askere alınmasını öngören bir kanun çıkarıldı. Tek çocuğu olanlardan asker alınmadı. Tanzimat’a göre Hıristiyanların da askere alınması gerekiyordu ama yüzyıllardır askerlik yapmayan Hıristiyanlar askere gitmeyi reddettiler. Böylece her yerde herkesin dilinde olan eşitlik, ilk darbeyi yemiş oldu. Millî eğitim işleri düzene konmaya çalışıldı. “Meclis-i Daimi-i Maarif-i Umumiye” kuruldu. “Eğitimde birlik” ilkesinin getirilmesine uğraşıldı ama buna da medreseler engel oldu.
     
    Tanzimat ile Islahat fermanları arasında bir Kırım Savaşı vardır ki, bu savaş Rusya tarafından,kimin Osmanlı’nın içişlerine daha iyi karışacağının tespiti için çıkarılmıştır, denilebilir.
     
    Kırım Savaşı bu azınlıklarla ilgili olduğuna göre, yakınlarda toplanacak Paris Kongresi’nde bu konuda bir karar alınması doğaldı. Konferansta kimin kime üstün geleceği konusu, Osmanlı’nın teklifi ve Fransa’nın desteği ile Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki farkları kaldırmak için bir ferman yayınlanması formülüyle çözüldü. Bu ferman, Paris Antlaşması’nın 9. maddesi gereğince diğer devletlere de tebliğ edildi ve böylece uluslararası bir nitelik kazandı.
     
    Fermana göre Hıristiyanlara birçok yeni hak getirilmişti: Hıristiyanların dinî nitelikteki bütün hak ve ayrıcalıklarının korunması, dinî ayin serbestisi, Hıristiyanların da Müslümanlar kadar güvenliğe sahip olma hakları, Hıristiyanlara hakaretin yasaklanması, Hıristiyanlara memur olma hakkı verilmesi, bütün cemaatlerin okul açabilmesi, bütün uyrukların eşit ve serbest ticaret yapabilmesi, Müslüman ve Hıristiyan arasındaki ticaret ve cinayet davalarına karma mahkemelerin bakması, herkesin kendi dinine göre yemin edebilmesi ve yeminin geçerli sayılması, vergi eşitliği, gayrimüslimlerin askere alınması ve yerel meclislerde temsil edilmesi.(Fahir ARMAOĞLU-19. Yüzyıl Siyasî Tarihi:258-259)
     
    Müslümanlar Islahat Fermanı’ndan hoşnut değildi. Pek çok kimsenin “âba ve ecdadımızın kanıyla kazanılmış olan hukuk-i mukaddese-i milliye artık kaybettik. Millet-i İslamiye, millet-i hâkime iken, böyle mukaddes bir haktan mahrum kaldı. Ehl-i İslam’a bu ağlanacak bir gündür.” dediği söylenir.(Aynı eser:259)
     
    Bir Müslüman, namaz kıldıran hocanın yanına gidip “Ne kıldırıyorsun Hoca Efendi? Ferman okundu, görmedin mi? Hıristiyan tebaa ile beraber olacağız.” diye alay etmiştir.(KARAL-Osmanlı Tarihi: Cilt VI-10) Ama Avrupalılar, dinî hoşgörünün Müslümanlar tarafından kendilerine öğretilmiş olmasından üzüntü duyacak kadar memnundular durumdan. Hattâ Hıristiyanların İstanbul’da hür oldukları ve himaye edildikleri kadar başka hiçbir yerde hür olmadıklarını ve himaye edilmediklerini söyleyenler de vardı.(CAHUET-Doğu Sorunu:231-232)
     
    Islahat Fermanı da, işte bu devrin ürünüydü. Ancak bu ferman, Tanzimat Fermanı gibi tamamen padişah iradesiyle hazırlanmamış, biraz da Avrupa’nın desteğini kazanmak, ülkenin Avrupa devletlerinden farksız olduğunu ispatlamak amacı güdülmüştü. Bu bakımdan, başta Tanzimat Fermanı’nın önemli simalarından Reşid Paşa olmak üzere, çok kimse tarafından eleştirilmiş ve Müslümanlar kadar Hıristiyanlar da fermandan rahatsız olmuşlardır. Bu fermanda daha çok Hıristiyanlara haklar verilmiş olmasına rağmen onlar da bu hakların yeterli olmadığından yakınmışlardır.
     
    Islahat’la Tanzimat bütün vatandaşlar arasında eşitlik kurulmasına çalışır, bu bakımdan benzerdir. Ama başka yönlerden aralarında büyük farklılıklar vardır: Islahat yabancı kaynaklıdır, yabancılar istemiş, esaslarını bile onlar tespit etmiştir. Islahat’ta sadece Hıristiyanlara ayrıcalıklar getirilmiştir. Mustafa Reşid Paşa’nın itirazı da bu temeldedir.

    I. MEŞRUTİYET

    1876, Türk Tarihi’nde gerçek bir dönüm noktasıydı. Sultan Abdülaziz’in ölümü, Genç Sultan V. Murad’ın 3 ay içinde tahttan indirilmesi, Meşrutiyet münakaşaları ve uygulanması düşünülen rejimin Türkiye’ye uyup uymayacağı, Türk Milleti için hayatî problemlerdi. Avrupa ile aradaki mesafe artık çok büyümüştü. Millî birlik yoktu. Dost sayılabilecek bir devlet yoktu. Devamlı dış baskılar ve savaşlar, kalkınmayı imkânsızlaştırmaktaydı.
     
    I.Meşrutiyet’in Tanzimat Fermanı’na bir tepki olduğu söylenebilir. Çünkü bu fermanın padişahın haklarını kısıtlaması, meclis olmadığı için sözde kalmaktaydı. Ayrıca ferman, Hıristiyanlar lehineydi ve Osmanlı’nın çoğunluğu Müslüman’dı. En önemlisi ferman, çöküşü durduramamıştı. Anayasa kuvvetler ayrılığı getirmiyordu. Yetkiler yine padişahtaydı. Aynı zamanda bir İslam anayasasıydı. Ama hukukî yönden yine de laik olduğu söylenebilir. I. Meşrutiyet’in bir özelliği de, Osmanlı’yı yazılı anayasası olan ilk İslam Devleti yapmasıydı.
     
    23 Aralık 1876 günü, Haliç Tersanesi’ndeki Bahriye Nezareti “Divan-ı Hümâyun” toplantı salonunda bir konferans toplanmaya başlarken dışarıdan gelen top sesleri de Osmanlı’da bir meşrutî yönetim meydana geldiğini ilân ediyordu. Özellikle Sırp Sorunu’nu çözmek üzere toplanan konferansa, artık Osmanlı ülkesinde bir meclis meydana geleceği, herkesin bu mecliste temsil edileceği ve dolayısıyla içişlerine müdahalelerin gerekmediğini bildiriyordu.
     
    Aslında Meşrutiyet ilân edilerek konferansın sonlandırılması amacı güdülmüştü. Avrupa devletleri bunu hoş karşılamadılar. Bunu bir siyasî taktik olarak gördüler ve haksız da değillerdi. Ama meşrutiyeti yalnızca bir siyasî taktik olarak görmek de hata olur. Zirâ bu hareket bir fikir hareketin ve onun siyasî uygulamalarının sonucuydu.
     
    “93 Meşrutiyeti” de denen bu meşrutiyet, Mithat Paşa’nın eseri sayılabilir. İyi bir yerel yönetici olan Mithat Paşa, hukukçu olmadığı gibi, meşrutiyet taraftarlığı da yalnızca bir hayranlıktan ibaretti. Hayran olduğu İngiltere’deki gibi bir rejimin, Türkiye’de tatbikinin ülkeyi kalkındıracağına gönülden inanmıştı. Mithat Paşa’nın hiçbir devletin Kanun-u Esasî’sini tetkik etmediği, Sultan II. Abdülhamit tarafından da belirtilmiştir.
     
    Meşrutiyet’in 113. maddesi, Tanzimat Fermanı ile kaldırılan “siyasî bakımdan sakıncalı görülen bir şahsı sürme hakkı”nı, tekrar getiriyordu. Yalnız bu sefer bu hak, ölene kadar iktidarda kalacağını düşünen Mithat Paşa eliyle padişaha tatbik ettirilmek üzere getirilmişti. İlk olarak da, Meşrutiyet’in tehlikeli olduğunu söyleyen bir paşayla iki kazasker sürülmüştü. II. Abdülhamit, bu sürülmenin Tanzimat’a aykırı olduğunu söylemiş, kaldırılmasını istemiş, istifa etme tehdidinde bulunan Mithat Paşa’yı ikna edememişti. Bu kanunsuz sürülme hakkı, Mithat Paşa’nın ailesine bile veda edemeden sürülmesinin yolunu açmıştır.
     
    93 Harbi yenilgisi(24 Nisan 1877), Meclis-i Meb’ûsân’a mâl edildi ve 18 Mart 1877’de açılan meclis, 13 Şubat 1878’de, açılışında mecliste tahtta oturan Sultan tarafından, anayasanın kendisine verdiği yetkiyle, 1908’e kadar bir daha açılmamak üzere kapatıldı. Ancak meşrutiyet fiilen kaldırılmış olsa da, hukuken yürürlükte kalmaya devam etmiştir. Her yıl salnamelerde adı anılır, üzerine yeminler edildi. Hatta toplanmamasına rağmen, Meclis-i Ayân üyelerinin isimleri ölene kadar salnamede yer aldı.
     
    I.Meşrutiyet’in ilânında Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi, Mithat Paşa ve Prens Mustafa Fazıl Paşa’nın büyük payları vardır. Bunların içinden Fazıl Paşa, Kahire(Mısır) sarayına mensuptu ve Mısır valisi olma hakkı ondan alınıp kardeşi İsmail Paşa’ya, Osmanlı fermanına rağmen ve Mehmet Ali Paşa aracılığıyla, verilmişti. Bunun için padişahı sevmeyen Paşa, Meşrutiyetçileri maddî olarak da desteklemişti.
     
    Üzerinde durulması gerekir: Ziya Paşa’nın, cumhuriyeti övüp monarşiyi yeren fikirleri bile vardı.(Ord. Prof. Dr. Recai Galip OKANDAN-Âmme Hukukumuzun Anahatları: C. 1-118-120)

    II. MEŞRUTİYET

    Reval Görüşmeleri İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı II. Nikola arasında yapıldı. Görüşmedeki ana konu, Almanya’nın büyümesinin engellenmesiydi. Ancak Almanya korkusu, görüşmelerden sonra yapılan açıklamalarda görüşmenin asıl konusunun “Makedonya’da yapılacak yenilikler” olduğu konusunda açıklama yapılmasına neden olmuştur. Bu da, Makedonya’daki İttihat ve Terakkicileri harekete geçirmiş, Makedonya’nın Osmanlı’dan ayrılması önlenmek istemiştir. İttihat ve Terakki’nin bulduğu çözüm ise, Meşrutiyet’in ilânıdır.
     
    Resneli Niyâzi dağa çıkıp “anayasa ilân edilmedikçe silah bırakmayacağını” söyledi. Bu ayaklanma büyük bir hareketin başlangıcı oldu. İttihat ve Terakkili subaylar ordunun depolarından silah alıp halka dağıtmaya başladı. Hareketin merkezi İttihat ve Terakki Manastır Teşkilâtı’ydı. Manastır’daki olayları yatıştırmak için yollanan Şemsi Paşa, bir subay tarafından, telgrafhaneden çıkarken öldürüldü. Padişah, Müşir Tatar Osman Paşa’yı, yanına Anadolulu birlikler vererek Manastır’a yolladı. Birliklerin çoğu İstanbul’dan çıkmayı reddetti. Gidenler de soydaşlarına silah çekmedi. İttihat ve Terakki’ye katılanlar bile oldu. Böylece yeni paşa da, Resneli Niyâzi tarafından dağa kaldırıldı.
     
    Resneli Niyâzi dağa çıktıktan iki gün sonra Manastır sokaklarında hükümeti “gayrimeşru” sayan ve meşrutiyetin ilânını isteyen bildiriler dağıtıldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti, 21 Temmuz’da Selanik’te yaptığı toplantıda, 23 Temmuz’da meşrutiyet ilân etme kararı aldı. Sonra Selanik, Manastır, Kosova başta olmak üzere bütün Rumeli, meşrutiyetin ilânını isteyen telgrafları padişaha yollamaya başladı. Bu telgrafların ilgi çekici yanı, padişaha karşı saygılı bir dil kullanılmış olmasına rağmen meşrutiyet ilânı isteminden kesinlikle taviz verilmemesidir.
     
    Padişahın isteksiz davranması üzerine İttihat ve Terakki Manastır Teşkilâtı, ordudan ve Rumeli halkından aldığı büyük destekle, 23 Temmuz’da 21 pare top atışıyla meşrutiyeti ilân etti. Selanik Genel Merkezi de bu eyleme katıldı.
     
    Genç Türk hareketi, toplumsal olmaktan çok siyasîydi. Saraya yollanan telgraflar, bazı komitacıların dağa çıkması ve iki cinayet, İttihat ve Terakki’yi Sultan Abdülhamid’e ispatlamaya yetmişti. Padişah için yapacak şey kalmamıştı. Direnmek kâr etmiyordu. “Kanun-u Esasi’yi ben tesis etmiştim. Mademki milletim bu kanunun yine mer’iyetini istiyor, ben dahi verdim.” diyerek 24 Temmuz’da meşrutiyetin ilânı kararını açıkladı.
     
    Meşrutiyet “hürriyet” demekti. Herkesi memnun etti. Daha sonraları o kadar da hür bir yönetim olmadığı anlaşıldıysa da, o gün Müslüman hocalarla Rum ve Bulgar papazlar sokaklarda kucaklaşmaktan geri kalmadılar.
     
    İngiltere, Fransa ve Almanya bu yönetim biçimi değişikliğinden memnun oldu. Rusya, Osmanlı Devleti’nin güçleneceği ve bunun kendi imparatorluğunda yaşayan milletleri de etkileyeceği düşüncesiyle rahatsız oldu. Avusturya ise, bunu Bosna-Hersek’in ilhakı için bir fırsat bildi.
     
    II. Meşrutiyetçilerin arasında her ırktan, her dilden ve her tür siyasî görüşe mensup insan vardı. Amaçları, istibdat idaresini yıkmaktı. Bu gençlerin istedikleri değil, istemedikleri aynıydı. Hepsinin şikâyet ettiği şey, padişahın yönetim biçimiydi. Ama padişah tahttan indirildikten sonra Osmanlı’nın ne olacağıyla ilgili fikirler birbirinden çok farklıydı.
     
    II. Meşrutiyet’i ilân edenler, kendilerinden önceki bütün yenilikçiler gibi, Osmanlı’nın yıkılmasını engellemek iddiasında idiler. Onlara göre çöküş hâlindeki yapıyı kurtarmak ve yenilemek için toplumun yapısını değiştirmek gerekliydi. Türkiye’yi modern dünyaya sokacak bir toplumsal iyileştirme, hayatta kalmak için çok önemliydi. Ancak ortaya koydukları akılcı sistem, ayrıcalıkları eski düzenin devamına bağlı olan herkesi yabancılaştırdı. Bu nedenle Müslüman Araplar ve Arnavutlar da, bu girişimlere Hıristiyan Rumlar, Slavlar ve Ermeniler kadar tepki gösterdiler.

    II. MEŞRUTİYET CUMHURİYETİN ALTYAPISINI HAZIRLIYOR

    I. Dünya Savaşı yenilgiyle sonuçlanmış olsa da, General Towsend’in Irak’ta yenilgiye uğratılması ve özellikle Çanakkale Zaferi, Türklerde bir özgüven meydana getirmişti. Türkler bu savaşı kazanarak yaşama hakkı kazandıklarına inanıyorlardı. 1918’de Çarlık Rusya yıkılır ve Brest-Litovsk’la Ruslar “barışa yelken açarken” Balkanları kaybeden İttihatçılar, Kafkaslarda yeni bir imparatorluk hayali kuruyorlardı. Bu kendine güven ve eşzamanlı olarak iyice artan padişaha güvensizlik, yeni Türk Devleti’nin kurulmasında çok önemli bir yere sahiptir.
     
    Savaştaki bütün olumlu işlere rağmen, savaşın yıkıcı etkisi yapıcı etkisinden daha fazla olmuştu. Bir mecburiyetten ve güvenlik sorunundan doğan Ermeni Tehciri, Türk Gücü’nü kırmak için Batı’nın tam da aradığı fırsattı. Ciddi araştırmalar 10.000 kadar Ermeni’nin öldüğünü, 40.000 kadar Ermeni’nin de kaybolduğunu veya akıbetinin bilinmediğini söylerken Batı, Ermeni Devleti kurma iddiasında olan Nubar Paşa gibilerinin verdiği 100.000-600.000 arasında, sanırım o günkü enflasyon oranlarına paralel olarak değişen rakamlara itibar ediyorlardı. Ayrıca Britanya mandası Irak’la, kurulup yine manda yönetimine devredilmesi planlanan Türk Devleti arasında tampon bölge olarak bir Kürt Devleti kurulması planlanıyordu. Müttefikler amaç birliğini sürdürebilselerdi, Osmanlı’nın ve kurulacak olan yeni Türk Devleti’nin işi gerçekten zor görünüyordu. Ancak gerek müttefiklerin kendi aralarında anlaşamaması, gerek Mustafa Kemal’in her şeyi planlayarak ve dâhice bir zamanlamayla yapma gayreti ve gerekse bunların hepsinin Türk Milliyetçiliği’ni beslemiş olması bir şanstı.
     
    Osmanlılarda Batılılaşma, imparatorluğun çöküşünü durduramadığı gibi, hızlandırdı da. Çünkü bunu Batılı ülkeler, Osmanlıları Batı’ya uydurmaktan çok siyasî ve ekonomik denetime almak olarak algılarken bu olgu, Osmanlı’da karşılığını Batı’yı taklit etme veya Batılı bir ülkenin desteğini sağlama olarak buldu. Böylece imparatorluk ya Rus, ya İngiliz, ya Fransız veya Alman etkisine girdi. Bu çeşitli devletlerin çeşitli etkileri, en sonunda yabancı devletlere Anadolu’yu işgal etme imkânı sağladı. Kaderin cilvesi, düşmanın Anadolu’ya ayak basmış olması, İstanbul’daki bütün yönetim organlarının meşruluğunu yitirmiş olması ve Mustafa Kemal faktörleri bir araya gelmişti.
     
    Ülkede, karşıt düşüncelerin kısıtlamaları olmasaydı, anayasacılığın ülkeyi kurtaracağına inanan kişi sayısı çoktu. Bu düşünce en sonunda anayasalı rejimlerin en ilerisi olarak görülen cumhuriyetin ilân edilmesine ortam hazırlamıştır. Ama ATATÜRK’ün anayasacılığı, I. ve II. Meşrutiyetçilerinki gibi çözüm getirmeyen, sorun yaratan bir düş değildi. Onun anayasacılığı, “millî egemenlik” temelinde padişah ve düşmana karşı yürüttüğü savaşta kullandığı silahı olduğu kadar, toplumu çağdaşlaştırırken inandığı amacıydı. Onun için demokrasi, bazılarının sandığı gibi bir “araç” değildi.
     
    Türk Siyasî Tarihi’nde “kut inancı” bir gelenektir. Hükümdara yönetme hakkının Tanrı tarafından verildiğine inanılır. Bu görüş daha sonraları Osmanlı Padişahı’nın “Tanrı’nın Gölgesi” olduğu şeklinde kendisini göstermiştir. Tanrı tarafından görevlendirilen hükümdara karşı çıkmak, bir bakıma Tanrı’ya karşı çıkmak demektir. “Kut inancı” Türk Milleti’nde “tabandan tavana” hareketlerin gelişmesini ve itibar görmesini engellemiştir. Yani padişah ülkeyi ne kadar kötü yönetirse yönetsin, ülke nasıl bir çıkmazın içinde bulunursa bulunsun bu gelenek sürdürülecek, “Tanrı’nın Gölgesi” hükümdara karşı çıkılmayacaktır. Halkın yönetime katılmasını engelleyen bu durum, temel dayanağı halkın yönetimi olan cumhuriyet rejimi ilân edilirken de varlığını sürdürmüş, Batı’da olanların aksine, cumhuriyetin “halk için; halka rağmen” ilan edilmesine neden olmuştur. İşte “Türkiye’de Batılılaşma Hareketleri” diyebileceğimiz bu eylemlerin tarihi, yöneticilerin halk için yenilikler yapmaya çalışması ve halkın bunların değerini anlayamaması, bunları kabul edememesinin örnekleriyle doludur. Bir başka deyişle, “Türkiye’de Batılılaşma Hareketleri”nin tarihini şekillendiren öğe “kut inancı”dır.

    Batılılaşma Hakkında Görüşler

     Atatürkçüler:
     'Muasır Medeniyet' seviyesine gelmek gerekir milli değerler kaybedilmeden medeniyet batı-doğu ayrılmaksın millete getirilmelidir.
     Sol:
     Biz Doğuluyuz, asla Batılı değiliz. Batı'nın tekniğini, bilimini alırız.
     İslamcılık:
     Tanzimat'tan beri yapılan devrimler sahtedir, halka rağmendir. Laiklik, dinsizliktir. Cumhuriyetin kendisi hürriyetçi değil istibdattır. Batılılaşmak diye ilim ve teknik yerine dalalet ve sefahat alınmıştır. Bizim kültürümüz İslam'dır. Medeniyetler ayrı ayrıdır. Batı zalimdir, sömürücüdür.
     Sentezciler:
     Batı kültürü taklittir. Oysa milli kültürümüzü Batı tekniğiyle birleştirebiliriz. İslam bunun engeli olamaz. Doğu-Batı sentezi yapmak zorundayız.
     Ulusalcılar:
     Her milletin kendi öz kültürü vardır. Dili, dini, değerleri değişmez. Batı emperyalisttir. Kültür emperyalizmi ile dilimizi, dinimizi bozmak, vatanı parçalamak istemektedir. Sahte aydınlarla Batılaşma olamaz.
     Batıcılar:
     Her şeyin iyisi Batı'dadır, dincilik buna engel olmaktadır.
     Milliyetçiler:
     Türk kültürü esastır. Laiklik, Türk kültürüne göre yorumlanacaktır. Osmanlılık yeni bir anlayışla devam edecektir.
     Halk:
     Batılılaşma ancak Türk kültür ve değerlerine uygun ölçüde uygulanırsa işe yarar.


    İlgili bulmaca soruları:
    1. garplılaşmanın neresindeyiz
    2. garplılaşma
    3. garplılaşma hareketine umumi bir bakış özet
    4. garplılaşmanın neresindeyiz pdf
    5. garplılaşma hareketi nedir
    6. garplılaşmak ne demek
    7. garplılaşmanın neresindeyiz özet


    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Kolay Bulmaca Cevabı Bulma Robotu

    Cevap Yaz

    Bilgilendirme: Bulmaca sözlüğümüzde Haberturk, Hürriyet, Sözcü ve Posta gazetesinin günlük kare ve çengel bulmacalarının cevapları ve Bulmacahane, CodyCross, Words Of Wonders Guru, WOW Guru gibi bulmaca oyunlarının cevapları yayınlanmaktadır. Ayrıca diğer gazete bulmaca cevapları, bulmaca kitabı, çapraz, karışık bulmaca cevaplarınıda sözlüğümüzde bulabilirsiniz. Bulmaca sözlüğümüzden arama yaparak bulmaca sorunuzdaki cevabı kolayca bulabilirsiniz. Eğer cevap henüz sitemize eklenmemiş ise soru sor butonuna tıklayarak hemen cevap verilmesini sağlayabilirsiniz.

    Yakın zamanda para ödüllü online bulmaca çözebileceğiniz bulmaca servisimiz yayına alınacaktır. Günlük, haftalık, aylık ve yıllık olarak en iyi bulmaca çözenler listelerimiz olacak.

    Sözlüğümüzde cevabını bulabileceğiniz bulmaca çeşitleri: CodyCross bulmaca soruları, çengel bulmaca, kare bulmaca, sudoku bulmaca, rakam bulmaca, kelime şifre bulmaca, altıgen çengel bulmaca, halka bulmaca, sözcük avı, yapboz bulmaca, labirent bulmaca, mozaik bulmaca, resimli kelime bulmaca, 7 farkı bulun, lekare bulmaca ve kim milyoner olmak ister soruları ve cevapları.

    Ayrıca bulmaca cevapları sözlüğümüzde aradığınız kelimenin eş anlamı, mecazen ve mecaz anlamları, eski dildeki karşılıkları, osmanlıca karşılıklarıi, zıt anlamlarını bulabilirsiniz.

    Unutmayın bulmaca çözmek zekanızı geliştirdiği gibi çağımızın en kötü hastalıklarından biri olan alzheimer içinde doktorlar tarafından en önerilen çözümlerden biridir. Şimdiden güzel, sağlıklı günler dileriz..



    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.