Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Geçmişten günümüze kılık kıyafet değişimi nelerdir

1 .sınıf öğrencisinin anlayacağı şekilde geçmişten günümüze kılık kıyafet değişimi nelerdir? Eskiden Giyilen kıyafetlerle Günümüzde Giyilen kıyafetleri karşılaştırınız?

Bu soruya 8 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Ödevci_8

    • 2015-04-13 13:09:11

    Cevap : Birinci sınıf öğrencisine göre şöyle anlatabiliriz;

    Giyim kuşam zaman, kültüre, coğrafyaya göre değişir. Eskiden ilk zamanlar sadece örtünmek için giyinilirken zamanla güzellik veya yaşanılan bölgenin şartlarına göre değişmeye başlamıştır. Örneğin kutuplara yakın yerlerdeki insanalr hayvan postu giyerken ekvatora yakın sıcak yerlerdekiler incecik örtünme bezleri kullanmışlardır. 

    Zamanla her coğrafya kendi giyim kuşamını yaratmış bu nedenle giyim kuşam biçimleri içinde bulundukları şartlara göre değişmiştir.

    Oysa günümüzde internet ve televizyon sayesinde dünya küçülmüş globalleşmiş ve bütün kültürlerin kıyafetlerini herkes görür yapar beğenir giyer olmuştur. Uçaklar sayesinde çok uzak mesafeler kısalmış turistik bir gezide oranın kıyafetlerini alıp giyer olduk. 

    Asıl önemlisi artık nerdeyse tüm dünyadaki insanların giyim kuşamı tek tipleşmeye başladı. Moda akımları neyse insanlar onları giyinmeye başladı.

    Benden bu kadar başarılar.



    Diğer Cevaplara Gözat
    Geçmişten günümüze kılık kıyafet değişimi nelerdir

    Sunum İçeriği

    Cevap Yaz Arama Yap

    Admin

    • 2015-04-13 12:58:05

    Cevap : I. Eski Dönem Türklerinde Kıyafet
    Eski Türklerin kıyafetleri konusunda gravürler ve birtakım tarihi kalıntılardan bilgi edinilmiştir. Eski Türkler gerek göçebe hayatın gereği gerekse hayvancılıkla uğraşmalarından dolayı Orta Asya’da daha çok deriden yapılmış rahat kıyafetleri tercih etmişlerdir. Bir iç don, üste giyilen kaftan, çapan, şapan ya da çarpıt denilen bir çeşit hırka, ceket ya da palto ve ayağa giyilen çizme ve çarık bozkır kültürün dış giysileriydi. Kadınların giysileri ise şalvar, cepken ve ayakkabı ile başlıklardan oluşmuştur. Şalvar veya pantolon giymek rahatlık bakımından savaşçı kavimlere özgü bir giyimdi. Hunlardan itibaren atlı birliklerin kurulmasıyla, pantolon giyilmesi zorunlu olmuştur. Üzerine de kaftan ve şalvar giyilmiştir. Giysilerinin kumaşı seyahatte ve savaşta deriden, gündelik yaşamda kumaştan yapılmıştır. Çizmeler ise deri ve keçeden olup yarım ya da uzundu. Yerleşik hayata geçişle birlikte dokuma giysiler giyilmiştir. Eski Türklerde ve Selçuklulardaki giyim tarzının birbirine benzediği yalnız Selçuklu kıyafetlerinde kadını erkekten ayıran en önemli unsurun baş kısmında olduğu görülmüştür. Kadınlar başörtüsü olarak bürüncük ve yaşmak kullanmışlardır.3 Eski Türklerde giyim eşyası olarak koyun, kuzu, sığır, tilki ve biraz ayı derisi ile koyun, keçi, deve yünü kullanılırdı. Bozkırın tipik elbisesi caket- pantolon idi. Çünkü süvari en rahat şekilde böyle giyinebilirdi. Başka kavimler kopça kullandıkları halde, Türkler düğme kullanırlar ve caketlerini, Çinliler ve Moğolların aksine sola açarlardı. Soğuk ve sıcak havalarda giyilen pelerinler kullanırlar, ayaklarına çizme, başlarına börk giyerlerdi. İleri gelen makam sahipleri, başlıklarının daha uzun ve gösterişli olmasından tanınırdı. Hun, Göktürk, Uygur, Avar ve Hazarlar, Oğuzlar ve Bulgarlara ait belgelere göre genellikle sakallarını kestiren Türk erkekleri, uzun kesilmiş saçlı ve bıyıklı idiler. Attan inmek, börk ve başlıkları çıkarmak saygı işaretiydi.4

    Eski Türklerden Uygurların kürk ve süslü şapkalar giydikleri, kadınları hotozlu şapkaları ve samur derileri, beyaz keçeleri ve zamanın çok değerli ve ünlü çiçeklerle süslenmiş kumaşları olduğu bilinmektedir5 .

    Eski zaman ordularında herkes istediği gibi giyinerek savaşa gitmişlerdi. Fakat her toplumun kıyafeti kendine özgü olduğundan herkes yurttaşlarını giysilerinden tanımaktaydı. Eski Yunan ahalisinden Ispartalıların kırmızı elbise giyerek savaşa gittikleri Romalıların ise asker için üniforma kabul ettikleri bulgulardan anlaşılmaktır. İslamiyet’in ortaya çıkışında her Müslüman cihat görevi ile yükümlü olduğundan askeri kıyafet konulmasına gerek görülmemişti.

    II. Osmanlı Döneminde Kıyafet
    Osmanlılarda kıyafet, toplum yaşamının bir ifadesi olup, giysinin kumaşı kadar, renginin de bir anlamı vardı ve giyenin ait olduğu toplum düzeyini yansıtmaktaydı. Sarayda giyilen kumaş, biçim ve renkte kıyafeti halkın giymesi yasaklanmıştır. Ayrıca, giyenin mevkii ne olursa olsun, giysileri giydiği yere ve zamana göre değişmektedir. Törende ve seferde giyilenler günlük giyilenlerden farklıydı. Kıyafet hakkında seyahatnameler ve yabancıların hatıraları önemli bilgiler vermektedir. Osmanlı Döneminde 1554’den 1562’ye kadar Avusturya elçisi olarak görev yapan Ogier Ghiselin de Busbecq bu süredeki gözlemlerini arkadaşına yazdığı mektuplarında: Türklerin felaketi hatırlattığı için siyahı sevmediklerini ve daha çok yeşili tercih ettiklerini anlatmıştır. Ayrıca; başları sarıklı büyük bir kalabalığa bakıldığında, bembeyaz ipekli kumaşlara bürünmüş, bir renk cümbüşünün yaşandığını ve o zamana kadar böyle bir manzarayı görmediğini itiraf ettikten sonra bu kadar zengin ve göz alıcı görünüşte bile bir sadelik ve tutumluluk olduğuna dikkat çekmiştir. En üstten en alt kademedeki memura kadar hemen herkesin aynı biçimde elbiseler giydiklerini, Türklerin elbiselerinin boyunun topuğa kadar uzun olduğunu bunun da onları iri yarı ve uzun boylu gösterdiğini, kendilerinin ise elbiseye hesapsız para harcandığını ve elbisenin boyunun kısa ve dar olduğunu bunun da vücudun bütün hatlarını olduğu gibi meydana çıkardığını bu durumun da adamın boyunu kısa ve adeta cüce gösterdiğini yazmıştır6. 16.yüzyılda Türkiye’ye gelen İngiliz seyyah F. Moryson ise o dönemde giyilen başlık ve külahlar ile üzerine sarılan tülbentlerden erkek ve kadın giysileri ile aksesuarlarından geniş örnekler vermektedir.7

    Bu konudaki bir başka örnek 18.yüzyılın başlarında Osmanlı’ya ait gözlemlerini anlatan Lady Montagu’nun mektuplarıdır. 1 Nisan 1717’de Edirne’den Kontes…ye yazdığı XXVIII. mektubunda Montagu, üzerindeki kıyafetinden hareketle Osmanlı giyimini şöyle tasvir etmiştir:”…Çok geniş bir şalvarım var. Bu şalvar gayet ince, gül penbesi, kenarı sırmalı damiskadan yapılmış. Terliklerim beyaz deriden ve sırma işlemeli. Şalvarın üzerine beyaz ipekten, etrafı kamilen işlemeli bir tül gömlek sarkıyor…Entari, adeta vücuda göre biçilmiş bir caket…beyaz Şam kumaşından…Uzunluğu ayaklarıma kadar…Kürk, Türk kadınlarının bazan giydikleri, bazan çıkardıkları bir ev libası…Başa kalpak denilen bir serpuş giyiliyor” dedikten sonra çeşitli işlemelerden söz etmiş ve devamla” Türkiye’de güzeller İngiltere’dekinden daha çok ve hepsi de mütenevvi. Burada hiçbir kadına tesadüf edilmez ki güzel olmasın. Hemen hepsi de kara gözlü, tenleri dünyanın en güzel renginde. Bence İngiltere Kral Sarayı bütün Hıristiyanlık âleminde en güzel kadınların bulunduğu bir yer ise de, orada da buradaki kadar güzel yok..Gözlerinin etrafına sürme çekiyorlar, bu suretle kirpikleri aydınlıkta ve hele gündüz oldukça bir mesafeden parlıyor. Bunu Rum kadınları da kullanıyor…”8. Bir başka hatıratta ise 19.yüzyılın Osmanlı İstanbul’unda kıyafetlerin çok şaşırtıcı olduğu, aynı şekilde giyinmiş iki kişiye rastlanamayacağı belirtilerek, başa sarılmış, şallar, kareli mintan ve cepkenler, ruhban kıyafetleri ve yeşil, turuncu, sümbül renkli feracelerden ipek gömleklere, sırma işlemeli mendillere kadar Türk kadın kıyafetlerini hayranlıkla seyredilebileceği belirtilmiştir9.

    Osmanlı’da Hıristiyanların yaşayış biçimleri Müslümanlardan ayrılmış ve bunların kendilerine benzememeleri konusunda dinî bir titizlik gösterilmiştir. Hıristiyanlar yaşayışlarında ve giyimlerinde birçok kayıtlara tabi tutulmuşlardır. Türklerin gayrimüslimlere olan üstünlüğüne büyük bir özen gösterildiği kadar Hıristiyanlar arasındaki merasim silsilesine de riayet edilmiştir. Rumlar ön safta olmak üzere Ermeniler ve daha sonra da Yahudiler gelmiştir. Gayrimüslimlerin kıyafetleri divandan çıkan hükümlerle belirlenir, onlar bu hükümlerin belirlediği kıyafet dışında elbise giyemezler, aksi halde cezalandırılırlardı. Gayrimüslimlerin kıyafetleri de birbirinden farklı kılınmıştı.10 Osmanlı’da her kesimin değişik şekillerde belirlenmiş kıyafetleri vardı. Bunun dışına çıkanlar uyarılmışlardı.
    Osmanlılar, Yeniçerilerin halktan ayırt edilebilmesi için askerî kıyafeti kabul ettiler. Bundan 121 yıl sonra Fransa’da bazı süvari bölükleri için üniforma kabul edildiğine bakılırsa, askerî kıyafeti ilk kez Osmanlıların kullandığı söylenebilir.

    Dinen “elbisenin hayırlısı beyazdır” hadisi gereği Selçuklu ve Osmanlıda beyaz renge önem verilmiştir. Ferace, Fatih dönemine kadar Osmanlı Sultanlarının kıyafeti olmuştur. Osmanlılarda ayakkabılar da rengine göre farklılık göstermekte olup, subaylar sarı, erler kırmızı, ulema ise mavi renkte ayakkabılar giymişlerdi11.

    Osmanlı kadın giyiminde zaman içinde entari, şalvar ve gömlek ile ceket ve etek olarak üç tip kıyafet kullanılmıştır. Sokağa çıkan kadınlar kıyafetlerini ferace veya çarşafla tamamlarlardı12. Yüzlerini de yaşmak denilen bir örtü ile örterlerdi. Feraceler toz pembe, havai mavi, açık yeşil gibi uçuk renkte yapılan bol bir giysidir. Evde modası pek değişmeyen şalvar giyilmiştir.

    Tho.Mc.Lean isimli bir İngiliz, 1818’de Londra’da Türk Askeri Kıyafetleri üzerine yazdığı eserinin önsözünde özetle şunları söylemiştir: “Türkler güzel bir cins halk diye tabir olunabilir. Genel seviyeden yüksek boylu olanlar hayli derecede zarafet sahibidirler… Vakarlı ve ruhlu simaları vardır. Bu güzelliklerinden bazıları ihtimal kıyafetlerinin şekil ve tarzından ileri geliyordu. Türklerin kıyafet ve elbisesi genelde giyenlerine önem ve itibar verecek ve hatta heybetli gösterecek şekilde hesap edilmiştir. Muhteşem bir sarık, zengin ve iri katları ile başı sarmakta genelde kıymetli kumaştan ve enfes güzellikte olan bol ve sarkık bir kaftan vücut ve endamı kaplamakta, güzel bir kuşak ile bel tarafı sarılmakta yatağan, hançer, piştovlar ve diğer silahlar kuşağın arasına sokulmakta ve gayet değerli Şam işi palanın kumaştan sarkmakta olduğu görülmektedir. Güneşten yanmış yüzüne siyah gözleri zarif bir güzellik vermektedir. İri bıyıkları ise aynı zamanda hem sevimli hem de seçkin olan bir çehreye sertlik ve şan vermekteydi.”13

    Anadolu’da giyimin tarihi M.Ö. 7000 yıllarına kadar uzanmakta olup, pek çok kavmin etkisiyle meydana gelmiştir. Anadolu’daki kadın erkek kıyafetleri günümüze kadar belli bir senteze ulaşarak gelmiştir14. Türk kadınları manto gibi uzun bir elbise olan feraceyi 18.yüzyılın başlarına kadar giymişler, ancak II.Abdülhamid devrinin ortalarında giyilmesi yasak edilmiş, daha sonra yerini çarşaf almıştır15.

    Osmanlı döneminin başlarında askerden başka herkesin istediği gibi giyindiği yalnız asker ve memurların elbise ve kıyafete tabi oldukları görülmüştür. Herkesin hangi sınıf memur ya da asker olduğu başındaki kavuğundan, sırtındaki kürk ve cübbesinden anlaşılırdı. Sakal mülkiye ve ilmiye sınıfına özgü olup asker sakal bırakmazdı. Özel kanunlarla her askerin kıyafeti belirlenmişti.

    Osmanlı’da Avrupa modasını ilk takip edenler saraya ve üst sınıfa mensup Müslüman kadınlar olmuştur. Dolayısıyla kıyafetteki değişim ilk önce sarayda başlıyor, sonra mali durumu iyi olan ailelerde, daha sonra da halkta görülüyordu. Batılı giyim önce eldiven, çorap gibi aksesuarlarda başlamış, zamanla dış giyimi etkilemiştir. Avrupai kıyafetler ekonomik duruma göre ya kendileri giderek veya orada yaşayan yakınları aracılığıyla Paris’ten getirtilmiş veya diktirilmiştir. Bu gelişmeler sonucu 19.yüzyılın sonunda ferace ve yaşmak zamanla kaybolmaya yüz yutmuş ve II.Abdülhamid döneminde feracenin yerini peçe ve çarşaf almaya başlamıştır.

    Osmanlı topraklarına gelerek 1490’larda İstanbul’a yerleşen Yahudilerin de kıyafetleri kendine özgüydü. Levi’ye göre Yahudi kıyafetinin gelişiminde üç unsur etkili olmuştur. Bunlardan biri Anadolu topraklarında yaşayan Bizans Yahudilerinin (Romaniyot) geleneksel kıyafeti; diğeri İspanya’dan Osmanlı topraklarına sığınan Yahudilerin beraberinde getirdikleri İspanyol giyim tarzı bir diğeri ise Osmanlı Türk giyim anlayışıdır. Osmanlıda kıyafet kişisel zevkten öte bir konuydu ve toplumsal hiyerarşinin korunmasındaki temel unsurlardan biriydi. Müslüman kesim ile gayri Müslim arasındaki farkın belli olması ve gayri Müslimlerin giyimlerinin daha gösterişli olmasını önlemek için padişahlar yayınladıkları fermanlarda şu konulara dikkat çekmişlerdir: 1-Tüm ‘kafirler’ gibi İslam dininde kutsal olan yeşil renk Yahudilerde yasaktı. Beyaz özellikle Müslümanlar tarafından başlıklar için kullanılırdı. Yahudilerin özellikle dış sokak giysileri genelde koyu renk veya siyahtı. Ayakkabılara da aynı kısıtlama getirilmekteydi. Müslümanlar sarı, Yahudiler siyah renk ayakkabı giyiyorlardı. 2-Yahudiler tarafından kullanılan kumaşlar Müslümanların kullandıkları kumaşlardın daha lüks veya kaliteli olamazdı. 3-Başlıklarda kullanılan kumaş uzunluğu ve cübbenin genişliği belli ölçülere uymak zorundaydı. Aslında kıyafet ayrımını Yahudiler de istemekteydi. Bu, Tevrat’ta yer alan “Oturduğun Mısır diyarının veya seni götürdüğüm Kenaan topraklarının alışkanlıklarını taklit etmeyeceksin ve adetlerini uygulamayacaksın” buyruğunun da gereğiydi. Yahudi erkekler Yahudi olmayanlardan sadece elbiselerinin rengi ve taktıkları başlıklarla ayırt edilmekteydiler. Başlarına yukarı doğru silindir şeklinde bir başlık takmaktaydılar. Başlığın alt kısmı renkli bir türbanla çevriliydi. Dönemin Yahudi kadınları, koyu renk cübbe, başlarını örten geniş şal giyerlerdi. Gün içinde şalvar ve elbise gibi rahat giysiler tercih edilirdi ve bu giysilerin türleri yöreye göre değişirdi16.

    Osmanlı Sarayında Sultanlar giyim kuşamlarına çok önem vermişler, pahalı ve lüks kumaşlardan dikilmiş kaftanlar giymişlerdir. Sultanlar günlük yaşamlarında altta şalvar, üstte gömlek veya iç entarisi üzerine de kısa veya uzun kaftan giyerlerdi. Hem erkek hem kadın giysisi olan feraceler ile kaftan17 ve her padişahın farklı isimlerle anılan başlıkları vardı. Bayramlarda, cenaze ve tahta çıkma törenlerinde, elçi kabullerinde, savaşta giyilen giysiler ve renkleri değişirdi. Çocukların da kendilerine göre olan giyimleri18 18.yüzyıla kadar geleneksel olup, bu yüzyıldan sonra Batının etkisine girmiştir.

    Kısacası, Osmanlı’da elbiseden ziyade özellikle başa giyilen başlıklar önemliydi19. Erkeklerin başlarına giydikleri sarık, rütbe ve makamı belirlerdi. Askerî ve sivilin kıyafeti ile kadınların kıyafeti ayrı ayrıydı. Kıyafet ve özellikle başlık bir insanın dinini ve sosyal statüsünü belirleyen önemli unsurlardı20.  II.Mahmud dönemine kadar geleneksel giyim tarzı uygulanan Osmanlı’da saray mensupları ile devlet görevlileri ve askeri kesimin uyulması zorunlu olan kıyafetleri olmuştur. Dini ve etnik azınlıkların da özel kıyafetleri vardı.
    Batı karşısında 17.yüzyılın sonlarından itibaren yenilerek toprak kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti’nde yenileşme hareketlerine başlanmıştı. İki yüz yıllık dönemi kapsayan bu süreçte zamanla Batılılaşmanın boyutları genişlemiş ve eğitim, hukuk, siyaset gibi alanlara, dolayısıyla dış görünüşe yani kıyafete de yansımıştı. İlk yenileşme orduda olduğu için bu konudaki ilk değişim de askeri kıyafette meydana gelmiştir. III.Selim’in (1789-1807) gerçekleştirdiği Nizam-ı Cedid hareketiyle aynı ismi alan yeni Avrupaî bir ordunun kıyafetinde de eskiden uzaklaşma başlamıştır. II.Mahmud dönemine (1808-1839) gelindiğinde 1826’da Yeniçeri Ocağını kaldırılarak Avrupaî tarzda Asakir-i Mansure-i Muhammediye adında bir ordu kurulmuştur. Yeni ordunun kıyafeti Batı tarzında ceket ve pantolon olarak düzenlendi. Yeniçeri kıyafetlerindeki askeri sınıfların, rütbelerin farklı renk ve biçimdeki başlıkları yeni askerî kıyafetle terk edilerek tek örnek elbise ile başlık olarak da mavi püsküllü Tunus fesi kabul edilmişti21. Tunus’a elli bin fes siparişi verilmiş22 ayrıca yeni ordunun çeşitli ihtiyaçları için modern fabrikalar kurulmuştur.

    Kürk, II.Mahmud döneminden sonra kullanılmağa başlanmış ve Rusya’dan getirilmiş olan bu kürkler Ruslar için Osmanlı ülkesinde önemli bir ticaret aracı olmuştur23. Asker ve memurlar için devleti temsil ettiklerinden düzenli olması için setre ve pantolonu kabul etmiştir. Halkı ise serbest bırakmıştı. Halk için “başı bozuk” deyiminin kullanılması, istediği şerpuşu giymesinden ileri gelmiştir24.
    II.Mahmud’un neden kıyafetle uğraşıp ele aldığını ve bu inkılâbın önemini o tarihte İstanbul’da yaşamış olan bir İngiliz gazeteci şöyle belirtmiştir: “Kıyafette ıslahı meydana getirebilmek için fazla enerji sarf edildi. Çünkü kıyafet halkı Avrupalılardan ayıran büyük bir maniaydı II. Mahmud Batı kıyafetini önce kendisi benimseyen ve isteyenlerin de sakallarını kesebileceklerini irade eden ve yeni kurduğu ordusunu tam bir Avrupa ordusu olarak görmek isteyen bir padişahtı. Başa kavuk yerine fesin geçirilmesi, şalvar, cepken setre, pantolon giyilmesini sağlamak istemişti. Yenileşme hareketlerinde çok ileri gittiği için muhafazakâr çevreler tarafından gavur padişah olarak anılmıştır” 25.

    Falih Rıfkı’ya göre, Doğu milletlerini batılılaştırmakla, eski kıyafet ve başlıkları değiştirmek bir arada gitmiş bu yüzeyselcilere göre bir benzeme ve şekilce farksızlaşma, devrimcilere göre kafanın dışını değil içini değiştirme sayılmıştır. Büyük Petro da Ortodoks Ruslara kalpak yerine şapka giydirebilmek için Moskova şehrinin etrafını topçu bataryaları ile çevirmişti.26

    Kılık kıyafetteki düzenleme sivillere de uygulanmış ve çeşitli memur sınıflarının kıyafetlerini belirleyen iradeler yayınlanmıştı. Cübbe ve sarık yalnız ulemanın giysisi olarak kalacak, diğer siviller ise tek başlık olarak sadece fesi giyeceklerdi. Özellikle kadın kıyafetlerinden ”ferace ve yaşmak“ değişikliğe uğramıştır. 1880’lerde feracenin yerini çarşaf almaya başlamıştır27. Bu dönemde hanımlar da beyler gibi Avrupa modasını takip etmeye başlamışlardır. İstanbul hanımları Paris ve Londra modasını izlemişlerdir28.

    1908’de Meşrutiyet’in ilânıyla özgürlük, eşitlik, kardeşlik fikirleri önem kazanmıştı. Basından sansürün kaldırılması ve fikirlerin özgürce ifade edilmesi üzerine Batıcılık, Türkçülük ve İslâmcılık adıyla anılan bazı fikir akımları doğmuştur. Bu akımların temsilcileri çıkardıkları gazete ve mecmualarda Batı karşısında geri kalan ve çözülen devletin kurtuluşu için çözüm önerileri getirmişlerdir. Bunlardan Batıcılık akımı temsilcilerinin başta Abdullah Cevdet olmak üzere toplumun gelişmesi, içinde bulunduğu durumdan kurtulması için savundukları fikirlerini İçtihat isimli yayın organlarında, 1912 yılında Kılıçzâde Hakkı imzalı ‘Pek Uyanık Bir Uyku’ başlıklı yazıda ortaya koymuşlardır. Bunlar çağdaşlaşmayı ‘ya garplılaşırız ya da mahvoluruz’ sözleriyle açıklarlarken, Batının gülü ve dikeniyle birlikte alınmasını istemişlerdir. Kadın konusunda tek eşle evliliği, Avrupa medenî kanununu, kadınların tıp tahsili yapmalarını ve adab-ı muaşeret kuralları çerçevesinde dilediği gibi giyinmesi gerektiğini; fesin yerine yeni bir serpuş giyilmesini, sarık ve cübbenin yalnızca din adamları tarafından giyilmesi gerektiğini savunmuşlardır.

    İslamcılar dinî ve manevî değerlerin korunmasını ve kadının tesettüre riayet ederek istediği eğitimi alabileceğini ve istediği işte çalışabileceğini ileri sürmüşlerdir. Türkçüler ise dil, tarih ve kültürde büyük Türk birliğini, kadının kıyafeti konusunda ise, onun giysisinden ziyade aile ve toplum içindeki eğitim, çalışma ve sosyal hakları üzerinde durmuşlardır29.

    1908 sonrası Avrupaî giyim tarzı dinî ve millî değerlerle birlikte ele alınmıştır. Bu dönem kadın dergilerinde giyim, iffetle ve millileşme ile bağlantılı olarak değerlendirilmiştir. Giyimde milli ürünlerin kullanılması tercih edilmiştir.

    Bir dönem Avrupa kadın modasına örnek olan Türk kadınının kıyafetleri özellikle başına sardığı örtülerin ‘Türk türbanı’ diye resimlerde yer alması onun Avrupalı kadınlara giyimde etkisi olduğunun kanıtı olarak gösterilmiştir30. Bu dönemde İstanbul’da ve diğer büyük şehirlerde çarşaflı ve peçeli kadına rastlanmakla beraber, Avrupa modasının hakim olduğu bazı kadın dergilerinde elbise, manto ve tuvalet modelleri de yer almaktaydı. Peçe ve çarşaf  terk edilmeye başlanmıştı ve 1912’de Amerikan Elçiliği’nde verilen resmî davete bir Türk kadını peçesiz olarak katılmıştı31.

    Balkan Savaşları (1912-13) sonrasında göçmen olarak Balkanlar ve Kafkaslar ile adalardan gelenlerin kıyafetlerinin farklı olmasından dolayı kılık kıyafette birlik oluşturulmaya çalışılmıştır. Kadınların çalışma hayatına atılmalarıyla birlikte eski giysileri yerine daha pratik ve rahat kullanımlı giysiler benimsenmiş, çarşaf ve peçe kullanımı giderek azalmıştır. İttihat ve Terakki Partisi, Türk Ocakları ile kadın kıyafetini düzenlemeye çalışmıştır32. Enver Paşa Birinci Dünya Savaşı’nda özellikle sıcak memleketlere giden kıtalara kabalak isimli güneş siperli başlığı icat etmişti. Kara ordusu askerlerine giydirdiği bu serpuşun adına ‘Enverî’ denilmiştir33. Kadın kıyafeti konusunda tesettürden yana olan Enver Paşa, 1916 Ekiminde kuruluş hazırlıklarına başlanılan Birinci Ordu Kadın İşçi Taburu için düzenlenen talimatnamede kadın işçilerin şalvar, ceket ve başörtüsü taşımaları fikrine ilave olarak yeldirme tarzında uzunca bir elbise giymelerini şart koşmuştu34. Milli Mücadele döneminde kalpak veya sipersiz kasket giyilmişdir35.

    III. Cumhuriyet Döneminde Kıyafet
    Son on yılını sürekli savaşlarla geçiren Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’na Almanya yanında katılmış ve 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Mütarekesi ile savaştan yenik olarak çıkmıştır. Ülke topraklarının önemli kısımları Mütareke hükümlerine dayanılarak İtilaf Devletleri’nin işgaline uğramıştır. İşgallere karşı tepki ve direniş hareketleri baş göstermiş ve Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basması ile Milli Mücadele hareketi başlamıştır Milli Mücadele hareketi kongrelerde alınan kararlar ve yürütülen askerî harekâtlar sonucunda başarıyla sonuçlanmıştır.

    Bundan sonra ülkeyi ‘muasır medeniyet’ seviyesinin üstüne çıkarmak için çalışılmıştır. Yeni Türkiye Devleti’nın kurucusu Atatürk, gerçekleştirilen inkılâpların gayesini, Türkiye devletini çağdaşlaştırmak ve gelişmiş devletlerin seviyesine çıkarmak olduğunu şu sözleriyle açıklamıştır: ”Efendiler! Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asri ve bütün mana ve eşkâliyle medeni bir heyeti içtimaiye haline isal etmektir…”36.

    Türk inkılâbının bir amacı da, Türkiye’nin modernleşme sürecini engelleyecek kurum ve kuruluşları ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu amaçla siyasî, hukukî, sosyal, dinî ve eğitim konusunda inkılâplar yapıldı. İlk siyasî değişim,  Lozan Konferansı öncesi 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasıdır. Bu karar ile Padişahın dünyevî yetkileri elinden alınmış ve saltanat ile halifelik birbirinden ayrılmıştır. 23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi(TBMM) ise yeni Türkiye Devletini temsil eden tek saltanat ve hakimiyet makamı olmuştur37. Dünya ve din işlerinin yönetimi birbirinden ayrılarak dünya işleri milletin egemenliğinin temsil edildiği TBMM’ne verilmiştir. 13 Ekim 1923’te başkent İstanbul’dan Ankara’ya taşınmış ve ardından 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilân edilmiştir. Laikleşmenin önündeki önemli engel olarak görülen kurumlar 3 Mart 1924’te kabul edilen kanunlarla ortadan kaldırılmıştır. Bunlar, Halifeliğin kaldırılması, Şer’iye ve Evkâf Vekaleti’nin kaldırılması ve öğretimi birleştirerek medreselerin kapanmasını sağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur.

    Bütün bunlara karşı toplumun bazı kesimlerinden tepkiler olmuştur. Tepkileri önlemek ve inkılâpların yerleşmesini sağlamak için 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edilmiştir. Bu kanunun yürürlükte olduğu dönemde ‘Garp Medeniyeti’ dairesine girmek için değişiklikler kabul edildi. Bu süreçteki inkılâplardan biri de kıyafeti yani dış görünümü medenileştirmek için yapılan toplumsal alandaki düzenlemelerdir. Eski görünümü çağdaş hale getirmek, kıyafette de modern dünya ile birlikte hareket etmek için 1925’ten itibaren 1934’lere kadar süren çalışmalara başlanmıştır. Bu dönemde erkekler için şapka giyilmesi, din adamlarının kıyafetlerinin düzenlenmesi kanunla belirlenirken kadınların çağdaş kıyafet giymeleri teşvik edilmiştir.

    Bir yabancı yazara göre, Atatürk’ün kıyafet inkılâbı ile şapkanın yanı sıra tüm giysi biçimi değişerek Türk gardırobu altüst olmuştur 38. Gentizon, 1925 yılı sonbaharında yeni döneme başlayan TBMM’nin açılışında bütün milletvekillerinin eksiksiz olarak, son model frak, gömlek ve beyaz kravat, siyah ayakkabı giyinmiş olduklarını belirtmiştir. Müslüman bir meclisin milletvekillerinin ilk defa başı açık oturduklarını, oysa o sırada aynı peygamberin yolunda olan Mısır, Efgan temsilcilerinin bir kısmının localarında fesleriyle, bir kısmının da kalpaklarıyla oturduklarını ifade etmiştir. Ankara’daki bu durum ile eski gösterişli, görkemli, renk renk işlemeli, sırmalı ve yaldızlarla süslü bakanlar yerini sade siyah giysilere bırakmıştı, diyen Gentizon, Küçük Asya’nın göbeğinde bir Müslüman meclisinde mi yoksa Batı Avrupa’nın bir parlamentosunda mıyız diye kendi kendine sormadan edememiştir. Siyah elbise tercihi ile Türkiye’nin batılı toplumların Fransız İhtilali’nden ve imparatorluk savaşlarından sonraki görünümüne büründüğü yorumunu yapmıştır39.

    1923’te Konya’da kadınlara hitaben yaptığı bir konuşmasında Atatürk; kadınların her zaman her yerde erkeği ile birlikte yan yana yaşayıp çalıştığını, savaşta çift süren, tarlayı eken, ürününü satan ve aynı zamanda kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, kış, yaz demeyip cepheye malzeme taşıyan fedakâr Anadolu kadınlarımız olduğunu dedikten sonra kadının giyimde ya çok açık veya çok kapalı olacak şekilde aşırıya kaçtığını bunun da dini kurallara aykırı olduğunu belirtmiştir. Kadının giyiminde din, gelenek, akıl ve mantık çerçevesinde aşırıya kaçılmamasını ve sade olunması gerektiğini, kadının kıyafetinden ziyade bilim yolunda ilerlemesinin önemini vurgulamıştır”40.

    Atatürk gerçekleştirdiği inkılâplara bizzat kendisi öncülük etmiş, şık kıyafetleri ile topluma örnek olmuştur. Yurt dışından veya Türkiye’nin en iyi terzilerinden giyinen Atatürk’ün kıyafetleri devrin ileri gelenleri tarafından örnek alınmış ve ölümünden sonra Anıtkabir’deki müzeye kaldırılmıştır.41

    Atatürk’ün sivil kıyafetlerini ele alan bir araştırmaya göre,  O, dönemin Avrupa modasını yakından takip etmiş ve kendisine yakışanı kullanmıştır. Kendisi renk olarak kahverengi ve siyahı tercih etmiştir. Giydiği her giysisi ayakkabısından şapkasına, kol düğmesinden bastonuna büyük bir bütünlük içinde olmuş ve aksesuar olarak şapka, mendil ve ahşap baston kullanmıştır42. Şapka devriminden sonra her kıyafetiyle uyumlu şapka kullanmaya çalışmıştır. Saati kösteklidir. Denizde mayo ile ayaklarına sandalet türünde yazlık ayakkabı, spor takımlarının altına potin, çizme ve frak takımının altına ise frak terliği giymiştir. Kıyafetinin rengine göre kışın düz veya desenli yün, yazın ise pamuklu ve merserize çoraplar giymiştir43. Zamanının en şık erkeği olan Atatürk, frak ceketi ile siyah melon şapkayı, ipek beyaz, beyaz deri eldivenleri, siyah rugan ayakkabıyı, smokini ise resmi davetlerde giyerdi ve frak terliği 42 numara deridendi 44 .

    Şapkanın kabulüyle birlikte Türkiye’de çağdaş giyimin adabı da oluşmuş, şapkayla giyilecek kıyafetler değişmeye başlanmıştır. Örneğin resmi serpuş, frakla, smokinle, redingot ve bonjurla giyilebilirdi. Smokin resmi davetlerde giyilen bir kıyafetti.45 l930 larda yaşanan Dünya ekonomik krizinin Türkiye’yi de etkilemesi üzerine ekonomide devletçilik ilkesi uygulanmış ve 1933’te Sümerbank gibi önemli devlet kuruluşları açılmıştır. Böylece ekonomideki devletçilik ilkesinin gereği olarak kıyafet de devletin denetimine girmiştir. Bu dönemlerde yerli malı kullanılması, yabancı ürüne rağbet edilmemesi teşvik edilmiştir.

    Atatürk’ün şahsında Cumhuriyetin erkek ve kadını, temiz giyinen, kıyafetine özen gösteren ve yerli ürünlere ağırlık veren bir görünüm çizmektedir.

    Kültürü medeniyetten ayırmayan Atatürk, Onuncu yıl nutkunda “Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız…”46 derken her alanda medenîleşmeyi hedeflemiştir. O’na göre medeniyet, bilim ve teknikle birlikte yaşam biçimini dolayısıyla kıyafeti de içine almaktadır. Kıyafetteki değişim bunun bir parçasıdır.

    Atatürk, çeşitli vesilelerle yurt gezilerine çıkmıştır. Bu gezilerinden biri şapka inkılâbını başlattığı Kastamonu gezisidir. 24 Ağustos 1925’te geldiği şehirde büyük bir kalabalık tarafından karşılanmıştır. O’nun başının açıklığını ve elinde bir panama şapkası gören halk fes ve sarıklarını çıkarmışlardır47. Kastamonu- İnebolu gezisinden sonra arkadaşlarının başında beyaz birer panama şapkası vardı. Hep birlikte Gaziyle fotoğraf çektirmişlerdi, bunlar “İlk şapkalılardı.” Artık Ankara’da fesliler değil şapkalılar çoğunluktaydı.
    1 Eylül’de Ankara’ya dönen Atatürk, halkın desteği ile karşılaşmış ve şapkayı benimseyen Ankaralılar tarafından karşılanmıştı 48.
    Ertesi gün 2 Eylül 1925’te Bakanlar Kurulu kararnamesi ile ordu ve donanma mensuplarıyla ulemanın ve hakimlerin dışındaki bütün memurlar için Avrupa’da kullanılan elbise ve şapkanın giyilmesi zorunlu kılınıyordu.49 Ayrıca bir başka kararname ile din adamları için beyaz sarık ve siyah lata kabul edilmişti.50 Din adamları dinî kıyafetlerini sadece görevleri başında giyinebilecekler, onun dışında sivil elbise giyinebileceklerdi. Cumhuriyet Bayramındaki kabul töreninde serpuşların çıkarılması istenmiş, din adamı olmayanların dinî kıyafetle gezmeleri yasaklanmıştır. Aksine davranışların bir yıla kadar hapisle cezalandırılması kararlaştırılmıştır51. Mustafa Kemal gittiği Bursa, Balıkesir, İzmir, Konya ve Afyon’da konu hakkındaki görüşlerini açıklamıştır52.

    Meclis’e verilen teklif tartışmalardan sonra 25 Teşrinisani (Kasım) 1341 (1925) tarihinde 671 sayılı yasayla Şapka giyilmesini düzenleyen ‘Şapka İktisası’ Kanunu kabul edilmiştir. Buna göre, milletvekilleri, bütün memurlar şapka giymek zorundaydılar. Türk halkının milli serpuşu şapka olmuştur53. Şapkanın giyilmesi zorunluluğu sadece resmi görevliler ve milletvekilleri içindi ve kadınlarla, halkı kapsamıyordu. Tepki yaratmamak için kadınların kıyafeti olan peçe ve çarşafın yasaklanmasıyla ilgili bir yasa çıkarılmamıştır. Ama kadınların modern giyinmesi teşvik edilmiştir. Sarık, cami ve mescitlerde bir vazife kisvesi haline getirilmiştir54. Şehirlerdeki sarıklı, şalvarlı ve fesli görünüş ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Askerlerin kullandığı şapkalar, batılı orduların şapkaları ile yenilenmiştir55.

    Kıyafetteki değişim meslekî kıyafetlerde de görülmüştür. Asker, polis, sporcu, denizci, öğrenci üniformalarına çöpçülerin kıyafeti de eklenmiştir56. Cumhuriyetin 21 Şubat 1925’te İstanbul’da açılan ilk hemşire okulu olan Kızılay Özel Hemşire okulunda Müdür Vekili olarak görev yapan Esma Deniz’in çabalarıyla hemşire öğrencilerinin dış giyimlerinde o tarihe kadar başlarına örttükleri ‘peçe’ yerine ‘şapka’ giymeleri sağlanmıştır57. Şapka Kanunu gereği eskiyi simgeleyen sarık ve fesin giyilmesi yasaklanmış ve yeniliğin sembolü şapka resmi başlık olmuştur. Böylece kişiler arasındaki ayrımının geleneksel belirleyici simgeleri tarihe karışmış ve gelişmiş ülkelerle ortak kıyafet kabul edilmiştir.

    Şapka Kanunu’na ve diğer yasaklamalara Anadolu’nun çeşitli yerlerinde özellikle Malatya, Kayseri, Sivas, Maraş, Rize ve Erzurum gibi vilayetlerde tepkiler ortaya çıkmıştır. Bu değişim bazı çevreler tarafından “Din elden gidiyor” şeklinde yorumlanmıştır.
    Atatürk’ün, üzerinde durduğu diğer bir konu ise dinî kıyafet meselesiydi. Osmanlı döneminde medreseden yetişmiş ulemanın cübbe, sakal ve sarıktan oluşan özel dinî kıyafetleri vardı. Bu kıyafetleri giyenlerin dini bilgisi bulunan fazilet sahibi insanlar olduklarına işaret ederdi. Fakat bu kıyafetler zamanla kendilerini bu sıfatlara benzetmek isteyen medrese eğitimi olmayan bazı kişilerin de istismarına yol açmıştı58. Halkın din duygularını istismar eden yetkisiz kimselere fırsat vermemek için dinî kıyafet konusunda da yasal düzenlemeler yapılmıştır.  3 Aralık 1934’te 2596 sayılı Kanun59 ile ruhanî kisve, ancak mabette giyilecek ibadet ettikten sonra çıkarılacaktır. Buna Müslim ve Gayrimüslim bütün ruhaniler uyacaklardı.60 .

    Kanun ile din adamlarının mabetler ve törenler dışında özel kıyafet giymeleri yasaklanmış, ancak hükümetin izniyle mabet ve din törenleri dışında da geçici nitelikte özel kılıkların giyilebileceği hüküm altına alınmıştır. Kanunen kurulmuş izcilik ve sporculuk gibi dernek ve kulüp gibi kurum mensuplarının ve öğrencilerinin usule uygun kıyafet giyebilmeleri ve simgeleri ile Türkiye’ye girebilmeleri hükümetin iznine bağlanmıştır 61. Kanuna göre mabetlerin dışında ruhani kisveyi yalnız her dinden bir kişi taşıyabilecekti. Kanunun kabulünden sonra ortaya çıkacak tepkileri önlemek için Emniyet gerekli uyarıları yapmıştır. Kisve Kanunu’nun hoca ve papazlara duyurulmasını, hoca ve papazların cami ve kiliselerde gizli ve açık halkı tahrik etmelerinin önlenmesi ve uyanık olunması istenmektedir 62.
    Türkiye’de yaşayan Ermeni, Musevi ve Rumlar, din adamlarının kıyafetlerinin düzenlenmesine ve Hükümetin bu konudaki uygulamalarına olumlu bakarlarken,  iyi dostluk ilişkilerinin kurulduğu bir dönemde özellikle Yunanistan’da basın konuya sert tepki göstermiştir. Katoliklerin tepkisine karşılık Protestanlar daha ılımlı karşılamıştır. Bu da Hıristiyanlıktaki mezheplerin dine ve kıyafete bakışlarındaki farklılıktan kaynaklanıyor olsa gerektir.

    Erkeklerin ve din adamlarının kıyafetlerinin düzenlenmesinden sonra kadınların Batılı kadınlar gibi giyinmeleri ‘çağdaşlık’ göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bu dönemde kadın giyimine ilişkin herhangi bir yasal düzenleme getirilmemişti. Ancak, fes ve sarığı yasaklayan Şapka Kanunu ve kadın erkek eşitliğine ilişkin çıkarılan 1926 tarihli Medenî Kanun sonrası kadının peçe ve çarşafı çıkarması ve çağdaş kıyafeti benimsemesi istenmiştir. Bu konuda yerel yönetimler ve basın yoluyla kamuoyu oluşturulmaya çalışılmıştır. Trabzon, Giresun, Sivas gibi illerle bazı ilçelerde peçe ve çarşaf giyilmesi yasaklanmıştır63.

    Çarşaf ve peçe geri kalmışlığın sembolü olarak değerlendirilmiş, kadınların fikren olduğu gibi şeklen de medenî olmaları gerektiği üzerinde durulmuştur. Hukuk alanındaki eşitlikten sonra pek çok Avrupa ülkesinden önce Türkiye’de kadın 1930’da belediye seçimlerine katılmış, 1934’te de milletvekili seçme ve seçilme haklarını elde etmiştir. Siyasal hakların -seçimlerde oy kullanırken- kullanılması sırasında yaşanacak bazı olay ve aksaklıklar düşünülerek peçe ve çarşafın yasaklanması konusu gündeme gelmiştir64. Çağdaş giyimin yerleşmesi için kız teknik okulları açılmış, güzellik yarışmaları ve defileler düzenlenmiştir.

    SONUÇ
    İnsanın dış giyimi bir anlamda için dışa vurumu olarak kabul edildiğinden, modern düşünmeyi ve yaşamayı sağlamanın yolu kıyafetin değişmesine bağlanmıştır. Türklerde son asırda kıyafette yaşanan değişim, medenileşmenin simgesi olarak kabul edilmişti. Yalnız bu değişimi sağlamak kolay bir iş değildi. Genelde bu konudaki değişim sanki din değiştirmekle ve o topluma benzemekle eşdeğer tutulmaktaydı. Zira toplumun dinî simge olarak kabul ettiği bir başlığı değiştirmek oldukça önemliydi. Nitekim, tarih boyunca İslam toplumları ile Hıristiyanların arasındaki önemli farklardan biri de kıyafetleriydi.
    Ne var ki, insanlık var olduğu sürece kıyafet de zamana göre değişen, gelişen ve farklılıklar gösteren canlı bir organizma gibi bütün dünyada gündemin bir konusu olmayı sürdürecektir. Gelişmiş toplumlardan az gelişmiş toplumlara doğru çeşitli vesilelerle yılın modası adı altında, hem tüketim ekonomisini körükleme, hem de bu vesileyle kültür emperyalizmini bilinç altlarına yerleştirme çalışmaları devam edecektir. Kıyafet konusu dünya var oldukça en büyük topluluklardan en küçük topluluk olan çekirdek aileye kadar günün konuşmasını ve tartışmasını kapsayıp gidecektir ve her dönemde olduğu gibi egemen ve üstün olan bu alanda da öncülüğünü sürdürecektir…

     
    NOT: Bu  makale, Kultura Narodov Priçernomoriya  Dergisi, No:109, Ukrayna-Kırım, 2007’de Rusça olarak yayınlanmıştır. Doç.Dr.Nariman Seyityahya tarafından Rusça’ya çevrilmiştir.
    1 Ümit Meriç, “Sosyolojik Açıdan Kılık-Kıyafet ve İslam’da Örtünme”, İslamda Kılık Kıyafet ve Örtünme, Yayına hazırlayan: Bekir Topaloğlu v.d. İslami İlimler Araştırma Vakfı yayını, 2.Baskı, İstanbul 1987, s.31.
    2 Kenneth D.Mc.Donald, Fascist Fashion: Dress, The State and The Clothing Industry İn The Third Reich, Ph.D , December 1998, University of California Riverside, s.37-38.
    3 Türklerde giyecek ve süslenme için bkz. Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt:V, Ankara 1985, s.9,101-103,113-116, 253-265; Uygur Türklerinde zengin bir başlık geleneği olup, başlıkların statü sembolü kadar dinsel törenlerde kutsal bir anlamı da vardı.Bkz. Zühre İndirkaş, “Uygur Taç-Başlıkları Üzerine”, Toplumsal Tarih,  Mart 1996, Cilt:5, Sayı:27, s.32,36.
    4 Eski Türklerdeki giyim için bkz. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 4.baskı İstanbul 1986, s.306-307.
    5 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Cilt 1 İstanbul 1997 s.89.
    6 Ogier Ghiselin De Busbecg, Türkiye’yi Böyle Gördüm, Hazırlayan:Aysel Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser 31, baskı yılı yok, s.57, 65.
    7 Tülay Reyhanlı, İngiliz Gezginlerine Göre XVI.Yüzyılda İstanbul’da Hayat, (1582-1599), Ankara 1983, s.69-73.
    8 Ahmet Refik, (Tercüme ve tahşiye eden), Şark Mektupları, Lady Montegü, İstanbul 1933, s.43-46.
    9 Edmond De Amicis, İstanbul, Çeviren: Beynun Akyavaş, 2.baskı, Ankara 1986, s.33-34, 96.
    10 Kamil Su,” Balıkesir Hıristiyan Kıyafetlerine Dair Vesikalar”, Kaynak Balıkesir Halkevi Dergisi.19 İkinciteşrin l936, sayı: 45, 46, 4. yıl, s.286-287,325-328.
    11 Osmanlı ordusunda kıyafetin gelişimi için bkz. Mahmut Şevket, Osmanlı Askeri Teşkilatı ve Kıyafeti, Ankara 1983.s.15-22.
    12 Mehmet Özel (Hazırlayan), Folklorik Türk Kıyafetleri, Ankara 1992, s.14-15; Osmanlı’da kadın giyiminin üç grupta toplandığı da olmuştur: iç giyimde çamaşırlar, gömlek, dizlik, iç yeleği, dış giyimde üç etek, iki etek, entari, hırka, kürk, kemer ve kuşaklar, çorap, ayakkabı, sokak giyiminde de ferace, yeldirme, maşlah ve son devirde de çarşaf kullanılmıştır. Başlık ve takılar kıyafeti tamamlayan önemli unsur olmuştur. Bkz. Tarihi Kadın Giyimi, Ortadoğu Video İşletmeleri yayını, İstanbul 1986, Takdim yazısından.
    13 Muharrem Feyzi, XVIII nci Asırda Türk Askeri Kıyafetleri, İstanbul 1933, s.13-14.
    14 Mine (Gökbuget) ERBEK, “ Geleneksel Anadolu Giysileri ile Sahne Düzenine Uyarlanmış Halk Dansları Kostümleri”, III.Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, V.Cilt, Ankara 1987, s.117-120.
    15 M.Şakir Ülkütaşır, “Eski Devirlerde Türk Kadın Giyimleri ve Süsleri”, Türk Yurdu, Sayı:267, Nisan 1957, s.771-772.
    16 Osmanlı’da Yahudi kıyafetleri hakkında bkz. Amalia S.Levi, Osmanlıda Yahudi Kıyafetleri , İstanbul 2000?. Sayfa no yok. Yahudi kıyafetleri yalnız Osmanlı’da farklılık göstermemektedir. Batı’da da daha 1180’de Almanya’da tanınmaları için Yahudilere sarı, sivri bir şapka, (bazen kapatan Knauf’lu) Yahudilik sembolü olarak zorunlu kılınmıştır. 1229’da Mainz Diözsan konsülü Yahudilere 16.yüzyıla hatta bazı yerlerde 18.yüzyıla kadar geçerli olan belli bir kıyafet zorunluluğu getirmiştir. Buna göre Yahudiler sarı sivri bir şapka, uzun bir Yahudi Mantosu-bir nevi kaftan-, göğsünde sarı bir işaret, sivri Yahudi sakalı ve bir Yahudi bastonu taşımak zorundaydılar . Bkz. Loschek, a.g.e..s .99 vd.
    17 Ferace, Arapça ‘açmak, yarmak, ferahlamak’ anlamındaki ‘ferc’ kelimesinden gelen fereciyye, önü açık ferah elbise demektir. Kadınların sokakta giydiği üst elbise, ilim adamlarının cübbesi, Mevlevilerin hırkası şeklinde kullanılmıştır .Bkz. Hülya Tezcan, “Ferace”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt:12, İstanbul 1995, s.249; ayrıca bkz. Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim, Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Ankara 1967, s.107-108. Ferace genelde önden açık, bedeni ve kolları bol kadınlarda beden hafif oturan ve yere kadar uzun bir tür cübbedir ve ipekli, sof, çuha gibi kumaşlardan yapılan bu giysi yaz kış giyilirdi. Kaftan ise şalvar üstüne giyilen uzunluğu değişen bir üst giyimdir.
    18 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Fatma Koç, “XVI. Ve XVII. Yüzyıl Saray Çocuk Giysileri”, Osmanlı, Editör: Güler Eren, Ankara 1999,Cilt:11, s.529-533.
    19 Osmanlı askerî kıyafetleri için bkz.Sadık Tekeli, “Osmanlı Askerî Kıyafetleri”, Osmanlı, Cilt:11, s.534-539.
    20 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev:Metin Kıratlı, 2.Baskı Ankara 1984, s.100-103.
    21 Mahmut Şevket, a.g.e.. s.99-117.
    22 Orhan Koloğlu, İslamda Başlık, Ankara 1978, s. 40.; Selami Kılıç, “Şapka Meselesi ve Kılık Kıyafet İnkılâbı”, Atatürk Yolu, Kasım 1995, Cilt:4, Sayı:16, s.530.
    23 M.Şevket, a.g.e, s.20; Başka bir eserde, 18.yüzyılda kürkün her mevsimde giyildiği belirtilmektedir Nureddin Sevin, Onüç Asırlık Türk Kıyafet Tarihine Bir Bakış, Ankara 1990, s.101,107.
    24 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt:V, 4.baskı, Ankara 1983, s.158.
    25 Haluk Y. Şehsuvaroğlu,” II.Mahmut ve Kıyafet İnkılâbı”, Akşam, 14 Eylül 1952.
    26 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 1980, s.430.
    27 Nora Şeni “19.yüzyıl İstanbul Basınında Moda ve Kadın Kıyafetleri”, Kadın Bakış Açısından 1980’ler Türkiyesinde Kadın, Derleyen:Şirin Tekeli, İletişim yayını, İstanbul 1980; Birinci Dünya Savaşı sonrası 1918’de çarşaf terkedilmiştir. Sevin, a.g.e., s.140.
    28 Sevin, a.g.e., , s.129.
    29 II.Meşrutiyet dönemi fikir akımları için şu eserlere bakılabilir. Tarık Zafer Tunaya, Hürriyetin İlânı: İkinci Meşrutiyet’in Siyasi Hayatına Bakışlar, İstanbul 1959; Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1972; Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar, Ankara 1981; Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, İstanbul 1981.
    30 A.Afetinan, Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görevleri, Dördüncü Basılış, İstanbul 1982, s.3.
    31 Fatma Barbarosoğlu, Modernleşme Sürecinde Moda-Zihniyet İlişkisi, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1994, s.140.
    32 Leyla Kaplan, Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını (1908-1960), Ankara 1998, s.180.
    33 R.E. Koçu, Türk Giyim… s.105; Sevin, a.g.e., s.143-144.
    34 Sadık Sarısaman, “Birinci Ordu Birinci Kadın İşçi Taburu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, XIII/39, Kasım 1997, s.700.
    35 Sevin, a.g.e., s.149; Mustafa Kemal’in kalpağı Kemalî diye anılmıştır. Bkz. Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, Ankara 1990, s.220
    36 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri ( ASD), Cilt:II, Ankara 1952 s.217.
    37 Saltanatın kaldırıldığı gün Mustafa Kemal Paşa’nın TBMM’de yaptığı konuşmadan. Bkz.Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri ,Cilt:1, İstanbul 1945, s.267, 270.
    38 Paul Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, Çeviren: Fethi Ülkü, Ankara 1983, s.127.
    39 Gentizon, a.g.e., s.128-129.
    40 ASD, Cilt: II, s.150-154.
    41 Atatürk’ün giysileri ve modelleri için bkz Şaziye Karlıklı- Defne Tozan, Cumhuriyet Kıyafetleri, İstanbul 1998, GDS Holding yayını, s.54-65.
    42 Kıyafeti tamamlayan aksesuarların kullanımı , modası ve tarihçesi için bkz. Cem Hakko, Moda Olgusu, Vakko yayınları, baskı yılı ve sayfa numaraları yok.
    43 Meral Ergin, Mustafa Kemal Atatürk’ün Sivil Giysileri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2003, s. 131-133.
    44 Karlıklı-Tozan, a.g.e., s.54-60.
    45 Aynı eser, s.44-46, 60
    46 ASD, Cilt:II s.272.
    47 Atatürk’ün Kastamonu seyahati ve burada yaşanan izlenimler için bkz. Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri,  Ankara 1959.
    48 İmece, a.g.e., s.69.
    49 İlmiye sınıfının şapka giymekten istisna tutulması için bkz.. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (kısaca :BCA), Fon Kodu:51.0.0.0, yer No:5.44.7.
    50 BCA, 12.5.1926, Fon Kodu:51.0.0.0 Yer No:2.6.12.. Tekke ve zaviyeler, ilmiye sınıfı ve ilmiye kisvesi ile bütün devlet memurlarının kıyafetleri hakkındaki kararname suretleri.hakkındaki yazı için bkz.. BCA, Fon Kodu: 51..0.0.0 , Yer No:2.6.9.
    51 BCA ., 15.5.1926, Fon Kodu:51.0.0.0, yer No:8.67.2; ayrıca bkz.Gotthard Jaeschke, Yeni Türkiye’de İslamlık, Ankara 1972, s.28-29.
    52 Goloğlu, Devrimler  ve …, s.145-147.
    53 TBMM Zabıt Ceridesi , Devre : II, Cilt:19, s.247-262.
    54 İlmiye sınıfının din görevlilerinin) kıyafet kararnamesi özetle şöyledir:1-Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki ilmiye sınıfına mensup olanlar aşağıdaki makam ve vazife sahipleridir. a.Diyanet İşleri reisi, b.Diyanet işleri Başkanlığı Danışma kurulu, c. Vilayet ve kaza merkezlerinde bulunan müftüler, d. Diyanet İşleri başkanlığınca atanan hatipler, vazifeli vaizler, e. Diyanet İşleri tarafından atanmış olan köy hocaları., 2-Din görevlilerinin kıyafetinde alameti farika beyaz sarık ve siyah latadan ibarettir. Orduda görev yapan imamlar sarığın ve latanın rengi hususunda askeri icaba tabidir. Bu kararnamenin son 6.maddesine göre birinci maddeye göre din görevlileri dışında bulunanlar, bu kıyafeti giyemezler. Bkz BCA, Fon Kodu:051.108, yer no:2.6.9, 31.12 1925 tarihli tekke ve zaviyeler, ilmiye sınıfı ve ilmiye kisvesi ile bütün devlet memurlarının kıyafetleri hakkındaki kararname suretleri.
    55 Cumhuriyet Gazetesi, 19 Temmuz 1341 (1925).
    56 Karlıklı-Tozan, a.g.e.  s.122.
    57 Selva Erhan, Hemşirelik Tarihi, İstanbul 1978,  s.103.
    58 Bu durum Türkçe’de ‘Her sakallıyı hoca zannetme’, ‘Hocanın dediğini tut da gittiği yoldan gitme’ şeklinde de ifade edilmiştir.
    59 Bu konudaki tartışmalar için ayrıca bkz. Mahmut Goloğlu, Tek Partili Cumhuriyet (1931-1938),  Ankara 1974, s.136-137.
    60 “Ruhani Kisve İle Sokaklarda Dolaşılmayacak”, Cumhuriyet, Gazetesi  27 Teşrinisani 1934.
    61 Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun, Kanun Numarası: 2596 , Kabul Tarihi: 3/12/1934; Resmi Gazete:13/12/1934 Sayı: 2879, Düstur: Cilt:3, s. 24.
    62 Emniyet  Genel Müdürlüğü Arşivi  (kısaca EGM Arşivi ) ,Kılık Kıyafet Dosyası ,Dosya No:42212-1/I.
    63 Cumhuriyet döneminde kıyafetteki değişim ve tepkiler için bkz.Ayten Sezer Arığ, Atatürk Türkiyesinde Kılık Kıyafette Çağdaşlaşma, 2.baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara 2007.
    64 Leyla Kaplan, Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını (1908-1960), Ankara 1998, s.182-183.
    Geçmişten günümüze kılık kıyafet değişimi nelerdir

    Sunum İçeriği

    Cevap Yaz Arama Yap

    Beste

    • 2015-04-13 13:01:16

    Cevap : Geçmişten Günümüze Giyim Kuşam
    Geçmişten bugüne kadar geçen zamanda insan hayatında meydana gelen değişiklikler arasında yer alan bir çok öğe değişikliğe uğramıştır. İnsanın yaşam tarzıda bu değişiklerden nasibini almıştır. Kıyafetlerde meydana gelen değişikliklerde bu konular arasında kıyafetlerde meydana gelen değişiklikler önemli bir yere sahiptir. Çünkü yaşam tarzında meydana gelen değişiklikleri anlamanın en iyi yolu kıyafetlerde meydana gelen değişmeleri incelemektir.

    Tarih boyunca, pek çok farklımalzeme kıyafet ve aksesuar yapımında kullanılmıştır. Bu malzemeler, deriden kürke, ketenden ipeğe kadar geniş bir yelpazeye yayılır. Son araştırmalar insanların 650.000 senedir giyimden faydalanmakta olduğunu göstermektedir. Diğerleri ise, giyimin Neolitik Çağ’dan daha önce icat edilmediğini düşünmektedir.

    Giyilmek yerine taşınan (cüzdan gibi), vücudun sadece bir kısmına giyilip kolayca çıkarılabilen (atkı/fular gibi), sadece süs amaçlı takılan (mücevherat gibi) veya sağlık amaçlı kullanılan (gözlükgibi) unsurlar giyim eşyası sayılmaz, aksesuar olarak kabul edilir.


    Giyim insanın var oluşuyla, öncelikle doğa koşullarından korunmak amacıyla ortaya çıkmış bir olgudur.Geçmişten günümüze çeşitli doğal, toplumsal, etik değerlerin etkisiyle biçim değişiklikleri göstererek bugüne kadar ulaşmıştır.Ancak zamanla biçim farklılıkları gözlenmiştir.Bu çeşitlilikler, ait olduğu toplumun folklorik, sosyo-ekonomik yapısı, yaşanılan coğrafya, kullanılan malzeme, iklim gibi nedenlerle oluşmuştur.

    Dünya uygarlığının çok önceki devirlerinde arkaik insanın kendi toplumunda, ait olduğu kabilede sosyal statüsünü belirleyen ve giymek zorunda olduğu giyimi vardır.Aslında bu bir zorunluluktan çok geleneğin insanlara sunmuş olduğu bir yaşam biçimi anlayışıdır. Bu durum sadece üste giyilenler olarak kalmamış, baş süslemelerine de yansımıştır.

    Geleneksel öğeler içeren bir giyim-kuşam örneği bize, ait olduğu toplulukla ilgili pek çok bilgi sunabilir.Toplumların yerleşik ya da konar-göçer olup olmadıkları, hangi tarihi olayları yaşadıkları ve etnolojik kökenleri konusunda bilgi verirler.Örneğin bir Türkmen ya da Yörük köyüne gidildiğinde kimin sözlü, kimin nişanlı, kimin dul olduğu başlığından, giydiği renklerden anlaşılır.

    İş ve, özel gün giysileri farklılıklar içerir.Düğün yapılan gelin başı ile gerdek sonrası yapılan başlık farklıdır.Köylerden kasaba pazarına gelindiğinde, kimin köyden olduğu giysilerden anlaşılır.Anadolu’da bugün neredeyse aynı köyün mahalleleri arasında bile farklılık gösteren geleneksel giyim-kuşam anlayışına rastlanmaktadır.Bu yüzden de hiçbir sanat tarihçisi,etnolog, halk bilimcisi, halk oyunlarıderlemecisi, desinatör “Türkiye’nin ulusal giysileri şudur” dememelidir.

    Kültür Bakanlığı, Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğünün Halk Bilim Araştırmacılarının yürüttüğü araştırmalar ve çalışmalar sonucunda Anadolu’nun giysiler alanında son derece çeşitlilik içerdiği saptanmıştır.Askerlik, iş gibi nedenlerle yaşadığı çevrenin dışına çıkan erkekler kent kültürüne uyum göstermiştir.


    Bu nedenle de saha araştırmalarında, erkek giyim-kuşamına ait bulgulara rastlamak zor olmaktadır.Oysa kırsal yaşamda kadın dışa kapalı kalmaktadır.Kendi toplumunun yaşam biçiminde geleneklerine göre giyinir.Süslenme gereksinimlerini gelenekte gördüğü ne ise, o şekilde karşılar.Çocukgiysileri de cinsiyete bağlı olarak belirli bir yaşa kadar özen taşır.Nazar anlayışı başlık ve giysilere takılan nazarlıklarda göze çarpar.

    Geleneksel yaşamda her kuşak kendinden önceki kuşağı izleyerek bu giyim-kuşam anlayışını, günümüze taşır.Ancak giyim-kuşam anlayışında hiçbir değişimin olmadığını söylemek mümkün değildir.En azından malzeme değişmekte, işçilik eski özenini yitirmekte, yaşanan günün koşulları farklı biçimleri doğurmakta ya da başka modalardan etkileşim gözlemlenmektedir.

    Kırsal yaşamda kadınlar vakitlerinin büyük bir kısmını çalışarak geçirirler.Bu açıdan bakıldığında günlük yaşam ve işgiysileri farklılıklar gösterir.Ancak özel gün giysileri ve başlıklar düğünler nedeniyle görülür.Anadolu’da bir genç kızın sözlenmesiyle yapılan “baş düzeni” sosyal statüsünü belirler ve evlilik, olgunluk, yaşlılık dönemlerinde bu önemini kesintisiz korur.

    Kültür Bakanlığı HAGEM, geleneksel giyim-kuşam anlayışında görülen bu farklılığı, Maddi Kültür Şubesi Folklor Araştırmacıları tarafından yapılan araştırmaları yayına dönüştürmektedir.Her gün değişime uğrayan Folklor (Halk Kültürü) öğeleri arasında yer alan ve Maddi Kültür konusu olan giyim-kuşam anlayışı da bu değişimden etkilenmiştir.

    Kurulduğu 1966 yılından günümüze kadar yapılan saha araştırmalarından elde edilen çok sayıda negatif ve dia-pozitif koleksiyonuyla, Türk Kültüründe önemli bir yere sahip olan HAGEM – İhtisas Arşivi; bu konuda çalışma yapan kişi, kurum ve kuruluşlara bilimsel çalışmalarında yardımcı olmaktadır.

    Saha araştırmaları sonucunda Bursa, Manisa, Sivas, Aydın, Gaziantep, Çorum illerinden derlenen bilgiler katalog halinde yayınlanmıştır.Bu kataloglarda her ilin farklı özellikler içeren köylerine gidilerek, orijinal giyim-kuşam parçaları, giyim tarzları tespit edilmiş ve giysilerin 1/1 ölçeğinde dikiş kalıpları çıkartılmış ve bunlar yayınlarda 1/5 ölçeğinde yer almıştır.Bu çalışma çerçevesinde, 25 ilde kıyafet konulu araştırmalar yapılmış ve bunların yayın çalışmaları devam etmektedir.

    Takılar ve Süsler
    Süslenme, süs ve takı kullanma; ilk çağlarda bir inanca dayalı olarak veya süslenme gereksinimi nedeniyle ortaya çıkmış ve gelenekselleşerek günümüze kadar gelmiştir.Küçük topluluklar halinde yaşayan kabilelerin kendi örf, adet, görenekleri doğrultusunda yaşadıkları coğrafi çevreden temin edebildikleri doğal malzemelerle tasarladıkları takılar geleneklerle de bütünleşip, sembolik anlamlar yüklenerek günümüze ulaşmışlardır.

    Taş, ağaç, kemik, kumaş, cam gibi temel maddelerin yanı sıra, artık malzemelerden de elde edilen birçok takı güçlü bir kültürel birikimin geçmişten günümüze yansıyan örnekleridir.Geleneksel giyim-kuşamı bütünleyen takı kullanma ve süslenme geleneği geleneksel yaşamı sürdüren toplumlarda günümüzde hala devam etmektedir.

    Anadolu da özellikle düğün törenleri sırasında gözlemlenen takı kullanma ve süslenme geleneği bu törenler sırasında kişilerin önem sırasına ve törenin önemine göre değişmektedir.Örneğin kına gecesinde gelin süslenmez onun yerine kız evinden başka bir genç kız gelin gibi giyinir, takılarını takar ve süslenir.Bir genç kızın evlenmeden önce süslenmesi hoş karşılanmaz, ancak evden çıkacağı gün geçmişte daha çok nazar inancına bağlı olarak günümüzde ise güzel görünme amaçlı süs yapılmaktadır.

    Süslenme ve takı kullanma geleneği kadınların yanı sıra çocuk ve yetişkin erkeklerde de görülen bir olgudur.Günümüzde unutulan ve unutulmaya yüz tutmuş geleneklerimize rağmen takı kullanma, süslenme son günlerde ilgi gören otantik moda kavramışla bütünleşerek devam etmektedir

    Geçmişten Günümüze Kültürlere Göre Giyim
    Cinsiyet Farkına Göre Giyim
    Çoğu kültürde erkekler ve kadınlar, giyimdeki cinsiyet farkı yüzünden farklı türde giysiler giyerler. Bu farklar tarzda, renkte ve dokumada yer alır.

    Batılı toplumlarda, etekler, tuvaletler ve topuklu ayakkabılar genellikle kadın giyiminde görünürken, kravatlar ise genellikle erkek giyiminde görünür. Eski zamanlarda pantolon, erkeklere özel bir giyim eşyasıyken, günümüz batı dünyasında her iki cinse de uygundur. Erkek giysileri genellikle daha pratiktir (böylece çeşitli şartlar altında işlevlerini koruyabilecektir) ama kadın giysileri giyim tarzı bakımından daha geniş bir yelpazeye sahiptir. Erkeklerin halka açık yerlerde genellikle göğsü açık dolaşmasına genellikle izin verilir. Bir kadının erkek giysileri giymesi genellikle uygundur ancak tam tersi olağandışı görülür.

    Bazı kültürlerde, erkeklerin ve kadınların ne giyeceğini dini kurallar belirler. İslam dininde kadınların tesettürlü ve gösterişsiz giyinmesi gerekir. “Gösterişsiz” giysilerin niteliği Müslüman toplumlar arasında değişir; ancak bu toplumların hepsinde kadın vücudunun, erkeklerinkinden daha fazla örtünmesi gerektiği kabul edilir. Müslüman kadınların kapalılık seviyesi başörtüsünden burkaya kadar değişkenlik gösterir.

    Erkekler, özellikle tören gibi durumlarda, toga ve kilt gibi erkek eteği giyebilirler. Bu tür giysiler daha eski zamanlarda erkekler tarafından günlük hayatta da giyilirdi. Kadın giysileri, erkek giysilerine göre, daha cazibeli görünür. Bununla ilgili olarak modern toplumlardaki kadınlar; makyaj, mücevherat ve renkli giysiler gibi cezbeden öğeleri kullanma eğilimindedirler. Ancak daha tutucu ve gelenekçi toplumlardaki kadınlar, erkeklerin bakışlarından korunmak için kapalı ve gösterişsiz giysiler giyerler.

    Sosyal Statüye Göre Giyim
    Giyim bazı toplumlarda, sosyal statüyü veya kademeyi gösterir. Örneğin, Antik Romada sadece senatörlerin mor şeritli giysi giymesine izin verilirdi. Yerli havaili kabilelerde sadece yüksek rütbeli kabile şeflerinin tüyden pelerin ve palaoa veya oyulmuş balina dişi takmasına izin verilirdi. Eski Hindistan’daki, Travankor Krallığı yönetimi altındaki Kerala’da; kast sistemine göre alt seviyede olan kadınlar, vücutlarının belüstü kısımlarını örtebilmek için vergi ödemek zorundaydılar. Çin’de, cumhuriyet öncesi zamanlarda sadece Çin imparatoru sarı renkte giysi giyebilirdi. Tarihte, insanların neler giyebileceğini belirleyen yazısız ahlak kurallarının birçok örneği vardır. Bu tür yazısız kuralları olmayan modern toplumlarda; sadece zenginlerin veya mevki sahiplerinin alabileceği nadir veya lüks eşyalar sosyal statüyü belirler. Ayrıca, çevre baskısı da giysi tercihini etkiler.

    Dini Giysiler
    Dini giyim, mesleki giyimin daha özel bir modeli olarak kabul edilebilir. Bazen sadece dini bir ritüel sırasında giyilir, bazen de özel dini bir mevkiyi sembolize etmek amacıyla her gün giyilir. Örneğin Jainistler, dini ritüelleri sırasında dikişsiz kumaş parçaları giyerler. Kumaş parçaları, Jainistlerin görevlerine olan sadakâtlerini temsil eder. Sihistler dinlerinin bir parçası olarak başlarına sarık takarlar. Satanistler ise inançlarının bir parçası olarak siyah giymeyi tercih ederler.

    Hinduizm, Sihizm, Budizm ve Jainizm gibi doğu dinlerinde dini bir giysinin temiz olması büyük önem taşır, çünkü bu giysilerin saflığı ve berraklığı temsil ettiğine inanılır. Giyim, İncil’deki pek çok bölümde göze çarpar. İncil’de giyimle ilgili en çok göze çarpan noktalar: Adem ve Havva’nın hikâyesi (cinsel organlarını kapatan yapraklar), Yusuf’un pelerini, Yahuda ve Tamar, Mordeçay ve Ester. Ayrıca sinagogda görev yapan rahiplerin, o rahiplere özel giysileri bulunur. Musevilikte ağıt yapmak için bu giysilerin üst kısımları parçalanır. Bu parçalama ritüeli, Yakup’un oğlu Yusuf’un öldüğünü duyup yas tutmasına dayanır. 
    Cevap Yaz Arama Yap

    kalitelimutluluk

    • 2016-05-16 04:48:39

    Cevap : herkezin yıllara göre gelenek  görenekleri  vardır
    Cevap Yaz Arama Yap

    Britt

    • 2016-11-15 13:29:42

    Cevap : Cok eski zamanlarda kiyafet yokken kendilerini ortmek icin hayvan derileri kullanıyorlardı. Daha sonra bu derilere sekil vererek daha güzel giyinme başladı. Eskiden kadınlarımız şimdiye göre daha kapalıydı yüzlerini bile orterlerdi. Şalvar da giyilirdi. Şimdi ise daha modern daha sık kıyafetler giyiniliyor. Tercih ediliyor. =》iyi ödevler
    Cevap Yaz Arama Yap

    hiranurparlak

    • 2017-05-08 14:38:36

    Cevap : Geçmişten Günümüze Kılık Kıyafette Neler Değişti? Orta Asya’da göçebe bir yaşam süren Türkler’in kıyafetleri­ne ilişkin bilgiler, Orta Asya’da yapılan ka­zılardan ele geçen buluntular, duvar re­simleri ve minyatürlere dayanmaktadır. Bu dönemde Türkler’in dokumacılık ve özel­likle deri işlemeciliğinde ileri oldukları bi­linmektedir. Deri, yün kumaş, post ve kürk bu dönem kıyafetlerinin başlıca öğelerindendir. Eldeki bilgilere göre Orta Asya’da yaşayan Türkler, deri çizme, mintan, önü çapraz kavuşan ve beline kemer takılan bir tür kısa kaftan ve ata binmeye elverişli üst kısmı bol pantolon giyiyorlardı. Soğuk­tan korunmak amacıyla üstlüklerin içine kürk ya da post geçiriliyor, başlıklar da ge­ne bu malzemeden yapılıyordu. Selçuklu dönemi kıyafetlerinde de Ana­dolu öncesi türk giyiminin etkileri görülür. Bununla birlikte İran ve Anadolu’nun yerli halkının giyiminden de izler taşır. Selçuklu kıyafetlerinin en önemli özelliğini, çok gelişmiş olan dokumacılık sanatının ürü­nü olan kumaşlar oluşturur. Bu dönem gi­yiminde başlık ve kıyafeti oluşturan öğe­lerin birtakım etkenlerle giderek çeşitlen­diği dikkati çeker. Osmanlı dönemi kıyafetlerine ilişkin bilgiler müzelerden, seyahatnamelerden, o döneme ilişkin resimlerden ve minyatür­lerden öğrenilmektedir. Osmanlılar’da saray, saray çevresi, ordu ile esnaf, reaya ve öteki halk kesimlerinin kıyafetlerinde de­ğişik etkenler geçerli olmuştur. Yönetsel çevreyle halk arasındaki farklılıklar, giyim kuşamı da belirlemiştir. Saray ve çevresin­de gösteriş kaygısı ağır basarken, halk arasında kıyafet, örtünmeyle özdeş bir an­lam taşımaktadır. Kimi dönemlerde de ya­sal düzenlemeler kıyafetlere değin uzan­mıştır. Devlet adamlarıyla halkın giyim kuşa­mında bilinen ilk düzenlemeler, Kanuni Sultan Süleyman döneminde gerçekleş­miştir. Bu dönemde erkek giyimi mintan, zıbın, şalvar, kalpak-sarık, çedik, mest, çiz­me ve yemeniden oluşmaktadır. Zıbının yakaları üst üste gelmeyecek biçimde yu­varlak, kollarıysa katmerlidir. Mintan pamukludandır ve üste etekleri dizkapağın­da, kolları dirsekte biten gömlek giyilir. Be­le kuşak sarılır, alta şalvar giyilir. Daha son­ra bunun yerini, baldırları dar poturlar al­mıştır. Eri üste genellikle önü yırtmaçlı ve uzun entari giyilmektedir. Devlet adamla­rı ve varlıklı kesimde ayrıca üste kürklü, işlemeli kaftan giyilmekte, esnaf ve orta sı­nıf kaftan yerine cüppe, hırka vb., halk ise yakasız cepken ya da yelek kullanmakta­dır- Osmanlılar döneminde toplumsal kat­manlar arasındaki farkın en belirgin gös­tergesi, başlıklardı. Halk kesimi, üzerine abani ya da yemeni sarık dolanmış külah­lar giyerdi. Saray çevresi ve varlıklı kesim­de ise yusufi, örfi, kâtibi, kaveze vb. adlar taşıyan birçok başlık türü kullanılıyordu. Yeniçeri subayları miğfer biçiminde ve tüy­lerle süslenmiş kuka, erler keçe adı veri­len başlığı takarlardı. Kanuni döneminde perişani denilen başlık türü yaygındı. Sa­ray ileri gelenleri ise mücevveze denilen çeşitli değerli taşlarla süslü ve değerli ku­maşlardan sarıkları olan başlıklar takarlardı. Vezirlerin kallavi adı verilen başlıkları yarım endaze uzunluğundaki kavuk üze­rine hint tülbendi sarılarak oluşturulur, üze­ri sırma şeritlerle bezenirdi. Kavuk en yaygın kullanımı olan başlık­lardandı, bu nedenle XVII. yy.’da ayrı bir kavukçu esnafı ortaya çıkmıştı. XVIII. yy.’da kadınların da süslü ve iğnelerle donatılmış kavuklar giydikleri bilinmektedir. Osmanlı kıyafetlerinde kürkün de önemli bir yeri vardı. Varlıklı kesimde ve sarayda birçok biçimleri olan ve yaygın olarak kullanılan kürk, XVII. yy.’ın ikinci yarısından sonra es­naf ve çeşitli halk kesimleri tarafından da giyilmeye başlandı, bu nedenle giyimde gösterişten kaçınılmasına ilişkin kimi uyarı ve düzenlemeler söz konusu oldu. Sa­ray çevresinde yarı resmi bir üniforma ni­teliğinde olan kürk, bu özelliğini XIX.yy.’a değin sürdürdü. Bu zamana kadar sad­razam ve vezirler erkân kürkü denen gös­terişli kürkü, şeyhülislamlar ise beyüz de­nen ak kürk giyerlerdi. Padişahın huzuru­na çıkanların da kürk giymesi zorunluy­du. Kanuni dönemindeki düzenlemeler doğrultusunda tüm kesimlerin kıyafetinde belli bir düzen izlenmekteydi. Müslüman, hıristiyan, musevi gibi din bakımından ayrı toplulukların, din adamlarının, esnafın, devlet görevlilerinin ve askerlerin giyimleri birbirinden farklı özellikler taşımaktaydı ve belli kurallara bağlanmıştı.Bu kuralların yanı sıra hıristiyan ve müslümanların yer­leşme alanları ve işlerinin farklılığı da kıyafeti belirleyen etkenlerdendi. XVII. yy.’da doruğa ulaşan Osmanlı yönetsel bunalı­mıyla kıyafetlerde de bir karmaşa belirdi. Lale devrinde başlayan yoğun tüketim ve gösterişe yöneliş, çeşitli önlemlere karşın XIX. yy.’da da varlığını sürdürdü. Mahmut ll’nin 1820’lerde başlattığı kıyafette çağ­daşlaşma girişimleri de ancak devlet ke­siminde geçerli olabildi. Bu girişimlerle sa­rığın yerini fes aldı, Babıâli’de çalışanlara fes, pantolon ve setre giyme zorunluluğu getirildi, varlıklı kesimde ayakkabı olarak potin yaygınlaştı. Dönemin esnaf kıyafeti şalvar, cüppe, uzun ve bol mintan ile yemeniden oluşuyordu. Tulumbacılar külahları, Buharalılar takkeleri, Çerkezler kalpakları, Rumlar uzun mavi püsküllü kara fesleri ve potur­ları, Araplar ihramları, dervişler çakşırları ve sarıklarıyla geleneksel kıyafetlerini ko­ruyorlardı. XIX. yy. boyunca girişilen Tanzimat, Meşrutiyet gibi yenileşme hareketleri de kıyafetler üzerinde etkili oldu. Redingotun altına ceket, yelek, boyunbağı ve düz ya­ka mintan giyiliyor, sivri burunlu, yüksek ökçeli ayakkabılar giderek yaygınlaşıyordu. Halk kesimi bu değişimleri ya tepki ya da özentiyle izliyor, kent yaşamı dışında­kiler ise bu değişimlerden habersiz ken­di geleneksel kıyafetlerini sürdürüyorlar­dı. Osmanlı kadın giyimiyle ilgili bilgiler ancak saray ve konak çevreleriyle sınırlıdır. Entari, kuşak, şalvar, başörtüsü, XVII. yy.’da ferace ve XIX. yy.’da çarşaf ve pe­çeyle sınırlı olan ev kadını giyimi, yüzyıl­lar boyunca pek az değişime uğrayarak varlığını sürdürmüştür. Varlıklı kesimde gösteriş tutkusu, halk arasında ise örtün­me kaygısı kıyafeti belirleyen başlıca öğeler olmuştur.   XVI. yy.’da kadın giysilerinin başında ayak bileklerine değin uzanan iki katlı entariler geliyordu. Başa sert ve işlemeli bir hotoz, onun üzerine ince bir örtü örtülüyor, bunun da üzerine işlemeli ince bir tül atılıyordu. Alna kadife kurdele dolanıp, uzunca olan tül, bir iki kez boyna sarılıyor­du. Sokak giysilerinin başında ferace ve yeldirme geliyordu. Dışarı gidilirken başa örtülen örtü ağzı kapatacak biçimde yaş­mak gibi bağlanırdı. XVII. yy. kadın giyiminde görece bir sadeleşme dikkati çeker. Kısa kollu kaftan biçimli üstlüklerin altına bir iç entari giyilir, üstlük bele değin küçük düğmelerle ilik­lenir, bele kemer takılırdı. Bu yüzyılın so­nuna doğru kadın giyimine şalvar ve üze­rine giyilen kısa entari egemen oldu. Hotozların üzerine tüyler, püsküller tak­ma da dönemin belirgin modası arasın­daydı. Dışarı giysisi olarak ferace var­lığını koruyordu. Lale devrinde kadın giyimi büyük bir gösterişe yöneldi. Kürk giyme yaygınlaştı ve hotozlar daha süslü bir görünüm ka­zandı. Kadın terziliğinin ilk örnekleri de bu dönemde ortaya çıktı. Ferace yakalarının aşırı uzatılması, çeşitli başlık ve fesler giyilmesi, bunlardan saçların görünmesi ve giyimde aşırıya kaçılması, şiddetli yasak­lamalara varan önlemlerin alınmasına ne­den oldu Kadın kıyafetlerinde moda olgusunun genelleşmesi ilkin İstanbul, İzmir gibi bü­yük kentlerde olmuştur ve XIX. yy.’a rast­lar. Kadın düğün, bayram, gezinti vb. belli zamanlar dışında, sınırlı da olsa toplum­sal yaşama katılmaya başlamış, kıyafet batılılaşma hareketinin göstergelerinden bi­ri olarak kabul edilmiştir. Pera çağdaş ka­dın kıyafetlerinin ve modanın merkezi ol­muş, rum, ermeni kadın terziler paris mo­dellerini büyük kentlere taşımışlardır. 1860′ larda yaygınlaşan ve tepkilere yol açan parlak renkli feraceler, ince açık yaşmak­lar giderek yaygınlaşmıştır. Abdülhamit II döneminde feracenin yerini çarşaf almış, çarşafların da giderek çeşitli biçimlere büründükleri görülmüştür. İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde yaşayan kadınların izle­diği bu modalara karşın kırsal kesimde geleneksel kıyafetler varlıklarını korumak­tadır. Osmanlılar’ın son dönemlerinde yoğun bir değişime uğrayan kıyafetler, Cumhuriyetin ilk zamanlarında’ da üzerinde önemle durulan konulardan biri olmuştur.1925’te şapka ile başlayan'”kılık kıyafet inkılabı”, en genel onayı İstanbul’da bul­muş, tekkelerin kapatılmasıyla din adam­larına tanınan yasal giyinme biçimi de or­tadan kaldırılmıştır. Kadınlarda çarşaf ve peçe yerine manto, atkı ya da başörtüsü getirilmesine karşın kadın giyimindeki os­manlı etkisi 1930’lara değin sürmüştür. Er­keklerde şapka, ceket, frenk gömleği, ye­lek, boyunbağı, pantolon ve potinden olu­şan kıyafet, İstanbul’dan Türkiye geneli­ne yaygınlaşan bir etki göstermiştir. Yaşama biçiminden kıyafetlere de yan­sıyan bu ikili yapı, 1940’ların ortalarından başlayarak bir kopma niteliği göstermiş, İkinci Dünya Savaşı’yla belirginleşen ve toplumsal değişime koşut olarak 1950′ lerde patlama düzeyine gelen göç olgu­su, kıyafetlere Anadolu’ya özgü biçimleri getirmiştir. 1950’lerin sonlarına doğru aile boyutunda göçün de başlamasıyla ka­dın kıyafetinde bir çeşitlenme görülmüş, Anadolu’nun çeşitli yörelerinden gelenler, bulundukları semtin giyim kuşam görüntüsünü değiştirirken, bir yandan da kentli kadının giyiminden etkilenmişler, böylece ortaya entari altına pijama ya da panto­lon giyme vb. türde görüntüler çıkmıştır. Bu arada kadın kıyafetlerinde modanın belirleyici etkisi giderek yoğunlaşmakta­dır. Bu dönemin sonlarında ortaya çıkan ve 1960’lı, yıllarda daha da yaygınlaşan naylon giysiler, erkek ve kadın kıyafetleri­ne girmiş, kullanışlılığının yanı sıra ucuz oluşuyla da uzun süre varlığını sürdür­müştür. Bu arada konfeksiyon üretimin ya­nı sıra tüketimi de yaygınlaştırmakta ve kı­yafetlerde büyük bir çeşitlilik göze çarpmaktadır. Toplumsal devingenliğin yoğun­laştığı bölgelerde özellikle gençler arasın­da kız-erkek giysilerinin ortaklaşmasına yönelik bir eğilim (üniseks) dikkati çek­mektedir. Yakın yılların kadın kıyafetlerin­de beliren bir başka özellik de Anadolu yerel giysilerinin değişime uğrayarak gün­deme gelişidir. Erkek giyiminde de görü­len mintan yakalı gömlekler, canlı renklerde bu eğilimin bir başka yansımasıdır.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Dahi

    • 2017-01-19 13:11:01

    Cevap : Kıyafet konusu insanlık tarihi kadar eskidir. Zira, çıplak doğan ve giyinen tek canlı varlık insandır. İnsanların elbiseleri onların içine girip oturdukları ilk evi sayılmaktadır. İnsanlar neden giyinirler diye sorulduğunda pek çok unsurun etkili olduğunu görürüz. Başlangıçta, kıyafetlerini sıcak, soğuk, kar ve yağmur gibi tabiat şartlarından korunmak için giymişlerdir. İklim, coğrafya ve tabiat şartları kadar dinî inanışlar ile kültürel değerler de kıyafeti belirlemiştir. Kıyafet bir yönüyle bireyin yaptığı işi (asker, sivil, polis, din adamı, hemşire vs…) dolayısıyla statüsünü, diğer yanıyla da ekonomik durumunu ve cinsiyetini ortaya koymaktadır. Kıyafetteki gelişmeler zamanla estetik ve moda denilen tarzın doğmasına yol açmış olup, çeşitli milletlerin ve insan topluluklarının dini inançlarına, medeni durumları ile örf ve adetlerine göre farklılıklar göstermiştir. Kıyafetin tercihinde, iklim şartlarının, dinî inanışların, kültürel farklılıkların, zevklerin, hatta ekonomik durum ile bazı sosyal değerlerin etkisinden söz edilebilir. Kısacası, giyim, insanın mevkiini, cinsiyetini, milliyetini, bölgesini, ait olduğu kabilesini, medeniyetini, inanç, duygu ve düşüncesini ortaya koyup belirlemektedir. Bu belirlemede önceleri başa giyilenler üste giyilenlerden daha önemli olmuştur. Şapka, sarık, fes, kipalar ait olunan topluluk ve inançları hakkında fikir vermiştir.
    Cevap Yaz Arama Yap

    kadirkesici

    • 2017-09-08 05:38:46

    Cevap : ay şunu görmek istemiyorum

    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.