İşte Cevaplar
Cevap : Simmel’in çözümlediği toplumun kuruluş yeri, yüksek dinamizmiyle karşımızda duran,
bütün enerjisini iç etkileşimlerinin yoğunluğundan alan, bir sistem olarak metropolün kendisidir. O
imkânlarını etkileşim süreçlerinin hızından kaynaklanan boşlukta bulan, bu nedenle de etkileşim
sürecinin ivmesinin sürekli artmasıyla karakterize olan bir istemdir. Bu nedenle metropol, bütün
unsurların karşılıklı etkileşime sürekli ve zorunlu olarak gereksinim duydukları bir konsensüs
alanıdır.
Metropol tek yönlü süreçlerin durduğu, tüm unsurların çıkarlarının karşılıklı işlediği
demokratik bir alandır. Orada bütün süreçler karşılıklı işler ve bu nedenle karşılıklı süreçlerin
merkezindeki unsurlar, yani sitemi oluşturan bütün varlıklar tek tek, fakat birbirlerinin dolayımıyla
özel önem –ve de anlam- kazanırlar. Nesneler ve insanlar, hem ayrı ayrı hem birlikte –karşılıklı
etkileşimle- sistem içinde yer alırlar. Bu nedenle orada aydınlanma, sekülerleşme, rasyonelleşme,
ilerleme, endüstrileşme vs. gibi modernliğin bilinen tek yönlü süreçleri önemini yitirmiştir.
Nedenler ve –onların- sonuçları biçiminde işleyen lineer etkileşim düzeni çökmüştür. Onun yerine her unsurun kendince merkezde
olduğu bir sitem ve onlarla diğerleri arasındaki ilişkileri ifade eden
düalistlik etkileşim süreçleri söz konusu olmuştur. Bunlar, itme ve çekme, sevgi ve nefret, sempati
ve antipati, âhenk ve âhenksizlik, birleşme ve rekabet gibi zıt güçlerin bir aradalığını mümkün
kılan değer içerikli etkileşim süreçleridir. Bütün bu süreçler, toplumda var olan unsurların ayrı ayrı
merkeziliğine, onların toplumsal katılımına, toplumsal süreç içindeki aktif rollerine vurgu yapar.
Zaten Simmel için “sosyolojinin nesnesi, toplumun atomları arasındaki etkileşimdir” ve ona göre
modern kültür “insani gelişmenin en önemli ölçütünü oluşturan karmaşık bir toplumsal çevreler
bütünlüğüne çok yönlü bir katılımla ifade edilmektedir” (Swingewood,1998:170).
Bu karmaşık toplumsal çevreler bütünü en başta metroplün kendisidir. Metropol bizzat içindeki toplumsal
süreçlerin koşullarını hazırlar. Simmel’e göre bu bütünde antipatinin kendisi bile
“birleştirici/bütünleştirici unsurlarla birlikte çözülemez bütünselliği içinde hayatın metropolitan
biçimini husule getirir ve, ilk bakışta onda ayrılma/çözülme olarak gözüken şey, aktüel olarak
toplumlaşmanın temel biçimlerinden biridir” (Simmel,1999,37).
Bütün bu yaklaşımlar günlük hayatın dinamizmi içerisinde her unsurun kendi özgünlüğüne
binaen anlam kazanan süreçlerdir. O nedenle sempati ve antipatiyle simgelenen süreçler kesişim
noktalarında özgün toplumsal unsurlar olmak üzere, bu unsurların diğerleriyle anlık karşılıklı
etkileşimlerini imlerler. Ve tüm bu süreçler günlük hayatın akışı içerisinde kendini gösterirler.
Onlar gündelik etkileşim sürecinden akılcı soyutlamalarla koparılmış ve yeniden formüle edilmiş
tasarımlar değildirler. Tersine onlar günlük hayat içinde oluş halindeyken ve kendisini doğuran ve
kendisinin neden olduğu bağlam içinde anlam taşıyan olaylar sistemidir.
Bu nedenle Lukacs, Simmel’i “normal bilimin yürüne yürüne aşınmış yollarının ötesinde, günlük yaşamdaki sonsuz
form bağlamını felsefi düzeyde görünür kılmak için bu yaşamın en küçük ve en önemsiz
fenomenlerinin üzerine giden bir yenilikçi olarak değerlendirmiş…tir”. Bu açıdan ona göre “Georg
Simmel tüm modern felsefe içinde en önemli ve en ilginç geçiş süreci düşünürüdür” (Jung,
1995:18); teoriden kültüre, dışsal ve soyut süreçlerden somut varlıklara, belirlenimden karşılıklı
etkileşime, kısaca toplumdan toplusallaşmaya geçişi sağlayan bir düşünür olarak… Simmel
sosyolojisini tek yönlü süreçler yerine çift yönlü/düalistlik süreçler üzerine kaydırmış olmakla yeni
bir paradigmaya adım attığı söylenebilir.
Diğer Cevaplara Gözat
bütün enerjisini iç etkileşimlerinin yoğunluğundan alan, bir sistem olarak metropolün kendisidir. O
imkânlarını etkileşim süreçlerinin hızından kaynaklanan boşlukta bulan, bu nedenle de etkileşim
sürecinin ivmesinin sürekli artmasıyla karakterize olan bir istemdir. Bu nedenle metropol, bütün
unsurların karşılıklı etkileşime sürekli ve zorunlu olarak gereksinim duydukları bir konsensüs
alanıdır.
Metropol tek yönlü süreçlerin durduğu, tüm unsurların çıkarlarının karşılıklı işlediği
demokratik bir alandır. Orada bütün süreçler karşılıklı işler ve bu nedenle karşılıklı süreçlerin
merkezindeki unsurlar, yani sitemi oluşturan bütün varlıklar tek tek, fakat birbirlerinin dolayımıyla
özel önem –ve de anlam- kazanırlar. Nesneler ve insanlar, hem ayrı ayrı hem birlikte –karşılıklı
etkileşimle- sistem içinde yer alırlar. Bu nedenle orada aydınlanma, sekülerleşme, rasyonelleşme,
ilerleme, endüstrileşme vs. gibi modernliğin bilinen tek yönlü süreçleri önemini yitirmiştir.
Nedenler ve –onların- sonuçları biçiminde işleyen lineer etkileşim düzeni çökmüştür. Onun yerine her unsurun kendince merkezde
olduğu bir sitem ve onlarla diğerleri arasındaki ilişkileri ifade eden
düalistlik etkileşim süreçleri söz konusu olmuştur. Bunlar, itme ve çekme, sevgi ve nefret, sempati
ve antipati, âhenk ve âhenksizlik, birleşme ve rekabet gibi zıt güçlerin bir aradalığını mümkün
kılan değer içerikli etkileşim süreçleridir. Bütün bu süreçler, toplumda var olan unsurların ayrı ayrı
merkeziliğine, onların toplumsal katılımına, toplumsal süreç içindeki aktif rollerine vurgu yapar.
Zaten Simmel için “sosyolojinin nesnesi, toplumun atomları arasındaki etkileşimdir” ve ona göre
modern kültür “insani gelişmenin en önemli ölçütünü oluşturan karmaşık bir toplumsal çevreler
bütünlüğüne çok yönlü bir katılımla ifade edilmektedir” (Swingewood,1998:170).
Bu karmaşık toplumsal çevreler bütünü en başta metroplün kendisidir. Metropol bizzat içindeki toplumsal
süreçlerin koşullarını hazırlar. Simmel’e göre bu bütünde antipatinin kendisi bile
“birleştirici/bütünleştirici unsurlarla birlikte çözülemez bütünselliği içinde hayatın metropolitan
biçimini husule getirir ve, ilk bakışta onda ayrılma/çözülme olarak gözüken şey, aktüel olarak
toplumlaşmanın temel biçimlerinden biridir” (Simmel,1999,37).
Bütün bu yaklaşımlar günlük hayatın dinamizmi içerisinde her unsurun kendi özgünlüğüne
binaen anlam kazanan süreçlerdir. O nedenle sempati ve antipatiyle simgelenen süreçler kesişim
noktalarında özgün toplumsal unsurlar olmak üzere, bu unsurların diğerleriyle anlık karşılıklı
etkileşimlerini imlerler. Ve tüm bu süreçler günlük hayatın akışı içerisinde kendini gösterirler.
Onlar gündelik etkileşim sürecinden akılcı soyutlamalarla koparılmış ve yeniden formüle edilmiş
tasarımlar değildirler. Tersine onlar günlük hayat içinde oluş halindeyken ve kendisini doğuran ve
kendisinin neden olduğu bağlam içinde anlam taşıyan olaylar sistemidir.
Bu nedenle Lukacs, Simmel’i “normal bilimin yürüne yürüne aşınmış yollarının ötesinde, günlük yaşamdaki sonsuz
form bağlamını felsefi düzeyde görünür kılmak için bu yaşamın en küçük ve en önemsiz
fenomenlerinin üzerine giden bir yenilikçi olarak değerlendirmiş…tir”. Bu açıdan ona göre “Georg
Simmel tüm modern felsefe içinde en önemli ve en ilginç geçiş süreci düşünürüdür” (Jung,
1995:18); teoriden kültüre, dışsal ve soyut süreçlerden somut varlıklara, belirlenimden karşılıklı
etkileşime, kısaca toplumdan toplusallaşmaya geçişi sağlayan bir düşünür olarak… Simmel
sosyolojisini tek yönlü süreçler yerine çift yönlü/düalistlik süreçler üzerine kaydırmış olmakla yeni
bir paradigmaya adım attığı söylenebilir.
Diğer Cevaplara Gözat