Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Giddens'a göre yurttaşlık hakları

giddens'a göre yurttaşlık hakları nelerdir

Bu soruya 4 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2021-01-07 08:40:09

    Cevap :
    Giddens T.H Marshall’ın üç tip yurttaşlık hakkını –sivil/medeni, politik ve sosyo-ekonomik haklar- hatırlatarak, kapitalist toplumda bu hakların gelişiminin kurumsal güç vasıtasının temel doğasını önemli ölçüde değiştirmiş olduğunu ileri sürer. (1999b:199-200)

    Medeni haklar; ifade özgürlüğü, örgüt oluşturma ve bunlara katılma hakkı, alternatif bilgi kanallarına sahip olma ile hükümet politikalarına etki etme için oya ya da diğer tercihlere dayanan örgütlerin varlığı olarak özetlenebilir. Medeni haklar insanların birbirleriyle özgürce ilişki kurmasını, konuşma özgürlüğünü, sapkın davranış suçlamalarına karşı adaletten yararlanan bireylerin hukuki olarak garanti altına alınmış haklarını ifade eder. Seçimler, oy hakkı,
    demokratik süreçlerde rekabet hakkı gibi haklar bireylerin ya siyasi gücün uygulanmasına seçmen olarak dâhil olduğu ya da politikaların uygulanmasına doğrudan katılımlarını mümkün kılan politik haklardır.

    Ekonomik yurttaşlık hakları ise; her ikisinden ayrı tutularak, egemenlik alanı içindeki yurttaşların belli bir asgari hayat şartlarına sahip olmasını, ekonomik refah ve güvenlikten faydalanma hakkını içerir.

    Giddens bu hakların kurumsal odaklarının şöyle belirlendiği söyler; Medeni hakların idaresinin ana kurumsal odağı yasal sistemdir. Siyasal yurttaşlık hakları odak olarak parlamento ve yerel hükümet kurumlarına sahiptir, ekonomik haklar ise böyle bir konumdan mahrumdur.

    Marshall’ın bu sınıflandırmasına karşı Giddens bu hakları gözetim türüne bağlı üç çatışma alanı olarak ortaya koymayı faydalı görür.

    Bunlar;
    1) Devletin polislik faaliyetleriyle ilgili gözetim biçimleriyle medeni haklar kendine özgü bir biçimde bağlantılıdır. Bu anlamda gözetim ‘sapkın’ davranışın kontrolü açısından adli ve cezai örgütlerin aygıtlarından oluşur.
    2) Politik haklar ise devletin idari gücünün tepkisel izlemesi şeklindeki gözetim ile ilişkilidir. Bu hakların kurumsal mekânı parlamentodur.
    3) Ekonomik haklara ait mücadelenin odaklandığı mekân ise söz konusu gözetimin işgücünü üzerindeki yönetimi sağladığı işyeridir. Bu tür gözetimin çekişme alanında endüstriyel arabuluculuğun mekaniği içinde yer alan ve asıl örgütlü aracı olan sendikalar bulunmaktadır. (2008a,s.261-275)

    Açıkça görüleceği üzere Giddens demokratik katılım, bireysel haklar ve sivil toplum bağlamında ulus-devletin egemenliğinin sınırlarını gözetim kavramı etrafında ele almaktadır. Toplumsal denetlemenin kontrolünü anlamında gözetim, hem bilginin denetimini ve hem de bazılarının diğerleri üzerinde denetimini sağlayan çift yönlü tepkisel bir özelliğe sahiptir. Hakların kullanılması konusunda devletin bireyi kontrol etmesi de bireyin devleti denetlemesi de gözetim ile mümkün olmaktadır. Küresel dönemde gelişen enformasyon ve iletişim teknolojileri göz önüne alındığında ulus-devletin kararları, idari ve siyasi faaliyetleri de geniş çapta yurttaşlarının gözetimi altındadır. Sivil toplumun organizasyonu ile alakalı gözetim biçimleri göreli özerklik sorunu ile yakın ilişkilidir. Giddens kendi görüşüne göre her özerkliğin göreli olduğunu söyler ve bu kavram yapılaşma teorisi için temel öneme sahip gördüğü güç ilişkileriyle bağlantılıdır. “Özerklik ve bağımlılık toplumsal sistemler içinde yeniden üretilen güç ilişkilerinin karşılıklı tanımlayıcı ölçütüdürler.”(2000,s.238)


    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Zeus

    • 2021-01-07 08:30:51

    Cevap :
    Giddens, daha eski dönemde yurttaşların sorunlarını gidermede başarılı olan belli başlı
    ideolojilerin, günümüzde yeterli olmadığı görüşündedir. Ona göre, yeterli olmayan bu
    ideolojiler (ki bunlar; klasik sosyal demokrasi ve neo-liberalizmdir), küreselleşme süreci
    içerisinde kendilerini yeni toplumsal değişim ve gelişmelere ayak uydurmak zorundadır.
    Klasik sosyal demokrasi ya da neo-liberalizm bu süreç içinde ona göre, toplumsal
    gelişmelerin gerisinde kalmaktadır. Giddens, bu durumda kaçınılmaz olarak değerlendirdiği
    küreselleşme süreci içerisinde yeni dönüşümler bağlamında yeni bir politik yorum olan
    üçüncü yol projesini ortaya atmıştır.

    Üçüncü Yol Teorisi Giddens’ın yapılaşma teorisi ile bağlantılı bir çizgi izlemektedir
    (Esgin, 2005: 399). Giddens, yapılaşma teorisini geliştirirken, klasik teorilerin modernizmin
    toplumsal yapısını açıklamada yetersizliği düşüncesi ile hareket etmiştir. Bu tutumun benzeri
    üçüncü yol teorisinde de dikkatleri çekmektedir. Klasik teoriler modern dünyayı açıklamada
    nasıl eksik kalmışsa, küreselleşme süreci ile birlikte gelişen yenidünya düzeninde eski politik
    sistemler de eksik kalmıştır. Giddens, yapılaşma teorisinde olduğu gibi politik durumu da
    günümüz dünya düzenine uygun biçime getirmek istemiştir.

    Klasik sosyal demokrasi ve neo-liberalizmin günümüz koşullarında yeterli çözümler
    üretememesinin nedenlerini Giddens, şöyle analiz eder: Sosyalizm ve neo-liberalizm radikal
    politika biçimleridir. Bu iki politik sistemin işleyişi birbirinden çok farklı da olsa, ikisi de
    radikal çizgide bulunmaktadır. Neo-liberalleri “muhafazakâr” olarak nitelendiren Giddens,
    neo-liberalizmin de tamamen muhafazakâr düşünce üzerinde yapılandığını belirtir.
    Habermas’ın da bu düşünceyi paylaştığını söyleyebiliriz. “Ulus-devletle başlayıp
    bugüne kadar varlığını sürdüren demokrasinin artık sonuna geldiğini” (Habermas, 2002, 77)
    ileri sürerek, batı tipi kitle demokrasisinin küreselleşmeden etkilendiğini belirtir. Demokrasi,
    küreselleşme sürecine değin ulus-devlet sistemi ve ulusal ekonomi ile kurumsallaşmış iken,
    bugün demokrasi ulus-devletle anılma durumundan çıkmak üzeredir. Habermas, bu
    değerlendirmeleri, dikkat çekici bulduğu gibi, ulus-devlet çerçevesinde değerlendirilen
    demokrasi anlayışından dolayı, politik bir meydan okuma gibi göründüğünü vurgulamaktadır.
    Cemiyetin demokratik şekilde kendi üzerinde tasarrufta bulunabilmesi fikri şimdiye
    kadar sadece milli-devlet çerçevesi içinde ikna edici şekilde gerçekleşebildiği için millet
    sonrası terkip fikri siyasi arenalarımızda müşahede ettiğimiz çaresizlik alarmlarını harekete
    geçirmektedir. Milli siyasetin istikbalde mevzi güvenliğinin gereklerine uymaya çalışan zeki
    bir işletmeciliğe indirgenmesi ile siyasi mücadeleler, var oluşlarının son kalıntılarını da
    kaybetmektedirler.” (Habermas, 2002: 77)

    Habermas, ulusüstü birleşmelerin, ulus-devlet dışında yeniden biçimlenmiş bir
    demokrasi ile, demokrasiyi ulussuzlaştırma atılımlarını vurgulamak amacındadır. Habermas,
    bugün neo liberalizmin yükselişine karşı ulus-devletten farklı bir demokratik yönetimle yanıt
    verilebileceğini düşünmektedir. Onun “dünya toplumu” olarak adlandırdığı yeni toplum,
    özellikle de bilgiye çabuk ulaşabilme olanağı sayesinde ulusalcılıktan uzak bir toplum tipine
    doğru geçiş sürecinde bulunmaktadır. Bu durumda Habermas’ı düşündüren “toplumların
    yeniden kendi içlerine dönmeleri olanaklı mıdır ve bu ne kadar gereklidir; gerekli ise bu nasıl
    sağlanacaktır?” sorusudur.

    Küreselleşme olgusunun ulus-devletler ve demokrasilerini etkilediği apaçık ortadadır.
    Toplumların dışa açılımlarının engellenmesi için öncelikle ulus-devlet yönetimlerinin
    piyasaları tekrar elinde tutmaları gerekli gibi görünmektedir. Devlet yeniden bu dengeyi
    gözetmelidir (Habermas, 2002, 78).

    Habermas, ulus-devlet ve demokrasinin alacağı yeni biçimi AB ve BM’nin rekabete
    etki edebilen ulusüstü bir dünya iç politikasının geliştirilme olanaklarını değerlendirerek
    ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu konudaki bakış açısını özellikle AB ile ilişkilendirerek
    aktarır. Ulus-devletlerin yapısal dönüşüm süreci içinde çıkmazları aşama geçirileceğinin
    yanıtlarını aramıştır.

    Devletin yeniden biçimlendirilmesi, demokrasinin derinleştirilmesine, temel taşların
    belirlenmesine yönelik bir düşünce olarak ortaya çıkan “üçüncü yol’’ kavramı ve üzerine
    yapılandırılan politikalar aynı zamanda ulusal olması nedeniyle küreselleşmeyle birlikte nasıl
    bir yol izleyeceği konusunda belli bir program oluşturmuştur.

    Giddens, üçüncü yol programının izleyeceği yolun taslağını oluşturmuştur. Giddens
    “üçüncü yol” programını şöyle açıklar (Giddens, 2000: 84 ):
    Radikal merkez, yeni demokratik devlet, aktif sivil toplum, demokratik aile, yeni karma
    ekonomi, topluma katılma anlamında eşitlik, pozitif refah sosyal yatırımcı devlet, kozmopolit
    ulus, kozmopolit demokrasi.

    Giddens’ın sıraladığı bu unsurlar küreselleşmenin yaratığı süreçte yeniden biçimlenen
    ulus-devlet yapıları ve sosyal politikaların belirsizlik ortamından çıkarak yeni süreçte
    gelişebilmesi için ortaya atılmış “üçüncü yol” düşüncesinin ana hatlarını ve temel ilkelerini
    oluşturmaktadır. “Üçüncü Yol ve Sosyal Demokrasinin Yeniden Dirilişi” adlı kitabında
    Giddens, bu ana ilkeler bağlamında sosyal demokrasiyi ve üçüncü yol adını verdiği
    politikaları belirlemiştir. Devletin küçültülmesi ve özelleştirme yanlısı olan liberallerin
    tersine, devletin yetki alanlarının genişletilmesi yanlısı olan sosyal demokratların söylemini
    aşma yolunda çabalar.

    Giddens üçüncü yol politikalarının en temel hedefinin küreselleşmeyle birlikte
    bireysel yaşantılarda ve doğada ortaya çıkan önemli değişimlerde, kişilerin kendi yaşamlarını
    düzene sokabilmeleri bağlamında yardımcı olmak çerçevesinde açıklamaktadır (Giddens,
    2000: 75).
    Cevap Yaz Arama Yap

    Zeus

    • 2021-01-07 08:31:19

    Cevap :
    Demokrasinin Demokratikleştirilmesi
    Giddens’ın üçüncü yol değerleri olarak açıkladığı ilkeler; eşitlik, demokrasi, çoğulculuk ve sosyal politikalar olarak özetlenebilir.

    Ancak Ona göre demokrasi yeterince demokratik görünmemektedir. Bu bir dengesizlik ortamı yaratmakta ve demokrasiyi krize
    doğru yaklaştırmaktadır. Demokrasiyi daha da “demokratikleştirme” adına devletin
    egemenlik alanları ya da yetkilerinin artırılması, küreselleşme karşısında varlık savaşı veren
    devletler için yeterli değildir. Devletlerin Giddens’a göre kaçınılmaz olarak içinde
    bulundukları küreselleşme çağında yeniden oluşan yapılanmaya ne derece uyum
    sağlayacakları, devletlerin egemenlik güçlerinin niceliksel çokluğundan da önemlidir.
    Giddens, küreselleşmenin yalnızca ulusal devlet yapısını değil, aynı zamanda
    demokrasileri de güç duruma düşürerek yeniden yapılandırılma zorunluluğu içine bıraktığı
    düşüncesiyle, ulus-devletlerin buna karşı koyma bağlamında yapması gerekenleri açıklamaya
    çalışmıştır. Bunlardan biri “devletin kamu alanının rolünü genişletmesi” önerisidir. Devlet
    giderek tüm dünyada yozlaşmaya başlamıştır ve şeffaflık, açıklık ilkeleri ulus-devletlerin
    politika sistemleri içinde yer almalıdır. Giddens’ın belirttiği gibi kapalı kapılar ardında
    yapılan anlaşmalar ve ayrıcalıklar da ulus-devletlerin gücünü kırmayı sürdürmektedir
    (Giddens, 2000: 87).

    Bu konuda İngiltere’den örnek veren Giddens, bu ülkenin hala yazılı bir anayasası
    olmamasını, vatandaşların, sorumluluklarının ve devletin yetkilerinin geleneksel kurallarla ve
    örf ve adet hukukuna göre belirlenmesini, üst düzey yöneticilerin gizlilik adına kapalı kapılar
    ardında gerçekleştirdikleri eylemlerini eleştirerek, şeffaflık ve açıklık ilkesinin gerekliliğini
    ortaya koymaktadır.
     
    Diğeri ise, ulus-devletlerin meşruluklarını yeniden kazanabilmek için devletin
    işlevlerini yerine getiren kurumların verimlilik açısından yeniden yapılandırılması
    gerekliliğidir. Bunun gerçekleşmesi için de iş dünyasının model alınması gerektiği
    düşüncesinde olan Giddens, köhneleşmiş, kırtasiye görevi gören bürokrasinin piyasa
    disiplinine yaklaşması gerektiğinden söz etmektedir. Bunun için kontrol, etkili denetim, esnek
    karar mekanizması ve özellikle de demokrasinin gelişimi açısından önemli olan çalışanların
    yüksek düzeyde katılımı ilkeleri -ki bunlar iş dünyasının temel ilkelerini oluşturturlar- ulus-
    devletlerin yeniden yapılandırılmasında dikkate değer değişikliklerdir. Bu yolla ulus-devletler
    küreselleşme süreci ile piyasalar karşısında yitirmeye başladıkları gücü yeniden edinebilmeye
    başlayabilirler.

    Demokrasinin “demokratikleşmesi” için Giddens’ın diğer önerisi, yurttaşların devletle
    doğrudan ilişki kurabilecekleri bir sistemin oluşturulması ve yaygınlaştırılmasıdır. Halk
    jürileri, elektronik referandum gibi yöntemlerle kolayca sağlanabilecek olan bu doğrudan
    iletişim yöntemleri aynı zamanda devletle yurttaşlar arasında çoğulcu katılıma neden
    olacağından, Giddens’ın bu önerisi demokrasinin gelişimine katkıda bulunmak açısından
    yerindedir. Bu bağlamda verdiği İsveç örneği dikkat çekicidir (Giddens, 2000: 89).
    Giddens, bu önerinin yirmi yıl önce İsveç’te denendiğini, İsveç hükümetinin enerji
    politikasının belirlenmesi için vatandaşlarından öneriler aldığını bu konuyla ilgili kursa giden
    her vatandaşın yardımı ile enerji politikasını belirlediği örneğini vererek konuyu canlandırır.
    Örneği değerlendirdiğimizde yetmiş bin kişinin katıldığı bu enerji politikasını belirleme
    önerisinin aynı zamanda demokrasinin özünü oluşturan çoğulcu katılımı da
    gerçekleştirdiğinden söz edebiliriz.

    Demokratikleşmenin yerel ve ulusal düzlemde gerçekleştirilmesini yeterli bulmayan
    Giddens, ulus-devletlerin yeniden biçimlenirken kozmopolit bir anlayışa sahip olmaları
    gerektiği düşüncesindedir. Kozmopolit ulus ve kozmopolit demokrasi, küreselleşme sürecinde
    yeniden biçimlenen devlet sistemini değerlendirirken Giddens’ın sürekli kullandığı ve
    üzerinde durduğu kavramlar arasındadır. Ulus-devlet sistemlerinde özeliğini yitirmeye
    başlayan demokrasilerin yeni biçiminin unsurlarını ise Giddens şöyle belirlemektedir:
    Yeni demokratik devlet, çift yönlü demokratikleşmiş olan, kamuda canlılığı ve
    şeffaflığı esas alan, yönetimde verimli ve aynı zamanda doğrudan demokrasi mekanizması ile
    işleyen, risk yöneticisi bir devlet olmalıdır” (Giddens, 2000: 91).

    Çift yönlü demokratikleşme bilinen genel anlatımıyla devlet ve sivil toplumu içine
    alan bir demokrasi sistemidir. Demokrasinin tam ve yerleşmiş varlığından söz edebilmek için
    önemli bir ölçüt olan çift yönlü demokratikleşme kavramı aynı zamanda demokrasinin
    olmazsa olmaz unsurları olan katılımcı çoğulculuk ilkesini de kapsamaktadır.
    Olgun demokrasilerde büyük bir hayal kırıklığının yaşandığını düşünen Giddens, bu
    durumu “demokrasinin paradoksu” olarak kavramlaştırır. Politikacılara duyulan güvenin
    azalması, demokratik yönetimlerin yurttaşlarının beklentilerini karşılamada yetersiz
    kaldığının bir örneğidir. Buna karşın dünyada demokrasi rejimi ile yönetilen devletlerin sayısı
    gittikçe artış göstermektedir ve otoriter yönetimler artık eski güçlerini kaybetmeye
    başlamışlardır (Giddens, 2000: 87).

    Otoriter yönetimlerin güç kaybının nedenlerinden biri de Ona göre; küresel dünya ve
    gittikçe gelişen teknoloji ve yeni ekonomik düzene uyum sağlayacak niteliğe sahip olmayan
    bir sistem olmasıdır. Bu yüzden de otoriter rejimler eski gücünü ve saygınlığını
    kaybetmektedirler. Sovyet ekonomisinin aşamadığı sorunlar ve aynı zamanda merkeziyetçi
    yapı ve esneklik gereksinimini ve sonucunda Sovyetlerde ortaya çıkan bunalımı değindiği
    konuya örnek olarak gösterir.

    Demokrasinin demokratikleşmesi” anlatımından Giddens, demokrasinin
    derinleştirilmesini kastetmektedir. Küreselleşme çağında ekonomi kadar politikanın da
    kendini yeniden yapılandırması gerektiğini savunurken, aynı zamanda demokrasinin uluslar
    ötesi duruma getirilmesi taraftarıdır.

    Giddens, “demokrasinin demokratikleşmesi” konusunda gerçekleştirilmesi gereken
    belli ölçütler öne sürmüştür:
    Giddens, demokrasinin demokratikleşmesi için, “ulusal düzeyde toplanmış olan
    iktidarın etkili biçimde kullanılması” gerektiği düşüncesindedir (Giddens, 2000: 90). Eskiye
    oranla bilgi ve iletişim toplumunda her şeyin açık biçimde dünyanın her yerinden
    görülebilmekte olmasına karşın, yolsuzlukların artış gösterdiğine dikkati çeken Giddens,
    demokrasinin demokratikleşmesinde yolsuzluklara karşı etkili önlemler alınması”nı da
    gerekli görmektedir. Bu demektir ki, demokrasilerin derinleşebilmesi için şeffaflık önemli bir
    etkendir.

    Bir diğer ölçüt, siyasal partiler, sivil toplum kuruluşlarıyla ve baskı gruplarıyla daha
    fazla işbirliği yapmak durumundadırlar. Modern dünyada insanların artık toplumsal
    birlikteliklere ve grupsal oluşumlara daha fazla katıldıkları gözlemlendiğinde Giddens’ın
    ortaya koyduğu bu ölçüt, demokrasinin derinleştirilmesi ve yeni yapılanan dünyaya uyum
    sağlayabilmesi açısından anlamlı görünmektedir.

    Demokrasinin yurttaşlık kültürüyle büyük oranda ilgisi vardır. Giddens’ın değindiği
    gibi, piyasalar ve özel ilgi grupları böyle bir kültürü yaratamaz. Demokrasilerde “yurttaşlığın
    damgasını vurduğu alan hükümet tarafından besleneceği gibi, kültürel bir temele de sahip
    olacaktır” (Giddens, 2000: 92).

    Yurttaşlık kültürü demokrasiyle biçimlenmiştir. Giddens, iyi işleyen demokrasinin
    üçayağı olduğundan söz eder: 1-Hükümet, 2- Ekonomi, 3- Sivil Toplum. Bu üçayağın
    dengede olması gerekir. Bunlardan herhangi biri diğerine karşı üstün konumda bulunursa,
    demokrasinin işleyişi bozulur. Günümüzde medyanın da büyük bir güç olduğu, toplumları ve
    yurttaşları etkilediği düşünülünce, demokrasinin medya ile ilişkisinden söz etmemek konunun
    eksik kalmasına neden olur. Bu konuda Giddens, şu değerlendirmeyi yapamamaktadır:
    Bir yanda küresel bir enformasyon toplumunun ortaya çıkışı güçlü bir
    demokratikleştirici güç işlevi görürken; öbür yanda televizyon ve diğer kitle iletişim araçları,
    açtıkları kamusal diyalog zeminini, politik sorunları bayağılaştırıp kişiselleştirerek kendi
    elleriyle yok etme eğilimindedirler. Dahası, dev çokuluslu medya kuruluşlarının gelişip
    büyümesi, seçimle gelmeyen işletme yöneticilerinin muazzam bir gücü kontrol edebilmeleri
    anlamına gelmektedir” (Giddens, 2000: 93)
    Cevap Yaz Arama Yap

    Zeus

    • 2021-01-07 08:35:43

    Cevap :
    Giddens devletler için egemenliği içsel-dışsal olmak üzere ikili bir ayrıma tabi tutarak, egemenliğin bu iki duruma aynı anda düzenleme sağlayan ilkeye temel teşkil ettiğini vurgular. Bu tespit üzerinden egemenliğin belirlenmiş bölgenin yurttaşlığıyla ilgili olan, buna karşı yurttaş olmayanların dışta tutulduğu evrensel ve zorunlu bir kural sistemini varsaydığını söyler. Ayrıca bir devletin egemenliğinin söz konusu olması için, onun kabul gördüğü bir devletler sistemi içinde var olması gerekmektedir. Bu devletler sistemi içinde yer alan devletler arasında güç farkları bulunsa da birbirleri tanıma konusunda eşitler arası bir tanıma eğilimi mevcuttur. Giddens küresel anlamda tüm devletlerin birbirlerinin egemenliklerini tanımalarının pratikte İkinci Dünya Savaşından sonra olduğunu belirterek, Avrupa devlet sistemi içindeki devletlerin birbirlerini tanımalarıyla diğer siyasi toplulukların varlığını tanımalarının farklı düzeyde gerçekleştiğini ifade eder.

    O egemenliği, onu oluşturan tüm unsurlar üzerinden şöyle tanımlamaktadır:
    “Egemen devlet sınırlı bir bölge ya da bölgeler içerisinde yasa yapma ve bunların yürütülmesini etkin biçimde uygulama; şiddet araçlarının tasarrufu üzerinde tekel oluşturma; dâhili siyasi veya idari hükümet biçimiyle ilgili temel siyasetleri kontrol etme ve gelirinin temeli olan ulusal ekonominin meyvelerini harcama kapasitesi olan siyasi organizasyondur.” (Giddens,2008a:365-366)

    Kısaca özetlemek gerekirse egemenlik, ulus devletin egemenliğe konu olan bir alanda yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarını kullanma, hukuki düzenlemeler ve ceza mekanizmalarıyla, iç ve dış güvenliği sağlamak üzere gerekli tedbirleri alma ve şiddet araçlarını kullanma tekelini elinde tutma hakkına sahip olmayı, idari organizasyonu yönetmeyi ve bunlarla ilgili politikaları belirlemekle birlikte ekonomik faaliyetler için düzenlemeler, anlaşmalar yapma ile birlikte vergi toplama ve bunları gerekli harcamalar için kullanma yetkisine sahip devletin gücüdür.
     
    Burada Giddens’ın egemenlik tanımının Weber’in egemenlik tanımlamasıyla benzerliği dikkat çekicidir. Weber egemenlik tanımını siyasal kuruluşun nitelikleri üzerinden yapmıştır. Ona göre egemenliğe sahip bir kuruluş varlığı ve düzenlemelerinin geçerliliği, sınırları belli bir coğrafi alanda yürütme araçlarıyla bir fiziksel zorlama uygulama ya da uygulama tehdidi altında sürekli biçimde güvenceye almışsa ona siyasal kuruluş denir. Devlet bu anlamda kuralların uygulanışında, yasal olarak fiziksel güç kullanma tekeline sahip kurumlaşmış siyasal bir girişimdir. ( Weber,1995:93-94)
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.