Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Havuz Başı olay örgüsü

Sait Faik Abasıyanık Havuz başı olay örgüsü, yer ,zaman,kişiler

Bu soruya 3 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2020-12-18 04:39:52

    Cevap :
    Havuz Başı (  Abasıyanık, Sait Faik: Bütün Eserleri, Havuz BaĢı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992 )
     
    Beyazıt havuzunun kenarındaki kanepelerden birine oturmuş, sizi bekliyorum. Yaşını almış bir adamın yirmi yaşındaki çocuk kederlerini, sevinçlerini yaşamış ne demektir, diye düşünüyorum: Belki bir, geç olma hadisesi. Belki de bir çeşit hazları, kederleri, çocuklukları uzatma temayülü. Ama bu uzayan yaz, kışın gelmeyeceğine alâmet değil. Kış müthiş olacak, kar yolları kapayacak, bembeyaz ovada ölülük uzayıp gidecek... Sizi bekliyorum. Sizi göreceğim; içimde bir şey koşacak. Siz görmeden geçeceksiniz. Ben kederle sevinci duyup dalacağım istediğim âleme. Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım. Sonra çarşılardan çarşılara, insan sesleri arasında, her şeyi sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım. Herkes geçti, siz geçmediniz. Yüzünüzü göremedim. Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu. Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem.
     
    Havuzun suyu bulanık. Kapının saatleri 12´yi geçmiş. Kanepelerde kimseler yok. Tramvay ne fena gıcırdadı! Tramvaydaki adam bir tanıdık mıydı, acaba? Ne diye öyle dönüp dönüp baktı?... Yoksa kimselerin oturmadığı kanepelerde bu saatlerde yalnız pek başıboşlar mı oturur? Kimseler âşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin?
     
    Önce yanımdaki kanepeye oturdular. Biri kadın, öteki erkekti. Erkek bana gülümsedi. Halim yok gülmeye; yoksa tatlı tatlı gülümsemesine karşılık verilmeyecek adam değildi. Bu selam yerine geçen gülümsemeye neden cevap vermedim? Sizi bekliyordum. Hâlâ sizi bekliyordum. Belki de, bugun, bu saatte buradan çıkmayacaktınız... Yoksa hasta mıydınız? Bir ara bir başkasında saçlarınızı, yürüyüşünüzü seyreder gibi olmuş, siz olmadığınızı görünce yeniden merak etmiş, üzülmüş; sonra, belki de benim burada oturduğumu tahmin etmiştir de öteki kapıdan çıkmıştır şüphesine düşmüştüm. Bu şüpheden çabucak caydım. O kadar ehemmiyet verilmeye değer miydim?
     
    Ya hasta iseniz!... Sanki hasta idiniz. Koşup yatağınızın başucuna gelmiştim. Gözlerinizi açtınız. Alnınız terli idi. İki açık sarı tel terli alnınızın üstüne yapışmıştı. "Ateşim düşmüyor" demiştiniz. Şehre küsmüştüm. Karaborsalardan ilaçlar getirmiştim. İyileşmiştiniz. Rıhtım boyunca yürümüştük. Taze, kırmızı idiniz. Alnınız terli idi. Gülüyordunuz. Alay ediyordunuz. Koşuyordunuz, yakalayamıyordum. Allah esirgesin! Hasta olmayın!
     
    Dört beş saniye içinde bunları düşündüğümden adamın selamına karşılık vermemiştim. Dört beş saniye bir gecikmeden sonra ben de güldüm. Bunun üzerine adam yerinden kalktı, yanıma geldi:
     
    - Bu caminin ismi ne?
     
    Bir türlü bulamadım caminin ismini, dersem, inanır mısınız? Hâlâ sizinle beraberdim. Hayır, hasat filân değildiniz, çok şükür! Beni görmemek için arka yollardan gidişinizi görür gibi oldum. İçimi mütevekkil bir sıkıntı sardı. Kızamıyorum size... Dünyaya kızıyorum. En iyi arkadaşıma kızıyorum.
    -Yok a...- Bu mayıstan başka her şeye benzeyen soğuk bin dokuz yüz kırk altı mayısına kızıyorum. Size kızamıyorum. Arka sokaklardan beni görmemek için kaçtı ise, beni düşünerek gitmiştir, diyorum. Hatırladım caminin ismini:
     
    -Beyazıt camii, canım!
    Kadın da yerinden kalktı. Adamın mühim bir sual sorduğunu, cevabının bütün karışık meseleleri halledeceğini bağıran pek mütecessis bir yüzle yanımıza geldi. Yanına oturdu adamın. Bu sefer o sordu:
    - Ali Sofya hangisi?
    -Şu tarafta... Bir işaretle sol tarafı gösterdim. Anlayamadılar ne taraftadır Ali Sofya... Elimin gösterdiği istikameti bir türlü kestiremediler. Gösterdiğim yerde kocaman binalar, birbirini kesen, biçen yollar, dükkânlar vardı. Oradan Ayasofya´yı nasıl bulacaklar? Ama ne yapsınlar, çaresiz kabullendiler. Zahir oralardadır, diye akıllarından geçmiş gibi yüzüme baktılar. Son bir defa daha:
    “-Her halde ıraktır.” dediler.
    “-Yok, pek ırak değil.” dedim.
    Adam ellisini asmıştı. Toprak rengi yüzünde alışılmamış çizgiler vardı.
    “-Bunu getirdim köyden” dedi.
    Çarşaflı kadını gösterdi: Sütlaç gibi buruşuk, ufacık gözleri ile yanaklarının elmacık kemiklere rastlayan yerleri pırıl pırıl dişleri bembeyaz, yüzüne bakınca bir süt kokusu duyar gibi oldum. Bu yüz pembe mi pembe; içinde ne güzel bir kan akıyordu kim bilir...
    -Hiç İstanbul görmedi bu. Bakıyor, hoşlanıyor da gülü gülüveriyor. Hoşlanıyor pek. Biz Lüleburgazlıyız. Ben geldim birkaç defa İstanbul´a. Bu gelmemişti. Camileri gezdiriyordum.
    - Taksim´e de bir gidin.
    - Gideceğiz. Beyoğlu´nu da görürüz ha? O da, Taksim´e ulaşmadan değil mi?
    - Evet.
    - Tramvayla mı gidelim?
    - Tramvayla gidin, ya!
    - Ama biz, Tünel´den geçmek istiyoruz.
    - Tünel işlemiyor, kapalı.
    Yaa, Tünel kapalı demek... Tünel´in kapalı olmasına beraberce üzülüyoruz. Kadın, elinde gazete kâğıdına sarılmış bir şeyi bana gösteriyor:
    -Bakır ucuzlamış, ucuza aldık.
    - Kaça aldınız?
    - Kilosuna... ne verdikti?.. 450 kuruştan verdiler. Te, bak şuna, 310 kuruş verdik. Pahalı değil, değil mi?
    -325 kuruş verdik. 700 gram geldi.
    -Sen beş lira verdin. Ne geri verdi sana bakırcı?
    Hesap ettiler. Önce anlaşamadılar. Sonra anlaştılar. 310 kuruşa almışlardı tencereyi. Ben senin gelmen ihtimali olan yola gözlerimi dikmiştim. Onlar, hesaplarını yapmış, havuzu seyrediyorlar. Ben geçmenizden ümidi kesmişim. Sizi nerede bulabileceğimi: "Bana bakın! Beni dinleyin, nolur? Bırakın da bir gün samimî olayım. Söyleyeceklerimi söyletmiyorsunuz. Dinleyeceklerimi dinletmiyorsunuz. Bırakın anlatayım..."
    -Bu, dibinden mi kaynar?
    -Yok canım? Babacığım, bu pınar mı? Boruyla içine Terkos gelir.
    Adam yanındakine dönüyor:
    -Borularla doldururlarmış. Dibine boru döşemişler, senin anlayacağın.
    Bana:
    -Pekii, hani bu, suları fışkırtırmış?..
    -Bayramlarda, sıcak havalarda... Hava soğuk da ondan fışkırtmıyorlar.
    Adam, kadına:
    -Hava soğuk soğuk da ondan fışkırtmıyorlar, anladın mı? Sıcak havalarda fışkırtırlar da insanları serinletir...
    Bana da dönüyor:
    - Peki... -diyor-. Hani üstüne top korlar da sular lastik topu havaya fırlatır, oynatır durur; öyle de yaparlar mı?
     
    Elli yaşında adam, ellisine yakın kadın.. Fıskiyeler, toplar... Onlar, benden de çocuk. Seni görememenin sıkıntısı dağılıyor, seviniyorum. Kadın eğilip beni dinliyor. Taksim´den, öteki camilerden, meydanlardan, Boğaziçi´nden, Kızkulesi´nden söz açıyoruz. Sonunda lakırdılarımız bitiyor. Konuşmuyoruz bir zaman. Ben, size bir mısra bulup söylemek istiyorum. Yağmurlu havalardan, dağ yollarından, katırlardan, çıngıraklardan bahseder mısralar yok mu yeryüzünde?
    Bu sırada adam, kadınına Kızkulesi´ni, Haydarpaşa´yı, Selimiye Kışlası´nı anlatıyor... Bir ara üçümüz de susuyoruz. Mühim şeyler düşünüyor gibiyiz. Hele ben, neler düşünmüyorum: Kapıdan çıkıyorsunuz. Koşa koşa yanıma geliyorsunuz. Kolunuza bile giriyorum. Tam bu sırada adam:
    -Kışın donar mı bu su?
    Ne diyeyim ben şimdi? Üzüntüm yine dağılıyor:
    -Donar -diyorum, donar da çocuklar üstünde kayarlar.
    Kadına dönüyor adam:
    -Donarmış; çocuklar üstünde kayarlarmış -diyor. Ne dersin sevgilim, Beyazıt Havuzu kışın donar mı? Murtaza çavuşla karısı Hacer anaya ben, donar, dedim.
     
     
    Sait Faik Abasıyanık


    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Zeus

    • 2020-12-18 04:42:16

    Cevap :
    HAVUZ BAŞI
    1946
     
    Havuz başında sevdiği kadını bekliyor adam. Gelmiyor.
     
    Onu beklerken bir adam ve bir kadın geliyor. Adam, kadına İstanbul'u gezdiriyormuş. Bazı yerleri soruyorlar yazara, nasıl gidebileceklerini. Yazar da onlara anlatarak biraz neşeleniyor.
     
     
    KUMARBAZ HAYRİ EFENDİ
    1948
     
    Hayri, annesi öldükten sonra kumara bir süre ara veriyor. 
     
    Eczacı bir arkadaşı, Hayri'ye evini satmasını ve beraber iş yapmalarını teklif ediyor. Hayri kabul etmiyor.
     
    Eğer kabul etseydi ne olurdu diye hayallere dalıyor. Paşa kızıyla evlenir, zengin olur, dilediği gibi kumar oynardı.
     
     
    ÇATIŞMA
    1952
     
    Adam evlenmemiş, çocuğu yok. Ama rüyalarında karısı ve çocuğu olduğunu düşünüyor. Çocuğu 16 yaşında ve nedense çocuğuyla silahlı çatışmaya giriyor.
     
     
    İYİLİK UNUTULMAZ
    1948
     
    Belediye başkanı, asfalt yolu kirletiyorlar diye kamyonların, taşımacıların şehre girmesini yasaklıyor. Halbuki şehrin ekonomisi bunlara bağlı. Durum, belediye başkanına anlatıldığı halde kararından vazgeçmiyor. En sonunda kamyoncular şehri basıyor. Belediye başkanı da istifa ediyor. Ancak kahraman olarak anılıyor.
     
     
    BİR SONBAHAR AKŞAMI
    1944
     
    Bir bıldırcanlara övgü.
    Zaten hikaye "Sonbaharda Bıldırcın ve Bir Sonbahar Akşamı" diye basılmış ilk.
     
     
    BİR EV SAHİBİ
    1948
     
    Adam, kiraya verdiği evin bir odasında kalmayı teklif ediyor. Bu teklifi kabul görmüyor tabi.
     
    O da bir müteahhitle anlaşıyor. Evde kiracılar varken tamirat, yıkım işlerine girişiliyor. Sonuçta kiracılar çıkıyor. Mahkeme, dava derken adam hapis yatıp çıkıyor. Ama sonunda da ev sahibi oluyor.
     
     
    BAYAN GÜLSEREN
    1947
     
    Bayan Gülseren, kuaförü Jül Rıza'ya aşık olmuş ama bunu kendisine bile itiraf edemiyor. Çocukça, şımarıkça kaprisler yapıyor.
     
     
    YÜKSEKKALDIRIM
    1947
     
    Yüksekkaldırım'daki dükkanları, mağazaları, eğlence anlayışını anlatıyor.
     
    Mesela bir adam fok gösteriyor para karşılığı. Foku Amerikalılar evde beslermiş de, fokun adını Marika koymuş da, sonra da müslüman edip Mercan Hnaım koymuş.
     
    Sonra niyetçiler. Yazar da bir niyet çekiyor. Aşkta bahtsız olduğunu görünce üzülüyor.
     
     
    ON MİLYONERİN ON METRESİ
    1945
     
    Şehrin en zengin on adamı, metreslerini de alıp bir çiftlik evine yerleşmişler. Toplumun fakirliğinden, geleneklerinden sıkıldıkları için.
     
    Bu çiftlikte, dünyadan izele bir hayat kurmuşlar kendilerine. Bir elleri yağda, bir elleri balda. Eş değiştirme partileri vuhuuvv
     
    Sonra hastalık kapıyorlar. Doktorun uyarılarını dinlemiyorlar. Kapıldıkları bu bulaşıcı hastalıkla evlerine geri dönüyorlar.
     
     
    JİMNASTİK YAPAN ADAM
    1948
     
    Deniz kenarında düzenli olarak jimnastik yapan bir adam var. Yazarın ilgisini çekiyor.
     
    Sonraki yaz aynı adamı yine görüyor ama artık jimnastik yapmıyor. Sebebini soruyor. 
     
    Meğer geçen sene adamın biri buna fena bir laf etmiş. Bu da laf edeni dövmek için güçlenmeye karar vermiş. Bunun için jimnastik yapmış. Sonra da adamı dövmüş gerçekten. Artık da jimnastik yapmaya ihtiyacı kalmamış.
     
     
    İNSAN GİBİ BİR ŞEY: HUY
    1952
     
    Parasıyla insanları satın alan bir zengin.
     
    Zenginin bu huyundan rahatsız olan adam onu bağlıyor. Sonra herkese ona kötü davranmasını söyleyip adamı çözüyor.
     
    Adam serbest kaldıktan sonra, kendisini bağlayan adama geri dönüp, "Keşke beni çözmeseydin." diyor.
     
     
    SU BASMASI
    1946
     
    Sakari dedikleri Sakarya Nehri bazen öyle coşar, öyle taşarmış ki önüne ne katsa götürürmüş. 
     
    Fakir genç, zengin adamın kızına tutulmuş. Ama adam kızını vermeye pek gönüllü değil.
     
    Bir gün nehir taşmış, zengin adamın nesi var nesi yoksa suda mahvolmuş. Kızını da fakir genç kurtarmış selden.
     
    Bu afet, onların kavuşmalarına vesile olmuş. Bu yüzden adam, Sakarya Nehri'ni hem sever hem de kızarmış ona. Hayırsız evlat gibi.
     
     
    MEKTUP
     
    Yazının ortaya çıkışını ve ilk mektubu düşünüyor.
     
    "Söylemekten usandığımız, konuşmak istemediğimiz bir gün, gizlice; kendimiz hitap ettiğimizin yanında bulunmadan, sesimiz işitilmeden söylemek zorunda kalmışız. Bu iş nasıl olur diye düşünmüşüz. Yazıyı belki binlerce, milyonlarca insan okuyor. Ama yazı bunun için uydurulmuşa benzemiyor pek... Olamaz; ilk defa birçokları için yazmadık. Kendimiz olmadan, sesimiz duyulmadan, başka birisine, bir tek kişiye bir şey söylemek için birtakım şifreler düşündük. Yazı sizin için yazıldı. Bu yüzden uyduruldu. Bir türlü 'Seviyorum' diyemedik. Belki de ilk defa iki kol resmi, iki dudak resmi, sonraları kalbin biçimini öğrenince onun resmine bir ok batırarak derdimizi dökmeye çalıştık. Baş başa,karşı karşıya çoktan riyakar olmuştuk. Daha samimi olmamız lazım geldiği zaman utandık. Bu utanmadan yazı doğdu." sf. 70
     
     
    SUR DIŞINDA HAYAT
    1947
     
    Şehrin biraz dışında insanlarla muhabbet ediyor.
     
    Fotoğraf çekmek istiyor. Bir nine, fotoğrafının çekilmesi için para istiyor. 
     
    12 yaşındaki bir ressamın methini duyuyor, araba boyamada ün salmış.
     
    Değişik değişik insanlar...
     
    "Şehrin dışına çıkmak kendi kendinden kurtulmak gibi bir şey." sf. 73
     
     
    SERSERİ ÇOCUKLA HAYAT
    1948
     
    Köpeğine türkü söyleyen bir çocuk. Çok sevimli. "Karakolda Ayna Var"ı söylüyor köpeğine.
     
     
    SONBAHAR
    1934
     
    Mevsimleri anlatıyor. 
     
    En çok sonbaharı severmiş.
     
    Bir arkadaşı bu mevsimde kayak yapmış, sonra zatürre olup ölmüş.
     
    Ama yine de sonbaharı seviyormuş.
     
     
    İNSANLAR, TÜRKÜLER, MASALLAR
    1936
    (Yüz Kilometrede Seyahat - 1946)
     
    Yol yapmak için gelen müteahhitler etrafı geziyorlar. Amelelerle karşılaşınca ürküyorlar biraz. Amele fakir, amele sakallı, amele pis görünüyor; ama korkacak bir şey yok.
     
     
    PARKLARIN SABAHI, AKŞAMI, GECESİ
    1947
     
    Parklar, gündüzleri çocukların ve dadıların;karanlık bastırınca da evsizlerin ve serserilerin. Onlara da bekçi rahat vermiyor.
     
    "Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme,s inme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre içimizdeki sevinçleri, kederleribaşkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır? En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı?
     
    Karı koca, ana oğul, kardeş, baba, hep ayrı ayrı kederlenmez, üzülmezler mi? Müşterek kederler, müşterek sevinçler ne kadar azdır. Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi? Gün olur dost, sevgili, arkadaş, baba, ana oğul, kardeş hep elimizi bırakıverir. Hem yapayalnız doğup kendi başımıza ölmüyor muyuz?" sf.89
     
     
    CEZAYİR MAHALLESİ
    (Cezayir Hurmaları)
    1952
     
    Mahallenin kahvehanesinde konuşuyorlar. Biri karaciğer hastasıymış, ona ilaç tavsiye ediliyor.
     
    Cezayir' kar yağma muhabbeti var. Orada hurmaları olan biri de hurmalarına zarar geleceğinden korkuyor.
     
     
    SİMİTLE ÇAY
    1949
     
    Simitle çayın dostluğunu anlatıyor.
     
    Yanına kaşarı da koymayı düşünüyor ama o zaman lüks olur, vazgeçiyor. En âlâ kahvaltı bile simitle çayın yerini tutamaz, diyor.
     
     
    ŞEHRİN SABAHLARI VE ADAMLARINDAN BİRİ
    1950
     
    İşe gitmek üzere olan insanlar. Mahkeme duvarı gibi suratlar, emir verenler, emir alanlar, bok kafalar...
     
    "İşe gidecek, birtakım emirler alacak, emirler verecek, suratı kendisinden bok bir zavallıya haykıracaktır." sf. 100
     
    "İyi ki böyle biri olmadım' dedi. Ama herkes onu öyle görmek istiyordu. Öyle göremediği için de küçük görüyordu." sf. 102
     
     
    ŞEHRÂYİN
    (Serbest Mevzular)
    1948
     
    Şehrâyin, ışıklandırılmış şehir demekmiş. Şehr-i âyin. 
     
    Yazar, kapalı bir havada meyhaneye gitmiş. İçip içip yağmur yağmasını dilemiş.
     
     
    GÜĞÜM
    (Serbest Mevzular)
    1948
     
    Evini özlemiş. Ayva ağacı, iğdeyi...
    Cevap Yaz Arama Yap

    Zeus

    • 2020-12-18 04:38:24

    Cevap :
    Havuz Başı:
    Beyazıt Havuzu'nun kenarındaki kanepelerden birine otur­muş sizi bekliyorum. Yaşını almış bir adamın, yirmi yaşındaki çocuk hevesini yaşamak istemesi, ne bileyim.
    Sizi bekliyorum, siz geçmediniz. Yüzünüzü göremedim. Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu.
    Ya hastaysaruz!..
    Sanki hastaydınız. Ziyaretinize gelmiş, lazım olan ilaçları ka­raborsadan temin etmiş, iyileşmenizi sağlamıştım.. Allah esir­gesin, bir daha hasta olmayın, demiştim.
    Elli yaşında adam, ellisine yakın kadın, fıskiyeler, toplar. Onlar, benden de çocuk Seni görememenin sıkıntısı dağılıyor, seviniyorum.. Yeniden mühim şeyler düşünüyorum: Kapıdan çıkıyorsunuz, koşa koşa yanıma geliyorsunuz. Kolunuza bile giriyorum.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.