Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

  • Sanat
  • 3 yıl önce
  • 1 Cevap

Kağıt süsleme sanatı

Kağat süsleme sanatı sorusunun cevabı için bana yardımcı olur musunuz?

Bu soruya 1 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Hera

    • 2021-04-01 17:58:33

    Cevap :

    KAĞIT SÜSLEME SANATLARI

    1.    Ebru Sanatı

    Kağıt süsleme ebru

    Ebru, toz boyaları su üstünde kağıda geçirerek yapılan boyama sanatı olup Türk kağıt süsleme sanatlarının en eskilerinden biridir (Tez, 2008). Batılı Ülkeler arasında ebru işlemi yapılmış kağıtlar “Türk Kağıdı” ya da “Mermer Kağıt” olarak adlandırılmaktadır. Bu da bize ebru sanatının ilk Türklerde başlamış olduğunu göstermesine rağmen bazı kaynaklarda ebrunun başlangıç yeri olarak farklı bilgiler yer almaktadır. Tüm bu bilgilerin ortak yanı ise ebru sanatının doğu ülkelerine özgü bir kağıt süsleme sanatı olduğunun düşünülmesidir (Buyurgan ve Buyurgan, 2012).
    Ebru yapmak için kullanılacak suya kitre ilave edilerek yoğunluğu artırılmaktadır. Hazırlanan su bir tekneye alınıp üzerine öd karıştırılmış boyalar serpiştirilerek su yüzeyinde şekiller oluşturulmaktadır. Boyalar içindeki öd sayesinde dibe çökmemekte, su yüzeyinde kalmaktadırlar (Balibeyoğlu, 1998). Yüzeydeki boyalar metal uçlu bir aletle şekillendirildikten sonra su üzerinden kağıt yüzeyine aktarılmaktadırlar

    Belgelenen en eski ebru örnekleri 1539 yılına aittir (Tez, 2008). Kâğıdın süslenmesinde, kıt'a ve levhaların iç ve dış pervazlarında, yazma ciltlerinde yan kâğıdı olarak sıkça kullanılmıştır (Derman, 1992).
    Osmanlı döneminde başlı başına bir sanat ve iş kolu olan ebruculuk, 20. yüzyıl başlarına gelindiğinde unutulma noktasına gelmiştir. Bu sanatın tekrar hayat kazanması, ebru sanatına 'çiçekli ebruyu (Res. 2) geliştiren büyük sanatçı Necmeddin Okyay sayesinde olmuştur. Okyay'dan sonraki büyük uğraş veren ise Mustafa Düzgünman'dır (Parlak, 2014).
    Şu an Avrupa'da 'Marbling' diye bilinen Ebru 17. yüzyılda Avrupa'da 'Türk kâğıdı' adıyla kullanılmaktadır. Ebru Türkiye'de cilt sanatının yanı sıra, hat sanatında da zemin ve pervaz olarak kullanılmıştır. Hat sanatının, sanat atölyelerinde çoğalmasıyla birlikte, fonda kullanılan bu desenli kâğıdın da değeri artmış, çerçevelenecek kadar önemsenmiştir.

     

    2.    Kat'ı Sanatı

    Kağıt süsleme Kat'ı

    15. ve 18. Yüzyıllar arasında çok kullanılan katı’ sanatı zamanla unutulmuştur. Bu sanatın anılmasını öncelikle Cumhuriyet döneminde Prof. Dr. Süheyl Ünver’e borçluyuz. Günümüzde de Süheyl Ünverin gelini Dürdane Ünverin kayınpederinin bıraktığı yerden devam etmesi ile tanınırlığı benimsenmiştir. Tek farkı biraz daha modernize edilerek gelecek nesillere aktarılıyor olmasıdır. Dürdane Ünver Hanım bu çalışmaları sayesinde katı’ sanatını 2006 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'na geleneksel sanatlarımızın bir parçası olarak resmi anlamda kabul ettirmiştir. Ayrıca bu sanatın tanınmasının yanı sıra canlılığını kazanmasında da hattat Necmettin Okyay ve oğlu Sami Okyay büyük rol oynamışlardır.
    Resmi olarak da kabul edilen katı’ sanatının aslı kağıt ve deriden oyma ve kesme yöntemiyle yapılan süslemeye dayanmaktadır (Morçay, 2014)
    1947 yılında Celal Arseven’in çıkardığı “Sanat Ansiklopedisi” adlı eserde katı’; bir kâğıt veya deri üzerindeki yazı veya motifleri keskin bıçaklarla kesip çıkartarak, içi oyulmuş parçayı ve içinden çıkartılan parçayı ayrı ayrı başka bir kâğıt, deri veya cam üzerine yapıştırmak suretiyle meydana getirilen işler” diye tarif edilmektedir (Arseven, 1983).
    Katı’ sanatı 14. Yüzyılda İslam dünyasında önemli bir yer tutan el yazması kitapların deriden oluşan kaplarında deri oymacılığı şeklinde görülürken 15. Yüzyılda kağıt oymacılığına dönüşmüştür (Özdemir, 2012).
    16. yüzyıl başlarında Osmanlı’ya gelen kâğıt oyma sanatı, Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Sultan II. Beyazıt dönemlerinde, büyük önem kazanmıştır. Böylece Katı’ önemli sanat dallarından biri olarak tarihteki yerini almıştır.
    17. Yüzyılda Avrupa’da batılı seyyahların Türklerden aldıkları albümler sayesinde tanımaya başlamıştır. Türk kâğıt oymacılık sanatına bu yüzyılda büyük ilgi başlamıştır. Avrupalılar bir süre sonra Silhoutte (gölge) adını verdikleri bu sanatta kendi tarzlarını yaratmışlardır. Halen kendi yaşantılarından sahneler yansıtan yalın kat oymalar yapmaktadırlar. III. Ahmet döneminde, Kātı’ sanatı Batı etkisinde kalmıştır. Lale devrinde manzara konusu işlenmeye başlamıştır (Görüş, 2014).
    Osmanlının çöküş dönemine denk gelen 18. ve 19. Yüzyıllarda sanat da olumsuz etkilendiğinden bu dönemde ciddi hiçbir eser ortaya konulamamıştır.
    16. Yüzyılın başlarından itibaren Osmanlılarca yaygın bir şekilde kullanılan Türk katı’ eserleri eşsiz bir gelişim sergilemiştir. Özellikle I. Süleyman döneminde (1520 – 1566) neredeyse tezhip kadar yaygın bir şekilde kitap süslemeciliğinde kullanılır olmuştur. Dolayısıyla tezhip sanatının motif zenginliği ve zaman içindeki evrimi kat’ı sanatına da etki etmiştir.
    Kat'ı çalışmaları İngilizcede “paperfiligre”, ”paper cut”, “silhoutte-cutting”, Almancada “silhoutten kuust”, “scherenschnitt”, Fransızcada “Lart de la silhoutte”, “decoupage”, Farsçada “Efşan”, Arapçada “Kaat'ı”, Ukrayna'da “Vytynark”, Polonya'da “Wycinanki”, Hindistan'da “Sanjih”, Çin'de “Jianzhi” vs diye adlandırılmaktadır. Kat'ı nın Avrupa’daki sanatçıları, ülkelerinin kültür ve sosyal yaşamlarına göre sanatı yorumlamışlar, mitoloji, günlük yaşam biçimleri, dini inanç ve gelenekleri, düğün, ölüm, doğum gibi ritüeller ve sonuçta hayatın içindeki her şeyi bu sanat aracılığıyla anlatmış ve canlandırmışlardır. Daha sonraları üç boyutlu uygulamaların da başlayacağı kat'ı tüm Avrupa ve daha sonra dünyada çok önemli bir sanat haline gelmiştir.
    Bu sanat Osmanlı imparatorluğundan yayılmasına rağmen, tüm dünyada neredeyse halka mal olmuş, ancak Osmanlıda sayılı sanatçılar ve destekleyicilerinin pek dışına çıkamamıştır.
    Kat’ı, dekoratif tasarımlar oluşturmak için birlikte yuvarlanıp şekillendirilen ve yapıştırılan kağıt şeritlerinin kullanımını içeren bir sanat formudur.  Rönesans’ın parlak döneminde ve 18. yüzyıl boyunca yaygın iken, Osmanlının çöküş döneminde geçirdiği duruştan sonra şimdilerde tekrar popüler duruma gelmiştir

    3. Tezhip Sanatı

    Kağıt süsleme Tezhip

    Tezhip sözcüğü Farsçadan gelmektedir ve altınlamak anlamındadır. Diğer bir ifade ile kağıt üzerine çoğunluğu figürsüz çeşitli renklerle ve altınla yapılan süsleme sanatıdır (Özsoy, 2013). Daha çok Kuranı Kerim gibi değerli kitapların süslenmesinde kullanılan tezhip sanatının geçmişi İslamiyet öncesine kadar dayanmaktadır (Mutluel, 2011). Uygur Türklerine kadar uzanan tezhip sanatı aynı dönemlerde İslam ülkelerinde de yaygındı. Anadolu’ya gelişi Selçuklular dönemine rastlayan tezhip sanatının popüler hale gelmesi ise Osmanlı dönemine denk gelmektedir. En parlak dönemini ise Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaşamıştır. Diğer taraftan, 15. yüzyılda Mısır’da Memlûk sanatçıları ayrı bir üslup geliştirmişler, aynı dönemde İran’da ve ardından Timurluların egemen olduğu Herat, Hive, Buhara, Semerkant gibi merkezlerde de tezhip sanatı büyük gelişme göstermiştir (Tekin, 2014).
    Günümüzde ise kullanımı çok azalmıştır ve bu ve benzeri geleneksel sanat dallarını yaşatmaya çalışan sanatçılar tarafından kullanılmaktadır

     
    Tezhipte temel malzeme altın ya da boyadır. Dövülerek ince bir tabaka haline getirilen Altın varak su içinde ezilip jelatinle karıştırılarak belli bir kıvama getirilmektedir. Boya ise genellikle toprak boyalardan seçilmektedir. Daha sonraki yıllarda sentetik boyalar da kullanılmıştır. Tezhip sanatçısı (müzehhep) bir kâğıdın üstüne çizdiği motifi önce sert bir şimşir ya da çinko altlığın üstüne koyarak çizgileri noktalar halinde iğneyle deler. Sonra bu delikli kâğıdı uygulanacağı zeminin üstüne koyarak delikleri yapışkan bir siyah tozla doldurur. Delikli kâğıt kaldırıldığında motifin uygulanacak zemine çıktığı görülür. Bu motifin iyice belirginleştirilip altınla ya da boyayla doldurulması sonucunda tezhip meydana getirilmiş olur (Günüç, 2012).
    Türk sanatında bugün bilinen ilk motifler Orta Asya'da göçebe yaşam tarzı içinde gelişen ve günlük kullanım eşyaları üzerinde görülen örneklerdir. Bilhassa İslâm'dan sonraki Türk sanatında insan ve hayvan figürü yerine tercih edilen bitkisel motifler, rumiler ve geometrik süslemeler önemli yer tutmuştur (Atılıhan ve Rahmanı, 2016). Bu motifler çok uzun süre kompozisyonların ana unsuru olmuştur. Geçme zencerek, bulutlar, çintemani, hayvan ve insan figürleri, münhani, tığ motifleri kullanılan diğer motiflerdir. Bütün motiflerde ilk dönemlerden beri başarılı bir stilizasyon (üslûplaştırma) görülmektedir. Sanatçı tabiatı taklit etmez, onun ötesinde var olan aşkın değerlere ulaşmayı, dünyayı bir hayâl âlemi veya imajlar dünyası olarak görüp, maddeden sıyrılarak mânâ âlemine yükselmeyi hedefler. Herkesin gördüğünü değil, kendi ruh dünyasında şekillenen biçimlerle ve güzel kaygısıyla eser verir. Bu anlayış içinde eser veren sanatçılar sanatta soyutlamaya gitmişler ve grafik değeri yüksek motiflerle şahane kompozisyonlar oluşturmuşlardır (Yılmaz, 2002).

    Osmanlı döneminde büyük gelişme gösteren tezhip; aşırılığa kaçmadan sade, zarif, ölçülü çizgileri parlak renklerde şekil ve yazı düzeni ile dengeli olarak birleştirmiştir. İlk dönemlerde Fatih’in nakışhanesinde baba Nakkaş tarafından üretilen klasik tezhip sanatının ikinci ve önemli gelişme gösterdiği dönem Kanuni Sultan Süleyman zamanı olmuştur (Binark, 1978).

    Klasik dönem tezhiplerinde, tezhip süslemesinin temel malzemesi olan altın bol olarak kullanılmıştır. Bunun yanında çiçek motiflerinde beyaz, turuncu, pembe, sarı, bordo, kırmızı, mavi gibi hemen her rengin yerine göre kullanıldığı görülmektedir. Mükemmel bir teknik ve itina ile yapılan bu zengin kompozisyonu tezhiplerde altınla kullanılan renkler arasında tam bir uyum sağlanmıştır. Çağını yansıtma özelliğine sahip olan tezhip sanatı 21. Yüzyıla gelindiğinde ise Kanunî devrinde gelişen ve en yüksek düzeye ulaşan klasik Türk tezhip sanatına benzeyen ancak daha zayıf eserler olarak karşımıza çıkmaktadır.

    4. Minyatür Sanatı

    Kağıt süsleme Minyatür

    Minyatür sanatı, çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimler ve bu tür resim sanatına verilen genel bir addır  (Konak, 2015). Ortaçağ döneminde, Avrupa'da elyazması kitaplarda baş harfler kırmızı bir renkle boyanarak süslenirdi. Bu iş için, Latince adı "mini-um" olan ve çok güzel kırmızı bir renk veren kurşun oksit kullanılırdı. Minyatür sözcüğü de "mini-um"  türemiştir. Minyatür resim aynı zamanda "nakş" diye de isimlendirilmiştir (Kardaş, 2012). Bunları yapanlara da "nakkaş" denilmekteydi. Geleneksel Türk sanatlarından biri olan “minyatür”, 8. ve 9. yüzyıla ait olan ve Uygur merkezlerinden günümüze gelmiş olan Türk sanatı örneklerinden biridir. Nakkaşlar tarafından, kâğıt, parşömen, fildişi gibi nesnelerin üzerine boya ve yaldızla süsleme şeklinde yapılırdı. En belirgin özelliği çok ince işlenerek ve küçük boyutlu olarak çalışılmasıydı.
    İslami resim sanatı aslında minyatürle sınırlıdır. Minyatür de zamanla daha çok kitapların içinde çizilir hale gelmiştir. Eski dönemlerden günümüze ulaşmış minyatürler Mısırdaki birkaç papirüs ve kağıt parçasının üzerindeki resimlerden ibarettir. Mısırdaki bu kitap minyatürlerinden kalanlar haricinde 1200’lerden önceki döneme ait minyatürler günümüze ulaşmamıştır. Minyatür sanatı en görkemli zamanını İran’da hatta daha doğuda yaşamıştır. Araştırmacılar İran’daki bu minyatürlerin İslam’ın ilk devrindeki kitap minyatürlerine etki ettiğini düşünmektedirler (Pedersen, 2013).
    Minyatür de bir resimdir, fakat minyatür sanatıyla resim sanatı birbirinden çok farklıdır. Minyatürde, resimde olduğu gibi ışık gölge etkisi aranmaz, renkler dümdüz sürülür; şekiller birbirini kapatmayacak durumda yan yana dizilir, arkada kalanlar kâğıdın üst tarafına çizilir, insanların büyüklüğü ve yeri önemlerine göre belirtilir; önemli kişiler ötekilerden daha büyük boyda ve ön tarafa yapılır; görüntülerde uzaklık anlaşılmaz; şekillerde ayrıntılar incelikle gösterilir Kınık ve Topaklı, 2014).

    5. Hat Sanatı

    Kağıt süsleme Hat

    Hat sanatı, rengi kullanmayan, yalın ve iki boyutlu bir plastik sanat olup Kur’an’ın en iyi biçimde yazılması amacını gütmüştür. Hat sanatı Roma döneminde Arabistan’ın kuzeybatısı ile Ürdün’ün batısında yaşamış olan Nebati kavminin kullandığı harflerden geliştirilen Arap yazısıyla oluşturulmuş bir İslam sanatı türüdür. Bu sanat dalı dinsel nitelikli olarak ortaya çıkmıştır. İslam dininin kitabı olan Kur’an’ı yazılı hale getirmede en güçlü estetiği arayıp bulma çabasından doğmuştur (Tez, 2008). En eski hat örneğini İstanbul’daki Türk İslam Sanat Müzesinde görebiliriz.

    Osmanlıda 15. Yüzyılın ikinci yarısında Amasya, ardından da İstanbul, hat sanatının önemli merkezleri olmuştur. Bunlardan İstanbul hat sanatının liderliğini günümüze kadar korumuştur (Derman, 1985). Hat sanatında kullanılan kağıtlar mürekkebi emip dağıtmaması için özel yapılmışlardır ve bu kağıtlar aharlı kağıtlar olarak anılmaktadırlar.

    6. Ciltçilik

    Kağıt süsleme Ciltçilik

    Bir kitap, bir mecmua veya bir defterin yaprak ve formalarını dağılmaktan korumak ve sırasıyla bir arada topluca bulundurmak için, üzeri deri, kâğıt, plastik ve bez gibi şeylerle kaplı mukavvadan yapılan koruyucu kapağa cilt (cild) denilmekte ve Arapça "deri" anlamına gelen bu 15 mm. genellikle ciltlerin bu işe en uygun malzeme olan deriden yapılmaları sebebiyle verildiği bilinmektedir. Gerçekte cilt, deri demektir. Deri ise toplamak manasına gelir. Ayrıca bir eserin kitap halinde basılan ve bir sayı ile birlikte söylenen kısımlarından her birine de cilt denilmektedir (Boydak, 2016).
    Müslümanlara ait günümüze kadar gelmiş fakat yalnızca bir kısmına ulaşmış en eski kitap cildi deriden değil sedir ağacından yapılmıştır. Mısırda Tolunoğulları dönemine (dokuzuncu yüzyıl) ait olan cilt, halen Berlin’deki müzede (Museum für islamische Kunst) bulunmaktadır. Cilt olarak kullanılan ahşabın üstü fildişi mozaiği, kemik ve farklı renklerdeki tahta parçaları ile kaplanmıştır. Kitap sırtının yüzeyi ise geometrik desenlerdeki kemik mozaiği ile kaplıdır. Bu kitap İslam’ın ilk tarihinden günümüze ulaşmış, hammaddesi açısından kendine özgü tek kitaptır (Pedersen, 2013).
    Dünyada ilk defa işlenmiş deri üzerine madenî kalıpla basım yaparak cildi süsleyen Türkler olmuştur. Türk sanatçıları Herat işi diye ün salan eserleriyle en güzel cilt örneklerini vermişlerdir. Herat ekolü olarak adlandırılan bu orijinal tarz zamanla Doğuya yayılmıştır (Arıtan, 2010).
    Kağıdın keşfi ve Orta Asya’da kullanılmaya başlaması ile birlikte, Türklerde ciltçilik gelişmiş ve bir sanat kolu haline gelmiştir. İlk Türk ciltleri M.S. 7. yüzyılda Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinde görülmektedir. Çin’de ciltçiliğin gelişmesi, yine Uygur sanatkârlarının Çin’e yerleşmesiyle başlamıştır. Uygur Türkleri, İran ve Irak’a gelerek, bu memleketlerde cilt sanatının ilerlemesinde büyük rol oynamışlardır (Arıtan, 2007). Avrupa da çiltcilik yokken Türkler dünyada ilk defa işlenmiş deri üzerine madeni kalıpla basım yapmışlardır. Bunda Kağıt üretiminin Avrupa’ya daha geç gitmesinin (12. yüzyılın ilk yarısına kadar) de etkisi bulunmaktadır. Endülüs’te ilk kâğıt fabrikası 1144-1154 yılları arasında Şatibe’de kurulmuş ve Avrupalılar kâğıt imalini buradan öğrenmişlerdir. Doğuda ise ilk kâğıt fabrikası Semerkant’ta Miladi 756 yılında kurulmuştur (Güven, 2014). Ciltçilik Doğu Türkistan ve Horasan’dan sonra Arap Yarımadası ve Irak’ta gelişmiştir. İslam cilt sanatına ait bilinen en eski örnekler Mısır ve Tunus'ta bulunmuş olup muhtemelen Tolunoğulları dönemine (868-905) aittir (Ülgen, 2008). 10.-13. yüzyıllarda yapılan bütün İslam ciltleri arasında büyük benzerlikler görülmektedir ve bu durum 14. yüzyılda da kısmen devam etmiştir. 10. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu'ya hâkim olan Selçuklular, burada 12. ve 13. yüzyıllarda çok güzel ciltler meydana getirmişlerdir. Rumi denilen Anadolu Selçuklu cilt üslubu, 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Memlükler’de, 14. yüzyıldan itibaren de İlhanlılar ve Karamanoğulları başta olmak üzere Anadolu beyliklerinde devam etmiş ve aynı zamanda Osmanlı cilt sanatına geçişi sağlamıştır. 15. yüzyılda Memlüklü ciltçiliğiyle Osmanlı ciltçiliği arasında büyük bir paralellik görülmektedir (Maraşlı, 2007). Timurlular' la Karakoyunlular ve Akkoyunlular zamanında da güzel cilt kapakları yapılmıştır (Üstün, 1994). 16. yüzyıldan itibaren klasik Osmanlı ciltçiliği Türk ve İslam cilt sanatının en büyük temsilcisi olmuş ve bu durum 20. yüzyıla kadar sürmüştür.

    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.