İşte Cevaplar
Cevap :
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmiyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizliyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
«6 Ağustos emri» verilmiştir.
Birinci ve İkinci ordular, kıt'aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
98956 tüfek,
325 top,
5 tayyare,
2800 küsur mitralyöz,
2500 küsur kılıç
ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği
ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz
kımıldanıyordu gecenin içinde.
Gecenin içinde toprak.
Gecenin içinde rüzgâr.
Hatıralara bağlı, hatıraların dışında,
gecenin içinde :
insanlar, âletler ve hayvanlar,
demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
korkunç
ve sessiz emniyetlerini
birbirlerine sokulmakta bulup,
kocaman, yorgun ayakları,
topraklı elleriyle yürüyorlardı.
Ve onların arasında
Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu'ndan
İstanbullu şoför Ahmet
ve onun kamyoneti vardı.
Bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet :
İhtiyar,
cesur,
inatçı ve şirret.
Kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde
ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
«6 Ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
«... ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
100 kadar serî otomobil...» diye bahsediliyordu.
İhzar ve teşkil olunanlar,
bu meyanda Ahmet'in kamyoneti,
insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
Afyon - Ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.
Ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
Bu şarkı nihaventtir
ve beyaz tenteli sandalları,
siyah mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.
Vantilâtörde adedi devir
düşüyor gibi.
Arkadaşlar ileri geçtiler.
Ay battı.
Manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.
Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip Bücür'ü,
kalk,
sıra servilerin önünden yürü,
çeşmeyi geç,
mektep bahçesi, medreseler,
orda, Harbiye Nezareti'nin arka duvarında
siyah çarşaflı bir kadın
çömelip yere
darı serper güvercinlere
ve papelciler
şemsiye üstünde papaz açarlar.
Motor mızıkçılık ediyor,
bizi dağ başlarında bırakacak meret.
Ne diyorduk oğlum Ahmet?
Dökmeciler sağda kalır,
derken, Uzunçarşı'ya saparken,
köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
«Hikâyei Billûr Köşk»,
altı cilt «Tarihi Cevdet»
ve «Fenni Tabâhat».
Tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
yani yemek pişirmek.
Hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
Yaldızlı kuyruğundan tutup
bir salkım üzüm gibi yersin.
İlerde bir süvari kolu gidiyor,
saptılar sola.
Uzunçarşı'yı dikine inersin.
Sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
Ve sen İstanbullu,
sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
şaşarsın İstanbullulara :
ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
Rüstem Paşa Camii.
Urgancılar.
Urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
Zindankapı, Babacafer.
Uzakta Balıkpazarı.
Kuruyemişçiler.
Yemiş iskelesindeyiz :
sandalları, mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
yüzüne hasret kaldığım deniz.
Sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
İnip
baksam...
Yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
Eyüp'te Niyet Kuyusu'na gittikti.
Elleri yumuk yumuk,
bacakları biraz çarpıktı ama,
yeşil zeytin tanesi gibi gözler.
Kaşları da hilâl gibi çekikti.
Tam Kasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başörtüsü...
Lastik hava kaçırıyor.
Derdine deva bulmazsak eğer...
Dur bakalım Babacafer...
Üç numrolu kamyonet durdu.
Karanlık.
Kriko.
Pompa.
Eller.
Küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
Ahmet hatırladı :
bir gece nüzüllü babaannesini
sedirden sedire taşırken
kadıncağız...
İç lastik boydan boya patladı.
Yedek?
Yok.
Dağlarda avaz avaz
imdat istemek?
Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.
Hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
Süleymaniyeli şoför Ahmet
soyun...
Soyundu.
Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
Ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.
Bu şarkı nihaventtir.
Deniz kıyısında bir şehir...
Beyaz başörtüsü...
Saatta elli yapıyoruz...
Dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet'i,
dayan arslan...
Hiçbir zaman
böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan
hiçbir âleti...
Diğer Cevaplara Gözat
1922 AĞUSTOS AYI
veKADINLARIMIZ
ve6 AĞUSTOS EMRİ
veBİR ÂLETLE BİR İNSANIN HİKÂYESİ
Ayın altında kağnılar gidiyordu.Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmiyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizliyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
«6 Ağustos emri» verilmiştir.
Birinci ve İkinci ordular, kıt'aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
98956 tüfek,
325 top,
5 tayyare,
2800 küsur mitralyöz,
2500 küsur kılıç
ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği
ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz
kımıldanıyordu gecenin içinde.
Gecenin içinde toprak.
Gecenin içinde rüzgâr.
Hatıralara bağlı, hatıraların dışında,
gecenin içinde :
insanlar, âletler ve hayvanlar,
demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
korkunç
ve sessiz emniyetlerini
birbirlerine sokulmakta bulup,
kocaman, yorgun ayakları,
topraklı elleriyle yürüyorlardı.
Ve onların arasında
Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu'ndan
İstanbullu şoför Ahmet
ve onun kamyoneti vardı.
Bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet :
İhtiyar,
cesur,
inatçı ve şirret.
Kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde
ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
«6 Ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
«... ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
100 kadar serî otomobil...» diye bahsediliyordu.
İhzar ve teşkil olunanlar,
bu meyanda Ahmet'in kamyoneti,
insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
Afyon - Ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.
Ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
Bu şarkı nihaventtir
ve beyaz tenteli sandalları,
siyah mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.
Vantilâtörde adedi devir
düşüyor gibi.
Arkadaşlar ileri geçtiler.
Ay battı.
Manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.
Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip Bücür'ü,
kalk,
sıra servilerin önünden yürü,
çeşmeyi geç,
mektep bahçesi, medreseler,
orda, Harbiye Nezareti'nin arka duvarında
siyah çarşaflı bir kadın
çömelip yere
darı serper güvercinlere
ve papelciler
şemsiye üstünde papaz açarlar.
Motor mızıkçılık ediyor,
bizi dağ başlarında bırakacak meret.
Ne diyorduk oğlum Ahmet?
Dökmeciler sağda kalır,
derken, Uzunçarşı'ya saparken,
köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
«Hikâyei Billûr Köşk»,
altı cilt «Tarihi Cevdet»
ve «Fenni Tabâhat».
Tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
yani yemek pişirmek.
Hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
Yaldızlı kuyruğundan tutup
bir salkım üzüm gibi yersin.
İlerde bir süvari kolu gidiyor,
saptılar sola.
Uzunçarşı'yı dikine inersin.
Sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
Ve sen İstanbullu,
sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
şaşarsın İstanbullulara :
ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
Rüstem Paşa Camii.
Urgancılar.
Urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
Zindankapı, Babacafer.
Uzakta Balıkpazarı.
Kuruyemişçiler.
Yemiş iskelesindeyiz :
sandalları, mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
yüzüne hasret kaldığım deniz.
Sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
İnip
baksam...
Yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
Eyüp'te Niyet Kuyusu'na gittikti.
Elleri yumuk yumuk,
bacakları biraz çarpıktı ama,
yeşil zeytin tanesi gibi gözler.
Kaşları da hilâl gibi çekikti.
Tam Kasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başörtüsü...
Lastik hava kaçırıyor.
Derdine deva bulmazsak eğer...
Dur bakalım Babacafer...
Üç numrolu kamyonet durdu.
Karanlık.
Kriko.
Pompa.
Eller.
Küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
Ahmet hatırladı :
bir gece nüzüllü babaannesini
sedirden sedire taşırken
kadıncağız...
İç lastik boydan boya patladı.
Yedek?
Yok.
Dağlarda avaz avaz
imdat istemek?
Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.
Hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
Süleymaniyeli şoför Ahmet
soyun...
Soyundu.
Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
Ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.
Bu şarkı nihaventtir.
Deniz kıyısında bir şehir...
Beyaz başörtüsü...
Saatta elli yapıyoruz...
Dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet'i,
dayan arslan...
Hiçbir zaman
böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan
hiçbir âleti...
Diğer Cevaplara Gözat
Cevap : Kuvayi Milliye Destanı'nın 7. bapı, "Kağnılar" başlığını taşır. Bu bapta, Kuvayi Milliye'ye destek için kahramanca bir yolculuk yapan kağnılar anlatılır.
Kağnılar, Anadolu'nun en önemli ulaşım araçlarından biridir. Bu basit araçlar, ağır yüklerin taşınmasında oldukça kullanışlıdır.
Kuvayi Milliye destanı, kahramanca bir yolculuğun hikayesini anlatır. Kağnılar, bu yolculuğun en önemli parçasıdır.
Kağnılar, Anadolu'nun dört bir yanından, Kuvayi Milliye'ye destek için yola çıkar. Bu kağnılar, yanlarında silah, mühimmat, yiyecek ve diğer malzemeler taşır.
Kağnılar, zorlu bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta, kağnılar, düşman askerleri, çeteler ve diğer tehlikelerle karşılaşır.
Kağnılar, bu zorlukların üstesinden gelerek, Kuvayi Milliye'ye destek olur. Bu desteğin sayesinde, Kuvayi Milliye, Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla kazanır.
Kağnılar, Kuvayi Milliye destanı'nın önemli bir parçasıdır. Bu kağnılar, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli bir rol oynar.
Kağnılar, Anadolu'nun kahramanlarıdır. Bu kahramanlar, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli bir katkıda bulunur.
Kağnılar, Kuvayi Milliye destanı'nın en önemli motiflerinden biridir. Bu motif, Kurtuluş Savaşı'nın zorluklarını ve kahramanca mücadelesini simgeler.
Kağnılar gidiyordu, yollara dökülmüş bir yığın insanla.
Kağnılar gidiyordu, umutlarla, hayaller, sevinçlerle dolu.
Kağnılar gidiyordu, yanlarında silah, mühimmat, yiyecek ve diğer malzemelerle.
Kağnılar gidiyordu, düşman askerleri, çeteler ve diğer tehlikelerle karşılaşarak.
Kağnılar gidiyordu, zorlukların üstesinden gelerek.
Kağnılar gidiyordu, Kuvayi Milliye'ye destek olarak.
Kağnılar, Anadolu'nun kahramanlarıydı.
Kağnılar, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli bir rol oynadı.
Kağnılar, Kuvayi Milliye destanı'nın en önemli motiflerinden biriydi."
Kağnılar, Anadolu'nun en önemli ulaşım araçlarından biridir. Bu basit araçlar, ağır yüklerin taşınmasında oldukça kullanışlıdır.
Kuvayi Milliye destanı, kahramanca bir yolculuğun hikayesini anlatır. Kağnılar, bu yolculuğun en önemli parçasıdır.
Kağnılar, Anadolu'nun dört bir yanından, Kuvayi Milliye'ye destek için yola çıkar. Bu kağnılar, yanlarında silah, mühimmat, yiyecek ve diğer malzemeler taşır.
Kağnılar, zorlu bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta, kağnılar, düşman askerleri, çeteler ve diğer tehlikelerle karşılaşır.
Kağnılar, bu zorlukların üstesinden gelerek, Kuvayi Milliye'ye destek olur. Bu desteğin sayesinde, Kuvayi Milliye, Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla kazanır.
Kağnılar, Kuvayi Milliye destanı'nın önemli bir parçasıdır. Bu kağnılar, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli bir rol oynar.
Kağnılar, Anadolu'nun kahramanlarıdır. Bu kahramanlar, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli bir katkıda bulunur.
Kağnılar, Kuvayi Milliye destanı'nın en önemli motiflerinden biridir. Bu motif, Kurtuluş Savaşı'nın zorluklarını ve kahramanca mücadelesini simgeler.
İşte Kuvayi Milliye Destanı'nın 7. bapından bazı bölümler:
"Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.Kağnılar gidiyordu, yollara dökülmüş bir yığın insanla.
Kağnılar gidiyordu, umutlarla, hayaller, sevinçlerle dolu.
Kağnılar gidiyordu, yanlarında silah, mühimmat, yiyecek ve diğer malzemelerle.
Kağnılar gidiyordu, düşman askerleri, çeteler ve diğer tehlikelerle karşılaşarak.
Kağnılar gidiyordu, zorlukların üstesinden gelerek.
Kağnılar gidiyordu, Kuvayi Milliye'ye destek olarak.
Kağnılar, Anadolu'nun kahramanlarıydı.
Kağnılar, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli bir rol oynadı.
Kağnılar, Kuvayi Milliye destanı'nın en önemli motiflerinden biriydi."
Cevap :
Akıncılar yola çıktı.
Akşehir'den Afyon'a.
Yol uzun, yol çetin.
Yolda kağnılar gidiyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Kağnılar gidiyor, gidiyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Kağnılar gidiyor, gidiyor.
Akıncılara erzak taşıyor.
Yol uzun, yol çetin.
Kağnılar gidiyor, gidiyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Yol uzun, yol çetin.
Kağnılar gidiyor, gidiyor.
Akıncılara erzak taşıyor.
Bir gece, bir yerde.
Kağnılar durdu.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Bir gece, bir yerde.
Kağnılar durdu.
Akıncılara erzak taşıyor.
Kağnıcılar dinleniyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Kağnıcılar dinleniyor.
Akıncılara erzak taşıyor.
Birden, düşman hücum etti.
Kağnıcılar savaşıyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Birden, düşman hücum etti.
Kağnıcılar savaşıyor.
Akıncılara erzak taşıyor.
Düşman bozguna uğradı.
Kağnıcılar kazandı.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Düşman bozguna uğradı.
Kağnıcılar kazandı.
Akıncılara erzak taşıyor.
Kağnılar yola çıktı.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Kağnılar yola çıktı.
Akıncılara erzak taşıyor.
Kağnılar Afyon'a vardı.
Akıncılara erzak verdi.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Kağnılar Afyon'a vardı.
Akıncılara erzak verdi.
Akıncılar kazandı.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Akıncılara erzak taşıyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Akıncılara erzak taşıyor.
Akıncılar kazandı.
Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı'nın yedinci bapında, Anadolu kadınlarının Kurtuluş Savaşı'ndaki rolüne yer verir. Bu bapta, kahraman kadınlarımız, zorlu bir yolculuğa çıkarak akıncılara erzak taşırlar. Yolda düşman saldırısına uğrasalar da, cesaret ve kararlılıklarıyla savaşarak akıncıların zaferine katkıda bulunurlar.
Bap, "Akıncılar yola çıktı./Akşehir'den Afyon'a." dizeleriyle başlar. Akıncıların, düşmanı yenmek için Afyon'a doğru yola çıktıkları anlatılır.
Baptaki ana karakterler, kadınlarımız ve sofor Ahmet'tir. Kadınlarımız, kağnıları kullanarak akıncılara erzak taşırlar. Sofor Ahmet ise, kağnıları kullanan kadınlarımıza yol gösterir.
Bap, kadınlarımızın kahramanlığını ve cesaretini vurgular. Kadınlarımız, zorlu bir yolculuğa çıkarak, düşman saldırısına uğrasalar da, akıncıların zaferine katkıda bulunurlar.
Bap, şu dizelerle sona erer:
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Akıncılara erzak taşıyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Akıncılara erzak taşıyor.
Akıncılar kazandı.
Bap, kadınlarımızın Kurtuluş Savaşı'ndaki rolünü hatırlatan önemli bir eserdir.
Yedinci Bap
Kadınlarımız, Sofor AhmetAkıncılar yola çıktı.
Akşehir'den Afyon'a.
Yol uzun, yol çetin.
Yolda kağnılar gidiyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Kağnılar gidiyor, gidiyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Kağnılar gidiyor, gidiyor.
Akıncılara erzak taşıyor.
Yol uzun, yol çetin.
Kağnılar gidiyor, gidiyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Yol uzun, yol çetin.
Kağnılar gidiyor, gidiyor.
Akıncılara erzak taşıyor.
Bir gece, bir yerde.
Kağnılar durdu.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Bir gece, bir yerde.
Kağnılar durdu.
Akıncılara erzak taşıyor.
Kağnıcılar dinleniyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Kağnıcılar dinleniyor.
Akıncılara erzak taşıyor.
Birden, düşman hücum etti.
Kağnıcılar savaşıyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Birden, düşman hücum etti.
Kağnıcılar savaşıyor.
Akıncılara erzak taşıyor.
Düşman bozguna uğradı.
Kağnıcılar kazandı.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Düşman bozguna uğradı.
Kağnıcılar kazandı.
Akıncılara erzak taşıyor.
Kağnılar yola çıktı.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Kağnılar yola çıktı.
Akıncılara erzak taşıyor.
Kağnılar Afyon'a vardı.
Akıncılara erzak verdi.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Kağnılar Afyon'a vardı.
Akıncılara erzak verdi.
Akıncılar kazandı.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Akıncılara erzak taşıyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Akıncılara erzak taşıyor.
Akıncılar kazandı.
Nazım Hikmet, Kuvayi Milliye Destanı'nın yedinci bapında, Anadolu kadınlarının Kurtuluş Savaşı'ndaki rolüne yer verir. Bu bapta, kahraman kadınlarımız, zorlu bir yolculuğa çıkarak akıncılara erzak taşırlar. Yolda düşman saldırısına uğrasalar da, cesaret ve kararlılıklarıyla savaşarak akıncıların zaferine katkıda bulunurlar.
Bap, "Akıncılar yola çıktı./Akşehir'den Afyon'a." dizeleriyle başlar. Akıncıların, düşmanı yenmek için Afyon'a doğru yola çıktıkları anlatılır.
Baptaki ana karakterler, kadınlarımız ve sofor Ahmet'tir. Kadınlarımız, kağnıları kullanarak akıncılara erzak taşırlar. Sofor Ahmet ise, kağnıları kullanan kadınlarımıza yol gösterir.
Bap, kadınlarımızın kahramanlığını ve cesaretini vurgular. Kadınlarımız, zorlu bir yolculuğa çıkarak, düşman saldırısına uğrasalar da, akıncıların zaferine katkıda bulunurlar.
Bap, şu dizelerle sona erer:
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Akıncılara erzak taşıyor.
Kadınlarımız, sofor Ahmet.
Akıncılara erzak taşıyor.
Akıncılar kazandı.
Bap, kadınlarımızın Kurtuluş Savaşı'ndaki rolünü hatırlatan önemli bir eserdir.