Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Muhtara bulmaca

Bulmacada Muhtara sorusunun cevabı nedir?

Bu soruya 1 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2020-04-23 08:50:27

    Cevap :
    Bulmacada 'Muhtara' nedir sorusunun cevabı:
    Kare ve çengel bulmacada sorulan 'Muhtara' sorusunun yanıtı birden fazladır. Bu nedenle bulmacanızdaki boşluk sayısına ve harf dizilişine göre aşağıdaki cevaplarımızdan birini seçmelisiniz.


    İşte cevaplar:
    1. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 6 harfli ise cevaba GÜNLÜK yazabilirsiniz.
    2. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 5 harfli ise cevaba ANDIÇ yazabilirsiniz.
    3. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 4 harfli ise cevaba NOTA yazabilirsiniz.
    4. Eğer bulmaca cevabınızdaki boşluk 10 harfli ise cevaba MEMORANDUM yazabilirsiniz.
    Sözlükte GÜNLÜK Nedir:

    Bir kişinin düşüncelerini, duygu ve gözlemlerini günü gününe yazdığı ve o günün tarihini koyduğu yazılar. Ruzname olarak da bilinir. Günlük bir tür anıdır. Ancak günlük günü gününe yazılır, anı ise olayların yaşanmasından sonra kaleme alınır.



    Günlük Nedir? (Detay)


    Günlük Türünün Özellikleri (Tarihi Gelişimi ve Temsilcileri)

    Günlük türünün ne olduğu üzerine kafa yormak, aslında biraz da edebiyatın ne olduğunu düşünmektir. Düzenli olarak tutulmuş, tarih atılmış notlardan mı ibarettir günlükler yoksa bundan fazla bir şey mi?

    Bu konuda en genelleyici tanımı usta günlükçü, romancı André Gide yapmıştı:
    “Günlüğün anıdan tek farkı, günü gününe tutulmuş olmasıdır.” Edebiyatın toplardamarlarından biri olarak her günlük bir portre, bir öykü, bir anı, bir tarih yazısıdır. Yayımlanmak için yazılsın yazılmasın, her günlüğün bir kurgusu vardır. Paris’teki Bir Yabancının Günlüğü yazarı Malaparte’nin dediği gibi, “Günlüklerin, tüm öyküler gibi, bir başı, bir entrikası ve bir sonu vardır.”



    Günlük Türünün Kökeni Üzerine

    Öteki edebiyat türlerinin kökeniyle karşılaştırıldığında, günlüklerin çıkış noktası, yanıtı daha belirsiz bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Türün geçmişini irdelemek, günlük yazmanın doğası üzerine düşünmek anlamına da geliyor. Batı’da günlüğün, Doğu’ya göre daha gelişmiş bir edebiyat türü olduğuna kuşku yok. Ama örneğin Japon edebiyatında da 10. yüzyılda yazılmış günlükler bulmak mümkün. Dolayısıyla günlük türünün hem Doğu hem Batı kültürlerinde, kendine özgü şartlar altında biçimlendiği söylenebilir. Peki, nedir günlük yazmak? Başlı başına, bir ömür adamayı gerektiren bir yazı uğraşı mı? Öyküden, şiirden kesilince başvurulan bir teselli mi? Yoksa yazın kuramlarını, yaşanan dönemin olaylarını taslak halinde sunan birer belge mi? Sağlıklı saptamalar yapabilmek için günlükleri farklı başlıklar altında değerlendirmek en doğrusu.



    Edebiyat Günlükleri

    Bir edebiyat günlüğü, yalnızca bir edebiyatçının elinden çıkmış günlük değil, edebiyat olaylarına, kişilerine ve sorunlarına yönelmiş günlüktür. Özellikle Batı’da, 20. yüzyılda yaygınlaşan bu tür günlükler, “özel günlük” olma niteliğini de taşır. Aynı zamanda başka türlerde yapıtlar veren André Gide, Julien Green, Max Frisch, Stefan Zweig gibi yazarlar, geride edebiyat günlüklerinin seçkin örneklerini bıraktılar. Örneğin Gide, Kalpazanlar adlı romanını yazdığı süreçte bir günlük tutmuş ve yapıtının aşamalarını, kuramını apaçık ortaya koymuştu. Öte tarafta, Gide’in bu ‘edebiyat’ günlükleri, en özel günlüklerden de sayılır, onu, yazarın kendi iç dünyasına vurduğu bir neştermiş gibi ürpertiyle okuruz. Edebiyat günlüklerinin iki unutulmaz örneği de, Katherine Mansfield ve Virginia Woolf’un günlükleridir. Mansfield, henüz 16 yaşındayken yazmaya başladığı Bir Hüzün Güncesi’nde, yazarlık tutkularını, hırslarını, kıskançlıklarını, kırgınlıklarını içtenlikle ortaya serer. Bu hüzünlü günlük, Mansfield’ın erken ölümünden sonra yayımlanmıştır. Virginia Woolf da, Bir Yazarın Günlüğü’nde, adından da anlaşılabileceği gibi, yapıtını ve yazarlığını merkeze alır. Bir Yazarın Günlüğü türünden metinler, bugün edebiyat tarihçileri ve meraklı okurlar için hazine değeri taşıyor.



    Günlüğün İntihar Yüzü

    Edebiyat günlükleri, geçen yüzyılda yaygınlaşırken bir özellik daha kazanmıştı:
    Yazarı hayattayken yayımlanmak. Bu durum, günlüklerin ne kadar içten olduğunu sorusunu getirse de Cocteau, Maugham, Maurois, Gide, Green gibi birçok yazar günlüklerini sağlıklarında yayımladılar. Belki biraz da bu yüzden, günlüğünü hayattayken yayımlamayanların yazdıkları daha ‘içten’ bulundu. Hele bir de yazarının müntehir olması, günlüklere ayrı bir çekicilik ve sahihlik katıyordu.

    İntihar eden iki yazarın, Cesare Pavese ve Sylvia Plath’ın günlükleri, bunun en iyi iki örneğidir. Cevat Çapan’ın dilimize Yaşama Uğraşı adıyla kazandırdığı Pavese’nin günlüğü, edebiyat tarihinin en sarsıcı metinlerinden biri belki de. Çok iyi bir edebiyat günlüğü sayılabilecek Yaşama Uğraşı, adım adım intihara giden bunalımlı bir yazarın iç dünyasını, hiçbir ‘özel’ günlüğün yapamayacağı kertede ustalıkla yansıtır. Pavese, bir otel odasında canına kıydıktan sonra kitaplaşan ve uzun yılları kapsayan bu günlük, neredeyse yazarının öteki yapıtlarını gölgede bırakmıştır. Sylvia Plath’ın günlükleri de intiharından sonra kocası Ted Hughes’un ‘müdahale’siyle yayımlanmıştı. Başyapıtı Sırça Fanus kadar olmasa bile, Plath’ın günlüğü yıllardır ona yakın bir ilgiyle okundu, okunuyor.

    Okuma günlükleri, eleştiri günlükleri, sanatçı günlükleri
    Zaman içinde edebiyat günlüklerinin de alt kolları oluştu. Eleştiri günlükleri, okuma günlükleri yazılmaya başlandı. Bunun Türkçede yayımlanan son örneği, Alberto Manguel’in Okuma Günlüğü adlı yapıtıydı. Öte yandan, günlük, modern romanda da bir imkân olarak belirdi, bir anlatım tekniğine dönüştü. Örneğin, çağdaş edebiyatın büyük yapıtları Sartre’ın Bulantı’sı, Rilke’nin Malte Laudris Bridge’nin Notları ya da Martin Walser’in Jocob Von Gunten’ı, günlük biçimiyle yazılmıştır. Fernando Pessoa’nın başyapıtı Huzursuzluğun Kitabı, niçin okurun karşısına hep farklı kimliklerle çıkan şairin günlüğü olarak okunmasın? Yalnızca yazın türleri değil, öteki sanatlar da geride günlük edebiyatı için hatırı sayılır metinler kalmasını sağlamıştır. Kierkegaard’ın günlüğü, felsefe tarihinin en önemli yapıtlarından biri olarak önümüzde duruyor. Marcel’in günlüğü ve Camus’nun Defterler’i de hem günlük edebiyatı hem de felsefe tarihi için önemli metinler. Rousseau’nun İtiraflar’ı ise olsa olsa günlük türüyle akraba sayılabilir. Ressamlar bu konuda felsefecilerden daha üretken: Dali’nin, Delacroix’nın, Klee’nin günlükleri iyi birer sanatçı günlüğü olduğu kadar resim sanatı üzerine ilginç düşüncelerin gelişmesinde etken olmuşlardır.

    Sinemacılardansa Cocteau’nun, Zavattini’nin, Tarkovski’nin günlükleri unutulmamalı. Özellikle, Türkçeye Zaman Zaman İçinde adıyla çevrilen Andrei Tarkovski’nin günlüğü, sadece sinema tarihi için değil, edebiyat tarihi için de eşsiz bir eser olarak nitelendirilmeyi hak ediyor. Batı edebiyatının, günlük türünün kökleşmesini iyi şair ve yazarlara borçlu olduğunu söylemek, herhalde yanlış olmaz. Victor Hugo’dan Charles Baudelaire’e, Goethe’den W.B. Yeats’e, Dostoyevski’den Whitman’a kadar birçok soy şairin, yazarın yolu günlüğe uğramış. Kafka’nın günlüğünü okuduğunuzda, bunu ancak Kafka’nın yazabileceğini sezersiniz. Marcel Proust, Stendhal, Gombrowicz, Romain Rolland, Batı’dan ilk akla gelen öbür günlükçüler. Bir de, bizim edebiyatımızda hiç olmayan, bütün ömrünü günlük yazma işine vermiş Thoreau, Léataud, Anais Nin, Amiel (tam 174 defter doldurmuştur!) gibi isimler var ki, onlara yalnızca saygı duyulur!



    Türk Edebiyatında Günlük

    Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Yirmisekiz Çelebi Sefâretnamesi ya da Silahdâr Tarihigibi kimi eserlerde bazı olayların günlük biçiminde anlatılmasını saymazsak, edebiyatımıza Batı’daki anlamıyla günlük Tanzimat’tan sonra girmiştir. Ancak neredeyse romanla yaşıt olan bu türün edebiyatımızda yeterince geliştiğini söylemek zor. Türkçede yayımlanmış ilk günlük, Ali Bey’in Seyahat Jurnali’dir. Ali Bey’in, eserinin adında jurnal (Fransızca ‘journal’) sözcüğünü tercih etmesi, günlüğün bize pek çok başka tür gibi Batı kanalıyla geldiğini gösteriyor. Jurnal sözcüğü, Cemil Meriç gibi birkaç istisna dışında, fazla tutunamamış, yerini ‘günce’ ve ‘günlük’ sözcüklerine bırakmıştır. Ataç’ın savunduğu ‘günce’nin de bugün ‘günlük’ kadar yaygın olmadığı söylenebilir. Zaten günce’yi savunan Ataç’ın, Fournier’den yaptığı Adsız Köşk çevirisinde günce yerine ‘ruzname’ ve ‘hatıra defteri’ sözcüklerini kullandığını da unutmamak gerekiyor.

    Ali Bey’in Seyahat Jurnali’nden sonra Batılı anlamıyla aslında ilk edebiyat günlüğü sayılabilecek Şair Nigar Hanım’ın günlüğü geliyor. Bu eserin bir kısmı, şairin ölümünden 40 yıl sonra Hayatımın Hikâyesi adıyla yayımlanmıştı. Ahmet Refik’in Kafkas Yollarında adlı seyahat günlüğünden başka, Sultan Reşad ve Vahdettin dönemlerinde sarayda başmabeyncilik yapan Lütfi Simavi’nin notları da günlük olarak nitelenebilir. Yine günlük sayabileceğimiz İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın defterleri ise yayımlanmadı. Atatürk’ün Anafartalar Savaşı sırasında tuttuğu günlükler, ölümünden sekiz yıl sonra Türk Tarih Kurumu’nca basılmıştır. Cumhuriyet öncesinin önemli yazarlarından Ömer Seyfettin’in Ruznameler’i de kitap olarak yayımlanmamış günlükler arasında yer alıyor.

    İki öncü: Salâh Birsel ve Ataç
    Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı gibi Cumhuriyet dönemi yazarlarının günlüklerinden bazı parçalar kimi kitaplarında yer alsa da, edebiyatımızda hâlâ dolaşımda olan günlükler denince iki isim akla geliyor: Ataç ve Salâh Birsel. Ataç, Günce’siyle hem bir edebiyat günlüğü ortaya koymuş hem de devrinin edebî eğilimlerine yön vermişti. Salâh Birsel ise Kuşları Örtünmek, Nezleli Karga, Bay Sessizlik, Aynalar Günlüğü, Yaşlılık Günlüğü gibi kitaplarıyla çağdaş edebiyatımızın öncü günlükçüsü oldu. Onun kuşakdaşları sayılabilecek Nuri Pakdil ve Orhan Burian’ın günlükleri de bu iki edebiyat adamını tanımak için eşsiz metinler. Burian’ın günlüğü geçen yıl YKY tarafından yeniden yayımlanmıştı.



    Şair Günlükleri

    Cumhuriyet’ten bugüne doğru günlük yazarlarının beklendiğince çoğalmadığı görülüyor. Şairlerin değil de daha çok düzyazıyla uğraşanların Türk edebiyatında günlük tutmuş olduğunu saptamak mümkün. Bir öykücünün, Tomris Uyar’ın Gündökümleri adıyla yayımlanan günlükleri, hem niteliği hem niceliği düşünülünce, Türkçenin sayılı günlüklerinden biri olarak adlandırılmayı hak ediyor. Cemil Meriç’in iki cilt halinde yayımlanan Jurnal’i ise sadece Türkçede değil, dünya edebiyatında benzerine zor rastlanacak bir yapıt. Romancılardan ilk akla gelen, Oğuz Atay’ın Günlük’ü. Atay’ın hastalığı sürecinde kaleme getirdiği bu günlük daha çok kendi yapıtları üzerinden şekilleniyor. Şairlerden ise akla gelen, elbette, Cemal Süreya’nın Günler’i; tıpkı şiirleri gibi, dönüp dönüp okunacak bir kitap. Cahit Zarifoğlu’nun Yaşamak adlı, “Ne çok acı var.” kült cümlesiyle başlayan günlüğü de Türkçenin benzersiz yapıtlarından biri olarak kalacak. İlhan Berk’in günlüğü El Yazılarına Vuruyor Güneş ise şairin unutulmaz düzyazı kitapları arasında yer alıyor. Hilmi Yavuz’un Geçmiş Yaz Defterleri, felsefe-edebiyat arasında, parçalı yazı’lardan oluşan ve edebiyatımızda türünün tek örneği olan bir günlük sayılabilir. Yavuz’un 30 defteri bulan öteki günlüklerinin yayımlanıp yayımlanmayacağını ise zaman gösterecek. Hulki Aktunç da defter dolusu günlük tutan gizli günlükçü şairlerden. Bunları yayımlamayacağını söylese de, bir ara, Kitaplık dergisinde yayımladığı Kediler Günlüğü’nden bir parça ile okurlarını umutlandırmıştı. Bir başka şair Turgut Uyar’ın günlükleri ise ne yazık ki kitap olarak yayımlanmadı. Sezai Karakoç’un gerçekten Kırmızı Horoz - Doğulu Bir Werther adlı bir günlüğü var mı? Güven Turan vakti gelince günlüklerini yayımlayacak mı? Zaman gösterecek….

    Adalet Ağaoğlu’nun ‘dert dökme defterleri’ Usta romancımız Adalet Ağaoğlu’nun geçtiğimiz haftalarda iki kitap halinde yayımlanan günlükleri, hem yayın dünyasındaki en ‘taze’ günlükler olması hem de yakın entelektüel tarihimize ışık tutması bakımından önem taşıyor. Damla Damla Günler başlığıyla yayımlanan eser, 1969 yılından, Adalet Ağaoğlu’nu TRT’den istifaya doğru götürecek ‘karar zamanı’ndan başlıyor; 22 Temmuz 1996 tarihinde yazarın uğradığı ‘trafik saldırısı’yla sona eriyor. Günlüğün ilk cildinde yazarın Ölüme Yatmak adlı romanını nasıl zihninde kurguladığını, ‘karnında taşıdığını’ okurken, bir yandan da entelektüel çevrelerde kimlerin cunta yanlısı olduğunu, hangi yazarların özgürlükçü bir tutum sergilediğini öğreniyoruz. Damla Damla Günler, Sevgi Soysal’dan Muhsin Ertuğrul’a, Orhan Kemal’den Behçet Necatigil’e kadar isimlerin yer aldığı bir yakın edebiyat tarihi resmigeçidi. Adalet Ağaoğlu’nun, kendi deyişiyle, bu ‘dert dökme defterleri’, tıpkı romanları gibi edebiyatımızın seçkin bir burcunda hep var olmayı sürdürecek. Oktay Akbal, Anılarda Görmek, Geçmişin Kuşları ve Yeryüzü Korkusu adlı üç günlüğünde öykülerindeki sıcak dünyayı yansıttığı kadar edebiyat dünyasına dair birçok anekdot da aktarıyordu. Muzaffer Buyrukçu’nun uzun günlükleri içinse ‘anekdot günlükçülüğü’ demek daha yerinde olur. Fethi Naci’nin eleştiri günlükleri, Türkçede başka örneği olmayan yapıtlardır. Naci’nin günlüklerini okurken kuram bilgisinin yanında edebiyat lezzeti ve yaşanmışlığın sıcaklığını da buluyor insan. Memet Fuat’ın son yıllarını anlattığı günlüklerinin hayatı boyunca tutulmuş olması, kuşkusuz, edebiyatımız için büyük kazanç olurdu.Günlük, yayımlanmak için mi yazılır? Yazanın kendini temize çıkarma çabası mıdır yoksa bir iç döküş mü? Kişi, günlük yazarken ne kertede içten olabilir? Bu soruların, yazılmış günlükler kadar çok cevabı var. Ne olursa olsun, günlük bir edebiyat türüdür. Sabır işidir. Yaşanmışlığın tadı kadar gündeliğin ayrıntılarıyla da güzelleşir günlükler. Kimisi, içtiği çayı yazar günlüğüne, bu bile güzeldir. Çünkü bir yazardır o çayı içen… Günlüğün olduğu yerde herkes sustuğundan, yazan devleşir. Bazen de bütün çaresizliğiyle okurunun karşısındadır. Salâh Birsel, günlüklerinden birinde, “Ölmeden bu günlük güzelleşmiş olamaz.” yazmıştı. Günlük tutmak, işte bu duygudadır. Günlük, gelecekte bir gün en çok okunan tür olabilir mi? Bir şey söylemek zor. Ancak günlüklerin, edebiyat var oldukça yaşayacağı kuşku götürmez. Çünkü edebiyat, ayrıntı demektir.

    “Her gün not tutun; açık, okunaklı. Tarih atmayı da unutmayın. Hayatımın günlüğünü günü gününe tutmuş olsaydım, şimdilerde bir Larousse sözlüğü olurdu elimde. Duyulmuş, derlenmiş bir kelime, yeniden karşılaşılan bir dünyadır. Ah, neler yitiriyoruz! Bütün o yitirdiğimiz incileri düşünün! Hayatınızın günlüğünü yazın!”
    Max Jacob, Genç Bir Şaire Öğütler, çev. Salâh Birsel



    Bu Günlükleri Okumadan Ölmeyin

    1. Yaşama Uğraşı, Cesare Pavese, çev. Cevat Çapan
    2. Günlükler, Franz Kafka, çev. Kâmuran Şipal
    3. Günlük, Andre Gide, çev. N. Alsan
    4. Huzursuzluğun Kitabı, Fernando Pessoa, çev. Saadet Özen
    5. Apaçık Yüreğim, Charles Baudelaire, çev. Sait Maden
    6. Zaman Zaman İçinde, Andrei Tarkovski, çev. Seda Kervanoğlu
    7. Jurnal 1-2, Cemil Meriç
    8. Yaşamak, Cahit Zarifoğlu
    9. Bir Hüzün Güncesi, Katherine Mansfield, çev. Şadan Karadeniz
    10. Günlükler, Soren Kierkegaard, çev. İbrahim Kapaklıkaya



    Bu Günlükleri Bulursanız Okuyun

    1. Bir Yazarın Günlüğü, Virginia Woolf, çev. Fatih Özgüven
    2. Sylvia Plath’ın Günceleri, çev. Şadan Karadeniz
    3. Hastane Günlüğü, Hervé Guibert, çev. Tahsin Yücel
    4. Tutsaklık Güncesi, Louis Althusser, çev. Esra Özdoğan
    5. Günlükler, Stefan Zweig, çev. İlknur Özdemir
    6. Defterler, Albert Camus, çev. Ümit Moran Altan
    7. Gündökümü, Tomris Uyar
    8. Günler, Cemal Süreya
    9. Aynalar Günlüğü, Salâh Birsel
    10. El Yazılarına Vuruyor Güneş, İlhan Berk



    Keşke Günlükleri Türkçeye Çevrilse

    1. Hermann Melville
    2. Victor Hugo
    3. J. W. Goethe
    4. Witold Gombrowicz
    5. Romain Rolland
    6. Novalis
    7. Walt Whitman
    8. Henry James
    9. Stendhal
    10. W.B. Yeats



    Keşke Günlük Tutsalardı

    1. Oscar Wilde
    2. Behçet Necatigil
    3. Immanuel Kant
    4. Şeyh Galib
    5. Thomas Bernhard
    6. Vüs’at O. Bener
    7. Arthur Rimbaud
    8. Bilge Karasu
    9. J.D. Salinger
    10. Ahmet Hâşim



    Günlük Örnekleri

    Günlükler arasında bir zaman yolculuğu
    CEMAL SÜREYA’DAN
    543. Gün

    Milliyet Sanat’a uğradım. Fethi Naci Eleştiri Günlüğü’nü yollamış. TV’de, sekiz otuz haberlerinde, birden, Edip Cansever’in ölüm haberi verildi. Bu
    haber inanılmaz ölçüde sarstı beni. Rastlanmadık bir biçimde ve yüksek sesle ağlamaya başladım. Oğlum fazla kaygılanmış, gelip avutucu şeyler söyledi.
    Turgut’ta bunca sarsılmamıştım. Üst üste gelişte bir şey var belki. Otuz yıllık arkadaşımdı. Yalnız sanat serüvenimizi değil, haya serüvenimiz de iç içe durumlar yaşamıştır.
    544. Gün
    Sabah altıda evden çıktım. Bomboş sokakları dolaştım durdum. Başımda bir uğultu. Tuhaf da bir heyecan. Rıhtımda yürüdüm. 1 Haziran 1986” (Günler)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    FERİT EDGÜ’DEN
    Degerndorf, aralık, 58

    … Duygusuz. Yola çıktığımdan beri duygusuz, her şeyin önünde ve her yerde. Her şey yabancı; her şey ilgimin dışında. Az önce balkona çıkıp ap ak çevreye bakarken yeniden anladım bunu. Kar burada her şeyi örttü. Olduğum yerden hiçbir şey görünmüyor; ne bir ağaç, ne bir ev, hiçbir şey. Her yer ap-ak. Gözyorucu bir aklık (boşluk?).
    (…)
    Yazmayı denemiyorum bile. Bu boşlukta yazmak? Niçin? Kimin için? Nasıl? Ordan oraya bocalıyordum. Şimdi biraz duruldum. Yazmak diye bir sorunum yok. Giderek belki okumak diye bile. Yanımda getirdiğim kitapların hemen hiçbirine el sürmüyorum. Bir çukur oluşuyor çevremde, bu çukura gün geçtikçe daha bir gömüldüğümü duyuyorum.
    … Acı çekme isteği. Kendini yeniden bulma.
    (Bir Günlüğün Günlüğü-kitaplaşmamıştır)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    TURGUT UYAR’DAN
    30.01.1956

    Az konuşur olmayı, suskun olmayı erdem saymıyorum artık. Kendini kaçırmak, kendini gizlemek gibi geliyor bana.
    27.02.1956
    İzinliyim. Boşum. İlgisiz dolaşıyorum sokaklarda. Bu boşluk, bu kayıtsızlık
    ürküntü veriyor bana. Doğaya uygun, yapmacıksız bir yaşama özlüyorum.
    Kurtuluşumuz şiirden falan gelmeyecek, yaşamamızdan gelecek gelecekse.
    3.1.1956
    Nigâr Hanım’ın şiirlerini okudum. Elbette ilkel şiirler birçoğu. Ama birden
    düşünüyorum. “Gücenme, aslı harâbım senin firâkında” dizesi, bir bakıma, bir şiir geleneğinin yenilenmesi döneminde, yeni bir duygu, yeni bir söyleyiş
    sayılamaz mı?
    Geçmiş ozanları, duygularının, söyleyişlerinin cılızlığı yüzünden küçümsemek doğru mu? Duygular yeni, biçimler, duyarlanma yeni. Bugün bu şiirleri, dolayısıyla bu duyguları, ancak eski şiirler öyle yazıldığı için daha iyi anlıyoruz. Öyleyse, iyi kötü bütün geçmiş ozanlara selam.
    (Günlük-kitaplaşmamıştır)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    ALİ CANİP YÖNTEM’DEN
    Cuma, 5 Mart 1920

    Bugün öğleye kadar evde uyudum. Sonra sokağa çıktım. Arkadaşlardan diş tabibi Şevki Bey’le Cafer, Ömer’i ziyarete gelmişlerdi. Fakülteye götürdüğümüzü söyledim. Oraya gittiler.
    Cumartesi, 6 Mart 1920
    Öğle üzeri fakülteye gittim. Doğru Ömer’in odasına girdim. Bitap yatıyordu.
    Elini elime aldım. Ter içindeydi. Burnunun delikleri kararmış gibiydi. Nefesi de intizamsızdı. Hizmetçi kadınlara sordum. Gece çok sayıklamış, “Burası hastane değil, tımarhane… Ben Canip’e gideceğim!” demiş. Dalgındı, “Ömer! Ömer!” diye seslendim. Gayet fersiz gözlerle bana baktı: “Tanıdın mı?” dedim. Kendine mahsus çabuk ifadeyle kafasını sallayarak “Canip!” dedi, yine daldı. Kâğıdına baktım: hararet “39,2” şeker litrede 28. Bir müddet bekledim. Sonra tekrar seslendim: “Ömer, konsültasyon günü yarınmış, erkenden gelirim. Artık gideyim mi?” Kafasını
    salladı “Git, git!” dedi. Yeis içinde ayrıldım. Fakat hâlâ ümit ile doluydum.
    Çünkü Ömer ve ölüm birbirine tamamıyla yabancı iki şeydi. Eve gelirken deniz kenarında hizmetçime rasgeldim. Bana doğru koşuyordu. “Ne var?” dedim. “Sizi Tıbbiye’den istiyorlarmış. Rıdvan Beyler’de bekliyorlar” cevabını verdi. Soluk soluğa komşumuza gittim. Ortada bir fevkalâdelik vardı. Nihayet anlaşıldı: Ömer ölmüş!…
    (Ömer’in Ölüm Hastalığına Dair Notlarım-Ömer Seyfettin, 1947)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    ŞAİR NİGAR HANIM’DAN
    31.10.1917

    İleride, bu satırlar bir kimsenin gözüne değerse, defterin güzelliğine
    şaşılmasın! Onu, bugün, Mahmutpaşa’da satın aldım, ama, az kaldı canım pahasına. Aman Yarabbi! İstanbul’umuza böyle ne oldu? Kalabalıktan tramvaylara girmek kabil değil ki! Toptan gülle çıkar gibi zorla bir vagona attım. Bu, tramvaya girmek değil, ezilmek, üst baş parçalamak… Ne oldu halkımıza Yarabbi? Bu her yeri dolduran kifayetsiz, kaba, kötü dilli insan kalabalığı nereden geldi? Evde yalnızlığıma, sokakta bu kalabalığa dayanamıyorum, ağlayacak hale geliyorum. İşte böyle, avunmak için, avare bir kuş gibi çırpınıyorum. Şu defterle de dertleşmesem çıldıracağım.
    8.2.1918
    Dün Naciye Sultan’a telefon edip “Pek göreceğim geldiyse de vasıta bulunmadığı için mehcur kaldığımı” söylemiştim. Lütfen araba gönderdi. Havanın şiddetine rağmen pek rahat gittim. Beşe kadar birlikte vakit geçirdik, çay içtik. Sultan Efendi pek ziyade iltifat etti,
    -Bu harb ne zaman bitecek?
    diye benden sordu. Halimiz ne olacak Yarabbi? Acıklı insanlık daha ne zamana kadar böyle inleyecek?
    (Hayatımın Hikâyesi)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    CAHİT ZARİFOĞLU’NDAN
    ANKARA 1978 28 KASIM

    Üstad Necip Fazıl’ı Mola otelinde ziyaret ettik. Büyük Doğu’yu son beş sayı
    çıkarıp kapayışından sonra, arkadaşlar Akif, Erdem, Rasim onunla ilk kez
    karşılaşıyorlar. Alaeddin ve Mehmet de var. Üstad:
    -Büyük Doğu son çıkışında en parlak dönemini yaşadı. Kapanmasında çeşitli
    nedenler oldu. Ama en büyük amil siz oldunuz, dedi.
    Otelin ilk katında, lobideyiz. Üstad sakin, yumuşak ve yalnız. Saat 18’de beni Akabeden aradığında,
    -Arkadaşlara da haber ver, gelsinler, son bir görüşme yapalım, dedi. Erdemle Rasim’i görebileceğimi söyledim. Bu telefondan az önce, bu ikisine Üstad’ın önceki gelişinde yine kendilerini istediğini; ancak kendilerine haber
    veremediğimi anlatıyordum. Telefon tam o anda geldi. Büroya çıktık. Yine
    Üstad’ın telefonu. Bu kez Akif’le Hasan’ı da haberdar etmemi istedi.
    Lobi tenha. Üstad:
    -Bana giran geldiniz, diyor. Geçen olayları kısaca özetliyor. Rapor 4’te
    yazdıklarını ılımlı bir dille tekrar ediyor bir bakıma.
    (…)
    Üstad’ın söylediklerini, aradan 24 saat bile geçmediği halde hemen hemen hiç hatırlamıyorum. Tek tek cümleler aklıma geliyor. Mesela,
    -Yalnızım, dedi.
    Ondan böyle bir şeyi ilk defa duydum. Korkuyor insan.
    (…)
    (Yaşamak)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    OKTAY AKBAL’DAN
    28 Aralık Çarşamba

    Ocak’ın 29’unda tam on yıl olacak. Ziya Osman Saba’yı karlı bir havada Eyüp’te toprağa vermiştik. Yıllar çabuk mu geçiyor belirli bir yaştan sonra? Çocuklukta günler, haftalar bitmezdi bir türlü. Ama yolun yarısına gelmeyegör, her şey kopuk bir film gibi akıveriyor… Ziya Osman’ı son görüşümde ince bir dosya çıkarmıştı çekmeceden. “Nefes Almak” yazıyordu üzerinde. Yeni kitabıydı. “Ölümümden sonra çıkacak,” demişti. “Haydi haydi,” demiştim, “Okurları o kadar bekletmeye hakkın var mı?” Gülümsemişti. Birkaç hafta sonrasını mı düşünerek.
    Ben düşünememiştim o günden ötesini. Canlı bir insanın, hele bir dostun, bir sevilenin yok olabileceğini düşleyemiyoruz.
    On yıl geçip gitmiş bile. Şiirlerini karıştırıyorum. Bilmeyen, Ziya Osman’ı
    yaşamı süresince ölümü özleyerek bekleyen biri sanır. Hep ölüm, hep ölüm
    düşünceleri. O ölümü değil, dünyada bulunamayacak bir çeşit “yaşam”ı özlüyordu.
    (Anılarda Görmek)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    HİLMİ YAVUZ’DAN
    Sabah, 24 Mayıs

    Bu kaldırımüstü açık hava kahvesini seviyorum. Sabahları güneş almıyor ve rüzgâr duyumsanabiliyor. İlkyaz sabahları bu kentte, bir ağaç hışırtısıyla, işte buradayım, bu kahvede çayımı içmeye hazırlanıyorken, birden, bir kokuyla, belirsiz, geliveriyor. Kağşamış gövdemi üşütmemeye çalışarak ve onunla, o yaşlı, atık gövdeyle, genç ilkyaz arasındaki karşıtlığı bilincimde kavrayarak; bilincimin, işte bir ince dilim limon koyup, gövdeyle ilkyazın bileşimi olduğunu düşünerek, içiyorum çayımı.
    Eskiden, çok eskiden bir öykü yazmıştım. Malte gibi söyleyeyim: Ah, öyküler yazardım ben, genç kızların mavi kurdelelerinden söz açan, düz pabuçlu ve ince beyaz pardösüleri olan ve yağmurlardan; o öykülerden birinde, akşamları sokağa çıktığımda yüzüme menekşelerin atıldığını yazmıştım; -ve ‘ah, cumartesiler başkadır, sokaklar başkadır’ diye yazmıştım. Şimdi burada, bu zarif kaldırımüstü kahvesinde, İstanbul’da, ondan asla kopamadığım için beni izlemeyen bu kentte,
    (şimdi neler çağrıştırıyor, bu kent, ‘polis seni izliyor’lardan, polis
    izliyor’a) bu cumartesi sabahı, limonlu çayımı bitirmek üzereyken ve nedense bir çay daha isteyerek, gündelik yaşamımı inceltiyorum sanki.
    (…)
    (Geçmiş Yaz Defterleri)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    CEMİL MERİÇ’TEN
    26.2.1963

    Ağaç her gün meyve vermez. Konuşmayan ağaçlar da vardır. Ne dallarında çiçekler gülümser baharları, ne çiçeklerinde arılar dolaşır. Konuşmayan ağaçlar da var…
    Zindanda söylenen şarkıyı kim dinler? Zindanda söylenen şarkı ölüm kokar, zincir kokar, küf kokar. Ölüm açacak kapısını bir sabah o zindanın, ardına kadar. Kuşlar gibi geçiyor günler önünden, cıvıldamıyorlar. Günler tren, günler mavi ufuklarda eriyen birer ümit. Kanatlarından yakalayamıyorsun kuşları. Tren sessiz gidiyor rüya ülkelerine.
    (Jurnal - Cilt 1)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    TOMRİS UYAR’DAN
    26 Aralık 1975

    Öykü kitabım çıkmış. Cağaloğlu’na inip alacağım birkaç tane.
    Hava yağmurlu, pis. Köprünün tam ortasındayken yaygın, büyük bir kızıllık aldı gözümü. Şoför de şaşırdı. Birilerine sorduk, Gürün Han’da yangın çıkmış. Öteki hanlara da sıçramış.
    Halk öyle alışık ki böyle olaylara, kılı bile kıpırdamıyor. Sıkışan trafiği
    yarıp güvercinlere yem atanlar var, kimse başını çevirip yangına bakmıyor. Oysa gök ürkütücü, kara dumanlarla kaplı.
    İlk kitabımı basacak biri çıktığında bayağı sevinmiştim. Çünkü büyük çoğunluğun çarçabuk benimseyeceği bir iş yaptığımı sanmıyorum, bunu anlamam epey vakit aldı; ama artık kimlere seslendiğimi biliyorum. Bana dar, küçük gelen hiçbir şeyi kullanamayacağımı da.
    Üç-beş kitap alıp eve döndüm. Kapağı elledim, sevdim. Bütün nesneleri,
    varlıkları ancak dokunarak tanıyabiliyorum. Bir kadının saçlarının parlaklığını, inceliğini, bir erkeğin omuzlarını ancak değince anlayabiliyorum. Kitabım da artık benim sayılamayacağına göre, onu da dokunarak kavramaya çalıştım.
    (Gündökümü)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    ATAÇ’TAN
    17 Nisan Cuma, 1953

    Baktım çocuklar uçurtma uçuruyor. Her yıl, ilkyaz aylarında, uçurtmayı gördüm mü, bir üzünç duyarım içimde, ağlamaklı olurum. Ben uçurtma uçurmadım ki!
    Çocukluğumda pek isterdim, o renk renk kâğıtlardan yapılmış uçurtmaların
    havalanmasına içimi çekerek bakardım. Annem bırakmazdı beni uçurtma uçurmama.
    Günah mıymış neymiş, öyle bir şey uydurmuştu.
    (…)
    Çocukluğum olmadı benim. Çocukluğu olmayanın gençliği de olmaz. Bir şey
    söyleyeyim mi ben size? İhtiyarlığı da olmuyor böylesinin. Hani güzel bir
    ihtiyarlık vardır, insan çocukluğunda yaptıklarını, gençliğinde yaptıklarını
    hatırlar, anlatır da gözlerinin içi parlar, ben kendimde değil, başkalarında
    gördüm onu. Çocukluğu, gençliği olmamış kişinin yaşlılığında da bir tatsızlık
    var, yalnız ölümü düşünüyor, ölümden korkuyor, işte o kadar.
    (Günce: 1)
    ***

    --------------------------------------------------------------------------------
    NECİP FAZIL’DAN
    Cuma, 9 Ocak

    Bugün hava yağmurlu ve puslu… Saat 2’ye 5 var… Bu âna kadar defterimi açamadım.
    Halim bir tuhaf…
    Bugün anladım ki, beni delikten çağırdıkları, meydancı gelip “Bir isteğin var
    mı?” diye sorduğu, berberin tıraşa geldiği, hasılı insanlarla temas ettiğim an, üstüme acayip bir uyuşukluk, sinsi bir donukluk, anlatılmaz bir garipseme hissi çöküyor. Hayret! Bir aylık yalnızlığın tesirine bakın! Hayırdır inşallah; nereye gidiyorum?
    Perşembe, 15 Ocak
    Şiir kitabımı bitirdim; ve güya rahat bir nefes aldım. Hava suratlı…
    Saat üç buçuk… Gaz sobam trampet çalıyor. Yevmiyemin 40’ıncı gününe rastlayacak olan 20 Ocak Salı gününün iple çekiyorum.
    Cuma, 16 Ocak
    Allah… Başka tek kelime söyleyemeyecek haldeyim.
    (Kırk Günlük Hapishane Yevmiyesi-Cinnet Mustatili)
    Sayı: 19
    Bölüm: Kapak



    Sözlükte ANDIÇ Nedir:
    Bulmacada 'Muhtara' sorusunun yanıtıdır.

    Sözlükte NOTA Nedir:
    Tanımlar: 1. Müzik seslerini gösteren işaretlere nota denir. Toplam yedi tanedir. (do,re,mi,fa,sol,la,si) 2. (İtalyancadan) emir ve istek bildiren yazı. 3. Bir şeyi sonradan hatırlamak için konan işaret. 4. Resmi ve siyasi mektup, muhtıra. 5. Mülâhazat. * hesap pusulası. 6. Müziğe ait yazı.
    Müzikteki matematiksel gizemi keşfederek yazıya dökmenin ilk temeli Pisagor tarafından atılmıştır. Biz kendisini okul sıralarından o meşhur dik üçgen teoremi ile hatırlarız ama Pisagor günümüzde ulaştığımız bilim seviyesinin babasıdır. O kendi devrine kadar gelişmiş bütün çalışmaları bir disiplin altında toplamış, geometri, aritmetik, astronomi, coğrafya, müzik ve tabiat bilgisi olarak ayrı ayrı bilim dalları yaratmıştır.Pisagor bilimi, bilim için düşünüyor, bilimin uygulamaları onu ilgilendirmiyordu. Bu nedenle -bilgi seven- anlamındaki filozof sözcüğünü ilk olarak o kullanmıştır. Pisagor tüm evrenin sayılar ve aralarındaki ilişkilere göre kurulduğuna inanıyordu. Pisagor'un müziğin içindeki matematiği bir demirci dükkanının önünden geçerken keşfettiği rivayet edilir. Demirci ustasının, demir döverken kullandığı aletlere göre değişik sesler çıkarması Pisagor'un ilgisini çekmiş, dükkanı kapattırarak ustaya çeşitli aletler kullandırmış, çıkan sesleri incelemiş ve kayıtlar almış. Batı müziği 9. yüzyılın başına kadar notalamadan habersizdi. Eserler kulak yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılıyor, bu arada değişime uğruyor, zamanla unutulabiliyordu. 9. yüzyılın ikinci yarısında ilk notalama sistemi ortaya çıktı. Arezzo'lu Guido'nun (Gui d-Arezzo) notalama sisteminin seslerin yüksekliğini kesin olarak belirtmeye başlamasıyla büyük bir ilerleme kaydedildi. 11. yüzyılda notaların üzerine dizildiği beş çizgiden oluşan portenin kullanılmasıyla notaların yüksekliği (do, re, mi, .) ve süresi (birlik, ikilik, dörtlük, .) kesin biçimde belirlenebilir hale geldi. Aslında müziğin dört parametresi vardır: Yükseklik, süre, şiddet ve tını. Bunlardan ilk ikisi zamanla genel kabul gören bir takım işaretler sayesinde kağıt üzerine dökülebilmiş, şiddet ve tını ise notanın yanında ek kelimelerle belirtilmişler ve kısmen de yoruma açık bırakılmışlardır. Çeşitli sesleri belirtmek ve bunların birbirlerine karışmasını önlemek için sesleri temsil eden notalara özel isimler verildi. Do, re, mi, fa, sol, la, si. İngilizcede ve Almanca da ise notalar harflerle gösterildi(C=do, D=re, E=mi, F=fa, G=sol, A=la, B=si-ing.-, H=si-alm.-). Nota isimlerinden "do"nun önceki ismi "ut" idi. Sesli harfle başlayan bu isim, notaları sırayla söylerken tutukluk yaptırdığından 12. yüzyılda "do" olarak değiştirildi. Almanya ve bazı ülkelerde "ut" hala kullanılır. "Si" hariç diğer notaların isim babası Gui d-Arezzo'dur. Arezzo bu adları Aziz lohannes Battista ilahesindeki mısraların birinci hecelerinden alarak takmıştır. Yedinci notanın adı uzun zaman "B" olarak kalmış, sonradan 13. yüzyılda Sanete lohannes kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen "si" adını almıştır. Notalamanın keşfi ve gelişimi müzik pratiğine olağanüstü bir gelişme ortamı yaratmıştır. Notalama, icracıyı ezberden kurtararak hem müzik parçalarının uzamasına hem de çeşitli dönemlere ve ülkelere ait notalanmış eserlerin katılmasıyla repertuarın zenginleşmesine ve çeşitlenmesine imkan vermiştir. Nota sayesinde bir müzisyen bilmediği bir müzik parçasını icra edebilmek için tek başına yeterli bir hale gelmiştir.

    Orte Nedir?
    Notaların üzerine yazıldığı eşit aralıklı beş çizgi ve dört aralıktan oluşan şekle porte (dizek) denir. Çizgiler aşağıdan yukarıya doğru sayılır. 16. yüzyılda İtalyan rahip Guido d Arrezo, nota okumayı kolaylaştırmak amacıyla renkli porte çizgilerini, ayrıca bir ilahinin her bir satırının ilk hecelerinden oluşan nota isimlerini müziğe kazandırmıştır.

    Nota Nedir?
    Seslerin yüksekliklerini (incelik ve kalınlıklarını) ve sürelerini gösteren işarete denir. Porte üzerinde her bir nota farklı yerlere (çizgi üzerine veya aralığa) ve farklı biçimlerde yazılır. Her bir nota harflerle de gösterilir. Do Re Mi Fa Sol La Si Do C D E F G A B C

    Notaların Dizek Üzerindeki Yerleri


    Sol Anahtarı Nedir?
    Portenin 2. çizgisinden başlayıp bu çizgiye adını veren ve ince sesleri göstermeye yarayan anahtardır.

    Fa Anahtarı Nedir?
    Portenin 3. ve 4. çizgilerinden başlamak üzere iki türü vardır. Kalın sesleri göstermek için kullanılır. Anahtarın iki noktası arasından geçen çizgi FA sesine aittir. Diğer notalar buna göre isimlendirilir. Piyanoda sol el eşlikleri ile kontrbas ve viyolonsel partisyonları Fa Anahtarında yazılır.

    Do Anahtarı Nedir?
    Portenin 1., 2., 3. ve 4. çizgilerinden başlayarak yazılmak üzere dört türü vardır. Anahtarın ortasındaki birleşim yerindeki çizgiye DO notası yazılır. Diğer notalar buna göre adlandırılırlar.

    NOTA SÜRELERİ
    Porte üzerine yazılan notaların sürelerini şekillerine bakarak anlayabiliriz. Örneğin birlik LA notasını flütle çalacaksak, LA sesini 1-2-3-4 şeklinde sayarak ve kesintisiz olarak 4 vuruş süresince çalarız

    SUS İŞARETLERİ
    Müzik yazısını oluşturan sesler, sesli ve sessiz süreler olarak ayrılır. Sesli süreler değişik zamanları içeren notalar, sessiz süreler de o zamanlar kadar değeri olan sus işaretleridir. Yedi nota biçimine karşılık yedi susma biçimi vardır.

    SES DEĞİŞTİRİCİ İŞARETLER
    Sesleri inceltmek ya da kalınlaştırmak için ses değiştirici işaretler kullanılır. Bu işaretler notanın önüne, çizgilere ve boşluklara yazılır. Ses değiştirici işaretler dizeğin başına, anahtardan hemen sonra yazıldıklarında şarkı boyunca ait oldukları sesi etkilerler. Aşağıdaki şarkıda bütün FA notaları DİYEZ alarak çalınır veya söylenir. Bununla birlikte herhangi bir FA notasının NATÜREL olarak çalınması veya söylenmesi istenirse sadece o notanın önüne NATÜREL işareti konulur ve sadece o ölçü içinde geçerli olur, bir sonraki ölçüden itibaren FA, DİYEZ almaya devam eder.

    Sözlükte MEMORANDUM Nedir:
    Memorandum veya kısaca memo olarakta yazılabilir. Günümüzde kurumsal şirketlerde uyulması gereken kuralların yazılı bildirimi olarak kullanılır. Yani iş emridir. Fakat sözlükte diplomatik nota, yazılı ihtar, muhtıra gibi karşılıklarıda mevcuttur.

    Daha detaylı bilgi almak isterseniz sizi buraya alalım:
    Bknz: GÜNLÜK
    Bknz: ANDIÇ
    Bknz: NOTA
    Bknz: MEMORANDUM


    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Kolay Bulmaca Cevabı Bulma Robotu

    Cevap Yaz

    Bilgilendirme: Bulmaca sözlüğümüzde Haberturk, Hürriyet, Sözcü ve Posta gazetesinin günlük kare ve çengel bulmacalarının cevapları ve Bulmacahane, CodyCross, Words Of Wonders Guru, WOW Guru gibi bulmaca oyunlarının cevapları yayınlanmaktadır. Ayrıca diğer gazete bulmaca cevapları, bulmaca kitabı, çapraz, karışık bulmaca cevaplarınıda sözlüğümüzde bulabilirsiniz. Bulmaca sözlüğümüzden arama yaparak bulmaca sorunuzdaki cevabı kolayca bulabilirsiniz. Eğer cevap henüz sitemize eklenmemiş ise soru sor butonuna tıklayarak hemen cevap verilmesini sağlayabilirsiniz.

    Yakın zamanda para ödüllü online bulmaca çözebileceğiniz bulmaca servisimiz yayına alınacaktır. Günlük, haftalık, aylık ve yıllık olarak en iyi bulmaca çözenler listelerimiz olacak.

    Sözlüğümüzde cevabını bulabileceğiniz bulmaca çeşitleri: CodyCross bulmaca soruları, çengel bulmaca, kare bulmaca, sudoku bulmaca, rakam bulmaca, kelime şifre bulmaca, altıgen çengel bulmaca, halka bulmaca, sözcük avı, yapboz bulmaca, labirent bulmaca, mozaik bulmaca, resimli kelime bulmaca, 7 farkı bulun, lekare bulmaca ve kim milyoner olmak ister soruları ve cevapları.

    Ayrıca bulmaca cevapları sözlüğümüzde aradığınız kelimenin eş anlamı, mecazen ve mecaz anlamları, eski dildeki karşılıkları, osmanlıca karşılıklarıi, zıt anlamlarını bulabilirsiniz.

    Unutmayın bulmaca çözmek zekanızı geliştirdiği gibi çağımızın en kötü hastalıklarından biri olan alzheimer içinde doktorlar tarafından en önerilen çözümlerden biridir. Şimdiden güzel, sağlıklı günler dileriz..



    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.