Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Osmanlı toplumunda yemek kültürü, eğlence ve festivaller

Osmanlı toplumunda yemek kültürü eğlence ve festivaller sorusunun cevabı için bana yardımcı olur musunuz?

Bu soruya 1 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    fatoş

    • 2022-05-10 17:36:15

    Cevap : OSMANLI’DA EĞLENCE HAYATI:

    Osmanlı eğlenceleri, çoğunlukla yılın belli günleri olan muhteşem eğlencelerdir. Osmanlı eğlenceleri, görünüşte boş vakit geçirmek gibi olsa da önemli işlevlere sahiptir. Ekonomik, yenilenme ve birleştirici işlevlere sahip bir eğlence anlayışı Osmanlı’da mevcuttur. Osmanlı’da üretimde bir birikim vardır.

    Geçici sürelerde mali birikimi ve enerji birikiminde dengelenme işleminin yapılması için harcama yapılması gerekiyordu. Eğlencelerde dini ve sosyal yasakların ve baskının kaldırılması ve savurganlık yapılması özgür bir alan oluşturuyordu. Bu özgür alanda toplumun bir yenilenme, yeniden canlanma gibi önemli bir işlevini bulabiliriz.

    Eğlenceler topluca bir yenilenme tekniğidir. Bir çeşit yitik cennetin bulunmasıdır. Osmanlı toplumu eğlencelerle bir araya gelip ve bir bütün olurlar. Eğlencelerde bireyler bir araya gelir, bireyler arasındaki sosyal bağlar güçlenirdi.

    Geleneklerin sürmesi, inançların tazelenmesi, değer yargılarının, törelerin kökleşmesine, toplumun bir üyesi olmanın verdiği mutluluk eğlenceleri bir sosyal aktivite haline getirmekteydi.

    Spor şekline geçen eğlenceler, devamlı savaşan bir yapıya sahip olan Osmanlı insanlarının yeteneklerini koruyucu ve geliştirici bir rol oynamaktaydı. Böylece insanlar her zaman savaşa hazır muhteşem yetenekte süvariler olmaktaydı.

     Karagöz – Hacivad, Türk hayal oyunudur. Hacivad; kültürlü gerçek bir Türk, Karagöz; geveze ve tembeldi. Çok meşhur karagözcüler yetişmişti. Babadan oğula meşhur karagözcü aileler de vardır. Karagöz tipinin Orhan Gazi zamanında Bursa’da Şeyh Küşteri tarafından ortaya atıldığını, Hacivad tipinin de I. Sultan Mehmed’in veziri Yeşil Cami’nin büyük mimarı Hacı İvaz Paşa tarafından eklendiği tahmin edilmektedir.

    ORTA OYUNU Geleneksel, belirli senaryoya dayanmayan, tulûat esasında, geniş ölçüde taklitçilikle beslenmiş Türk tiyatrosudur.

    Romanya’ya kadar Balkan milletlerinin tiyatrolarının doğmasında derin tesirleri olmuştur. Orta oyununda kahramanlar Kavuklu ve Pişekar’dır. Kavuklu, Karagöz gibi geveze ve tembel. Pişekar, Hacivad gibi kültürlü ve zekidir. 

    Orta oyununda kadın rollerinin “Zenne” denilen erkekler oynamaktadır. Meddah da eski Türk eğlence hayatında mutlaka anılması gereken bir sanatkardır. Seanslar halinde uzun, romanımsı, bazen tarihi hikayeler anlatır.

    Fıkra anlatma sanatı başkadır. Güzel fıkra anlatan şahsiyetlerde yetişmiştir. Osmanlı’da batı tarzında tiyatro da vardır. Bu zamanla batı tarzında Türk tiyatrosu şeklinde teşekkül etmiştir. Teatral sayılabilecek diğer bir eğlence, maskaralıktır.

    Şenliklerde maskaralar, bilhassa devlet büyüklerini taklit ederek halkı güldürürlerdi. Yalnız padişah taklit edilemezdi.

     CANBAZLAR VE SANATKARLAR:

     Can – baz, hokka – baz, sürahi – baz, kumar – baz, kase – baz, kuze – baz, zor – baz, kukla – baz, hayal – baz, hile – baz, sini – baz, şişe – baz, ateş – baz, kadeh – baz, kayış – baz, kağıt – baz, . . . Bu adlar, Evliya Çelebi’nin eserinde olmakla beraber daha fazla türlerde bulunmaktadır. “Baz” Farsça’da ism – i faildir, “oynıyan” demektir.

    Dilimizde bugün tüm bu hünerleri yapan kişilere hokkabaz denerek dilimiz yozlaşmaya zorlanmıştır. Türklerin, askerlikle ilgili olan hünerlerin ileri olması tabiidir. Türklerin hünerlerinin o zamanlarda Avrupa’da görülmediği bir gerçektir.

    KAHVEHANE VE MEYHANELER:
    Kahvehaneler, tip tiptir. Fevkalade döşenmiş, kibar tabakaya mahsus olanlarında ilmi ve edebi sohbetler yapılırdı. Kahvehanelerde musiki de icra edilirdi.

    Para karşılığı olmayan dama nevinden oyunlar oynanması ve kukla oynatımı yaygındır. İlk kahvehaneler Kanuni döneminde açılmıştır. İçilen kahve Yemen’den gelmekteydi. Yemen de Türk eyaleti idi. Zamanla Amerika’dan gelen tütün de yayıldı.

    Zaman zaman kahvehaneler ve meyhaneler kapatılmış, hatta tütün yasağı konmuş, hepsi çok geçici olmuştur. Halkın memnuniyetsizliği ve itirazlar nedeniyle serbest bırakılmıştır.

    En meşhur yasak 1637’de IV. Murad’ın koyduğudur. Kahve gibi kahvehane de Avrupa ve Amerika’ya Türk kültürünün miraslarıdır. Türk kahvehanesi, 16. yüzyılın ikinci yarısından bu yana kulüptür. Şairlerin, bestekarların, meddahların, ediblerin, subayların, ulemanın devam ettiği, çubukta tütün içtiği, kahve yudumladığı, politika, edebiyat konuştuğu, musiki dinlediği, insan tanıdığı yerdir.

    İngiliz kulüpleri gibi kadınlara kapalıdır. Yalnız içki yoktur. İçki içilebilen yere “meyhane” denmiştir ve kahvehaneler kadar nezih hale getirilmemiştir. Meyhaneler müslüman mahallelerinde açılamaz ve gayri müslimler tarafından işletilirdi. Fakat devam edenler arasında Türkler de çoktur.

    MESİRELER:
    Bugün “piknik” denilen mesire zevki, fevkalade gelişmiştir. Zaman zaman bazı yerler moda olmuş, modası geçmiş, tekrar moda olmuştur. Kağıthane, modası geçmeyen mesireliklerdendir. Mesireler tatil günleri dolup taşardı. Boğaziçi de iki kıyısıyla muhteşem güzellikte bir mesirelikti. Yalılar ve sahil saraylar tabiatın bir parçası haline bürünecek şekilde inşa ediliyordu.

    TATİL GÜNÜ CUMA DEĞİLDİ :Klasik Osmanlı devrinde belirli bir tatil günü yoktu. Her gün çalışan bir toplumdu. Bayramlarda tatil yapılırdı. Devletin Hristiyan tebaasının pazar, Musevi tebaasının cumartesi günleri tatil yaptığını gören hükümet; Türkler için de perşembe gününü tatil ilan etti. II. Mahmud bunu değiştirip 1826’da Cuma gününü tatil etti.

    RAMAZAN EĞLENCELERİ: Eğlenmek için Osmanlı’da bir çok vesile vardı. Kurban ve Şeker bayramları, padişahın cûlus günleri, şehzade ve sultan doğumları, zafer kutlamaları, ordunun sefere çıkışları güzel birer örnektir.

    Fakat otuz gün süren Ramazan gecelerinde  eğlenceler, en dikkate değerlerinden biridir. Tophane’de toplar atılması, limandaki bütün gemilerin düdüklerini öttürmesi, kubbeler üzerinde ve minareler arasında mahyalar ve harikulade ışık gösterileri Ramazan ayının muhteşem gösterileriydi. 

    Osmanlı halkı akşam ezanı okunduktan sonra çok neşeli bir hal alırdı.

    SÜNNET DÜĞÜNÜ: Şehzadelerin sünnet düğünleri muhteşem bir ihtişam ve eğlence içinde vuku buluyorlardı. Halk gelip eğlenebilsin diye açık havada yapılıyordu. Şehzadelerle beraber pek çok çocuğun sünnet edilmesi eski adetti. Şehzadeye getirilen hediyeler, akıl almaz değerde ve çokluktaydı. Değerli hediyeler şehzadeye kalır, diğer hediyeler şehzadeyle sünnet olanlara dağıtılırdı. Şenlikler on iki gün on iki gece sürerdi. Çocuklarla davetlileri eğlendirmek için zamanın bütün vasıtalarından istifade edilmişti. Canbazlar, orta oyunları, karagözler, hokkabazlar, tiyatro temsilleri, musiki... Eğlencelerde halk hangi saatte olursa olsun gelip yemek yiyebiliyordu. İmparatorluğun bütün garnizonlarında Türk askerine ziyafet çekilirdi.

    ŞENLİKLER: Şenlikler, büyük bir sosyal müessese idi. Padişah ve vezirler, halkı eğlendirmek, ona ikram etmek sosyal görevini yerine getirirlerdi. Şenliklerde, bütün sosyal yapılışlar, bütün sanatlar harekete geçiriliyordu. Kuyumcudan ressama kadar her sanatkarın şenliklerde yeri vardı. Şenliklerde halkın eğlenmesine ehemmiyet verilmekteydi. Şenliklerde halka ziyafet çekilir ve çeşitli hünerlerle insanların eğlenmesi sağlanırdı. Şenliklerde nahıl yapmak, dolaştırmak ve davetlilerle halka dağıtmak adeti, değişmez bir gelenektir. Çeşitli hayvan figürleri, havai fişek gösterileriyle beraber sunulurdu. Konulu oyunlar, harb oyunları, fener gösterileri, hayvan oynatıcıları, zorbazlar, direk canbazları şenliklerin değişmez unsurlarıydı.

    HARB OYUNLARI : Türk askerleri, bir savaşı gerçek gibi göstererek kendi aralarında savaşırlar ve halkı eğlendirirlerdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden gerçek kara ve deniz birlikleri kullanılır, maket kale, gemi ve diğer kartondan yapılmış maketler ele geçirilirdi. AVCILIK Türklerin binlerce yıllık sporu, avdı. Av, hem iktisadi bir ihtiyaca tekabül etmektedir, hem bir çeşit harb oyunudur, hem de nişancılık eğitimi için iyi bir spordur. Padişahların ava çıkması çok büyük bir kalabalıkla olurdu.

    ATLI SPORLARI :Atlı sporlar tabiatıyla başta gelmektedir. Türkler fevkalade süvariydiler. Padişahların ve sadrazamların cirit gibi sporları yapmaları hiç yadırganmıyordu. Cirit oynamak çok tehlikeli olmasına rağmen çok büyük ilgi görüyordu. Av dışında da çeşitli atlı sporlar çok revaçta idi. Biri “çevgan” denilen polo idi ki, bilindiği gibi, Hindistan Timuroğulları’ndan gören İngilizler, bu Türk sporunu bütün Batı’ya yaymışlardır. Manialı ve maniasız, silah atarak veya silahsız at koşulları da, mühim Türk sporları arasındadır. Bu at yarışları sonunda “ödül” denilen mükafat verilmektedir. Padişah huzurunda yapılanların ödülleri büyüktür.

    GÜREŞ: En eski milli Türk sporlarından biridir. 1362 Edirne fethi ile Kırkpınar cihan şampiyonluğu yarışları kurulmuştur. Türk güreşinde puan, kötü puan falan yoktur. Rakibinin sırtını yere getiren galip sayılır. Edirne’de I. Murad’ın şehri fethinde kurduğu bir pehlivanlar tekkesi vardır. Burada pehlivanlar, bütün yıl güreşe çalışır, bütün oyunları öğrenirler. Bu spor kulübünün okçuluk, ciritçilik ve binicilik kısımları da vardır. Esasen imparatorluğun her yerinde böyle spor yapılan tekkeler bulunmaktadır.

    OKÇULUK :Güreşte ve süvarilikte olduğu gibi okçulukta da Türkler, rakipsiz şekilde ve 20. Asıra kadar dünya birincisi idiler. Okmeydanı, Türklerin spor ve askerlik kabiliyetlerini gösterdikleri yerlerden biriydi. Her pazartesi ve perşembe günleri burada halk önünde atışlar yapılırdı. Atışlarda halktan isteyen katılabilirdi. Padişahların bile buraya gelip atış yapmaları, ise büyük ehemmiyet verdiriyordu. 1200 adım uzağa ok atıp hedef vuran okçunun adına bir nişan taşı dikilirdi. Mızrakla hedef vurmak ve delmek de aynı derecede maharet ve spor sayılıyordu. Ekseri atıcılar, hem mahir okçu, hem de mızrakçı idiler. Ok, at üzerinde de atılıyordu. Ok ve mızrak nasıl sabit ve yerde atılıyorsa, at üzerinde dört nala oku ve mızrağı hedefe vurmakta ehemmiyet verilen bir sportif ve askeri hünerdir.

    Osmanlı mutfağı Osmanlı dönemindeki mutfak kültürüdür. Kökeni Selçuklu mutfağına dayanır. Osmanlı Mutfağı'nı, Osmanlı saray mutfağı ve Osmanlı halk mutfağı şeklinde ikiye ayırmak doğru olacaktır. Halk mutfağı, saray mutfağı kadar gösterişli olmamasına rağmen lezzet ve çeşitlilik yönünden oldukça zengin bir menüye sahip olmuştur. Eski Türk geleneklerinde de var olan ocağın, yemeğin ve aile birliğinin birbiriyle ilişkili olduğu inancı, Osmanlı dönemi boyunca sürdü.

    Bugüne kalan “evinde tencere kaynamak”, “ocağı bacası tütmek” gibi deyimler; mutfak, yemek ve ailenin devamı arasında kurulan bağların hala canlı olduğunu gösteriyor.  Yer sofrası “Sofra” kelimesi, üzerinde yemek yenmek üzere yere serilen yaygıdan gelir

     Türkler, Orta Asya’dan beri bu yaygıyı bu şekilde kullanır ve yer sofrasında yemek yerdi. Sofra yaygısı dizler üzerine yayılır, ortaya konan altlık ve üstüne konan siniden yemek yenirdi. Osmanlı saraylarının altın çağını yaşadığı dönemde bile Avrupa usulü yemek masalarına geçilmedi, yemek odaları kurulmadı.

    Yemek vakitlerinde yaygı, altlık, sini üçlüsü kullanılmaya devam edildi. Yemek masası, 1800’lü yıllardan itibaren Osmanlı topraklarına girdi fakat 20. yüzyıla kadar yaygın olarak kullanılmadı. Bereket için: Sofra duası Eski kayıtlara göre Osmanlı zamanında yemeğe başlamadan önce edilen sofra dualarından biri şöyledir: Yâ Rab şükür elhamdülillâh,Biz yedik ziyâde eylesin Allâh,Artsın eksilmesin taşsın dökülmesin.Hak berekâtını versin, bu gitti yenisi gelsin.Soframız nur, kaza bela geri dur,Hanemizi, cümlemizi eyle ma‘mûr,Halil İbrahim berekâtını sundur.Âmin el-fatiha. Ocak külü dahi ziyan edilmezmiş:

    Osmanlı’da araç gereçler:Atalarımız, ocak olarak kuzine, tandır, sac, toprak altı ve toprak üstü fırın çeşitleri gibi gereçler kullanılırdı. Isınmak için kullandıkları mangallarda da bakır cezvelerde kahveler pişirir, kestaneleri kebap eder, patates közler hatta küllerin içinde “küliçe” adlı bir çörek de yaparlardı. Merak edilen soru: İçme suyu nasıl temin edilirdi? Osmanlı döneminde su ihtiyacı, tulumbalarla karşılanırdı. Tulumbalar, mutfakların içinde veya dışında olabilirdi. Tulumbası olmayanlar, açılan su kuyularından su ihtiyacını temin ederdi.
    Nadide lezzetler: Osmanlı’da ziyafet sofraları Osmanlı’da ziyafet sofralarında yer alan fakat bugün çok az tüketilen etler vardır: Ördek, kaz ve güvercin. Bunun nedeni bu hayvanların eskiden özel avcılar tarafından geniş alanlarda avlanabilmeleri ve saray halkının bunları tüketmesidir. Ziyafet sofralarında ayrıca pirinç pilavı, sülün kebabı, şerbet, börek ve çörek çeşitleri, güllaç ve zerde eksik olmazdı. Yemekten sonra önce helva sonra meyve yenirdi. En sonda şerbetler içilirdi. Çok düşkünlerdi: Osmanlı’da meyve kültürü Saray mutfağına alınan yiyeceklerinin kayıtlarının tutulduğu defterlere göre, sarayda meyve tüketimi epey çoktu.

    En çok tüketilen meyveler; üzüm çeşitleri, nar, armut, kayısı, incir, erik, elma, ayva, turunç, vişne ve kızılcıktı. Meyveler taze olarak tüketildikleri gibi hoşaf, reçel, şerbet ve turşu yapımında da kullanılıyorlardı. Hatta kıymalı yemeklere de kuru üzüm, kayısı, hurma, kestane ve elma eklendiği oluyordu.

    Kıyılmış et ile kuru meyvelerin karıştırılmasıyla elde edilen iç ile yapılan börek ve çörek çeşitleri, aslen Ortadoğu’ya özgüdür. Bu yöntemi Ortadoğu ülkelerine savaşmaya gelen Haçlı askerleri öğrenmiş ve Avrupa’ya tanıtmıştır.

     Osmanlı'da çiçekler: Sarayda sofralar, siniler, sümbül, gül, karanfil, nergis gibi çiçeklerle süslenir, yemek yenen mekanın güzel kokması için misk, amber ve tütsü gibi veya buhurdanlıklarda yakılırdı. Saray mutfağına menekşe ve şeftali çiçeği de alınıyor, hem demlenip çay olarak içiliyor, hem tatlı ve reçellere katılıyor, hem de yemek ve tatlıları süslemekte kullanılıyordu.

    Ayrıca özel günlerde padişahlara, sarayın önemli görevlilerine, devlet adamlarına veya haremdeki kadınlara tebrik ve kutlama amacıyla da çiçek gönderiliyordu. Gülhane'ye adını veren: Güller Osmanlı döneminde en çok rağbet gören çiçeklerden biri de kuşkusuz güldü.

    Fatih Sultan Mehmet döneminde Topkapı Sarayı’nı çevreleyen Hasbahçe’nin bir bölümü, sarayın gül ihtiyacını karşılamak üzere gül bahçesi olarak düzenlenmişti.

    Bugün o bahçeye “Gülhane” diyoruz. Edirne’den getirilen gül fidanlarının buraya dikilmesiyle oluşturulmuştur.

    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.