Osmanlı vakıf sistemi
Osmanlıda vakıf sistemi nasıldır amaçları nelerdir,
Bu soruya 3 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
İşte Cevaplar
Cevap : Osmanlılarda Vakıf Sistemi
Osmanlı Devleti'nde toplumun bazı ihtiyaçlarının karşılanması zenginlerin kurdukları vakıflara bırakılmıştı. Kişilerin sahip oldukları mallarının tamamını veya bir kısmını halkın yararına sunmasına vakıf denir.
Tarihin seyri içinde vakıflar sosyal, ekonomik, eğitim, sağlık, sanat, mimari, ulaşım ve bayındırlık alanında önemli rol oynamıştır. Osmanlı Devleti'nde başta padişahlar olmak üzere hanedan üyeleri, yüksek dereceli devlet görevlileri çeşitli vesilelerle vakıflar kurmuşlardır. Böylece devlet birçok hizmeti para harcamadan yerine getirebilmiştir.
Vakıflar yoluyla:
MERKEZ TEŞKİLATINDA MEYDANA GELEN DEĞİŞİKLİKLER
18. Yüzyıldaki Değişiklikler
18. yüzyılda, merkez teşkilatında yer alan kurumlardan kaldırılan olmadı. Ancak bu kurumlarda görev yapan kişilerin niteliklerinde değişmeler olmuştur:
Şehzadelerin sancaklarda tecrübe kazanmadan padişah olmaları etkinliklerini azalttı. Bu gelişmelerden sonra padişahlar, devlet işlerini sadrazamlara bırakmaya başladılar. 17. yüzyılın sonlarına doğru Divan'ın devlet yönetimindeki önemi azalmıştır.
I. Mahmut ve II. Osman zamanlarında Divan toplantıları kaldırıldı. Devlet işleri sadrazam konağında görülmeye başlandı. Bu durum sadrazamın gücünü artırmıştır.
18. yüzyılda Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkilerin artması kalemiye sınıfının önemini artırmıştır. Çünkü bu yüzyılda Osmanlı Devleti Batıdaki bazı kurumları alarak ıslahatlara girişmiştir.
19. Yüzyıldaki Değişiklikler
19. yüzyılda bütün devlet kurumlarında önemli düzenlemeler yapıldı. Belli başlı bazı düzenlemeler şunlardır:
II. Mahmut, merkez teşkilatının temel kurumu olan Divan-ı Hümayun'u kaldırarak Avrupa tarzında bakanlıklar kurmuştur.
Yönetim, adalet ve askerlik işlerinin planlanması ve yürütülmesi için Dar-ı Şuray-ı Babıali, Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliye gibi meclisler kurulmuştur.
Tanzimat Fermanı'yla başlayan dönemde yeni meclisler kurulmuştur.(1854’te Meclis’i Âli-i Tanzimat, 1868’te Şura-i Devlet - Danıştay-) dönemde padişahın yetkileri sınırlandırılmış ve kanunun üstünlüğü kabul edilmiştir.
Kara kuvvetleri komutanlığı durumunda seraskerlik oluşturuldu.
1876 yılında Kanun-i Esasi ilan edilerek Meşrutiyet yönetimine geçildi. Bu anayasa ile padişahın yanında halkın da yönetime katılması sağlandı. Meşrutiyet Dönemi'nde Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Âyan adıyla iki tane meclis açıldı. Padişah eski yetkilerini devam ettirdi. II. Meşrutiyet'le (1908) Kanun-i Esasi yeniden uygulanma başlamıştır.
1912 yılından sonra siyasi partiler faaliyete geçti ve hükümetler kuruldu.
Taşra Teşkilatı
Kuruluş Devrinde devletin merkezleri sırasıyla, Söğüt, Bilecik, Yenişehir, İznik, Bursa ve Edirne olmuştur. Sınırların genişlemesi sonucu yönetim yönünden eyaletler oluşturuldu. I. Murat döneminde Rumeli Beylerbeyliği, Yıldırım Beyazıt döneminde ise Anadolu beylerbeyliği oluşturuldu.
Anadolu Beylerbeyliği (Önce Ankara sonra Kütahya)
Rumeli Beylerbeyliği (Önce Edirne sonra Manastır)
Anadolu Beylerbeyliğinin merkezi Kütahya, Rumeli Beylerbeyliğinin merkezi Manastır idi. Stratejik öneminden dolayı Rumeli Beylerbeyliği daha üstündür. Beylerbeylik değişik sancaklardan oluşmaktaydı.
Sancaklar, Kazalardan Kazalar, Kasaba, Köylerden meydana geliyordu.
Bu taksimat sadece idari değil, aynı zamanda askeri idi.
Osmanlı Devleti'nde Taşra Teşkilatı Üç Bölümden Meydana Gelmiştir:
Merkeze Bağlı Eyaletler (Salyanesiz Eyaletler)
Dirlik sisteminin uygulandığı eyaletlerdir. Bu eyaletler dirliklere ayrılır, maaş karşılığı asker ve görevlilere verilir, "yıllıksız eyaletler" de denilen bu eyaletler, XVI. yüzyılda Rumeli, Bosna. Temaşvar, Budin, Eğri, Anadolu, Zülkadriye, Trabzon, Şam, Halep, Hakka, Diyarbakır, Van, Kars. Kıbrıs ve Kefe eyaletlerinden oluşuyordu.
Özel Yönetimi Olan Eyaletler (Salyaneli Eyaletler)
Bunların gelirleri dirliklere bölünmez, vali ve askerlere belli bir maaş verilirdi. Bu tür eyaletlere salyaneli (yıllıklı) denirdi. Salyaneli eyaletlerin geliri iltizama verilirdi. Bu eyaletlerden alınacak belli miktardaki verginin devlet hazinesine yatırılmasına iltizam, açık arttırmayla vergileri toplamaya hak kazanan kişiye mültezim denirdi. Mültezim devlete verdiği peşin vergiyi, salyaneli eyaletlerden kendisi toplardı. Trablusgarp. Tunus, Cezayir, Mısır, Bağdat, Yemen ve Habeş eyaletlerinde bu sistem uygulanmıştır.
İmtiyazlı Eyaletler
Bunlar içişlerinde serbest olup, siyaset bakımından Osmanlı Devleti'ne bağlıydılar. Yöneticileri padişah tarafından bölgenin ileri gelenleri arasından atanırdı. Kırım Hanlığı, Eflak, Boğdan, Erdel ve Hicaz, Rakuza ve Sakız cumhuriyetleri bu statüye dahildi. Yıllık belli bir miktar vergi verirlerdi. Savaş zamanı yardımcı kuvvet olarak asker göndermek ile yükümlüydüler.
Kırım Hanlığı ve Hicaz Emirliği vergi vermezdi. Hicaz emirliği şerif adı verilen peygamber soyundan gelen kişilerce yönetilirdi. Hicaz emirliğinin savaş zamanı asker gönderme yükümlüğü yoktu.
Beylerbeylik: Başında o bölgenin en yüksek askeri ve mülki otoritesini elinde bulunduran Beylerbeyi bulunurdu. Has adı verilen en geniş topraklar tımar olarak verilirdi. Sefere çıkarken Eyâlet denilen beylerbeyi mıntıkasındaki, bütün Sancak Beylerini ve Tımarlı Sipahilerini yanma alıp istenilen yerde orduya katılırdı. Beylerbeylerinin kendilerine bağlı diğer idari birimler üzerine geniş yetkisi yoktu. Sadece teftiş yaparlardı. Beylerbeyi merkez sancağının idaresinden sorumlu idi.
Sancaklar: Başında Sancak Beyleri bulunurdu. Adli işlere bakan birde kadı bulunurdu.Sancakların idari, mülki ve asayiş işlerinden sorumlu idi. Sancak Beyi bir şehzade ise yetkileri daha geniş olurdu.
Sancak Beyi herhangi bir savaş halinde, sancağı içindeki tımarlı sipahileri toplayarak Beylerbeyinin komutasına girerdi.
Kazalar: Başında Kadılar, Alay Beyleri ve Subaşılar bulunurdu. Güvenlik işlerinden Subaşılar sorumlu idiler. Taşra yönetiminde Kadı, her türlü idari işlemi yargı denetimin de tutan önemli bir görevli idi.
Kadıların Görevleri:
Köy: Osmanlı Devleti'nde en küçük yerleşme yeridir. Köyün önderi imam veya köy kethüdası idi. Toplanma merkezi ise cami idi. Yönetici seçimle belirlenir ve Kadı’nın ataması ile gerçekleşirdi.
Taşra Yönetimindeki Diğer Görevliler
Taşra yönetimindeki beylerbeyi veya sancakbeyi kadı ikilisinin yönetimi altında halkın sosyal ve ekonomik faaliyetlerinin yürütülmesi için birçok görevli bulunuyordu. Padişah tarafından görevlendirilen bu kişiler hazineden maaş almazlar, reayadan gördükleri hizmete karşılık kanunlarda belirtilen vergi, resim ve harçları alırlardı. Böylece resimler toplanır ve verginin alınmasına neden olan görevler yerine getirilirdi. Taşrada Muhtesip, Kapan Eminleri, Beytülmal Emini ve Gümrük Eminleri gibi görevliler bulunuyordu.
Mahalli Teşkilat
Devlete bağlı halkın kendi beldesindeki düzen ve hizmetlerin yerine getirilebilmesi, ortaklaşa harcamaların gerçekleştirilebilmesi ve daha önemlisi bireylerin devlet karşısındaki iradesinin belirlenebilmesi için mahalli örgütler kurulmuştur.
Mahalle ve Köy Teşkilâtı
Mahalle ve köy teşkilatında en önemli görevliler; Mahalle imamı ve Yiğitbaşı idi. Mahalle imamı, hükümetin temsilcisi sayılır ve padişahın emirlerini halka duyururdu. Yiğitbaşı, mahalle halkı tarafından seçilir ve mahallede güvenliği sağlardı.
Esnaf Teşkilâtı
Osmanlı Devleti'nde esnaflar, lonca adı verilen teşkilata bağlıydı. Her esnaf bir loncaya üye olur, loncanın denetimi ve koruması altında bulunurdu. XIII ve XIV. yüzyıllarda Ahi teşkilatı olarak kurulan bu teşkilat, Osmanlılarda lonca adını almıştır. Her loncada yaşlılardan meydana gelen bir kurul bulunurdu ve en yaşlısına şeyh denilirdi. Loncanın işleri şeyhin yardımcısı konumundaki kethüda tarafından yürütülürdü. Lonca ustalardan oluşurdu. Şeyh çıraklık ve ustalık törenlerini yönetir, cezaların uygulanmasını sağlardı. Her loncada mesleği çok iyi bilen fiyat tespitinde yardımcı olan iki uzman (ehl-i ibre) vardı.
Loncanın Görevleri:
Cemaat idareleri
Osmanlı Devleti'nde cemaat kavramı Hıristiyan. Ermeni ve Musevi topluluklar için kullanılıyordu. Bu cemaatlere mensup olan kişiler, ibadetlerini serbestçe yapar, istediği işle uğraşır, kendi dinlerine ve dillerine uygun eğitim yaparlardı.
Bu cemaatler dini kuruluşlar etrafında birleşmiştir. Devletle Hıristiyan halkın ilişkilerini düzenlemek için Fatih Döneminden itibaren Fener Patrikhanesi ve Patrik görevlendirilmiştir. Aynı şekilde Ermeni ve Yahudi Hahambaşılar da kendi cemaatlerinin temsilcisiydi.
Cemaatler; evlenme ve boşanma konusunda tamamen kendi kurallarını uygular, ceza hukukunda ise. kadıların kararlarına uyarlardı.
Taşra Teşkilatında Meydana Gelen Değişiklikler
18. Yüzyıldaki Değişmeler
17. yüzyıldan itibaren taşra teşkilatı, giderek eski özelliklerini kaybetmeye başladı. Bu değişiklik önce taşradaki yöneticilerde görülmüştür. Eyalet ve sancaklara gönderilen idareciler yerlerine gitmeyerek vekiller (mütesellim) tayin ettiler. Bu nedenle 18. yüzyılda ortaya çıkan ayanlar güçlenmeye merkezi yönetimle çatışmaya ve karşı gelmeye başlamıştır.
İltizam usulü yaygınlaşmıştır. Bu uygulamanın sonucunda tımar sistemi ve tımarlı sipahiler işlevini kaybetmiştir. Bu durum eyaletlerde ve sancaklarda güvenliğin bozulmasına neden olmuştur.
Tımar sisteminin bozulmasına paralel olarak topraklar boş kaldı, üretim azaldı, ekonomik sorunlar ortaya çıktı. Ayrıca eyalet ordusu önemini yitirmiştir.
19. Yüzyıldaki Değişmeler
II. Mahmut, merkezi otoriteyi güçlendirme yoluna gitti. Ayanların merkeze olan bağlılıklarını artırmak için onlarla "Sened-i İttifak" denilen belgeyi imzaladı (1808). Ancak bu belge padişahın yetkilerini sınırladığı gibi ayanların varlığını da meşrulaştırmıştır.
II. Mahmut, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdıktan sonra yönetime tam olarak hakim olmuş ve ayanlık sistemini ortadan kaldırmıştır.
Mahalle ve köylerde muhtarlık oluşturuldu.
Tanzimat Dönemi'nde iltizam usulü kaldırılmıştır. Güvenlik için zaptiye teşkilatı kuruldu. Eyaletlerde Büyük Meclis denilen meclisler kuruldu. Sonradan bu meclis Eyalet meclisi adını almıştır.
1864'te Vilayet Nizamnamesi çıkarılarak vilayet, liva (sancak), köy birimlerine ayrıldı. 1871 yılında köy ile kaza arasında nahiyeler kuruldu. Sancaklarda mutasarrıflar, kazalarda kaymakamlar yönetici oldular. Nahiyelerin başına seçimle gelen Nahiye müdürü getirilmesi kararlaştırıldı.
İdari Birim
Yönetici
Asayiş
Adalet
Eyalet
Beylerbeyi
Subaşı
Kadı
Sancak
Sancak Beyi
Subaşı
Kadı
Kaza
Kadı
Subaşı
Kadı
Köy
İmam veya
Köy Kethüdası
Yiğitbaşı
Kadı Naibi
Toprak Yönetimi:
Daha önceleri Türk-İslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti'nde de toprak üç birime ayrılmıştı.
Mülk Arazi: Osmanlı devletinde halkın elinde bulunan tamamen halka ait topraklardı. Bu tür topraklar ikiye ayrılırdı:
Öşür Topraklar: Fetih sırasında Müslümanlara ait olan veya ele geçirildiğinde Müslümanlara verilmiş olan topraklardır. Bu topraklar sahiplerinin mülkü olup, istedikleri gibi tasarruf edebilirlerdi. Bu mal sahipleri öldükleri zaman öldüklerinde toprakları varislerine kalabiliyordu. Devlet bu toprak sahiplerinden toprak üretim vergisi olan öşür (onda bir oranında alınan vergi) alırdı.
Haraci Topraklar: Fetih sırasında Müslüman olmayan yerli halkın ellerinde "mülk" olarak bırakılan topraklardır. Bu şekildeki topraklarda öşrü topraklar gibi sahipleri tarafından şahsi tasarrufa açıktı. Miras bırakabilirdi. Yalnız bu topraklardan alınan vergi biraz farklıydı. Haraci topraklardan iki türlü vergi alınırdı.
Harac-ı Mukaseme: Toprağın verimine göre alman üretim vergisidir.
Harac-ı Muvazzaf: Arazinin yüzölçümüne göre alman vergidir.
Vakıf Arazileri: gelirleri cami, medrese, hastane, imarethane, han ve hamam gibi topluma hizmet veren kuruluşların masrafları için ayrılmış arazilerdir. Vakıf arazilerinin alınıp satılması kesinlikle yasak olup vergiden muaf tutulmuşlardır. Vakıf topraklar üzerinde çalışan halk, arazisi hangi vakfa ayrılmışsa öşür vergisini o vakfın yöneticisine veriyordu
Miri (Emiri) Arazi : Memleketteki toprakların büyük bir kısmı bu topraklardır. Bu topraklar devlete ait topraklardır. Bunlar devletin olmakla beraber, ekip-biçmek ve boş bırakılmamak şartıyla yine eski sahipleri üzerinde bırakılıyordu. Kendilerine arazi verilenler, şartlara uyarak, o toprağı ekip biçerler ve öldükleri zaman bu yerler vergisini vermek suretiyle çocuklarına kalırdı. Ancak bu topraklar onu işleyenlerin özel mülkü olmadığı için alınıp-satılamaz, vakıf yapılamaz ve hibe edilemezdi.
Miri arazi çok çeşitlere ayrılmış olup, bazı önemlileri kısaca şöyledir:
Havass-ı Hümayun : Bu toprakların geliri devlet hazinesine giderdi. Bu toprakların bir kısmı doğrudan padişaha ait olup geliri ise Hazineye giderdi.
Paşmaklık : Padişahların kızlarına, annelerine ve ailelerine ayrılan topraklardır.
Malikane : Devlet adamlarına hizmetleri sebebiyle mülk olarak verilen topraklardır. Bu toprakların mülkiyeti şahıslara aitti. Ancak tasarruf yetkisi devletin olup, istediği kimseye verirdi.
Yurtluk : Sınır boylarını bekleyen asker ailelerine verilirdi. Fetih sırasında bazı komutanların hizmetlerine karşılık olmak üzere verilen topraklardı. Yurtluk herhangi bir yerin gelirinin hayatta olduğu sürece bir kimseye verilmesidir.
Ocaklık : Bu hakka sahip olanlar, öldüklerinde miras hakkı söz konusu olan topraklar idi. Kale muhafızlarına ve tersane giderlerine ayrılmıştır.
Mukataa : Gelirleri doğrudan hazineye ayrılan topraklardı.
Dirlik Toprakları : Belli hizmet karşılığı devlet adamlarına ve görevlilere verilen topraklardır. Üç kısma ayrılmıştır.
Has : Yıllık geliri yüz bin akçeden fazla olan dirliklerdir. Haslar padişahlara, vezirlere, divan üyelerine, şehzadelere, beylerbeylerine, sancak beylerine verilirdi. Has sahipleri dirliklerinin gelirine göre silahlı ve her an savaşa hazır cebelu beslerdi.
Zeamet : Yıllık yirmi bin ile yüz bin akçe geliri olan topraklardır. Orta dereceli devlet memurlarına, kadılara, hazine ve tımar defterdarına, alay beylerine,kethüdalara, kale komutanlarına ve divan katiplerine verilirdi. Zeamat sahipleri ilk yirmi bin akçe hariç sonraki her beş bin akçe için bir cebelu beslerdi.
Tımar : Yıllık geliri üç bin ile yirmi bin akçe arasında olan dirliklerdir. Bunlar geçimlerini sağlamak ve hizmetlerine ait masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara tahsis edilen topraklardı. Tımar sahipleri gelirlerinin üç bin akçesini geçimleri için ayırırdı. Buna kılıç tımarı denirdi. Geri kalan her üç bin akçe için bir cebelü beslerlerdi.Tımar toprakları üç kısma ayrılmıştır.
Mustahfaz tımarı : Camii imam ve Hatiplerine verilirdi.
Eşkinci tımarı : Savaşta yararlılık gösterenlere verilirdi.
Hizmet Tımarı : Saray da çalışanlara verilirdi.
Dirlik Sisteminin Amaçları:
Topraktan daha iyi yararlanma
Devlet gelirlerini arttırma
Üretimde sürekliliği sağlama
Devlete masrafsız asker besleme
Ülkenin, Tımar bulunan bölgelerinde devlet otoritesini sağlama.
Vergilerin toplanmasını kolaylaştırma
Halkın ezilmesini önleme
Ülkeyi bayındır hale getirme
Ekonomik ve sosyal hayatı düzenleme.
Miri araziyi ekip biçen halka ve köylüye reaya denirdi. Bunlar vergileri, devlet o yeri hizmet karşılığı kime vermişse ona ödüyorlardı. Dirlik sahiplerine de sipahi denirdi. Reaya toprağı ekip biçmek ve bakımıyla yükümlüydü.
Tımar rejimi içinde Tımar sahiplerinin ve reayanın hakları karşılıklı olarak düzenlenmiştir. Hiçbir zaman reayanın toprağı bırakıp gitmesine tımar sahibi izin vermezdi. Sipahi'nin çift bozan denilen bir tür tazminat vergisi alma hakkı vardı. Bunun yanında haksızlığa uğrayan köylünün de şikayet hakkı vardı. Eğer sipahi haksızsa hakkında işlem yapılır, dirliği elinden alınırdı.
Kuruluş ve Yükselme Dönemleri'nde tımar sistemi iyi işlemiştir. Sefer esası üzerine kurulan bu sistem:
Savaşların uzaması.
Tımarların belli kimselerin elinde toplanması
Tımarların iltizama verilmesi
Tımarların rüşvet ve iltimasla satılması gibi nedenlerden dolayı bozulmuş II. Mahmut devrinde de kaldırılmıştır.
İltizam Sistemi
Osmanlı Devleti'nde tımar sistemi içine yerleştirilemeyen faaliyetlerin gerektirdiği parayı sağlayabilmek için tımar sistemi yanında bir de iltizam usulü uygulanıyordu. XVI. yüzyılda bazı eyaletlerin vergilerinin açık artırma yoluyla belirli bir bedel karşılığı peşin olarak mültezim adı verilen kişilere bırakılmasına iltizam denir.
XVI. yüzyılda sınırların genişlemesi sonucu devletin giderleri arttı, uzak bölgelerdeki toprakların vergilerinin toplanması zorlaştı. Böylece uzak eyaletlerde tımar sistemi yerine iltizam sistemi uygulandı. Bu sistem ilk defa Kanuni zamanında, Sadrazam Rüstem Paşa tarafından uygulandı. Devlet, uzak bölgelerin vergi gelirlerini açık artırmayla nakit olarak satmış, eyaletlerdeki askerler ve yöneticilerin maaşlarını ödemiştir. Mültezim, tımar sahibi gibi vergiye konu olan faaliyeti yapan zümreleri ve bölgeyi yöneten kişiydi. Dirlik sahibinin hakları mültezime de tanınmıştı. Merkezi idarenin zayıflamasıyla, eyaletlerde asker yetiştirilmemiş ve halktan fazla vergi alınarak reaya zor duruma düşürülmüştür.
Tarım
Osmanlı toplumunda ekonominin en önemli kolu tarımdı. Tarım politikasını belirleyen en önemli uygulama tımar sistemiydi. Bu sistemde toprağın mülkiyeti devlete, işleme görevi köylüye, vergisi sipahiye aitti. Köylü, toprağı sürekli işleme ve miras bırakma hakkını devam ettirebilmek için bazı yükümlülükleri yerine getirmek zorundaydı:
Sebepsiz olarak toprağını terk edemezdi.
Öşür ve diğer vergileri sipahiye ödemek zorundaydı.
Toprağını sebepsiz olarak üç yıl üst üste boş bırakamazdı. Eğer bırakırsa toprak kendisinden alınırdı.
Bu yükümlülüklere karşı devlet de halkın güvenliğini korumak ve düzeni sağlamakla görevliydi. Vergiyi toplamakla görevli olan sipahinin de reayaya karşı yükümlülükleri vardı:
Üretimin devamlılığını sağlama.
Reayanın vergilerini toplama.
Cebelu denilen asker yetiştirme.
Asker toplama.
Asayiş ve düzeni sağlama.
Bayındırlık faaliyetlerini yapma.
Geniş topraklar, çeşitli iklim özelliklerinin varlığı ve toprak yönetiminin iyi olması nedeniyle tarımsal üretim yüksekti. Ürün fazlası Akdeniz ülkelerine satılarak önemli gelir sağlanmıştır.
Hayvancılık
Hayvancılık tarım ekonomisinin ve genel ekonominin önemli unsurlarından biridir. Osmanlı Dönemi'nin teknolojik seviyesi içinde hayvan, ulaşım ve üretimin en önemli güç kaynağı idi. Hayvancılık, daha çok Doğu.,Orta ve Batı Anadolu'daki göçebeler tarafından yapılmaktaydı. Adet-i ağnam adıyla önemli bir miktar teşkil eden hayvanlar için vergi toplanıyordu. Bursa'da ipek, Ankara'da tiftik, Selanik'te çuha, Bulgaristan'da aba üretimi hayvancılığı önemli sanayilerin hammadde kaynağı durumuna getirmiştir. Osmanlı Devleti'nde hayvancılığın gelişmesinde, boy ve Türkmen geleneklerinin yanı sıra ülkenin coğrafi koşullarının da etkisi olmuştur.
Sanayi
Esnaf Teşkilatı: Esnaf ve zanaatkârların çalışma ve pazar sorunlarını çözmek, mesleğe yeni eleman yetiştirmek amacıyla lonca teşkilatı kurulmuştur. Osmanlı şehirlerindeki loncalar, ekonomik hayatın temeli durumundaydı. Loncaların dışında, esnaflık ve zanaatkârlık yapmak mümkün değildi. Loncalar, devletçe belirlenen kurallara uymak zorundaydı.
XVI. yüzyıla kadar Müslüman ve Hıristiyan esnaflar aynı loncaya üye olabilirken, daha sonra loncalar ayrıldı.
Loncaların Başlıca Görevleri
Ürünlerin kaliteli yapılmasını sağlamak ve fiyatları belirlemek
Esnafla hükümet arasında ilişkileri düzenlemek
Üyelerinin zararlarını karşılamak ve kredi sağlamak
Halka mesleki eğitim vermek
Kendi aralarında iyi bir dayanışma sağlayan lonca yöneticileri, esnaf birliğinin sorunları kadar beldenin sorunlarıyla da ilgileniyorlardı. Bu teşkilat halka mesleki eğitim vermeyi de ihmal etmemiştir.
Ticaret
Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde en önemli ticaret merkezi Bursa idi. Fatih Dönemi'nde ülke sınırlarının genişlemesiyle birlikte ticaret de gelişti. Karadeniz kıyılarında Amasra ve Trabzon fethedilmiş, buralar önemli ticaret merkezleri haline gelmiştir.
XV. ve XVI. yüzyıllarda, Türk tüccarları uluslararası ticaret faaliyetlerinde görülmeye başlamıştır.
XVI. yüzyılda Bursa, istanbul, Kahire, Halep, Kefe, Edirne ve Selanik önemli ticaret merkezleriydi.
ipek ve Baharat Yollarıyla gelen mallar, Türk tüccarları tarafından Avrupa'ya nakledilirdi. Karadan yapılan ticaret, kervanlarla gerçekleştiriliyordu. Ticaret devlet tarafından teşvik edilir ve ticaret eşyasından alınan vergiler son derece düşük tutulurdu.
Hukuk
Osmanlı Devleti'nin İlk Yıllarında Hukuk
İlk dönemlerde yazılı bir hukuk olmadığından hukuksal anlaşmazlıklar töre ve geleneklere göre çözümleniyordu. Ayrıca Türkiye Selçuklularının hukuki uygulamaları da devam ettirilmiştir.
Osmanlı nüfusunun artması, topraklarının genişlemesi her alanda olduğu gibi hukuk alanında da düzenlemelere yol açmıştır. Osmanlı Devleti fethettiği yerlerdeki halkın Osmanlı yönetimine uyum sağlamasını kolaylaştırmak amacıyla yürürlükteki kanunları bir süre kaldırmamıştır.
Osmanlı Hukuku'nun Temelleri
Osmanlı Devleti'nde hukuk; şer'i ve örfi hukuk olmak üzere iki temele dayanıyordu. Örfi hukukun şer'i hukuk kurallarına ters düşmemesine özen gösterilmiştir.
Osmanlı Hukukunun Gelişmesi
XV. yüzyılda Osmanlı hukuku gelişmeye başlamıştır, ilk Osmanlı Kanunnamesi Fatih tarafından Kanunname-i Âli Osman adıyla düzenlendi. Fatih'ten sonraki padişahlar da kanunnameler yapmışlardır. Bunların en meşhuru Kanuni Sultan Süleyman'ın kanunnamesidir. XV. ve XVI. yüzyıllarda Şeyhülislâmların verdiği fetvalar Şer'i hukukun gelişmesinde etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti'nde Hukukun Uygulanışı
Osmanlı Devleti'nde bütün davalar Şer'i mahkemelerde çözümleniyordu. Mahkemelerde hâkim olarak kadılar görev yapıyordu. Kararlar Şer’iyye Sicillerine yazılırdı. Kadılar, Şer'i hukuk konularında karar veremediklerinde "Müftü"den fetva isterlerdi. Mahkemeler herkese açıktı. Mahkemenin verdiği karan kabul etmeyenler bir üst mahkeme olan Divan-ı Hümayun'a müracaat ederlerdi. Burada verilen kararlar değiştirilemezdi. Kadıların yardımcıları (naipler) vardı. XVI. yüzyıl sonlarına kadar toprak kadılığı adıyla seyyar kadılar vardı. Soruşturmalar toprak kadıları tarafından yapılıyordu.
Kadıların Vazifeleri
İslam hukukunu uygularlar, kişiler arasındaki anlaşmazlıkları çözümlerler.
Miras, ticaret ve nikâh işlemlerini karara bağlardı. (Noterlik hizmeti yapardı.)
Vergilerin toplanması ve bunların hazineye aktarılmasını sağlardı.
Görev bölgesinde denetim yapardı.
Merkezden gönderilen emirler halka duyurur, halkın şikâyetlerini de divana iletirdi.
Osmanlı Hukukunda Meydana Gelen Değişmeler
XIX yüzyılda Osmanlı hukukunda önemli değişiklikler olmuştur
Avrupa hukuk kuralları örnek alınmıştır.
Tanzimat Dönemi'nde, II. Mahmut'un kurduğu Davalar Nezareti; Adliye Nezareti adını aldı (1870). Ticaret ve Temyiz Mahkemeleri kuruldu. Avrupa ile ilişkilerin yoğunlaşması üzerine maliye, hukuk, ticaret, ekonomi, eğitim ve idare alanlarında birçok kanun ve yönetmelik çıkarıldı. Ceza Kanunu (1840), Ticaret Kanunu (1850), Deniz Ticaret Kanunu (1868) ve yeni çıkan kanunları bildiren Düstur adlı dergi çıkarıldı (1865). Ahmet Cevdet Paşa'nın başkanlığında (Mecelle adı verilen) İslâm hukukuna dayalı medeni kanun hazırlandı (1866 – 1878).
19. yüzyıl Osmanlı adalet teşkilatının en önemli eksiği mahkemelerde birlik olmamasıydı. Bu mahkemeler dört kategoride incelenebilir: Nizamiye Mahkemeleri (Adliye nezaretine bağlı yeni mahkemeler), Konsolosluk Mahkemeleri (Elçilik ve konsolosluklara bağlıydı, yabancıların davalarına bakardı, dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı’na bağlıydı), Şer'i Mahkemeler (Şeyhülislama bağlı, Müslüman halkın evlenme, boşanma, miras v.b. gibi davalarına bakardı), Cemaat Mahkemeleri (Gayri Müslimlerin davalarına bakan mahkemeler, sadrazama bağlıydı).
Diğer Cevaplara Gözat
Osmanlı Devleti'nde toplumun bazı ihtiyaçlarının karşılanması zenginlerin kurdukları vakıflara bırakılmıştı. Kişilerin sahip oldukları mallarının tamamını veya bir kısmını halkın yararına sunmasına vakıf denir.
Tarihin seyri içinde vakıflar sosyal, ekonomik, eğitim, sağlık, sanat, mimari, ulaşım ve bayındırlık alanında önemli rol oynamıştır. Osmanlı Devleti'nde başta padişahlar olmak üzere hanedan üyeleri, yüksek dereceli devlet görevlileri çeşitli vesilelerle vakıflar kurmuşlardır. Böylece devlet birçok hizmeti para harcamadan yerine getirebilmiştir.
Vakıflar yoluyla:
- Fethedilen topraklarda Türklere yerleşme imkânı sağlanmıştır.
- Anadolu ve Rumeli'deki şehir, kasaba ve köylerin büyümesi ve bayındır hale getirilmesinde büyük rol oynamıştır. Kurulan imaret, medrese, cami, mescit vb. yapılarla belde ve semtlerin oluşması sağlanmıştır.
- Devletin egemen olduğu bölgelerde ulaşım, haberleşme ve taşımacılık alanlarında canlı bir hayatın oluşması için yol yapımında vakıflar çalışmalar yapmıştır. Ayrıca yollar kervansaraylar ve hanlarla desteklenmiştir.
- Vakıflar, bütün eğitim ve sağlık kurumlarının finansmanı için en önemli kaynak olmuştur.
- Taşınmaz malların vakfedilmesiyle bir yandan tesis edilen kurumların gelirleri karşılanmış bir yandan da bu nakit fonları dönemlerinin kredi kaynağı olarak kullanılmıştır. Vakıflar, devletin askeri yükünü de hafifletmiştir.
- Vakıflar ticaret hayatının gelişmesi, Kolaylaşması, ortak giderlerin karşılanmasında ve sosyal yardımlaşmada etkili olmuştur.
- Yönetim ve adalet teşkilatındaki bozulmalara paralel olarak vakıflar da etkinliklerini kaybetmeye başlamıştır. II. Mahmut tarafından 1836'da Evkaf Nezareti kurularak bütün vakıflar bu bakanlığa bağlanmıştır.
MERKEZ TEŞKİLATINDA MEYDANA GELEN DEĞİŞİKLİKLER
18. Yüzyıldaki Değişiklikler
18. yüzyılda, merkez teşkilatında yer alan kurumlardan kaldırılan olmadı. Ancak bu kurumlarda görev yapan kişilerin niteliklerinde değişmeler olmuştur:
Şehzadelerin sancaklarda tecrübe kazanmadan padişah olmaları etkinliklerini azalttı. Bu gelişmelerden sonra padişahlar, devlet işlerini sadrazamlara bırakmaya başladılar. 17. yüzyılın sonlarına doğru Divan'ın devlet yönetimindeki önemi azalmıştır.
I. Mahmut ve II. Osman zamanlarında Divan toplantıları kaldırıldı. Devlet işleri sadrazam konağında görülmeye başlandı. Bu durum sadrazamın gücünü artırmıştır.
18. yüzyılda Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkilerin artması kalemiye sınıfının önemini artırmıştır. Çünkü bu yüzyılda Osmanlı Devleti Batıdaki bazı kurumları alarak ıslahatlara girişmiştir.
19. Yüzyıldaki Değişiklikler
19. yüzyılda bütün devlet kurumlarında önemli düzenlemeler yapıldı. Belli başlı bazı düzenlemeler şunlardır:
II. Mahmut, merkez teşkilatının temel kurumu olan Divan-ı Hümayun'u kaldırarak Avrupa tarzında bakanlıklar kurmuştur.
Yönetim, adalet ve askerlik işlerinin planlanması ve yürütülmesi için Dar-ı Şuray-ı Babıali, Meclis-i Valay-ı Ahkam-ı Adliye gibi meclisler kurulmuştur.
Tanzimat Fermanı'yla başlayan dönemde yeni meclisler kurulmuştur.(1854’te Meclis’i Âli-i Tanzimat, 1868’te Şura-i Devlet - Danıştay-) dönemde padişahın yetkileri sınırlandırılmış ve kanunun üstünlüğü kabul edilmiştir.
Kara kuvvetleri komutanlığı durumunda seraskerlik oluşturuldu.
1876 yılında Kanun-i Esasi ilan edilerek Meşrutiyet yönetimine geçildi. Bu anayasa ile padişahın yanında halkın da yönetime katılması sağlandı. Meşrutiyet Dönemi'nde Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Âyan adıyla iki tane meclis açıldı. Padişah eski yetkilerini devam ettirdi. II. Meşrutiyet'le (1908) Kanun-i Esasi yeniden uygulanma başlamıştır.
1912 yılından sonra siyasi partiler faaliyete geçti ve hükümetler kuruldu.
Taşra Teşkilatı
Kuruluş Devrinde devletin merkezleri sırasıyla, Söğüt, Bilecik, Yenişehir, İznik, Bursa ve Edirne olmuştur. Sınırların genişlemesi sonucu yönetim yönünden eyaletler oluşturuldu. I. Murat döneminde Rumeli Beylerbeyliği, Yıldırım Beyazıt döneminde ise Anadolu beylerbeyliği oluşturuldu.
Anadolu Beylerbeyliği (Önce Ankara sonra Kütahya)
Rumeli Beylerbeyliği (Önce Edirne sonra Manastır)
Anadolu Beylerbeyliğinin merkezi Kütahya, Rumeli Beylerbeyliğinin merkezi Manastır idi. Stratejik öneminden dolayı Rumeli Beylerbeyliği daha üstündür. Beylerbeylik değişik sancaklardan oluşmaktaydı.
Sancaklar, Kazalardan Kazalar, Kasaba, Köylerden meydana geliyordu.
Bu taksimat sadece idari değil, aynı zamanda askeri idi.
Osmanlı Devleti'nde Taşra Teşkilatı Üç Bölümden Meydana Gelmiştir:
Merkeze Bağlı Eyaletler (Salyanesiz Eyaletler)
Dirlik sisteminin uygulandığı eyaletlerdir. Bu eyaletler dirliklere ayrılır, maaş karşılığı asker ve görevlilere verilir, "yıllıksız eyaletler" de denilen bu eyaletler, XVI. yüzyılda Rumeli, Bosna. Temaşvar, Budin, Eğri, Anadolu, Zülkadriye, Trabzon, Şam, Halep, Hakka, Diyarbakır, Van, Kars. Kıbrıs ve Kefe eyaletlerinden oluşuyordu.
Özel Yönetimi Olan Eyaletler (Salyaneli Eyaletler)
Bunların gelirleri dirliklere bölünmez, vali ve askerlere belli bir maaş verilirdi. Bu tür eyaletlere salyaneli (yıllıklı) denirdi. Salyaneli eyaletlerin geliri iltizama verilirdi. Bu eyaletlerden alınacak belli miktardaki verginin devlet hazinesine yatırılmasına iltizam, açık arttırmayla vergileri toplamaya hak kazanan kişiye mültezim denirdi. Mültezim devlete verdiği peşin vergiyi, salyaneli eyaletlerden kendisi toplardı. Trablusgarp. Tunus, Cezayir, Mısır, Bağdat, Yemen ve Habeş eyaletlerinde bu sistem uygulanmıştır.
İmtiyazlı Eyaletler
Bunlar içişlerinde serbest olup, siyaset bakımından Osmanlı Devleti'ne bağlıydılar. Yöneticileri padişah tarafından bölgenin ileri gelenleri arasından atanırdı. Kırım Hanlığı, Eflak, Boğdan, Erdel ve Hicaz, Rakuza ve Sakız cumhuriyetleri bu statüye dahildi. Yıllık belli bir miktar vergi verirlerdi. Savaş zamanı yardımcı kuvvet olarak asker göndermek ile yükümlüydüler.
Kırım Hanlığı ve Hicaz Emirliği vergi vermezdi. Hicaz emirliği şerif adı verilen peygamber soyundan gelen kişilerce yönetilirdi. Hicaz emirliğinin savaş zamanı asker gönderme yükümlüğü yoktu.
Beylerbeylik: Başında o bölgenin en yüksek askeri ve mülki otoritesini elinde bulunduran Beylerbeyi bulunurdu. Has adı verilen en geniş topraklar tımar olarak verilirdi. Sefere çıkarken Eyâlet denilen beylerbeyi mıntıkasındaki, bütün Sancak Beylerini ve Tımarlı Sipahilerini yanma alıp istenilen yerde orduya katılırdı. Beylerbeylerinin kendilerine bağlı diğer idari birimler üzerine geniş yetkisi yoktu. Sadece teftiş yaparlardı. Beylerbeyi merkez sancağının idaresinden sorumlu idi.
Sancaklar: Başında Sancak Beyleri bulunurdu. Adli işlere bakan birde kadı bulunurdu.Sancakların idari, mülki ve asayiş işlerinden sorumlu idi. Sancak Beyi bir şehzade ise yetkileri daha geniş olurdu.
Sancak Beyi herhangi bir savaş halinde, sancağı içindeki tımarlı sipahileri toplayarak Beylerbeyinin komutasına girerdi.
Kazalar: Başında Kadılar, Alay Beyleri ve Subaşılar bulunurdu. Güvenlik işlerinden Subaşılar sorumlu idiler. Taşra yönetiminde Kadı, her türlü idari işlemi yargı denetimin de tutan önemli bir görevli idi.
Kadıların Görevleri:
- İslam hukukunu uygularlar, kişiler arasındaki anlaşmazlıkları çözümlerler.
- Miras, ticaret ve nikah işlemlerini karara bağlardı.(Noterlik hizmeti yapardı.)
- Vergilerin toplanması ve bunların hazineye aktarılmasını sağlardı.
- Görev bölgesinde denetim yapardı.
- Merkezden gönderilen emirler halka duyurur, halkın şikayetlerini de Divana iletirdi.
Köy: Osmanlı Devleti'nde en küçük yerleşme yeridir. Köyün önderi imam veya köy kethüdası idi. Toplanma merkezi ise cami idi. Yönetici seçimle belirlenir ve Kadı’nın ataması ile gerçekleşirdi.
Taşra Yönetimindeki Diğer Görevliler
Taşra yönetimindeki beylerbeyi veya sancakbeyi kadı ikilisinin yönetimi altında halkın sosyal ve ekonomik faaliyetlerinin yürütülmesi için birçok görevli bulunuyordu. Padişah tarafından görevlendirilen bu kişiler hazineden maaş almazlar, reayadan gördükleri hizmete karşılık kanunlarda belirtilen vergi, resim ve harçları alırlardı. Böylece resimler toplanır ve verginin alınmasına neden olan görevler yerine getirilirdi. Taşrada Muhtesip, Kapan Eminleri, Beytülmal Emini ve Gümrük Eminleri gibi görevliler bulunuyordu.
Mahalli Teşkilat
Devlete bağlı halkın kendi beldesindeki düzen ve hizmetlerin yerine getirilebilmesi, ortaklaşa harcamaların gerçekleştirilebilmesi ve daha önemlisi bireylerin devlet karşısındaki iradesinin belirlenebilmesi için mahalli örgütler kurulmuştur.
Mahalle ve Köy Teşkilâtı
Mahalle ve köy teşkilatında en önemli görevliler; Mahalle imamı ve Yiğitbaşı idi. Mahalle imamı, hükümetin temsilcisi sayılır ve padişahın emirlerini halka duyururdu. Yiğitbaşı, mahalle halkı tarafından seçilir ve mahallede güvenliği sağlardı.
Esnaf Teşkilâtı
Osmanlı Devleti'nde esnaflar, lonca adı verilen teşkilata bağlıydı. Her esnaf bir loncaya üye olur, loncanın denetimi ve koruması altında bulunurdu. XIII ve XIV. yüzyıllarda Ahi teşkilatı olarak kurulan bu teşkilat, Osmanlılarda lonca adını almıştır. Her loncada yaşlılardan meydana gelen bir kurul bulunurdu ve en yaşlısına şeyh denilirdi. Loncanın işleri şeyhin yardımcısı konumundaki kethüda tarafından yürütülürdü. Lonca ustalardan oluşurdu. Şeyh çıraklık ve ustalık törenlerini yönetir, cezaların uygulanmasını sağlardı. Her loncada mesleği çok iyi bilen fiyat tespitinde yardımcı olan iki uzman (ehl-i ibre) vardı.
Loncanın Görevleri:
- Üye sayısını, malların kalitesini belirlemek.
- Esnaf hükümet ilişkilerini düzenlemek.
- Üyelerin zararını karşılamak, kredi vermek
- Çalışamayacak durumdaki üyeleri korumak.
Cemaat idareleri
Osmanlı Devleti'nde cemaat kavramı Hıristiyan. Ermeni ve Musevi topluluklar için kullanılıyordu. Bu cemaatlere mensup olan kişiler, ibadetlerini serbestçe yapar, istediği işle uğraşır, kendi dinlerine ve dillerine uygun eğitim yaparlardı.
Bu cemaatler dini kuruluşlar etrafında birleşmiştir. Devletle Hıristiyan halkın ilişkilerini düzenlemek için Fatih Döneminden itibaren Fener Patrikhanesi ve Patrik görevlendirilmiştir. Aynı şekilde Ermeni ve Yahudi Hahambaşılar da kendi cemaatlerinin temsilcisiydi.
Cemaatler; evlenme ve boşanma konusunda tamamen kendi kurallarını uygular, ceza hukukunda ise. kadıların kararlarına uyarlardı.
Taşra Teşkilatında Meydana Gelen Değişiklikler
18. Yüzyıldaki Değişmeler
17. yüzyıldan itibaren taşra teşkilatı, giderek eski özelliklerini kaybetmeye başladı. Bu değişiklik önce taşradaki yöneticilerde görülmüştür. Eyalet ve sancaklara gönderilen idareciler yerlerine gitmeyerek vekiller (mütesellim) tayin ettiler. Bu nedenle 18. yüzyılda ortaya çıkan ayanlar güçlenmeye merkezi yönetimle çatışmaya ve karşı gelmeye başlamıştır.
İltizam usulü yaygınlaşmıştır. Bu uygulamanın sonucunda tımar sistemi ve tımarlı sipahiler işlevini kaybetmiştir. Bu durum eyaletlerde ve sancaklarda güvenliğin bozulmasına neden olmuştur.
Tımar sisteminin bozulmasına paralel olarak topraklar boş kaldı, üretim azaldı, ekonomik sorunlar ortaya çıktı. Ayrıca eyalet ordusu önemini yitirmiştir.
19. Yüzyıldaki Değişmeler
II. Mahmut, merkezi otoriteyi güçlendirme yoluna gitti. Ayanların merkeze olan bağlılıklarını artırmak için onlarla "Sened-i İttifak" denilen belgeyi imzaladı (1808). Ancak bu belge padişahın yetkilerini sınırladığı gibi ayanların varlığını da meşrulaştırmıştır.
II. Mahmut, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdıktan sonra yönetime tam olarak hakim olmuş ve ayanlık sistemini ortadan kaldırmıştır.
Mahalle ve köylerde muhtarlık oluşturuldu.
Tanzimat Dönemi'nde iltizam usulü kaldırılmıştır. Güvenlik için zaptiye teşkilatı kuruldu. Eyaletlerde Büyük Meclis denilen meclisler kuruldu. Sonradan bu meclis Eyalet meclisi adını almıştır.
1864'te Vilayet Nizamnamesi çıkarılarak vilayet, liva (sancak), köy birimlerine ayrıldı. 1871 yılında köy ile kaza arasında nahiyeler kuruldu. Sancaklarda mutasarrıflar, kazalarda kaymakamlar yönetici oldular. Nahiyelerin başına seçimle gelen Nahiye müdürü getirilmesi kararlaştırıldı.
İdari Birim
Yönetici
Asayiş
Adalet
Eyalet
Beylerbeyi
Subaşı
Kadı
Sancak
Sancak Beyi
Subaşı
Kadı
Kaza
Kadı
Subaşı
Kadı
Köy
İmam veya
Köy Kethüdası
Yiğitbaşı
Kadı Naibi
Toprak Yönetimi:
Daha önceleri Türk-İslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti'nde de toprak üç birime ayrılmıştı.
Mülk Arazi: Osmanlı devletinde halkın elinde bulunan tamamen halka ait topraklardı. Bu tür topraklar ikiye ayrılırdı:
Öşür Topraklar: Fetih sırasında Müslümanlara ait olan veya ele geçirildiğinde Müslümanlara verilmiş olan topraklardır. Bu topraklar sahiplerinin mülkü olup, istedikleri gibi tasarruf edebilirlerdi. Bu mal sahipleri öldükleri zaman öldüklerinde toprakları varislerine kalabiliyordu. Devlet bu toprak sahiplerinden toprak üretim vergisi olan öşür (onda bir oranında alınan vergi) alırdı.
Haraci Topraklar: Fetih sırasında Müslüman olmayan yerli halkın ellerinde "mülk" olarak bırakılan topraklardır. Bu şekildeki topraklarda öşrü topraklar gibi sahipleri tarafından şahsi tasarrufa açıktı. Miras bırakabilirdi. Yalnız bu topraklardan alınan vergi biraz farklıydı. Haraci topraklardan iki türlü vergi alınırdı.
Harac-ı Mukaseme: Toprağın verimine göre alman üretim vergisidir.
Harac-ı Muvazzaf: Arazinin yüzölçümüne göre alman vergidir.
Vakıf Arazileri: gelirleri cami, medrese, hastane, imarethane, han ve hamam gibi topluma hizmet veren kuruluşların masrafları için ayrılmış arazilerdir. Vakıf arazilerinin alınıp satılması kesinlikle yasak olup vergiden muaf tutulmuşlardır. Vakıf topraklar üzerinde çalışan halk, arazisi hangi vakfa ayrılmışsa öşür vergisini o vakfın yöneticisine veriyordu
Miri (Emiri) Arazi : Memleketteki toprakların büyük bir kısmı bu topraklardır. Bu topraklar devlete ait topraklardır. Bunlar devletin olmakla beraber, ekip-biçmek ve boş bırakılmamak şartıyla yine eski sahipleri üzerinde bırakılıyordu. Kendilerine arazi verilenler, şartlara uyarak, o toprağı ekip biçerler ve öldükleri zaman bu yerler vergisini vermek suretiyle çocuklarına kalırdı. Ancak bu topraklar onu işleyenlerin özel mülkü olmadığı için alınıp-satılamaz, vakıf yapılamaz ve hibe edilemezdi.
Miri arazi çok çeşitlere ayrılmış olup, bazı önemlileri kısaca şöyledir:
Havass-ı Hümayun : Bu toprakların geliri devlet hazinesine giderdi. Bu toprakların bir kısmı doğrudan padişaha ait olup geliri ise Hazineye giderdi.
Paşmaklık : Padişahların kızlarına, annelerine ve ailelerine ayrılan topraklardır.
Malikane : Devlet adamlarına hizmetleri sebebiyle mülk olarak verilen topraklardır. Bu toprakların mülkiyeti şahıslara aitti. Ancak tasarruf yetkisi devletin olup, istediği kimseye verirdi.
Yurtluk : Sınır boylarını bekleyen asker ailelerine verilirdi. Fetih sırasında bazı komutanların hizmetlerine karşılık olmak üzere verilen topraklardı. Yurtluk herhangi bir yerin gelirinin hayatta olduğu sürece bir kimseye verilmesidir.
Ocaklık : Bu hakka sahip olanlar, öldüklerinde miras hakkı söz konusu olan topraklar idi. Kale muhafızlarına ve tersane giderlerine ayrılmıştır.
Mukataa : Gelirleri doğrudan hazineye ayrılan topraklardı.
Dirlik Toprakları : Belli hizmet karşılığı devlet adamlarına ve görevlilere verilen topraklardır. Üç kısma ayrılmıştır.
Has : Yıllık geliri yüz bin akçeden fazla olan dirliklerdir. Haslar padişahlara, vezirlere, divan üyelerine, şehzadelere, beylerbeylerine, sancak beylerine verilirdi. Has sahipleri dirliklerinin gelirine göre silahlı ve her an savaşa hazır cebelu beslerdi.
Zeamet : Yıllık yirmi bin ile yüz bin akçe geliri olan topraklardır. Orta dereceli devlet memurlarına, kadılara, hazine ve tımar defterdarına, alay beylerine,kethüdalara, kale komutanlarına ve divan katiplerine verilirdi. Zeamat sahipleri ilk yirmi bin akçe hariç sonraki her beş bin akçe için bir cebelu beslerdi.
Tımar : Yıllık geliri üç bin ile yirmi bin akçe arasında olan dirliklerdir. Bunlar geçimlerini sağlamak ve hizmetlerine ait masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara tahsis edilen topraklardı. Tımar sahipleri gelirlerinin üç bin akçesini geçimleri için ayırırdı. Buna kılıç tımarı denirdi. Geri kalan her üç bin akçe için bir cebelü beslerlerdi.Tımar toprakları üç kısma ayrılmıştır.
Mustahfaz tımarı : Camii imam ve Hatiplerine verilirdi.
Eşkinci tımarı : Savaşta yararlılık gösterenlere verilirdi.
Hizmet Tımarı : Saray da çalışanlara verilirdi.
Dirlik Sisteminin Amaçları:
Topraktan daha iyi yararlanma
Devlet gelirlerini arttırma
Üretimde sürekliliği sağlama
Devlete masrafsız asker besleme
Ülkenin, Tımar bulunan bölgelerinde devlet otoritesini sağlama.
Vergilerin toplanmasını kolaylaştırma
Halkın ezilmesini önleme
Ülkeyi bayındır hale getirme
Ekonomik ve sosyal hayatı düzenleme.
Miri araziyi ekip biçen halka ve köylüye reaya denirdi. Bunlar vergileri, devlet o yeri hizmet karşılığı kime vermişse ona ödüyorlardı. Dirlik sahiplerine de sipahi denirdi. Reaya toprağı ekip biçmek ve bakımıyla yükümlüydü.
Tımar rejimi içinde Tımar sahiplerinin ve reayanın hakları karşılıklı olarak düzenlenmiştir. Hiçbir zaman reayanın toprağı bırakıp gitmesine tımar sahibi izin vermezdi. Sipahi'nin çift bozan denilen bir tür tazminat vergisi alma hakkı vardı. Bunun yanında haksızlığa uğrayan köylünün de şikayet hakkı vardı. Eğer sipahi haksızsa hakkında işlem yapılır, dirliği elinden alınırdı.
Kuruluş ve Yükselme Dönemleri'nde tımar sistemi iyi işlemiştir. Sefer esası üzerine kurulan bu sistem:
Savaşların uzaması.
Tımarların belli kimselerin elinde toplanması
Tımarların iltizama verilmesi
Tımarların rüşvet ve iltimasla satılması gibi nedenlerden dolayı bozulmuş II. Mahmut devrinde de kaldırılmıştır.
İltizam Sistemi
Osmanlı Devleti'nde tımar sistemi içine yerleştirilemeyen faaliyetlerin gerektirdiği parayı sağlayabilmek için tımar sistemi yanında bir de iltizam usulü uygulanıyordu. XVI. yüzyılda bazı eyaletlerin vergilerinin açık artırma yoluyla belirli bir bedel karşılığı peşin olarak mültezim adı verilen kişilere bırakılmasına iltizam denir.
XVI. yüzyılda sınırların genişlemesi sonucu devletin giderleri arttı, uzak bölgelerdeki toprakların vergilerinin toplanması zorlaştı. Böylece uzak eyaletlerde tımar sistemi yerine iltizam sistemi uygulandı. Bu sistem ilk defa Kanuni zamanında, Sadrazam Rüstem Paşa tarafından uygulandı. Devlet, uzak bölgelerin vergi gelirlerini açık artırmayla nakit olarak satmış, eyaletlerdeki askerler ve yöneticilerin maaşlarını ödemiştir. Mültezim, tımar sahibi gibi vergiye konu olan faaliyeti yapan zümreleri ve bölgeyi yöneten kişiydi. Dirlik sahibinin hakları mültezime de tanınmıştı. Merkezi idarenin zayıflamasıyla, eyaletlerde asker yetiştirilmemiş ve halktan fazla vergi alınarak reaya zor duruma düşürülmüştür.
Tarım
Osmanlı toplumunda ekonominin en önemli kolu tarımdı. Tarım politikasını belirleyen en önemli uygulama tımar sistemiydi. Bu sistemde toprağın mülkiyeti devlete, işleme görevi köylüye, vergisi sipahiye aitti. Köylü, toprağı sürekli işleme ve miras bırakma hakkını devam ettirebilmek için bazı yükümlülükleri yerine getirmek zorundaydı:
Sebepsiz olarak toprağını terk edemezdi.
Öşür ve diğer vergileri sipahiye ödemek zorundaydı.
Toprağını sebepsiz olarak üç yıl üst üste boş bırakamazdı. Eğer bırakırsa toprak kendisinden alınırdı.
Bu yükümlülüklere karşı devlet de halkın güvenliğini korumak ve düzeni sağlamakla görevliydi. Vergiyi toplamakla görevli olan sipahinin de reayaya karşı yükümlülükleri vardı:
Üretimin devamlılığını sağlama.
Reayanın vergilerini toplama.
Cebelu denilen asker yetiştirme.
Asker toplama.
Asayiş ve düzeni sağlama.
Bayındırlık faaliyetlerini yapma.
Geniş topraklar, çeşitli iklim özelliklerinin varlığı ve toprak yönetiminin iyi olması nedeniyle tarımsal üretim yüksekti. Ürün fazlası Akdeniz ülkelerine satılarak önemli gelir sağlanmıştır.
Hayvancılık
Hayvancılık tarım ekonomisinin ve genel ekonominin önemli unsurlarından biridir. Osmanlı Dönemi'nin teknolojik seviyesi içinde hayvan, ulaşım ve üretimin en önemli güç kaynağı idi. Hayvancılık, daha çok Doğu.,Orta ve Batı Anadolu'daki göçebeler tarafından yapılmaktaydı. Adet-i ağnam adıyla önemli bir miktar teşkil eden hayvanlar için vergi toplanıyordu. Bursa'da ipek, Ankara'da tiftik, Selanik'te çuha, Bulgaristan'da aba üretimi hayvancılığı önemli sanayilerin hammadde kaynağı durumuna getirmiştir. Osmanlı Devleti'nde hayvancılığın gelişmesinde, boy ve Türkmen geleneklerinin yanı sıra ülkenin coğrafi koşullarının da etkisi olmuştur.
Sanayi
Esnaf Teşkilatı: Esnaf ve zanaatkârların çalışma ve pazar sorunlarını çözmek, mesleğe yeni eleman yetiştirmek amacıyla lonca teşkilatı kurulmuştur. Osmanlı şehirlerindeki loncalar, ekonomik hayatın temeli durumundaydı. Loncaların dışında, esnaflık ve zanaatkârlık yapmak mümkün değildi. Loncalar, devletçe belirlenen kurallara uymak zorundaydı.
XVI. yüzyıla kadar Müslüman ve Hıristiyan esnaflar aynı loncaya üye olabilirken, daha sonra loncalar ayrıldı.
Loncaların Başlıca Görevleri
Ürünlerin kaliteli yapılmasını sağlamak ve fiyatları belirlemek
Esnafla hükümet arasında ilişkileri düzenlemek
Üyelerinin zararlarını karşılamak ve kredi sağlamak
Halka mesleki eğitim vermek
Kendi aralarında iyi bir dayanışma sağlayan lonca yöneticileri, esnaf birliğinin sorunları kadar beldenin sorunlarıyla da ilgileniyorlardı. Bu teşkilat halka mesleki eğitim vermeyi de ihmal etmemiştir.
Ticaret
Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde en önemli ticaret merkezi Bursa idi. Fatih Dönemi'nde ülke sınırlarının genişlemesiyle birlikte ticaret de gelişti. Karadeniz kıyılarında Amasra ve Trabzon fethedilmiş, buralar önemli ticaret merkezleri haline gelmiştir.
XV. ve XVI. yüzyıllarda, Türk tüccarları uluslararası ticaret faaliyetlerinde görülmeye başlamıştır.
XVI. yüzyılda Bursa, istanbul, Kahire, Halep, Kefe, Edirne ve Selanik önemli ticaret merkezleriydi.
ipek ve Baharat Yollarıyla gelen mallar, Türk tüccarları tarafından Avrupa'ya nakledilirdi. Karadan yapılan ticaret, kervanlarla gerçekleştiriliyordu. Ticaret devlet tarafından teşvik edilir ve ticaret eşyasından alınan vergiler son derece düşük tutulurdu.
Hukuk
Osmanlı Devleti'nin İlk Yıllarında Hukuk
İlk dönemlerde yazılı bir hukuk olmadığından hukuksal anlaşmazlıklar töre ve geleneklere göre çözümleniyordu. Ayrıca Türkiye Selçuklularının hukuki uygulamaları da devam ettirilmiştir.
Osmanlı nüfusunun artması, topraklarının genişlemesi her alanda olduğu gibi hukuk alanında da düzenlemelere yol açmıştır. Osmanlı Devleti fethettiği yerlerdeki halkın Osmanlı yönetimine uyum sağlamasını kolaylaştırmak amacıyla yürürlükteki kanunları bir süre kaldırmamıştır.
Osmanlı Hukuku'nun Temelleri
Osmanlı Devleti'nde hukuk; şer'i ve örfi hukuk olmak üzere iki temele dayanıyordu. Örfi hukukun şer'i hukuk kurallarına ters düşmemesine özen gösterilmiştir.
Osmanlı Hukukunun Gelişmesi
XV. yüzyılda Osmanlı hukuku gelişmeye başlamıştır, ilk Osmanlı Kanunnamesi Fatih tarafından Kanunname-i Âli Osman adıyla düzenlendi. Fatih'ten sonraki padişahlar da kanunnameler yapmışlardır. Bunların en meşhuru Kanuni Sultan Süleyman'ın kanunnamesidir. XV. ve XVI. yüzyıllarda Şeyhülislâmların verdiği fetvalar Şer'i hukukun gelişmesinde etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti'nde Hukukun Uygulanışı
Osmanlı Devleti'nde bütün davalar Şer'i mahkemelerde çözümleniyordu. Mahkemelerde hâkim olarak kadılar görev yapıyordu. Kararlar Şer’iyye Sicillerine yazılırdı. Kadılar, Şer'i hukuk konularında karar veremediklerinde "Müftü"den fetva isterlerdi. Mahkemeler herkese açıktı. Mahkemenin verdiği karan kabul etmeyenler bir üst mahkeme olan Divan-ı Hümayun'a müracaat ederlerdi. Burada verilen kararlar değiştirilemezdi. Kadıların yardımcıları (naipler) vardı. XVI. yüzyıl sonlarına kadar toprak kadılığı adıyla seyyar kadılar vardı. Soruşturmalar toprak kadıları tarafından yapılıyordu.
Kadıların Vazifeleri
İslam hukukunu uygularlar, kişiler arasındaki anlaşmazlıkları çözümlerler.
Miras, ticaret ve nikâh işlemlerini karara bağlardı. (Noterlik hizmeti yapardı.)
Vergilerin toplanması ve bunların hazineye aktarılmasını sağlardı.
Görev bölgesinde denetim yapardı.
Merkezden gönderilen emirler halka duyurur, halkın şikâyetlerini de divana iletirdi.
Osmanlı Hukukunda Meydana Gelen Değişmeler
XIX yüzyılda Osmanlı hukukunda önemli değişiklikler olmuştur
Avrupa hukuk kuralları örnek alınmıştır.
Tanzimat Dönemi'nde, II. Mahmut'un kurduğu Davalar Nezareti; Adliye Nezareti adını aldı (1870). Ticaret ve Temyiz Mahkemeleri kuruldu. Avrupa ile ilişkilerin yoğunlaşması üzerine maliye, hukuk, ticaret, ekonomi, eğitim ve idare alanlarında birçok kanun ve yönetmelik çıkarıldı. Ceza Kanunu (1840), Ticaret Kanunu (1850), Deniz Ticaret Kanunu (1868) ve yeni çıkan kanunları bildiren Düstur adlı dergi çıkarıldı (1865). Ahmet Cevdet Paşa'nın başkanlığında (Mecelle adı verilen) İslâm hukukuna dayalı medeni kanun hazırlandı (1866 – 1878).
19. yüzyıl Osmanlı adalet teşkilatının en önemli eksiği mahkemelerde birlik olmamasıydı. Bu mahkemeler dört kategoride incelenebilir: Nizamiye Mahkemeleri (Adliye nezaretine bağlı yeni mahkemeler), Konsolosluk Mahkemeleri (Elçilik ve konsolosluklara bağlıydı, yabancıların davalarına bakardı, dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı’na bağlıydı), Şer'i Mahkemeler (Şeyhülislama bağlı, Müslüman halkın evlenme, boşanma, miras v.b. gibi davalarına bakardı), Cemaat Mahkemeleri (Gayri Müslimlerin davalarına bakan mahkemeler, sadrazama bağlıydı).
Diğer Cevaplara Gözat
Cevap : Osmanlıda Vakıflar; eğitim, din, sağlık, bayındırlık gibi sosyal ve kültürel alanlarda hizmet verirlerdi. Okul, cami, köprü, yol, imarethane, han, hamam, hastane gibi kamu hizmetleri veren kurumlar vakıflar tarafından kurulmuşlardır.
Osmanlı Devleti’nde Vakıf sistemi sayesinde;
✓ Kasaba ve şehirlerin sosyal ihtiyaçlarının karşılanması ve belediye hizmetlerinin sağlanması kolaylaşmıştır.
✓ Ulaşım için gerekli yolların ve bu yollar üzerindeki han ve kervansarayların işletilmesi sağlanmıştır.
✓ Sağlık, eğitim ve öğretim alanlarındaki hizmetlerin giderleri karşılanmıştır
✓ Vakıflarda biriken paralar, tüccarlara kredi olarak verilmiş, böylece ticaretin gelişmesinde etkili olunmuştur.
✓ Hastaneler, bakım evleri, medreseler, ve olabilecek sorunlara karşı halka yardım edecek sivil kurumların giderleri vakıflar tarafından sağlanmış, genel ekonomik krizlerden uzak tutularak bu giderlerin karşılanması garantiye alınmıştır.
Osmanlı Devleti’nde Vakıf sistemi sayesinde;
✓ Kasaba ve şehirlerin sosyal ihtiyaçlarının karşılanması ve belediye hizmetlerinin sağlanması kolaylaşmıştır.
✓ Ulaşım için gerekli yolların ve bu yollar üzerindeki han ve kervansarayların işletilmesi sağlanmıştır.
✓ Sağlık, eğitim ve öğretim alanlarındaki hizmetlerin giderleri karşılanmıştır
✓ Vakıflarda biriken paralar, tüccarlara kredi olarak verilmiş, böylece ticaretin gelişmesinde etkili olunmuştur.
✓ Hastaneler, bakım evleri, medreseler, ve olabilecek sorunlara karşı halka yardım edecek sivil kurumların giderleri vakıflar tarafından sağlanmış, genel ekonomik krizlerden uzak tutularak bu giderlerin karşılanması garantiye alınmıştır.
Cevap : Şahısların ya da kurumların maddi varlıklarını insanların yayarına dini ve sosyal hizmetlere tahsis etmesine vakıfadı verilmektedir.
Osmanlı Devleti’nde başta padişahlar olmak üzere birçok zengin varlıklı kişiler ve devlet adamları çeşitli vakıflar kurarak İslam dininin gerektirdiği yardımlaşmayı sağlamışlardır. Kurulan bu vakıflar sayesine Osmanlı Devleti sosyal, kültürel, ekonomik ve sağlık alanlarında harcamalar yapmamıştır. Vakıflar sayesinde bu hizmetlerin yürütülmesi sağlanmıştır.
Osmanlı Devleti’ndeki vakıfların çalışmaları kısaca şu şekilde özetlenebilir:
1. Kurulan vakıflar sayesinde birçok yoksul, fakir fukara ve yardıma muhtaç kişilerin ihtiyaçları karşılanarak toplumsal barış ve dayanışma sağlanmıştır.
2. Vakıflar aracılığı ile Darüşşifa ve akıl hastaneleri kurulmuş, halkın sağlık sorunlarının çözülmesine önem gösterilmiştir.
3. Eğitim ve kültür faaliyetlerinin düzenli olarak yürütülmesi sağlanmıştır.
4. Vakıflar tarafından kurulan kervansaraylar sayesinde ticari faaliyetlerin gelişmesi sağlanmıştır.
5. Ülkenin bayındırlık faaliyetleri; mektepler, camiler, hamamlar, yollar, köprü ve kanallar vb. tesislerin kurulması sağlanmıştır.
6. Vakıflar aracılığı ile fethedilen yerlere Türkler yerleştirilmiş ve bölgenin Türkleşmesini sağlamak amacıyla faaliyetlerde bulunulmuştur.
7. Askeri alanda gereksinim duyulan kale, donanma, top yapımı vb. hizmetlerin yapılması sağlanmıştır.
8. Fethedilen bölgelerin canlandırılması için faaliyetlerde bulunulmuş, şehirler ve kasabaların büyümesi sağlanmıştır.
16’ıncı yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti'nin her alanında bozulmalar ve aksaklıklar görülmeye başlanmıştır. Bu aksaklıklardan vakıf sistemi de etkilenmiş ve bozulmalar görülmüştür. I. Mahmud döneminde Evkaf Nezareti kurularak bütün vakıflar devletin denetimi altına girmiştir.
Osmanlı Devleti’nde başta padişahlar olmak üzere birçok zengin varlıklı kişiler ve devlet adamları çeşitli vakıflar kurarak İslam dininin gerektirdiği yardımlaşmayı sağlamışlardır. Kurulan bu vakıflar sayesine Osmanlı Devleti sosyal, kültürel, ekonomik ve sağlık alanlarında harcamalar yapmamıştır. Vakıflar sayesinde bu hizmetlerin yürütülmesi sağlanmıştır.
Osmanlı Devleti’ndeki vakıfların çalışmaları kısaca şu şekilde özetlenebilir:
1. Kurulan vakıflar sayesinde birçok yoksul, fakir fukara ve yardıma muhtaç kişilerin ihtiyaçları karşılanarak toplumsal barış ve dayanışma sağlanmıştır.
2. Vakıflar aracılığı ile Darüşşifa ve akıl hastaneleri kurulmuş, halkın sağlık sorunlarının çözülmesine önem gösterilmiştir.
3. Eğitim ve kültür faaliyetlerinin düzenli olarak yürütülmesi sağlanmıştır.
4. Vakıflar tarafından kurulan kervansaraylar sayesinde ticari faaliyetlerin gelişmesi sağlanmıştır.
5. Ülkenin bayındırlık faaliyetleri; mektepler, camiler, hamamlar, yollar, köprü ve kanallar vb. tesislerin kurulması sağlanmıştır.
6. Vakıflar aracılığı ile fethedilen yerlere Türkler yerleştirilmiş ve bölgenin Türkleşmesini sağlamak amacıyla faaliyetlerde bulunulmuştur.
7. Askeri alanda gereksinim duyulan kale, donanma, top yapımı vb. hizmetlerin yapılması sağlanmıştır.
8. Fethedilen bölgelerin canlandırılması için faaliyetlerde bulunulmuş, şehirler ve kasabaların büyümesi sağlanmıştır.
16’ıncı yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti'nin her alanında bozulmalar ve aksaklıklar görülmeye başlanmıştır. Bu aksaklıklardan vakıf sistemi de etkilenmiş ve bozulmalar görülmüştür. I. Mahmud döneminde Evkaf Nezareti kurularak bütün vakıflar devletin denetimi altına girmiştir.