Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Refik halit karay memleket hikayeleri 15 soru lütfen

Bu sorunun cevabı için bana yardımcı olur musunuz.

Bu soruya 2 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 2 yorum yazıldı.
    1 yıl önce Z Cevap aşağıda. Sayfanın altına doğru ilerleyin başarılar..
    1 yıl önce K Refik Halit karaya memleket hikayeleri kitabının kişileri

    İşte Cevaplar


    Admin

    • 2015-12-06 16:53:43

    Cevap : KİTABIN KONUSU: İnsanların Anadoludaki  yaşamları dile getirilmiştir.Anadolu’nun nasıl değiştiği,çağın manzarası,psikolojisi,mantığı,iç ve dış varlığı aktarılmıştır.(Kitap 18 hikayeden oluşmaktadır  ve her hikaye birbirinden bağımsız olduğundan dolayı ben bunlardan bir tanesini sunacağım.)

    KİTABIN ANA FİKRİ: İnsanlar ne durumda olurlarsa olsun yardım edilmeli ,korunmalıdır

    KİTAPTAKİ OLAYLARIN  VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
    YATIK EMİNE: Ankara’da fahişelik yapmaktadır,hayatını ona göre kazanmaktadır,her söyleneni kabullenmektedir.
    SABRİ: Rütbesi teğmen olup, işinde acemidir.Merhametli gibi görünmektedir;aslında acımasızdır ve    Yatık Emine’nin gözlerine tutkundur.
    GÜRCÜ SERVER: Hastanede görev yapmaktadır ve Yatık Emine’ye kısa bir süreliğine yardım etmiştir.

    KİTABİN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: Yazar,Kirpi lakabıyla  tanınır.1888 yılında  Beylerbeyinde doğmuştur.Taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu Anadolu’nun çeşitli illerine sürgüne gönderilmiştir.1. Dünya  Savaşının son yılı İstanbula’a dönebilmiştir.Sabah Gazetesi başyazarlığı yapmıştır ve 20 kadar  romanı ile yaşamını sürdürmüştür.1965’te İstanbul’da ölmüştür.

    KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Kitap sürükleyici ve akıcı anlatımıyla oldukça güzeldir.

    Diğer Cevaplara Gözat

    Sunum İçeriği

    Memleket Hikâyeleri’nde Anadolu Öykücülüğü, Yoksulluk ve YozlaşmışlıkYasemin Usta DEMİRLİKANKarşılaştırmalı Edebiyat Yüksek LisansGirişRefik Halid Karay (1888-1965) Anadolu insanının psikolojisini, yaşayışını ve Anadolu coğrafyasının imkân ve imkânsızlıklarını hikâyelerinde etkili bir gözlem gücü ile işler. Karay, tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti Modern Türk Edebiyatı’nın ün yapmış yazarlarından biridir. “ O zamana kadar Nabizâde Nazım‟ın Karabibik hikâyesiyle, Ebubekir Hazım‟ın Küçük Paşa romanı ve Halit Ziya‟nın birkaç hikâyesi bir yana, İstanbul sınırları dışına çıkamayan Türk hikâyesini Anadolu’ ya yöneltmekle hikâyeciliğimize yeni bir ufuk açmış, yeni bir soluk getirmiştir. Genç yaşta sürgün edildiği Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik’teki gözlemlerinden yararlanarak yazdığı bu hikâyelere „Memleket Hikâyeleri‟ adını vermesi de, bu işi bilinçli olarak yaptığını gösterir. (Kudret, 2009: 123) Karay ise bir söyleşisinde şunları dile getirmiştir: “Memleket Hikâyeleri, çığır açma bakımından bugünkü köy hikâyelerinin nüvesini teşkil eder. Ben Anadolu’yu bir köylü olarak değil, varlıklı bir şehir delikanlısı olarak gördüm ve anlattım.” (Kudret, 2009: 123) Memleket Hikâyeleri derlemesinin altyapısını , Karay’ın Anadolu insanını yakından gözlemleme şansı ve ondaki hikâyeyi bulup ortaya çıkarması oluşturur. Karay, Memleket Hikâyeleri’nde Anadolu’yu, farklı bir bakış açısının yanı sıra özgün bir üslûp ve sade bir Türkçe ile anlatmıştır.Bu çalışmada Refik Halid Karay’ın Anadolu öykücülüğü genel çizgileriyle anlatılacak, Anadolu halkının yoksulluğu ve yozlaşmış yöneticilerinin halka karşı tavrı eser üzerinden çözümlemelerle verilecektir. Anahtar Kelimeler: Memleket Hikâyeleri, Anadolu, yoksulluğun insandaki yansımaları, yozlaşma.Refik Halid Karay’ın Anadolu Öykücülüğü İstanbul doğumlu olan Karay, Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte önce Servet-i Fünun dergisinde, sonrasında ise Tercüman-ı Hakikat gazetesinde çalışmıştır. İttihat ve Terakki’ yi eleştiren yazılarından dolayı 1913 yılında Sinop’a sürülmüş; ancak 1918’de yeniden İstanbul’a dönmüştür. Karay, toplumun farklı kesimlerinden insanların yaşantılarına eserlerinde bilinçli olarak yer veren ilk yazarımızdır. O güne kadar, yalnızca türkülerde ve halk hikâyelerinde yer verilen Anadolu insanı “Memleket Hikâyeleri” ile edebiyata ilk kez konu olmuştur.Bahsi geçen dönemde Anadolu halkı için en önemli sorun yoksulluktur, yoksulluğun peşi sıra eğitimsizliğin yol açtığı cahillik ve ağır yaşanan kış şartlarının neden olduğu ulaşım sorunu halkın böğrüne oturmuştur. Metin kişileri bu sorunlarla birlikte, Anadolu’da etkin bir zümre olan bürokratların ve toprak mülkiyetini büyük ölçüde elinde tutan ağaların altında ezilmektedir ve bu durum İstanbul tarafından büyük ölçüde göz ardı edilmektedir. Yoksulluk, cahillik ve olanaksızlık içinde resmedilen karakterler yine de yaşama sevinciyle dolu olarak Karay’ın eserlerinde vücut bulur. Karay, önceden de belirtildiği gibi İstanbul’un Batılılaşma düşü içinde kendi kültürünü unutmuş tiplerden ziyade, içinde bulunduğu olanaksızlıkların yaşamlarına yansıdığı Anadolu insanını eğilmiştir.“Refik Halit öykülerinin en önemli yönlerinden biri dildir. Henüz Ömer Seyfettin ve arkadaşları Genç Kalemler dergisini çıkarmadan önce kimi öyküleriyle konuşma dilinden öyküler kaleme almaya başlamıştır. Memleket Hikâyeleri’nde olaylar Anadolu’da geçmekle birlikte şive taklitlerine başvurulmamıştır. Bunun yerine yazar hikâyeyi genellikle kendisi anlatmayı tercih etmiştir. Şiveye başvurduğu çok sınırlı yerlerde de bunlar seslenmeler, nidalar gibi kolay anlaşılır sözcükler olmuştur.” (Kudret, 2009:124).“Ah gidinin köpeği!” (Yatık Emine) “Çok şaştı bu işe.” (Yatık Emine) “Acep marazlandı mı ki?” (Koca Öküz) “Önündeki yulafı, samanı bitire koymuş” (Koca Öküz)“Aha Ali geliyor, dediler.” (Koca Öküz) “Kız açıver, bizik, ne duruyonuz.” (Sarı Bal) “Hedi nerdesin yolcu?” (Boz Eşek) “Şeytanın bilmediğini bilirsin ülen İlistir.” (Yatır)Anadolu’daki Yoksulluğun Halk Üzerinden Verilmesi “Refik Halit’in özellikle kırsal kesim insanları ve onların sorunları üzerine öyküler kaleme aldığını söyleyebiliriz. Bu kapsamda ezilen kadınlar, sorumsuz yöneticiler, çıkarcı din adamları onun konusunu oluşturur.” (Ertop, 1999: 4-5) Örneklendirilecek öykü dizilimleriyle bu alt başlıklara değinilecektir:Kasabanın yoksul hali, merkezden çevreye doğru gidildikçe kötüleşmektedir. Önlerinde gübre yığınları, bahçelerinde ölmüş hayvan kemiklerinden çitler olan evler yoksulluğun ne derecede olduğunun bir göstergesidir. “Yatık Emine” öyküsündeki kasaba tasviri yaşanılan yoksulluğu ve onun iğretiliğini şu şekilde betimler:Burası Ankara’ya iki gün ötede, ana yollardan aykırı küçük bir kasabaydı. İki gün bitmez tükenmez yokuşlar çıkılarak bin yorgunlukla gücü tükenmiş ve ezilmiş bir durumda gelindiği halde orada oturulacak bir kahve, yatacak bir han bulunmaz; şu çıplak kuru memlekete varmak için neden bu kadar yol aşıp güçlükler çekildiğini insan bir türlü anlayamazdı. Soğuk, barınılmaz bir kışı, susuz, dayanılmaz bir yazı vardı. (Karay, 2013: 12). “Yatır” öyküsünde köylerdeki bütün büyük baş hayvanları öldüren veba salgınından bahsedilir. Bu salgın yüzünden köylüler tek geçim kaynakları olan çiftçilikten de mahrum kalmışlar, bu durumun getirdiği sonuçta da açlık sınırları içerisinde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. (Karay, 2013: 103). Bu açıdan incelendiğinde, Türk’ü, Rum’u, Yahudi’siyle karmaşık bir etnik yapı gösteren bu öykülerin kahramanları için en büyük ortak nokta yoksulluktur. Yoksulluk sadece köylerde de kendini göstermez. “Sus Payı”nda Bursa gibi büyük bir şehirde de köylerdekine benzer bir yoksulluk anlatılır. Ancak bu kez öykünün kahramanları çiftçiler değil işçilerdir. Üretim şeklinin değişmiş olmasına karşın halkın ekonomik durumunda pek bir değişiklik olmamıştır. “Sarı Bal” öyküsünde içkisinden eğlencesine uzanan derin yaşayış tarzı konu alınır. Bu eğlencenin merkezinde ise kadın vardır. Kadın figürü yoksulluk halini dağıtmak için ve mekâna güzellik katması amacıyla kullanılmıştır. Yoksulluk içinde yüzen halk erkeği, çalışmadığı saatlerde ağır hayat yükünden uzaklaşıp kendisine bir kaçış ararken, iffetli çizilmeyen Anadolu kadını da para kazanma ve hayatını sürdürebilme derdindedir. Kasabada baskıdan doğan patlak günlük hayatın karanlık zamanlarında; içki ve zina olarak kendini gösterir. Yoksulluğun açtığı bu yaralar yine o köyde, o günün toplumunda günah olarak nitelendirilmiştir. (Karay, 2013: 69-70)“Cer Hocası” ise iyi eğitimli ve prestijli bir aileden gelen Asım’ın İstanbul’da yoksulluğa düşmesinden sonra hayat mücadelesinin Anadolu’da daha kolay olacağını düşünerek yola düşmesiyle başlar. Aç ve yersiz kalmanın canına tak ettiği Asım cer mollası olma ümidiyle kendini kaybettiği uzun bir sefere çıkacak ve seferinin her durağında yoksulluk içinde yaşayan halkın tepkileriyle yüzleşecektir. Tepkilerin nedeni ekmek kaygısıdır, çünkü durduğu her köyde bir imam mevcuttur, ekmeği elinden alınma tehdidini hisseden her din mensubu onu kâh halka karşı kışkırtacak, kâh yersiz ve yemeksiz bırakıp köy toprağından kovacaktır. Son durağı olan Pınarlı köyünde söyleyeceği yalanla baş tacı edilen Asım herkesin kendine danıştığı, imamım mevkisinin dahi üzerine çıkmış bir cer mollasına dönüşür. İmamın mesleğini yitirme kaygısıyla ölüm döşeğinde Asım’a söyledikleri, yüzüne bir tokat gibi çarptığında burada yaşayan küçük insanın düzeninden kendine yağ çıkarmaması gerektiğini anlar ve karlı, soğuk bir günde onun için açlığın ve hayat yıkımının simgesi olan İstanbul’un yolunu tutar.İstanbul’a, İstematina’sına özlem duyarak bütün gece ağladı. Ruhunda bütün rahata rağmen şu vesile ile bu köyden ayrılmaya, cebindeki otuz mecidiyesiyle İstanbul’a dönmeye bir ihtiyaç duydu. Sonra imamı, açlığını, hastalığını, çocuklarını düşündü, bu çaresiz adamı, bu yoksun ve yoksul ihtiyarı feda eden köy halkını ayıpladı. Bu sırada kendini böyle sokağa atan hükümeti hatırladı, insan kalbinde daima, yer bulan kötülükçülüğe, kıyıcılığa karşı uzun süre şaşkınlıkla düşündü, çözemedi… (Karay, 2013: 159) .Anadolu’nun Yozlaşmış Yöneticisi YapısıKendini üstün gören ve de dönem yaşantısı içinde üstün tutulan bir bürokratik zümrenin varlığı küçük kasabaları bile sarmıştır (Karay, 2013: 35-37). Böylece İstanbul’daki alafranga yaşantısının aynısı olmasa da lüks ve sefahat anlamında benzer bir yaşantıyı yaşayan bir kesime Anadolu’da da rastlarız. “Şeftali Bahçeleri”nde Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında git gide büyüyen atıl memur sınıfının yaşantısı konu edilir. Küçük bir Akdeniz kasabasında lüks içinde ve hiçbir iş yapmadan yaşayıp giden yüksek memurların bu yaşantısı eleştirilir. Satır aralarında devletin bu zümreye karşı takındığı tavır verilir: “Aslında çoğu, devrin hoş görmediği, başından savdığı kimselerdi.” (Karay, 2013: 40). Öykülerde bu yönüyle Abdülhamit döneminin baskıcı ortamını yansıtan öğeler de vardır. Bu ortam içinde aydın kesimler konuşamamakta ve harekete geçememektedir. Anadolu’ya sürülen bu kimseler bir süre idealist tavırlarını korusalar da bir süre sonra yapılacak bir işin olmamasından veya harekete geçmek için yeterli paranın bir türlü bulunamamasından yozlaşmakta ve etraflarındaki bürokratik zümreye katılmaktadır (Ertop, 1999: 7-8). “Şeftali Bahçeleri” öyküsünün kasabaya yeni gelen Yazı İşleri Müdürü Agâh Bey bu tipi çizer. Avrupa’yı gezip görmüş biri olarak “Avrupalı bir memur” tipini yeşertmek iddiasıyla kasabaya gelmiştir (Karay, 2013: 41); ne var ki öykü süresinde o da etrafındaki memurlara uyum sağlayacak, bütün gününü içki âlemlerinde, eğlencelerde geçirecek, şeftali bahçelerindeki kokularla vakit öldüren ve uyuşuk bir kimseye dönüşecektir.SONUÇMilli Edebiyat döneminin de etkisiyle Karay, sade, yapmacıksız bir dille Anadolu insanın yaşantısına gözlerini çevirerek Memleket Edebiyatının öncüsü olmuştur. Yazar, Anadolu gerçeğine uzun süre yabancı kalınmasının ve Anadolu’nun İstanbul halkı, aydınları ve hükümeti tarafından unutulmuş oluşunun sonuçlarını Memleket Hikâyelerinde sade bir dil kullanarak konu edinmiştir. Eserinde gözlemlere dayanarak yurt gerçeklerinin, insan yaşantılarının ve insanın yaşadığı doğanın getirdiği olanaksızlıkların altını yer yer konuşturduğu ince hicivli üslûbuyla çizmiştir. Memleket Hikâyeleri’nin konusu Karay’ı ne kadar üzse de o, yine de Anadolu’ya, onun güzelliklerine ve sıradan insanına umutla bakar. KAYNAKÇAERTOP, Konur, Memleket Hikâyeleri’ndeki Memleket, Üçüncü Öyküler, Sayı: 5, 1999.KARAY, Refik Halid, Memleket Hikâyeleri, İstanbul, İnkılâp Yayınları, 2013. KUDRET, Cevdet. Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman. İstanbul, İnkılâp Yayınları, 1998.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Admin

    • 2015-12-06 16:52:10

    Cevap : Memleket Hikayeleri, Refik Halit Karay
    Memleket Hikayeleri; Anadolu’ya ait ilk hikayelerden örnekleriyle, Türk Edebiyatında önemli bir yere sahip olmuştur. Hikayelerde Anadolu ve oralarda yaşayan insanlar gerçek yönleriyle ve Türkçe’nin mükemmel kullanımıyla anlatılmıştır. Refik Halid KARAY’ın, 1920’de yayınlanan eseri ilk sosyal hikayelerimizden oluşmuş, bir dönemi en canlı şekliyle anlatmış,  kaynak kitaplar arasında yerini almıştır. Kitapta 1908-1920 yıllarına ait 18 hikaye yer almaktadır.

    Yatık Emine
    Hikaye, Ankara’ya iki gün ötede ana yollardan uzak, küçük bir kasabada geçmektedir. Kasabada, her küçük Anadolu kasabasında yaşanan olayların durağanlığı vardır. Kasabada tek aykırı olay; Yatık Emine’nin olay çıkardığı için sürgün olarak bu kasabaya gelişidir. Kasabalı bu karardan dolayı valiliğe şikayette bulunur, ancak karara uymaları emredilir. Yatık Emine ev bulana dek kadınlar hapishanesinde kalır. 
    Sokakta kalan kadına kalem odacılarından bir ihtiyar evinde kalması için izin verir. Ankara’dan sürgün gelen Yatık Emine’nin namı kısa zamanda bütün kasabaya yayılır, aslı olmayan pek çok hikaye dillerde dolaşır. Kasabanın kadın ve erkekleri merak içinde odacının evinin etrafında dolaşmaya başlar. Birgün,  karısı evde olmadığı vakitte, eve gelen kapıcı yüzünden; mahallelinin ısrarıyla odacının karısı Yatık Emine’yi sokağa atar. Kaymakam çare olarak hasteneye yerleştirilmesine  karar verir. Hastaneye jandarmanın kötü muamelesiyle gelen genç kadın, her şeye boyun büktüğü için ‘Yatık Emine’ adıyla anılmaktadır.
    Kasabanın ileri gelenlerinin Yatık Emine’ye ilgisi artar. Hastaneden kasaba dışında bir eve yerleştirilir. Kimse Emine’ye yiyecek vermez. Hastanede çalışan Gürcü Server Emine’ye yardım eder ve dost hayatı yaşamaya başlar. Kasabanın ileri gelenleri olayı duyunca Server’i sürerler. Yatık Emine yalnız kalır. Evindeki bütün eşyaları çalınır. Kasabada hiçbir esnaf, hiç kimse yiyecek vermez. 
    Kış gelmiştir. Server’in daha önce aynı koğuşta yattığı çavuşla arkadaşı, Yatık Emine’nin evine gitmeye karar verirler. Karanlıkta yola çıkarlar. Emine’nin nasıl olsa ses çıkaramayacağını düşünerek evine varırlar. Ancak Yatık Emine günler öncesinden soğuk ve açlıktan ölmüştür. Amaçlarına ulaşamadıkları için küfür ede ede geri dönerler.

    Şeftali Bahçeleri
    Kasabanın dışında eşsiz güzellikte şeftali bahçeleri özellikle kasaba memurları için eğlence mekanı olmuştur. Bütün kademedeki memurlar fazla işleri olmadığından bu güzel mekanın tadını çıkarırlar. Yazı işleri müdürü olarak kasabaya gelen Agah Bey gördükleri karşısında ilk günden hayal kırıklığına uğramıştır. 
    Avrupa’da kalmış, disiplinli çalışmayla işleri yoluna koyacağı inancıyla, çalışmaya başlayan Agah Bey’in; tüm memurlarla arası açılmıştır. Götürdüğü bütün teklifler ödenek azlığı, imkansızlık ve yokluk gibi nedenlerle kabul görmez. Yapılan eğlence tekliflerinin hepsini geri çevirir. Birgün yapılan gezi teklifini kabul eder. Şeftali bahçelerinin büyüleyici havasına kapılır. Ertesi günde havuzda yıkanmanın keyfini tadar.
    Agah Bey kendisine diğer memurlar gibi bir katır alır. Katırın rakı ve mezeleri taşıması için güzel bir heybe alır. İlerleyen zamanda kadınlarla eğlenceye devam eder. Agah Bey bir yıl sonra hoş bahçe kokusunu ciğerlerine çeker, minderlere uzanıp ‘gel keyfim gel’ diye söylenir… 

    Koca Öküz
    Mustafa köyün ileri gelenlerindendir. Kasabadaki memurlara hediyeler verir; karşılığında sözü geçer. Hacı lakabıyla anılan Mustafa’ya seven sevmeyen herkes saygı gösterir.
    Birgün Hacı Mustafa bir öküz alır. Öküz ahırda kımıldamadan yiyip içip yatar. Ne yaparlarsa yapsınlar ayağa kaldıramazlar. Sonunda çaresiz kasabada kasabın birine satmaya karar verir. Kasap aldığı fiyatın iki mecidiye eksiğine öküzü alır. Ancak Hacı kasaba öküzü ahırdan almasını şart koşar. 
    Kasap ahıra gelir ve hayvanı önüne katıp götürür. Hacı bu işe çok kızar. Çalışmaya gitmek için kımıldamayan öküzün; ölüme gitmek için ayağa kalkmasına inanamaz. Sinirinden etrafındakilere kızar. Kasabada ise tellal öğleden sonra öküz kesileceğini haber verir…

    Vehbi Efendi’nin Kuşkusu
    Vehbi Efendi ufak bir kazada Düyunu Umumiye idaresinde kantar katibidir. Evinde işe, işten eve gelen, erken yatıp erken kalkan, kimseyle ilgisi olmayan bir adamdır. Komşu kızı Hanife’nin Vehbi Efendi’ye ilgisi vardır. Hanife ilgisini açıkca belli eder.
    Mayıs ayında bir gece vakti, Hanife annesinin komşuda olduğunu ve korktuğunu söyleyerek Vehbi Efendi’nin yanına gelir. Vehbi Efendi tereddütünü yenerek Hanife’yi reddeder. 
    Mahalle imamı, Vehbi Efendi’yi önemli bir konu görüşmek üzere çağırır. Hanife’nin hamile olduğunu ve onunla evlenmesi gerektiğini yoksa kadıya bildireceğini söyler. Vehbi Efendi kimseye derdini anlatamaz. Nedense herkes Hanife ile evlenmesi gerektiğini söyler. Sonunda Vehbi Efendi ile Hanife evlenir. Tabakların Kamil, Vehbi Efendi kahvenin önünden geçerken arkadaşlarına ‘Yutturduk öküze’ der. 

    Sarı Bal
    Kasabanın dışında elekçilerin oturduğu bakımsız bir mahalle vardır. Geceleri sarhoşlar ve eğlence arayanlar bu mahalleye uğrar. Külahçıoğlu Hilmi Ağa eğlence için bir evin kapısını çalar. Burası meşhur Sarı Bal’ın evidir. Sarı Bal, oyun oynayıp gelenleri eğlendirmekte maharetlidir. 
    Sarı Bal, kasaba için felakettir. Parası olmayan bu kasaba da olan parayı harcamak isteyenler Sarı Bal’ın kapısını çalar. Hatta mevki sahibi kimselerde evine uğrar. Hilmi Ağa ve arkadaşları eğlenirken komiser baskın yapar. Yorganların altına dek bakarlar. Önce çocukları görürler. Daha sonra Sarı Bal’ı açmak istemediği yorganı açması için zorlarlar. Yorganın altından kasabanın kaymakamı çıkınca herkes şaşırır. Ertesi gün kaymakam, kasaba içki, zina, her şeyin olduğu bahanesiyle istifa dilekçesini İstanbul’a yollar. Ancak gerçek neden daha önce ulaşmıştır.

    Şaka
    Servet Efendi, Şakir Efendi ve Nedim Bey üç arkadaştırlar. İşleri bitince önce uzun bir yürüyüş yaparlar, daha sonra Rum mahallesinden geçerek meyhaneye giderler. Gezinti yaparlarken Servet Efendi arkadaşlarına hoşlandığı kadını gösterir. Nedim Bey o kadını tanıdığını söyler. Şakir Efendi de ona destek verir. Nedim Bey kadının gece yarısı denize girdiğini anlatır.
    Üç arkadaş geç vakte kadar meyhanede içerler. Dışarı çıkınca Servet Bey evin çok sıcak olduğunu, sahilde yürüyeceğini söyler. Deniz kıyısına vardıklarında bir kadın sesi duyduklarını sanırlar. Servet Bey elbiselerini çıkarır. Kadına şaka yapacağını söyleyerek denize girer. Servet Bey geri dönmeyince karakola haber verirler. Servet Bey’in ağa dolanmış cesedi çıkar. 

    Küs Ömer
    Zehra genç kızlığa yeni adım atmıştır. Hemen her konuda maharetli, güçlü kuvvetli Ömer’le evlenmek üzeredir. Ömer’in en büyük özelliği kaybettiği her durumda çekip gitmesidir.
    Ömer ile Zehra evlenir. Zehra kazlarını da getirir. Kazlardan birisi, güreşlerden hep galip ayrılmış, nam salmıştır. Birgün Ömer’e kazların güreşmesi için baskı yaparlar. Ömer’in saydığı insanlar da araya girince Ömer dövüşü kabul eder. Kıyasıya süren kaz kavgası sonucu Ömer’in kazı yenilir. Ömer kazı oracıkta öldürür. Eve gider atına atlayıp uzaklaşır. O günden sonra Zehra Ömer’i göremez.

    Boz Eşek
    Köyün çocukları koşarak köy çıkışında yaşlı bir adamın yattığını haber verirler. Hüsmen Ağa yaşlı adamın yanına gelir. Yaşlı adamı ve eşeğini köye getirirler.
    Yaşlı adam ölür. Ölmek üzereyken Boz Eşeğini ve 8 altınını Mekke’ye vakfettiğini vasiyet eder. Bunun üzerine yapılması gerekeni kasabadaki kadıya sormaya karar verirler. Hüsmen Ağa, kutsal yerlere vakfedilen eşeğe çok iyi bakar. 
    Hüsmen Ağa, Boz Eşeği alarak kasabaya gider. Ancak kadı yoktur. Ertesi hafta gelmesini söylerler. Ertesi hafta gider gene Kabak Kadı’yı bulamaz. Aradan iki buçuk ay geçer. Köylüler eşeğe saygı duyarlar. İş yaptırmazlar. Arpa ile beslerler. Boz Eşek iyice irileşir. Hüsmen Ağa gene Boz Eşek’le kasabaya gider. Köylüler, dönüşünü merakla beklerler. Hüsmen Ağa’nın tek başına döndüğünü görünce, kutsal bir vazifeyi yapmanın rahatlığını yaşarlar. Pratik bir kadı olan, Kabak Kadı lakaplı kasabanın kadısının işi hallettiğini düşünürler. Boz Eşek Mekke’ye gidecek ve zemzem taşıyacaktır.
    Bir  yıl sonra Hüsmen Ağa kasabaya inince gözlerine inanamaz. Kalabalık içinden birisi, eşeğin sırtından etrafına selam vererek geçmektedir. Bu Kabak Kadı’dır. Üzerine bindiği de Boz Eşek’tir.
    Yatır
    Köylü endişeyle, yaklaşan kışı beklemektedir. Çünkü yakacak odunları önceki yıllara göre çok azdır. İlistir Nuri aylak aylak gezmekten sıkılmış, hamam işletmeye karar vermiştir. Ancak odun azlığından dolayı, bir çare bulamazsa hamamı kapatmak zorunda kalacaktır. İlistir Nuri, köyün karşı tepesindeki çamları kesmenin tek kurtuluş olduğunu söyler. Köylü ise Maslak Dede’nin yatırı olduğu için ağaçlara dokunulmayacağına inanmıştır.
    İlistir Nuri, köyde sözü geçen yarı ermiş Abdi Hoca’ya bir arkadaşının rüyasını anlatır. Maslak Dede, ağaçlardan dolayı daraldığını, önünün açılmasını istediğini ve bu işi Abdi Hoca’ya havale ettiğini anlatır. Abdi Hoca daha önce bu işareti aldığını söyler. Etraftaki tek ağaçlık yerin çamlarını keserler. Hatta o kadar ileri giderler ki çam ağacı bırakmazlar. Ağaçlar kesilince şifalı kaynak suları da kurur…

    Komşu Namusu
    Şakir Efendi, Osman Bey ve Baki Efendi aynı yerde görev yapan üç memurdur. Şakir Efendi, Osman Bey’e komşusu Baki Efendi’nin karısı tarafından aldatıldığını söyler. Sonunda konuyu Baki Efendi’ye açmaya karar verirler. İş çıkışı meyhanede konuyu açarlar. Baki Efendi, Şakir Efendi’nin evinden kendi evini gözlemeye başlar.
    Baki Efendi’nin evinin önüne gelen şahıs etrafına bakar ve içeri girer. Şakir Efendi Baki Efendi’ye ne yapacağını sorar. Baki Efendi’de boşayacağını söyleyerek kızgınlıkla evden çıkar. Şakir Efendi, silah sesi duyacağını sanır. Ancak Baki Efendi’nin kapıdan az önce giren adamı yolcu ettiğini görür. Ertesi gün merakla ne olduğunu sorar.Baki kızarır, rahatını feda etmemek için her şeye katlanmış durumuyla’ Boş yere tasalanmışız, gelen doktor Hüsnü Bey; eşim sancılanmış ta…’ der…

    Yılda Bir
    Teselyalı Bekir, köylerden uzakta su değirmeni işletmektedir. İnsanlardan uzaktadır. Karısını Teselya’da bırakmıştır. İçinde kadın özlemi vardır. Değirmene gelen yaşlı kadınlardan başka kimseyi görmemektedir.
    Değirmenin yakınında konaklayan çingenelerin yanına gider. Çeribaşı buğdayları öğütmesi için Elif’i de Bekir’le birlikte değirmene yollar. Bekir’e karşı Elif’te kayıtsız kalmaz. Bekir kadın özlemini gidermiştir. Elif’e ne zaman geleceğini sorar. Elif’ te seneye cevabını verir. Bekir hasretle ertesi yılı bekler. Elif nihayet gelir. Ancak bir sonraki yıl Elif’i göremez. Çeribaşına Elif’in nerede olduğunu sorar. Çeribaşı ‘ O kötüledi, kasabada kaldı’ cevabını verir. Daha sonra iyice yaşlanmış kadına buğdayları öğütmesi için Bekir’le değirmene gitmesini söyler. 

    Sus Payı
    Hasip Efendi, Hidayet Bey’in ipek fabrikasında işçibaşı olarak çalışmaktadır. İşçilerin çalışma şartları çok ağır olduğundan; her yıl birkaç genç kız hastalanarak ölür. Hasip efendi özellikle Fotika isimli genç kız işe başlayınca çalışma koşullarının ağırlığını düşünmeye başlar. Günde on dört saat çalışıp, çok az ücret alan genç kızlar çabucak hasta olurlar ve sonunda ölürler.
    Hasip Efendi, Fotika’yı ölen karısına benzetir. Ona karşı ilgisi sevgiye dönüşür. Ancak birgün Fotika hastalanır ve ölür. Hasip Efendi, Hidayet Bey’e fabrikanın genç kızları öldürdüğünü ve işten ayrıldığını söyler. Hidayet Bey ise Hasip Efendi’ye zam yapar. Artık sekiz lira kazanan Hasip Bey vicdanını rahatlatacak bahaneler bularak işine devam eder…

    Kuvvete Karşı
    Amerikan elçiliği hizmet vapurunda görevli, dokuz denizci her Pazar ceplerini dolduran İngiliz Liralarını Tarlabaşı’yla Tokatlıyan arsında eğlenerek harcarlardı. Eğlence çok ileri giderler, ancak zayıf devletin polisi hiçbirşey yapamazdı. Amerika güçlü bir devletti ve Türk milleti bütün bu kabalıkları sineye çekmek zorundaydı.
    Suphi, kız arkadaşı İzmaro’yla birlikte Tarlabaşı’na eğlenmeye gider. Böyle bir akşamda sarhoş denizciler, İzmaro’ya sarkıntılık yapınca çaresiz kalır, denizcilerden birinin müdahalesi sayesinde oradan İzmaro ile birlikte kaçar. Ancak kendisine olan saygısını yitirir. Eve gidince İzmaro’nun da gözünde değeri kalmadığını düşünerek geri döner. Yolda yakaladığı denizcilere saldırır. Sonunda bütün kemiklerinin kırıldığını hisseder ve çamura düşer. Rum kızı İzmaro ise uzun bir süre bekledikten sonra üşüdüğünü fark ederek yatağa girer…

    Cer Hocası
    Asım Mülkiye Okulu’nu bitirmiş, bir akrabası sayesinde memuriyete başlar. Fakat meşrutiyet ilan olununca memuriyetten atılır. Asımın rahat geçen hayatı altüst olur. Parası bitince daha önce yardım ettiği tanıdık arkadaşlarının yanına gider. Arkadaşları ile birlikte İstanbul dışında köyleri dolaşmaya, cer hocalığı yapmaya başlar. Vaazlar verir, namazını hiç kaçırmaz. 
    Köyün birinde Asım’ı çok severler. Eski imam köyde olmasına rağmen Asım’ın asıl imam olarak resmen atanmasını sağlarlar. Asım köy halkının bu davranışına çok kızar. Fakat aç kalma korkusu da yaşamaktadır. Eski yaşlı imamın durumunu görünce, biriktirdiği paralarla tüm sorunlarına rağmen İstanbul’a doğru yola çıkar.

    Garip Bir Hediye
    Feridun, elinde kalan malları satar, parası gene tükenince bir Yahudi’nin hediye ettiği traş fırçasını da satmaya karar verir. Bir deniz yolculuğu sırasında yahudinin hayatını kurtarmış, Yahudide ona çok değerli olduğunu söyleyerek traş fırçası hediye etmiştir. Kuyumcular, para etmeyeceğini söyleyince, akşam fırçayı yere fırlatır. Fırçanın sapı kırılınca iki değerli taş çıkar.
    Feridun, fırça sapında taşların ne aradığını bilemez. Daha sonra gümrükten mal kaçırmak için bu tür yolların denendiğini öğrenir.

     Bir Saldırı
    Hayrullah Efendi, bir kış akşamı Boğaziçi’nin Anadolu yakasında bir iskeleye çıkar. Küçük bir köyün iskelesi olduğundan sadece dört kişi iner. Elinde feneri yokuşu çıkmaya başlar.
    Hayrullah Efendi, birden yanağına dayanan silahı hissettiği an arkadan bir ses cüzdanını ister. Hayrullah Efendi hemen cüzdanını verir. Hırsız 700 liradan sadece beş lira alır ve gider. Hayrullah Efendi hırsızı köyün bakkalına kadar takip eder. Daha sonra bakkala kim olduğunu sorar. Dört yıl savaştıktan sonra parasız kalmış, terhis edilmiş bir  yedek subaydır. 
    Hayrullah Efendi ertesi gün, adamın evine bir kayık dolusu yiyecek gönderir. Kendisi ticaret yapıp para kazanırken; savaşan bu adama hakkını verdiğini düşünmektedir.

    Ayşe’nin Yazgısı
    Ayşe ile annesi çok fakir ve perişan bir halde yıkık, korkunç, harabeye dönmüş ve terkedilmiş bir köşkte bekçi gibi yalnız başlarına yaşamaktadırlar. Hergün antikacıların evine hizmetçilik yapmaya giden annesinin evde bulunmadığı yağmurlu bir günde, annesinin hizmetçilik yaptığı zengin ailenin 19 yaşındaki oğlu avdan dönerken Ayşe ile annesinin yaşamlarını sürdürdükleri harabeye sığınır. Ancak evde iş yapan Ayşe'yi yarı çıplak, pejmürde bir kılıkta gören genç avcı ona tecavüz etmek ister. Ayşe kendini savunurken, ayağı yanlışlıkla kayan avcı yere düşer, başını taşa çarpar ve ölür. Ayşe avcının köpeğini de öldürmek zorunda kalır ve her ikisinin cesedini sürükleyerek ahıra götürür ve gömer. Bir ay içinde avcı ile köpeğinin kaybolması çevrede unutulur. Bir ay sonra, bu kez de genç bir köylü annesinin evde bulunmamasını fırsat bilerek eve girer ve Ayşe'yi taciz eder. Ancak Ayşe bu köylüyü de avcıyı düşürüp öldürdüğü gibi öldürmemek, tekrar acı ve üzüntü çekmemek için korunmasız kendini bırakır.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.