Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Sait Faik Abasıyanık Havuz Başı Zaman, Olay. Kişiler, Bakış Açısı

Sait Faik Abasıyanık Havuz Başı Hikayesinde Zaman, Olay. Kişiler, Bakış Açısı İncelemesi Tahlili

Bu soruya 3 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Admin

    • 2016-02-12 11:19:27

    Cevap : Havuz Başı (Özet)
    Beyazıt havuzunun kenarındaki kanepelerden birine oturmuş, sizi bekliyorum. Yaşını almış bir adamın yirmi yaşındaki çocuk kederlerini, sevinçlerini yaşamış ne demektir, diye düşünüyorum: Belki bir, geç olma hadisesi. Belki de bir çeşit hazları, kederleri, çocuklukları uzatma temayülü. Ama bu uzayan yaz, kışın gelmeyeceğine alâmet değil. Kış müthiş olacak, kar yolları kapayacak, bembeyaz ovada ölülük uzayıp gidecek... Sizi bekliyorum. Sizi göreceğim; içimde bir şey koşacak. Siz görmeden geçeceksiniz. Ben kederle sevinci duyup dalacağım istediğim âleme. Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım. Sonra çarşılardan çarşılara, insan sesleri arasında, her şeyi sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım. Herkes geçti, siz geçmediniz. Yüzünüzü göremedim. Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu. Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem.
    Havuzun suyu bulanık. Kapının saatleri 12´yi geçmiş. Kanepelerde kimseler yok.Tramvay ne fena gıcırdadı! Tramvaydaki adam bir tanıdık mıydı, acaba? Ne diye öyle dönüp dönüp baktı?... Yoksa kimselerin oturmadığı kanepelerde bu saatlerde yalnız pek başıboşlar mı oturur? Kimseler âşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin?
    Önce yanımdaki kanepeye oturdular. Biri kadın, öteki erkekti. Erkek bana gülümsedi. Halim yok gülmeye; yoksa tatlı tatlı gülümsemesine karşılık verilmeyecek adam değildi. Bu selam yerine geçen gülümsemeye neden cevap vermedim? Sizi bekliyordum. Hâlâ sizi bekliyordum. Belki de, bugun, bu saatte buradan çıkmayacaktınız... Yoksa hasta mıydınız? Bir ara bir başkasında saçlarınızı, yürüyüşünüzü seyreder gibi olmuş, siz olmadığınızı görünce yeniden merak etmiş, üzülmüş; sonra, belki de benim burada oturduğumu tahmin etmiştir de öteki kapıdan çıkmıştır şüphesine düşmüştüm. Bu şüpheden çabucak caydım. O kadar ehemmiyet verilmeye değer miydim?
    Ya hasta iseniz!... Sanki hasta idiniz. Koşup yatağınızın başucuna gelmiştim. Gözlerinizi açtınız. Alnınız terli idi. İki açık sarı tel terli alnınızın üstüne yapışmıştı. "Ateşim düşmüyor" demiştiniz. Şehre küsmüştüm. Karaborsalardan ilaçlar getirmiştim. İyileşmiştiniz. Rıhtım boyunca yürümüştük. Taze, kırmızı idiniz. Alnınız terli idi. Gülüyordunuz. Alay ediyordunuz. Koşuyordunuz, yakalayamıyordum. Allah esirgesin! Hasta olmayın!
    Dört beş saniye içinde bunları düşündüğümden adamın selamına karşılık vermemiştim. Dört beş saniye bir gecikmeden sonra ben de güldüm. Bunun üzerine adam yerinden kalktı, yanıma geldi:
    Bu caminin ismi ne?
    Bir türlü bulamadım caminin ismini, dersem, inanır mısınız? Hâlâ sizinle beraberdim. Hayır, hasat filân değildiniz, çok şükür! Beni görmemek için arka yollardan gidişinizi görür gibi oldum. İçimi mütevekkil bir sıkıntı sardı. Kızamıyorum size... Dünyaya kızıyorum. En iyi arkadaşıma kızıyorum.
    Yok a...- Bu mayıstan başka her şeye benzeyen soğuk bin dokuz yüz kırk altı mayısına kızıyorum. Size kızamıyorum. Arka sokaklardan beni görmemek için kaçtı ise, beni düşünerek gitmiştir, diyorum. Hatırladım caminin ismini:
    Beyazıt camii, canım!
    Kadın da yerinden kalktı. Adamın mühim bir sual sorduğunu, cevabının bütün karışık meseleleri halledeceğini bağıran pek mütecessis bir yüzle yanımıza geldi. Yanına oturdu adamın. Bu sefer o sordu:
    Ali Sofya hangisi?
    Şu tarafta... Bir işaretle sol tarafı gösterdim. Anlayamadılar ne taraftadır Ali Sofya... Elimin gösterdiği istikameti bir türlü kestiremediler. Gösterdiğim yerde kocaman binalar, birbirini kesen, biçen yollar, dükkânlar vardı. Oradan Ayasofya´yı nasıl bulacaklar? Ama ne yapsınlar, çaresiz kabullendiler. Zahir oralardadır, diye akıllarından geçmiş gibi yüzüme baktılar. Son bir defa daha:
    Her halde ıraktır. dediler.
    Yok, pek ırak değil. dedim.
    Adam ellisini asmıştı. Toprak rengi yüzünde alışılmamış çizgiler vardı.
    Bunu getirdim köyden dedi.
    Çarşaflı kadını gösterdi: Sütlaç gibi buruşuk, ufacık gözleri ile yanaklarının elmacık kemiklere rastlayan yerleri pırıl pırıl, dişleri bembeyaz, yüzüne bakınca bir süt kokusu duyar gibi oldum. Bu yüz pembe mi pembe; içinde ne güzel bir kan akıyordu kimbilir...
    Hiç İstanbul görmedi bu. Bakıyor, hoşlanıyor da gülügülüveriyor. Hoşlanıyor pek. Biz Lüleburgaz´lıyız. Ben geldim birkaç defa İstanbul´a. Bu gelmemişti. Camileri gezdiriyordum.
    Taksim´e de bir gidin.
    Gideceğiz. Beyoğlu´nu da görürüz ha? O da, Taksim´e ulaşmadan değil mi?
    Evet.
    Tramvayla mı gidelim?
    Tramvayla gidin, ya!
    Ama biz, Tünel´den geçmek istiyoruz.
    Tünel işlemiyor, kapalı.
    Yaa, Tünel kapalı demek... Tünel´in kapalı olmasına beraberce üzülüyoruz. Kadın, elinde gazete kâğıdına sarılmış bir şeyi bana gösteriyor:
    Bakır ucuzlamış, ucuza aldık.
    Kaça aldınız?
    Kilosuna... ne verdikti?.. 450 kuruştan verdiler. Te, bak şuna, 310 kuruş verdik. Pahalı değil, değil mi?
    325 kuruş verdik. 700 gram geldi.
    Sen beş lira verdin. Ne geri verdi sana bakırcı?
    Hesap ettiler. Önce anlaşamadılar. Sonra anlaştılar. 310 kuruşa almışlardı tencereyi. Ben senin gelmen ihtimali olan yola gözlerimi dikmiştim. Onlar, hesaplarını yapmış, havuzu seyrediyorlar. Ben geçmenizden ümidi kesmişim. Sizi nerede bulabileceğimi: "Bana bakın! Beni dinleyin, nolur? Bırakın da bir gün samimî olayım. Söyleyeceklerimi söyletmiyorsunuz. Dinleyeceklerimi dinletmiyorsunuz. Bırakın anlatayım..."
    Bu, dibinden mi kaynar?
    Yok canım? Babacığım, bu pınar mı? Boruyla içine terkos gelir.
    Adam yanındakine dönüyor:
    Borularla doldururlarmış. Dibine boru döşemişler, senin anlayacağın.
    Bana:
    Pekii, hani bu, suları fışkırtırmış?..
    Bayramlarda, sıcak havalarda... Hava soğuk da ondan fışkırtmıyorlar.
    Adam, kadına:
    Hava soğuk soğuk da ondan fışkırtmıyorlar, anladın mı? Sıcak havalarda fışkırtırlar da insanları serinletir...
    Bana da dönüyor:
    Peki... -diyor-. Hani üstüne top korlar da sular lastik topu havaya fırlatır, oynatır durur; öyle de yaparlar mı?
    Elli yaşında adam, ellisine yakın kadın.. fıskiyeler, toplar... Onlar, benden de çocuk. Seni görememenin sıkıntısı dağılıyor, seviniyorum. Kadın eğilip beni dinliyor. Taksim´den, öteki camilerden, meydanlardan, Boğaziçi´nden, Kızkulesi´nden söz açıyoruz. Sonunda lakırdılarımız bitiyor. Konuşmuyoruz bir zaman. Ben, size bir mısra bulup söylemek istiyorum. Yağmurlu havalardan, dağ yollarından, katırlardan, çıngıraklardan bahseder mısralar yok mu yeryüzünde?
    Bu sırada adam, kadınına Kızkulesi´ni, Haydarpaşa´yı, Selimiye Kışlası´nı anlatıyor... Bir ara üçümüz de susuyoruz. Mühim şeyler düşünüyor gibiyiz. Hele ben, neler düşünmüyorum: Kapıdan çıkıyorsunuz. Koşa koşa yanıma geliyorsunuz. Kolunuza bile giriyorum. Tam bu sırada adam:
    Kışın donar mı bu su?
    Ne diyeyim ben şimdi? Üzüntüm yine dağılıyor:
    Donar -diyorum, donar da çocuklar üstünde kayarlar.
    Kadına dönüyor adam:
    Donarmış; çocuklar üstünde kayarlarmış -diyor. Ne dersin sevgilim, Beyazıt Havuzu kışın donar mı? Murtaza çavuşla karısı Hacer anaya ben, donar, dedim.

    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Admin

    • 2016-02-12 11:21:31

    Cevap : Havuz Başı Hikayesi Ses Olayları
    birine oturmuş: Birine kelimesinde “n” kaynaştırma ünsüzü vardır. biri-n-e
    sizi bekliyorum: Bekliyorum kelimesinde ünlü daralması ses olayı vardır. bekle-yor-um=bekliyorum
    çocuk kederlerini:  Kederlerini kelimesinde “n” kaynaştırma ünsüzü vardır. kederleri-n-e
    diye düşünüyorum: Diye kelimesinde ünlü değişimi ses olayı vardır. de-ye=diye, aynı zamanda “ykaynaştırma ünsüzü vardır. di-y-e
    Ama bu uzayan: Uzayan kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. uza-y-an
    kışın gelmeyeceğine: Gelmeyeceğine kelimesinde “n” kaynaştırma ünsüzü vardır. gelmeyecek-i=gelmeyeceği
    yolları kapayacak: Kapayacak kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. kapa-y-acak
    bembeyaz ovada: Bembeyaz kelimesinde pekiştirme vardırbem-bayaz=bembeyaz
    uzayıp gidecek: Uzayıp kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. uza-y-ıp=uzayıp
    Sizi bekliyorum: Bekliyorum kelimesinde ünlü daralması ses olayı vardır. bekle-yor-um=bekliyorum
    Sizi göreceğim: Göreceğim kelimesinde ünsüz yumuşaması ses olayı vardır. Görecek-im=göreceğim
    kederle sevinci: Sevinci kelimesinde ünsüz yumuşaması ses olayı vardır. sevinç-i=sevinci
    duyup dalacağım: Dalacağım kelimesinde sessiz yumuşaması ses olayı vardır. dalacak-ım=dalacağım
    Dünyayı yeniden: Dünyayı kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. Dünya-y
    kederlerle kuracağım: Kuracağım kelimesinde ünsüz değişimi ses olayı vardır. kuracak-ım=kuracağım
    Soğuktan mı: Soğuktan kelimesinde ünsüz benzeşmesi ses olayı vardır. soğuk-tan=soğukdan
    Havuzun suyu: Suyu kelimesinde “y” kaynaştırma ünsüzü vardır. su-y-u
    kimselerin oturmadığı: Oturmadığı kelimesinde ünsüz değişimi ses olayı vardır. oturmadık-ı=oturmadığı
    yalnız pek başıboşlar: Yalnız kelimesinde ünlü düşmesi ses olayı vardır. yalın-ız=yalnız
    sizi bekliyordum: Bekliyordum kelimesinde ünlü daralması ses olayı vardır. bekle-yor-dum=bekliyordum
    şüpheden çabucak: Çabucak kelimesinde ünsüz düşmesi ses olayı vardır. çabuk-cak=çabucak
    boyunca yürümüştük: Yürümüştük kelimesinde ünsüz benzeşmesi ses olayı vardır. yürümüş-dük=yürümüştük.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Admin

    • 2016-10-01 04:11:06

    Cevap : Havuz Başı Özet Bilgileri ve Türleri
    Yazar: Sait Faik Abasıyanık
    Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
    Tür / Konu: Cumhuriyet Dönemi Roman
    ISBN: 9789750804861
    Sayfa: 105 sayfa

    "Sait Faik'i 1940'ta Nurullah Ataç sayesinde tanıdım. Nurullah Ataç, Burgaz'a gidip Sait Faik'i görmemizi önerdi. 'O da kim?' diye sordum. 'Türkiye'nin en iyi hikaye yazarı' dedi. Edebiyatımızın en iyi öykü yazarı olduğuna şimdi de inanıyorum. Neden derseniz, benim için edebiyatın özü şiirdir de ondan. Ve Sait öykülerinde şairdir."-Mina Urgan-"... Ben, iskambil oynarken, yanımda birisi durursa pek memnun olurum, o zaman oyunu da iyi oynarım. Yalnız başına olan insan kadar büyük adam yoktur ama insanlarla beraber olan insan hakiki kıymetini ölçer, biçer." diyen büyük yazarın; ilk kez 1952'de yayımlanan hikaye kitabı Havuz Başı yeniden gözden geçirilerek yayına hazırlandı.Mektuplar, manüskriler ve gün ışığına çıkmamış yepyeni metinler sırada...
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.