Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Tarihi roman özellikleri

Tarihi romanların özellikleri nelerdir?

Bu soruya 2 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2020-04-22 17:02:43

    Cevap : Tarihi roman özellikleri:
    1. Romancı bu kahraman ve olaylar üstünde az çok değişiklik yapabilir. Ancak başarılı bir târihî roman, gerçeği buğulandırmadan zevkle okunur bir üslupla yazılmış romandır.
    2. Tarihi Roman tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır.
    3. Yazar tarihi gerçek­leri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır.
    4. Tarihsel romanlar, tarihin değişik dönemindeki olayları işler.
    5. Kahramanlar gerçek veya düşsel olabilir. Ancak anlatılanlar tarih gerçeklerine çoğu kez uygundur. 
    6. Târihî roman yazmak için yalnız kahraman isimleri ve olayların kronolojisini bilmek ve vermek yetmez.
    7. Olayın yaşandığı zamânı, coğrafî özelliklerini, sosyal, kültürel ve sanat değerlerini çok iyi tanımak ve o zamanda topluma hâkim olan inanç, ideal ve anlayışları da iyice bilmek gerekir.


    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Zeus

    • 2020-04-22 17:01:27

    Cevap :

    Tarihi Roman tarihteki olay ya da kişileri konu alan romanlardır. Yazar tarihi gerçek­leri kendi hayal gücüyle birleştirerek anlatır. Tarihsel romanlar, tarihin değişik dönemindeki olayları işler. Kahramanlar gerçek veya düşsel olabilir. Ancak anlatılanlar tarih gerçeklerine çoğu kez uygundur.
     
    Bu roman türü aslında, Romantizmin bir ürünüdür. Dünya edebiyatında bu türün ilk örneğini ingiliz yazar Walter Scott vermiştir. Türk edebiyatında ise tarihi romanın ilk denemesi Ahmet Mithat’ın Yeniçeriler adlı romanı sayılabilir. Batılı anlamda ilk tarihsel romanımız, Namık Kemal’in Cezmi’sidir.

    İlk Tarihi Roman

    Namık Kemal - Cezmi

    Tarihi Roman Örnekleri

     - Deli Kurt (Nihal Atsız)
     - İvanhoe (VValter Scott)
     - Waver1ey (Walter Scott)
     - Taraş Bulba (Gogol)
     - Monte Cristo (Alexandre Dumas)
     - Salambo (S. Flaubert)
     - Devlet Ana (Kemal Tahir)
     - Küçük Ağa (Tank Buğra)

    Tarihsel Roman Nedir

    Tarihsel romanın ne’liği ve ne olması gerektiği üzerine, literatürde pek çok görüş sunulmuş, ancak bunlardan hiçbirinin tarihsel romanın, ne tanımı, ne de ne olması gerektiği üzerinde anlaşamadıkları görülmüştür. Öyle ki; bu tür romanlar “tarihî roman”, “tarihten söz açan roman”, “tarihe dayanmış roman”, “tarih romanı”, “tarihsel roman” gibi terimlerle anılmıştır. Terimleştirmedeki bu güçlüğün, romancının tarihe bakışından, tarihe mesafesinden kaynaklandığı kadar, tarihsel romanların değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan özelliklerinden de kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır (Doğan 2000: 142).
     
    Yine de konunun somut bir şekilde tartışılabilmesi için bir tanım denemesinden yola çıkmak gerekecektir. Tarihsel roman yazımının ilk kez İngiltere’de Sir Walter Scoot’la ortaya çıktığı ön kabulünden hareketle, Oxford Edebiyat Terimleri Sözlüğü’ne bakıldığında konuyla ilgili şunların söylenmiş olduğunu  görülür (Baldick 1990): “Bazı yazarların, geçmişe ait özel bir tarihsel dönemde yer alan eylemleri, devrin hakim düşüncesi ve giyinişini gerçeklikle ele almaya çalıştıkları bir roman tarzı. Tarihsel roman, kişisel talih ile toplumsal çatışma arasındaki ilişkinin önemli bir çalışmasını yapmaya kalkışırken, tarihsel roman için popüler bilineni ya da macera romanı için yalnızca konunun geçtiği dönemin lider karakterini arka planda sadece dekor olarak kullanılır”.

    Argunşah (1990) ise “tarihsel roman”ı; temelleri maziye dayanan, yani başlangıcı ve sonucu geçmiş zaman içinde gerçekleşmiş olan hadiselerin, devirlerin ve bu devirde yaşamış kahramanların hayat hikâyelerinin edebî ölçüler içerisinde yeniden inşa edilmesi, şeklinde tanımlamıştır. Görüldüğü üzere bu tanımlarda, tarihsel romanların tam olarak ne olduğuna ilişkin iki tarz yaklaşım ön plana çıkmıştır. Bunlar; tarihsel romanın diğer sanat eserlerinde olduğu gibi kurgusallığının ön planda olması gerektiği tezinden hareketle, içinde barındırdığı tarihsel unsurları birer dekor olarak ele alan yaklaşım ile tarihsel romanın tarihe ait unsurlarını olgulara dayandıran yaklaşımdır.

    Bu bağlamda tarihsel kurguları, “ortamın tarihsel, ancak hikâyede tarihsel olay veya kişilerin olmadığı” ve “ortam ve karakterlerin olgulara dayandığı” iki türde ele alan Hoffman’ın, yaklaşımıyla (Ata 2000: 162) paralellik kurmak mümkündür. Buna göre, Oxford Edebiyat Terimleri Sözlüğü’ndeki yaklaşımı birinci türe, Argunşah’ın tanımını ise ortam ve karakterlerin olgulara dayandığı ikinci türe dahil etmek mümkündür. “Tematik”3 olarak adlandırılabilecek, sanat değeri yüksek olmayan türe giren bu tarihsel romanlar, hem içlerinde barındırdıkları tarihsel bilgiden faydalanma hem de kitlelere (halk yığınlarına) ve gençlere tarihi sevdirmek, onlarda tarihe yönelik olumlu tutum ve ilgi oluşturabilmek amacıyla hazırlanmış eserler oldukları için tarih öğretimi açısından büyük önem taşırlar. Bu sebeple, öncelikle tarihsel romanın tarih araştırmaları ve yazımı açısından değerine kısa da olsa değinmek, sonrasında tarih öğretimi açısından değerini ele almak gerekecektir.

    Tarihsel Bilgi Açısından Tarihsel Roman

     Tarihsel roman yazarı için tarih, bitmez-tükenmez malzeme yığınıdır. Her
     sanatkâr, bu kaynaktan kendi görüşüne, mizacına, temayüllerine göre seçmeler
     yapar ve seçtiklerini yorumlar. Ancak, sanatkâr eserini, tarihsel olayları
     anlatmak için yazmaz (Kaptan 1988: 31). Zaten edebî eser demek; bir takım
     kurallar tespit etmek ya da bir bilim dalına ait bilgileri öğretmek düşüncesinden
     yola çıkmayan, ele aldığı konu ve temanın kıymetini okuyucunun tercihine
     bırakan (Tural 1986: 24) değil midir? Bu bağlamda tarihsel roman yazarının
     tarihsel olgu ve olayları olduğu gibi aktarması beklenemez. Biraz da
     edebî bir tavırla, tarihsel roman yazarının, tarihçinin belgeler, tarihselci tutum
     ve yordam ile tarih bilincinin ışığında tarihin derinliklerine doğru çıktığı yolculuk
     sırasında temizlediği döşenmiş taşları bir de kendisinin parlattığını ve
     tozların yerine rengarenk tozlar serptiğini, siyah-beyaz görünen tarihi renklendirdiğini
     (Gümüş 1999: 21) söylemek mümkündür.
     
     Tarihçi ile romancının durumunu başka bir anlatımla şu şekilde ortaya koymak
     mümkündür: Tarihçi olayların fotoğrafını çekerken tarihsel roman yazarı
     kendi ifadesi ve yorumuyla tarihsel kişi, olay ya da olgulara ilişkin bir resim
     çizer. Çizilen resimde sanatçının üslubu ve yorumu çok belirgin olarak kendini
     hissettirir. Çekilen fotoğrafta ise, her ne kadar gerçeğe en yakın bir görüntü
     sağlanmış gibi görünse ya da fotoğrafın gerçeği bir aynadaki görüntü
     gibi yansıttığı düşünülse de, netice itibarıyla fotoğrafçının seçiminin, felsefesinin,
     dünyaya bakışının ve olayı algılayışının esere yansıması söz konusudur.
     Dolayısıyla, tarih yazımı ve kurmaca anlatılar arasındaki en büyük farklılığın,
     onların yorumsal yapısında, epistemolojik konumlarında ve geçmişi
     kendilerine özgü biçimde nasıl kavramsallaştırdıklarında bulunduğundan
     bahsedilebilir (Opperman 1999: 81).
     
     Kaptan (1988: 38), Orhan Asena’nın, tarihin iki, sanatın ise bir üçüncü boyutlu
     olduğunu, tarihte en önemli boyut olan can boyutunun eksikliğini belirterek,
     “Tarihin kuş bakışı fotoğrafında kabartılar da, çöküntüler de gözükmez.
     Ormandaki ağaç gözden kaçar. Oysa sanatçı, haritayı, haritada(ki) ormanı
     değil, o ağacı görür; ağaca kuş dalışı yapar. Kısaca, o ağacın yaşamını
     canlı bir süreç olarak yakalar…” diyerek, tarihsel romanın, bilimsel ve objektif
     olmak iddiasındaki tarihin içindeki insan faktörünü tekrar canlandırabileceğine
     ilişkin görüşünü belirtmiştir. Böylelikle tarihsel romanın, tarihin derinliklerine
     gömülmüş olan insanları unutulmuşluktan kurtarması, büyük anlatılar
     yerine sıradan insanların hayatlarını tarihselleştirmesi, böylece daha
     demokratik bir tarih yazımına katkıda bulunabilmesi (Türkeş 2002: 210)
     mümkün olabilecektir. Türk edebiyatında buna cevap verecek yeterince ta
     rihsel roman varlığından söz etmek mümkündür4. Taner Timur (2002: 10-
     12) da katıldığı bu görüşle ilgili şunları söylemiştir: “Tarihçiler ve kamu gözlemcileri
     eserlerini daha çok siyasal hayatla sınırlı tutarken, romancılarımız
     topluma daha geniş açıdan bakabilmişler ve gerek örf ve âdetlerdeki, gerekse
     Braudel’in ‘maddi uygarlık’ dediği karmaşık bütünlükteki evrimi daha iyi
     anlamamıza yardımcı olmuşlardır”. Belki de tarihsel romanın barındırdığı
     tarihsel bilgi açısından değeri, bu yaklaşımla ele alınmadığı için hâlâ anlaşılamamıştır.

    Tarih Bilinci ve Tarihsel Roman

     Levstik (1995: 114)’e göre, bir tarihsel roman; tarih ders kitaplarının geniş
     incelemelerinin dışında, bir yazarın tarihin bir parçasını ele alarak onu derinleştirmesi
     sonucunda insan yaşamına dair ayrıntıları sunar. Bu ayrıntılar,
     kültürel bütünlük mesajının bir parçasıdır. Kültürel mesajları iletme noktasında
     araçsallığı kabul edilen tarihsel roman, demokratik vatandaşın yaratımında
     ona moral değerler aşılanmasında önemli bir araç olarak inşa edilmiştir
     (Şirin 2000: 171). Bu durum, en nihayetinde oluşturulmaya çalışılmasının
     kavgası verilen “tarih bilinci” kavramı çerçevesinde tartışılabilir.
     Tarih bilinci, bireyin tarihsel zaman içinde kendini konumlandırabilmesi, sosyal
     olayları bu konum ve konumun getirdiği değerler sistemi ile oluşan perspektiften
     yorumlayabilmesini sağlayan zihinsel beceri olarak anlaşılabilir. Daha basit
     bir ifadeyle, “geçmişin yorumu, günün algılanması ve gelecek beklentisi” (Tekeli
     1998: 23) şeklinde formüle edilebilir. Tarih bilinci aynı zamanda tarihin
     akışı hakkında belli bir görüş sahibi olmak demektir. Furrer (2000), bu bilincin
     tam olarak oluşabilmesi için bugün ve geçmiş zaman arasında (farkında olarak)
     bir bağlantı kurulması, yani tarihsel anlatı olarak tespit edebildiğimiz zihinsel bir
     faaliyet gerektiğini (Türkeş 2002: 198) söylemiştir. Bu bağlamda, gençlere bir
     tarih bilinci verebilmek, objektif tarih olaylarıyla sübjektif tarih anlayışı(nı)
     mümkün olduğu kadar birbirine yaklaştırmaya çalışmakla başarılabilecek bir
     iştir (Güngör 1995: 86). Burada kastedilen sübjektif tarih anlayışına, tarihin
     belirli bir dünya görüşüne, göre yorumlanması, örneğin tarihsel roman aracılığıyla
     bir değer sisteminin benimsenmesi sonucunda elde edilen kişisel kanaat
     da dahil edilebilir. Zira, tarihin yorumlanarak, insanlık için anlam kazanmasının
     kaçınılmaz olduğunu hepimiz kabul etmek zorundayız. Bu yüzden, sadece bilim
     adamları, filozoflar, mütefekkirler değil, halk yığınları da tarihi yorumlarlar
     (Güngör 1995: 72). Zaten bu yorumlar dışında tarih bilgisinin kıymeti tartışılır.
     Çünkü her zaman, tarihsel bilgiyi, tarih bilincine dönüştürmeyi programlanmış
     bir biçimde alamayız. Bu yüzden öğretilmeye çalışılan bazı tarih bilgileri yukarıda
     değindiğimiz gibi kuru, sıkıcı ve anlamsız gelirler. Oysa tarihsel roman,
     hikayede betimleme doğayı ve eşyayı olduğu gibi kopya etmediği, betimleneni
     egemen ideolojinin içinde yeniden ürettiği (Eşitgin 1998: 114), dolayısıyla tarih
     bilgisi yazarın bakış açısıyla yorumlandığı için bilim yüzünün yapamadığını
     yapabilir.
     
     Tarihsel romanlar aracılığıyla toplumda bazı kavramların yerleştirilmesi, bazı
     değerlerin telkin edilmesi, bazılarının ise hicvedilmesi mümkündür. Bu sebepten
     tarihsel roman, bir misyonu yüklenmiş olmaklığı ile didaktiktir
     (Argunşah 1990: 384). Dolayısıyla her ulusal kimlik tasarımı, tarih yazımı
     kadar o tarihi popülerleştirecek romana da ihtiyaç duymuştur (Türkeş 2002:
     207).
     
     Türk edebiyatında Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze kadar, bu
     amaçla bir çok tarihsel romanın yazılmış olduğu görülür. Tanzimat’tan öncesinde
     destan, şehname ve masallarla tarih bilinci oluşturulmaya çalışılırken,
     daha sonra Genç Osmanlıların Batı tarzında kaleme aldıkları ilk tarihsel romanlar
     ortaya çıkmıştır. Ancak, II. Meşrutiyet’le birlikte daha çok Ziya Gökalp’in
     “Kızılelma”, Ömer Seyfettin’in Milliyetçi/Türkçü tarihsel (kurgu) hikâyeleri
     ile bu devam etmiştir (Koloğlu 2000: 40).
     
     Cumhuriyetle birlikte ise dini temaların dışında, toplumsal ve ulusal konulara
     ağırlık verilmiştir. Özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarını, bu süreçteki Batılılaşma
     ve kalkınma çalışmalarının sancılarını ele alan Çağ romanlarını5 da bu çerçevede
     ele almak mümkündür. Bu eserleri, Samim Kocagöz’ün, “Temelsiz
     bina olmaz. Cumhuriyetimizin tarihsel temelini sadece tarih kitaplarına bırakırsak,
     kupkuru kalırız” (Argunşah 1990: 13) uyarısı doğrultusunda değerlendirmek,
     hatta o dönem için tarihsel roman yazmayı da bu çerçevede ele
     almak mümkündür.
     
     1945’lere kadar tarihsel roman anlayışının tarihsel serüven romanı tarzıyla
     kendini gösterdiğini söylemek mümkündür (Yalçın 1998: 205-224). Özellikle
     Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun yazdığı eserler bu çerçevede ele alınabilir.
     İkinci Dünya Savaşından 1990’lı yılların başına kadar macera tarzı tarihsel
     roman örneklerinin artarak sürdüğü görülmüştür. Bunun sebebinin, 45 yıllık
     süreci etkileyen soğuk savaş dönemi olarak adlandırılan durumun getirmiş
     olduğu siyasal kutuplaşma ve gerginliğin Dünya’daki sosyal çalışmaları biçimlendirdiği
     gibi Türkiye’deki edebiyat ürünlerini, dolayısıyla tarihsel romanları
     da en azından konuları itibariyle etkilemesi olduğu söylenebilir.
     Çünkü, Cumhuriyet döneminde Osmanlı tarihi üzerine yazılan tarihsel romanlar
     sınıflandırıldığında, konu itibarıyla birinci sırada “fetih”, ikinci sırada
     da “Osmanlı’nın çöküşünü hazırlayan nedenler”in işlendiği görülmüştür (Çeri
     2000: 21). Bu veriden hareketle tarihsel romanlarda ele alınan Osmanlı-Türk
     kahramanlığı’nın, yazarların kültürel, felsefî ve siyasal tercihleri olduğu kadar,
     o dönemin bahsedilen siyasi nezaketiyle de ilişkili olarak ön plana çıktığı
     yorumuna varılabilir. Soğuk savaş döneminin kapanmasıyla, küreselleşme
     çabalarının hız kazandığı 1990’lı yıllarda durumun değişmiş olduğu görül,
     müştür. Artık, yazılan romanlarda, “Osmanlının kaynağını Türklükten aldıkları”,
     “kahramanlık veya Türklükten uzaklaşmaları ile yıkılışa neden olan
     zaafları” konularından çok, Osmanlının toplumsal, kültürel, ekonomik yaşamı,
     sanatı, mimarisi, eğitim ve bilimi romanlarda önemli yer tutmaya başlamıştır
     (Çeri 2000: 25). Bu anlamda, tarihsel serüven romanların yerini
     kültürel, sosyal içerikli tarihsel romanlar almıştır.
     
     Buraya kadar ele aldığımız şekliyle tarihsel romanın kavram olarak neyi ifade
     ettiği, yüklendiği işlevin ne olduğu ve Türkiye’deki serüvenine kısaca değinilmeye
     çalışılmıştır. Şimdi ise, lise (orta öğretim) öğrencilerinin tarihsel romanla
     ilişkilerine değinilecektir. Ya da, “Ergenlik dönemindeki genç için
     tarihsel roman neyi ifade eder?” sorusunun cevabı tartışılmaya çalışılacaktır.

    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.