Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Türkolojinin ilk eseri

Türkolojinin ilk eseri sorusunun cevabı için bana yardımcı olur musunuz?

Bu soruya 2 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2022-03-29 04:20:48

    Cevap : Türkoloji yani Türklük Bilimi çalışmaları, 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan “Divan-ü Lügati't Türk” adlı eser ile başlar.

    Kaşgarlı'dan sonra ilk çalışmalar:
    Ali Şir Nevai'nin “Muhakemetü'l-Lügateyn“;
    Bergamalı Kadri'nin de “Müyessiretü'l-Ulâm” adlı eseriyle devam etmiştir.

    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Tugcedogus

    • 2022-03-29 04:20:48

    Cevap :

    Kaşgarlı Mahmud Kimdir:

    Kaşgarlı Mahmud Doğumu: 1008
    Doğu Türkistan (Çin HC) Ölümü: 1105
    Mesleği: Yazar
    Haritacı Milliyeti: Türk Kaşgarlı Mahmud (Arapça: محمود بن الحسين بن محمد الكاشغري, Uygur Türkçesi: Mehmud Qeshqeri), d.1008 - ö.1105).

    XI. yüzyılda yaşayan Türk dil bilginidir. Divân-ı Lügati’t-Türk adlı eseriyle ünlüdür. Karahanlılar soyundandır. 1072 yılında yazmaya başladığı eserini 1074′te tamamlayarak Bağdat’ta Abbasî halifesi El-Muktedî Billah’a sunmuştu. Eserin el yazması tek kopyası Fatih Millet Kütüphanesi’nde 1910 yılında bulundu. 1915-1917 yıllarında öğretmen Kilisli Rifat Efendi’nin çevirisi üç, Besim Atalay’ın çevirisi ise beş cilt olarak basıldı.Karahanlılar döneminde yetişen ve ilk Türk dil bilgini olan Kaşgarlı Mahmut’un doğum tarihi, kesin olmamakla birlikte 1025 olarak biliniyor. Babası Barsaganlı bir bey idi.

    Türk Dili Kamusu (sözlüğü) diye çevirebileceğimiz Divanu Lûgati't - Türk ve Türk dilinin sentaksı (söz dizimi cevherleri) yani, cümle yapısı bilgileri diye çevirebileceğimiz Kitabu Cevâhirü''n-nahv fi lûgati't-Türk adlı iki dev eserin sahibidir. Kaşgarlı Mahmud'un hayatı üzerindeki bilgilerimiz, bilmek istediklerimize oranla oldukça az ve yetersizdir. Bu konuda bilebildiklerimiz yalnız onun Divanu Lûgati't-Türk'ünde doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yer almış bilgilere dayanmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere Mahmud Kâşgarlıdır. Kâsgar XI-XIII yüzyıllar arasındaki dönemde, Doğu Türkistan'dan Maveraünnehre kadar uzanan ve ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar ülkesinin başkentidir. Aynı zamanda XI. yüzyıl Orta-Asya'sının büyük ve önemli bir kültür merkezidir de. Mahmud'un babası Hüseyin ve dedesi Muhammed, Kâsgar'ın kuzey-doğusunda bir kasaba olan Barsgan'lıdırlar. Barsgan'ın o günkü adı da Ordukent'tir. Mahmud'un kendisi Kâşgar'da doğmuştur. Gerçi, son yıllarda yine Divanu Lûgati't Türk'teki bazı ifadelere dayanılarak, Mahmud'un da babası ve dedesi gibi Barsganda doğmuş olduğunu, bu çevrede büyüdüğünü ve çocukluğunu İli ırmağı kıyılarında geçirdiğini iddia eden bir görüş ortaya atılmıştır. Bu görüşe göre, Mahmud'un kendisini Kâşgarlı olarak göstermesi sırf eserini o devir yazı dili olan Hakaniye veya Karahanlı Türkçesi ile yazmış olmasından ve Kâşgar ilinin de o çağın önemli bir kültür merkezi olmasından ileri gelmektedir. Ancak, bu görüş bir kesinlik kazanamamıştır. Ne olursa olsun, Mahmud, adının ayrılmaz bir parçası durumunda olan Kâşgarlı sözünden de anlaşılacağı üzere, artık hep Kâşgarlı olarak kabul edilegelecektir. Kaşgarlı Mahmud'un doğum ve ölüm yılları da kesin olarak belli değildir. 1072-1074 yılları arasında Divanu Lûgati'tTürk'ü tamamladığı zaman kendisinin ileri bir yaşta olduğu göz önünde bulundurularak, Mahmud'un XI. yüzyıl içinde yaşadığı ve aynı yüzyılın sonlarına doğru öldüğü kabul edilmektedir. Kâşgarlı Mahmud'un doğup yetiştiği bölgelerin hakimi olan Karahanlılar ülkesinde çeşitli Türk boyları yaşamakta idi. Kâşgarlı'nın bu boylardan hangisinden geldiği de, kesin olarak bilinememektedir. Ancak, onun Türkiş diye adlandırılan Tobsılardan yahut da Tobsılarla ortak bir lehçe konuşan Yağma Türklerinden geldiği görüşünde olanlar vardır. Kâşgarlı Mahmud soylu bir ailedendir. Ataları Emirler (asıl söylenişi ile Hamirler) diye tanınan Karahanlı beyleridir. Bunlardan Emir (veya Hamir) Tekin Türkistanı Samanoğullarından zaptetmiş olan bir beydir. Mahmud'un ataları olan beylerin, Karahanlılar ülkesinde Oğuzların oturdukları bölgeleri idare etmiş olmaları yahut da Karahanlılar ordusunun onların kumandaları altında Oğuzlardan kurulmuş olması muhtemeldir. Kâşgarlı Mahmud, Divanu Lûgati't-Türk'ün başında, soyca Türklerin en ileri gelenlerinden olduğunu söylemekte, Karahanlı sülâlesinin tanınmış kişilerinden rivayetler aktarmakta, Karahanlı devlet teşkilâtı ve saray gelenekleri üzerine geniş bilgiler vermektedir. Bu durum, onun Karahanlı hükümdar ailesine de yabancı olmadığına işaret sayılıyor. Kâşgarlı Mahmud, hükümdar ailesinden gelmemiş olsa bile, herhalde o ailenin çevresindeki seçkin ve aydın bir zümreden gelmiş olmalıdır. Onun hayatı ile ilgili olarak yukarıdaki bilgilere, iyi bir nişancı ve iyi bir asker olduğunu da ekleyebiliriz. Kaynak eserlerde Kâşgarlı Mahmud hakkında bilgi bulunmamasının sebebi, Kâşgarlının ilk ana kaynak sayılan kendi eserinde, hayatı ile ilgili çok az bilgi vermiş olmasından ileri gelmektedir. Belki de o, hayatı hakkındaki bilgileri sözlüğünden önce yazmış olduğu ve günümüze kadar gelemeden kaybolmuş bulunan söz dizimi ile ilgili kitabında vermiştir. Bunun dışında, o, çağının seçkin bir insanı, büyük ün yapmış bir bilgini olarak eserlerinde doğrudan doğruya kendinden söz etmeyi uygun bulmamış da olabilir. İlim alanında bu kanaat oldukça yaygındır. Hakkında kaynaklarda bilgiye rastlanmamış olmasının bir başka nedeni de, genellikle o çağın îslâm âleminde dinî ilimlere fazla değer verilip, onun dışındaki bilgilerle uğraşanlara gereken değerin verilmemiş olmasından ileri gelmektedir.

    Divan-ı Lügatit Türk'ün Yazılış Sebebi

    Divanu Lûgati't-Türk, adından ve Arap dilinin kurallarına göre düzenlenmiş olmasından da anlaşılacağı üzere, aslında Araplara Türkçe öğretmek üzere kaleme alınmış bir eserdir. Ancak, onun yazılışını böyle tek bir sebebe bağlamak da doğru değildir. Çünkü, Kâşgarlı Mahmud bu görevi yerine getirirken hem Türk dili ile Arap dilinin karşılaştırmasını, daha doğrusu bir muhakemesini yapmış, hem de Türk dili ve kültürü ile ilgili geniş ve çok yönlü bilgiler vermiştir. Böylece, o, Türkçenin ve Türk kültürünün o çağın îslâm topluluğu içindeki yerini belirtmeye çalışmıştır. Bu noktaya biraz daha açıklık verebilmek için, öncelikle o devir Türk dünyası ile İslâm ve Arap dünyası arasındaki karşılıklı bağlantılara şöyle bir göz atmak yerinde olur sanıyoruz. XI. yüzyıl Türk dünyası, ta Çin sınırlanndan Bizans sınırlarına kadar uzanan bir genişlikte idi. Asya'yı bir başından öteki başına kadar kaplayan bu geniş alanın doğu kesimi Uygur ve Karahanlıların, batı kesimi de Selçukluların elinde bulunuyordu. Bu siyasi sınırlar içinde, Uygur, Karahanlı ve Selçuklu Türkleri dışında Oğuz, Türkmen, Türkiş, Karluk, Yağma, Toxsı, Çigil, Kırgız, Kıpçak, Uğrak, Çaruk, Suwar, Bulgar gibi adlar almış, birbirinden ayrı ağız ve lehçeler konuşan çeşitli boylar ve unsurlar yaşamakta idi. Böylece, XI. yüzyılın ikinci yarısında bir yandan ta Bizans sınırlarına bir yandan da Irak'ta Abbasî halifesinin oturduğu Bağdat şehrine varıncaya kadar Türk üstünlük ve hâkimiyeti yayılmış bulunuyordu. Öte yandan, Türkler Budizmi ve Manihaizmi bırakıp toplu olarak İslâm dinini kabûl ettiklerinden, artık İslâm medeniyeti alanına da girmiş bulunuyorlardı. Ayrıca, bu yeni medeniyet dolayısıyla, Orta Asyada bilim ve kültür dili olarak Arapça da hâkim duruma geçme savaşı veriyordu. Maveraünnehir bölgesi ile Buhara, Semerkant ve Kâşgar gibi Türk illeri İslâm kültürünün de önemli merkezleri durumuna yükselmişti. Türk ülkelerinde, Türkçe eserler yanında Arapça ve Farsça eserler de yazılıyordu. Öyle ki, Türk kültürü ile İslâm kültürü, Türk dili ile Arap dili karşı karşıya geçerek birbirlerini yenme savaşı veriyorlardı. Dinî bakımdan Abbasî halifesine bağlı olan İslâm âlemi, o günün tarihî ve sosyal şartları dolayısıyla Türk'ün üstünlüğünü, maddî ve manevî gücünü de kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu bakımdan İslâm-Arap âlemi Türkleri tanımak ve dillerini öğrenmek gereğini duymuştu. İşte Kâşgarlı Mahmud bu gereği karşılamak üzere bir yandan Araplara Türk dilini öğretmek isterken bir yandan da Türkçenin Arapça ile atbaşı beraber gittiğini ispatlamak istemiştir. Bu işi yaparken de dolayısıyla Türk kültürünün değer biçilmez bir hazinesini ortaya koymuş oluyordu. O, eserini yazıp bitirdikten sonra Bağdat'ta devrin halifesi Ebü' l-Kasım Abdullah'a sunarken, Arapçanın bütün İslâm dünyasında, kültür dili olarak hâkim olduğu bir çağda: "Tanrı yeryüzündeki erki (gücü) Türklere vermiştir. Bunların dilini öğrenmekte yarar vardır. Bu kitabı Araplara Türkçe öğretmek için ve Türk dili ile Arap dilinin atbaşı beraber yürüdükleri bilinsin diye yazdım" diyebilecek kadar üstün bir Türklük sevgisine, üstün bir ana dil şuuruna sahip bulunuyordu. Bu konu ile ilgili bazı satırları eserin tercümesinden olduğu gibi aktaralım: "İmdi bundan sonra Muhammed oğlu Hüseyn, Hüseyn oğlu Mahmud der ki: Tanrı'nın devlet güneşini Türk burçlarından doğdurmuş olduğunu ve onların mülkleri üzerinde göklerin bütün teğrelerini[1] döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi; onları herkese üstün eyledi; kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi; bu kimseleri kötülerin -ayak takımının- şerrinden korudu. Okları dokunmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gönlünü almak için onların dilleri ile konuşmaktan başka yol yoktur". "And içerek söylüyorum, ben Buhara'mn sözüne güvenüir imamlarımn birinden ve başkaca Nasaburlu bir imamdan işittim, ikisi de senetleriyle bildiriyorlar ki, yalavacımız (Peygamberimiz S.A.) kıyamet belgelerini, ahir zaman kanşıkhklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklannı söylediği sırada Türk dilini öğreniniz; çünkü, onlar için uzun sürecek egemenlik vardır, buyurmuştur". "Bu söz (hadis) doğru ise (sorgusu kendilerinin üzerine olsun) Tiirk dilini öğrennıek çok gerekli (vâcib) bir iş olur; yok bu söz doğru değilse akıl da bunu emreder"[2]. "Türk dili ile Arap dilinin atbaşı beraber yürüdükleri bilinsin diye HaliFin Kitabü'l-ayn'ında yaptığı gibi, kullanılmakta olan kelimelerle bırakılmış bulunan kelimeleri bu kitapta birlikte yazmak ara sıra yüreğime doğar dururdu"[3]. Divanu Lûgati't-Türk'ü, sıradan herhangi bir sözlük gibi kabul etmek doğru değildir. Çünkü, o, yazarının üstün şahsiyeti ve birçok alandaki geniş bilgisi dolayısıyla, XI. yüzyıl Türk kültür tarihini pek çok yönleri ile aydınlatabilen bir kaynak eser vasfı kazanmıştır. Kâşgarlı Mahmud'un, XI. yüzyıl Türk dünyasına yayılmış bütün Türk boylarının yaşadıkları bölgelerden, oturdukları büyüklü küçüklü yerleşim merkezlerinden buraları bizzat dolaşarak malzeme toplamış olması; Karahanlı yazı dilindeki sözleri verirken, onları öteki Türk lehçe ve ağızlarından topladığı örneklerle karşılaştırması, gerekli yerlerde bunlar için ses bilgisi ve gramer açıklamaları yapmış olması, onun eserini, modern dilcilik metodlarına göre hazrrlanmış ansiklopedik bir sözlük; geniş çapta karşılaştırmalı bir gramer durumuna getirmiştir. Elimizde, Türkçenin eski devirlerini ele alan bu vasıfta, bu genişlik ve derinlikte başka bir eser bulunmadığından, Divanu Lûgat-it-Türk, Türk lehçe ve ağızları için değer biçilmez bir kaynak durumuna girmiştir. Bunun dışında, Kâşgarlı Mahmud ele aldığı Türk boy ve kavimlerinin oturdukları yerleri uzun uzun anlatmış, kullandıkları alfabe sistemlerinden, dillerindeki ses ve yapı ayrılıklarından, boy teşkilâtlarından söz etmiş; onların etnografyalarından tutunuz da inançlarına, gelenek ve göreneklerine, edebiyat ve folkloruna varıncaya kadar ayrıntılı bilgiler vermiş, bu bilgileri gerektiğinde hadisler, atasözleri, şiir parçaları ve dörtlükler gibi canlı örnekler sıralayarak açıklamaya çalışmıştır. İlk Türk dünya haritası ve en eski Türk savları (atasözleri) onun kitabında yer almıştır. Kâşgarlı Mahmud'un, eserinde oldukça geniş ölçülerle yer verdiği Türk kavimlerinden biri Uygurlardır. VIII. yüzyılda Moğolistan'da, IX. yüzyılda da Doğu Türkistan'da yüksek seviyede şehirli bir Türk kültürü geliştirmiş olan Uygurlar hakkında, Uygur devri metinlerinde tarihî bilgiler mevcut değildir. Bu kavim komşularınca da az tanınmış olduğundan, XI. yüzyılda Kâşgarlı Mahmud'un kendi eserinde Uygurlar için vermiş olduğu bilgiler hayli değerlidir. Ayrıca, Kâşgarlı Mahmud, Uygurlardan doğrudan doğruya kendi adları ile bahseden ve haklarında çok yönlü bilgi veren ilk Islâm dil tarihçisi vasfını da taşımaktadır. Bu konuda verilen bilgiler arasında, Kâşgarlı Mahmud'un mensup bulunduğu Karahanlı Devleti ile Uygurlar arasındaki savaşlara ait tarihî hatıraların izleri olarak bir destan parçası durumundaki bazı dörtlüklere rastlanmaktadır.

    İşte bir örnek: Kimi içre oldurup Ilav suvın keçtimiz Uygur tapa başlanıp Mınğlak ilin açtımız (Gemi içine oturarak Ila suyunu geçtik; Uygur memleketine yönelerek Manglak elini fethettik).[4]
    Uygur eline yapılan bir gece baskını anlatılırken de: Tünle bile bastımız Tegme yanğak bustumız Kesmelehn kestimiz Mınglak erin bıçtımız (Geceleyin baskın yaptık, her yandaki pusuya girdik. Öyle ki, atalarının perçemlerini kestik ve Mınglak erlerini öldürdük) denmektedir. Kâşgarlı'nın, eserinde sık sık söz konusu ettiği kavimlerden biri de Oğuzlardır. Oğuzların dili, yani Türkiye Türklerinin atalarının konuşmuş oldukları Eski Oğuzca da öteki Türk boylarının lehçelerine bakarak daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Eserde Oğuzlar, Oğuzeli ve Oğuzca üzerinde genişlemesine bilgi verilmiş olmasının sebebi, şüphesiz Oğuzların X, XI. yüzyıllar Orta Asya Türk dünyasındaki önemleri ile orantılıdır. Oğuz Türkmen boyları daha X. yüzyıldan ve Sirderya ırmağı kuzeyindeki steplerden başlayarak. Sirderya, Maveraünnehir, Harezm ve Horasan bölgelerinde önemli bir yer tutmuş bulunuyorlardı XI. yüzyılda Büyük Selçuklu Devleti'nin batıya yaptığı göçler ve fütuhatlar ile, Oğuz hakimiyeti Azerbaycan, Irak bölgelerine ve devrin büyük kültür merkezlerinden biri durumunda olan Bağdat'a kadar uzanmıştı. Orta Asya Türk dünyasında bu kadar önemli bir yer tutmuş olan Oğuzların Türk dili tarihi bakımından etkisiz kalmaları elbette söz konusu olamazdı. Kâşgarlı Mahmud'un eserinde Oğuzcaya çok sık yer vermiş olması, herhalde bu durumla ilgili olmalıdır. Kâşgarlı'nın Oğuzca hakkında verdiği bilgiler, dil tarihi açısından daha başka bir değer de taşımaktadır. Şöyle ki; VIII. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar değişik bölgelerde müstakil, fakat ayrı birer yazı dili hâlinde yol almış bulunan Türkçe, tek bir kol hâlinde ilerlemiştir. Oğuzcanın gerek Orta Asyada gerek Anadolu bölgesinde müstakil bir yazı dili hâlinde kuruluşu XIII. yüzyıldadır. Elimizde XIII. yüzyıldan önceye ait yazılış alanları belli metinler bulunmadığından bu gün için Oğuzcanın XIII. yüzyıl öncesi, sisli bir dönem durumundadır. İşte bundan dolayıdır ki, Kâşgarlı Mahmud'un Oğuzca için verdiği bilgiler bu lehçenin XI. yüzyıldan XIII. yüzyıl ortalarına kadar uzanan devresinin tayini bakımından çok değerlidir ve iki dönem arasında bir köprü vazifesi görmektedir. Bütün konuşma ve yazı dilleri gibi, Oğuzca da sürekli bir değişme yolu izlediğinden, Divanu Lûgati' t-Türk vasıtasıyla Oğuzcanın tarihî gelişme durumu hakkında da değerli bilgiler alınabilmektedir. Ayrıca, bu eser sayesinde, Oğuzcanın, o devrin ortak yazı dili olan Karahanlı Türkçesi ile öteki ağız ve lehçeler arasındaki yerini, onlarla birleşen ve ayrılan yanlarını da az çok öğrenebilmekteyiz. Çünkü, Kâşgarlı Mahmud, eserinde herhangi bir kelime veya dil kuralı üzerinde dururken "Türklerce -yani Karahanlı Türklerince- böyle söylenir; Oğuzlarda karşılığı şudur; Oğuzlar bunu bilmezler; Çiğil, Yağma, Suvar ve Bulgar Türkleri ile Kıpçaklar bu söyleyişle ortaklaşırlar ya da ayrılırlar; onların başka bir diyaleği vardır" gibi ayrıntılı açıklamalara da girmiş; gerektiğinde bunlar için örnekler de sıralamıştır. Divanu Lûgati't-Türk'ün dil ve kültür tarihindeki yeri üzerinde ne kadar dursak, ne kadar yazsak azdır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kâşgarlı Mahmud, bu değerli eseri ile Türk milletinin kalbinde olduğu kadar Türk dil ve kültür tarihine de adını altın harflerle yazdırmaya hak kazanmış üstün değerlerimizden biridir. Sayın okuyucularımıza Türkçenin XI. yüzyılda nasıl bir dil yapısında olduğunu gösterebilmek ve günümüze gelinceye kadar ne gibi değişikliklere uğradığı hususunda bir fikir verebilmek için, yazımızı, aşağıda Divanu Lûgati' t-Türk'ten aktardığımız birkaç sav (atasözü) ve birkaç dörtlükle bitirmek istiyoruz:

    SAVLAR : Erdem başı tıl 'Erdemin, yani faziletin başı dildir.' Ot tise ağız köymes ' Ateş demekle ağız yanmaz' Közden yırasa köngülden yıne yırar 'Gözden ıraklaşan gönülden de ıraklaşır.' Tağ tağka kavuşmas kişi kişike kavuşur 'Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur.' Öd keçer kişi tuymaz, yalanğuk oğlı mengkü kalmas 'Zaman geçer kişi duymaz, insanoğlu baki kalmaz.' Suv körmeginçe etük tartma 'Suyu görmeden pabuç çıkarma.' Tüzün birle uruş utun birle üsterme 'Ağırbaşlı ile uğraş, yüzsüzle yarışma.' Neçe munduz erse eş edgü, neçe egri erse yol edgü 'Ne kadar ahmak olursa olsun arkadaş yalnızlıktan iyidir; ne kadar eğri olursa olsun, yol yolsuz kalmaktan daha iyidir.'

    DÖRTLÜKLER : Begler atın arğurup Kadgu anı turgurup Mengzi yüzi sarğarıp Kürküm anğar türtülür 'Beyler atlarını yordular, kaygı onları durdurdu, yani sardı; benizleri sarardı; sanki safran sürülmüştü' Tumlığ kelip kapsadı Kutluğ yayığ tepsedi Karlap ajun yapsadı Et yin üşüp emrişür. 'Soğuk gelip kapladı, kutlu yazı çekemedi; kar yağarak dünyayı kapattı vücut üşüyerek titriyor' Yığlap udu artadım Bağrım başın kartadım Kaçmış kutug irtedim Yağmur küni kan saçar. 'Arkasından ağlayarak bozuldum, bağrımın yarasını deştim, giden saadeti aradım, gözüm yağmur gibi kan saçar.' Tümen çeçek tizildi Bükünden ol yazıldı Öküş yatıp üzeldi Yerde kopa adrışur 'Yazın gelişi dolayısıyla, tümen tümen çiçek dizildi, yer altında yatmaktan sıkılan bitkiler yerden fışkırıyor ve birbirinden ayrılıyor.' Yaşın atıp yaşnadı Tuman turup tuşnadı Adğır kısır kişnedi Ögür alıp okraşur 'Bahar dolayısıyla: bulut şimşek çaktırdı ve bulutlar coştu; kısrakla aygır baharın geldiğini görerek kişnediler, her aygır kısrağını aldı.'
    ----------------------------------------------------
    (*) Türk Dili Üzerine Araştırmalar, C.1, TDK Yay.:629, Ankara 1995 Millî Kültür, C. 2, S. 10 (Mart 1981), s. 15-19.
    [1]Çağın güneş batmaz imparatorluğu anlamıyla.
    [2]Divanu Lûgati't-Türk Tercümesi, C. 1., TDK. Ankara 1939, s. 3, 4.
    [3]Not 1'de g.e., s. 6.
    [4]Divanu Lûgat-it-Türk Tercümesi, C. III, s. 178-1. Bu konuda geniş bilgi için bk. Tahsin Banguoğlu, "Uygurlar ve Uygurlar üzerine." Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, 1958, s. 103-106.
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.