İşte Cevaplar
Cevap : ‘Vâveylâ’ şiiri Namık Kemal’in ‘hikmet’ dolu ‘çığlıklarından’ bir diğeridir. Çığlıktır, haykırıştır çünkü mevzu ‘vatandır’. ‘Vatan’ aşkını kuru bir edayla, sessiz bir sedayla anlatmak ise Kemal gibi coşkun ve ateşli üslubuyla namlanmış bir edibe yakışmayacağından o pek bilindik üslubu ile şiirine - ya da daha şiirsel minvalde haykırışına ‘Vâveylâ’ ismini uygun görmüştür.
Vâveylâ
Feminin rengi aks edip tenine
Yeni açmış güle misâl olmuş
İn’itâfi yla bak ne âl olmuş
Serv-i sîmîn safâlı gerdenine
O letâfetle ol nihâl-i revân
Giriyor göz yumunca rü’yâma
Benziyor aynı, kendi hülyâma
Bu tasavvur dokundu sevdâma
Âh böyle gezer mi hiç cânân?
Gül değil arkasında kanlı kefen
Sen misin? Sen misin?! Garîb vatan!
Kemal, dört bölümden oluşan şiirin ilk bölümünü ‘vatan’ tarifi ne ayırmıştır. Onun gözünde ‘vatan’ bir kadın figürü gibidir. Bu sebeple tıpkı bir kadını tasvir eder gibi ‘vatanı’ tasvir etmektedir. ‘Vatan’, ağız, ten, boyun gibi fiziksel özellikleri olan ve fidan gibi yürüyen kanlı canlı bir kadın gibidir. Hala ‘rüya’ âlemine girebilen ve dahi ‘hülyalara’ benzeyebilen soyut bir yanı da mevcuttur. Bu noktada düşlediği hülyasından birdenbire uyanıverir şair ve acı gerçeklikle yüzleşiverir; al renginde gül sandığı ‘kanlı kefenmiş’ meğerse. İnanamaz gözlerine ve tekrar tekrar sorar “Sen misin? Sen misin?! Garib vatan!”
Bu güzellikte hiç bu çağında
Yakışır mıydı boynuna o kefen?
Cisminin her mesâmı yâre iken
Tutun evlâdını kucağında.
Sen gidersen bizi kalır sanma
Şühedân oldu mevt ile handân
Sağ kalanlar durur mu hiç giryân
Tende yaştan ziyadedir al kan
Söyleyen söylesin sen aldanma
Sen gidersen bütün helak oluruz
Koynuna cân atar da hâk oluruz
Kemal, şiirin ikinci bölümünde de ‘vatanla’ hasbihalini sürdürmektedir. Güzelliğinin bu çağında ‘kefeni’ yakıştırrmaz ona, sitem doludur adeta. ‘Vatan’ bir annedir artık. Üstelik çok da fedakâr bir annedir. Öyle ki her zerresi yara içerisinde olmasına rağmen evladını kucağında tutmaya devam eden şefkatli bir anne. Bu annenin ardında ne gözü yaşlı bir şekilde kalmaya ne de şehitlerin ölümle neşe bulduğu bir ahvalde, henüz tende de
yaştan fazla kan var iken geride durup beklemeye asla niyetli değildir şair. İçini ferah tutmasını, söylenenlere adanmamasını salık verir ‘annesine’. Çünkü onun gidişi demek yok oluşumuz demektir. Ama bu yok oluş bir firak asla değildir, tam tersine bir vuslat, bir ‘hâk’ oluş yani toprağa karışıp ‘vatanın’ bir parçası olup onun koynunda yatmadır.
Kemal, şiirin ilk bölümünde kadın formunda takdim ettiği ‘vatan’ için ikinci bölümde bir üst perdeye çıkarak ‘anne’ imgelemini kullanmaktadır. ‘Vatanı’ bir anlamda sıradanlıktan sıyırıp daha bir kutsiyet atfettiği bir konuma çıkarmıştır. Annedir artık ‘vatan’; evladına sahip çıkan onu içinde bulunduğu zor şartlara rağmen kollayıp gözeten. Aynı zamanda uğruna ölümün neşe ile karşılandığı bir olgudur artık. Kuvvetle muhtemeldir ki Kemal, devrin şartları da göz önünde bulundurulursa ülkenin halini fena ve her ‘mesâmı yâre’ içerisinde
bir vaziyette olduğuna işaret etmektedir. Bu durumdan çıkmak için her türlü fedakârlığın yapılması hatta gerekirse ölümün bile göze alınmasının icap ettiğini düşünmektedir.
Git vatan! Kâ’be’de siyâha bürün
Bir kolun Ravza-i Nebî›ye uzat
Birini Kerbelâ›da Meşhed›e at
Kâ’inâta o hey’etinle görün!
O temâşâya Hakk da âşık olur
Göze bir âlem eyliyor izhâr
Ki cihândan büyük letâfeti var
O letâfet olunsa ger inkâr
Mezhebimce demek muvâķ k olur:
Aç vatan göğsünü İlah›ına aç!
Şühedânı çıkar da ortaya saç!
Şairin ‘vatan’ ile konuşması bu bölümde de devam eder. Bu kez ‘Kâ’be’de’ siyaha bürünmeye gönderir vatanı. İslam’ın kutsal topraklarına, dinin anavatanına gönderir ‘vatanı’. Bir kolunu Peygamberin türbesine diğerini torunu Hz. Hüseyin’in şehitliğine atmasını ister. Bu vaziyette bir ‘temâşâya’ Hakk’ın da hayran kalacağını belirtir. Bu duruşun barındırdığı güzelliğin inkâr edilemeyeceğini; ola ki böyle bir ihtimal vuku bulursa da koynunda sakladığı şehitleri çıkarıp ortaya saçmasını salık verir. Kemal, şiirin bu bölümünde doğrudan pek çok manevi ve kutsal mekânlara yer vermiştir. Yer verdiği bu mekânlar arasında ‘Kâ’be, Ravza-i Nebî, Kerbelâ ve Meşhed’ kelimeleri ile hem coğrafi hem de manevi vatanın sınırlarını çizmektedir (Şengül, 1999: 195-213). Namık Kemal’in ‘vatan’ için çizdiği istikamet ‘Kâbe’ye’ doğrudur. İsmet Özel, ‘Kâbe’ denince neden vatan anlaşılması gerektiğini şu şekilde açıklar;
“Vatan deyince önce Kâbe’yi hatırlamamızın manasını kavramamız lazım. Neden Kâbe deyince vatan anlaşılır? Bunun kimle, ne alakası vardır? Kâbe, kâinaƨ n merkezinin izdüşümüdür. İlk mektepten itibaren çocuklara dünyanın en yüksek yeri olarak Everest Tepesi’ni öğretirler. Bu yanlıştır. Dünyanın en yüksek yeri Kâbe’dir. Çünkü Kâbe kâinatın merkezinin izdüşümüdür. Yani dünyada her şey Kâbe’nin altındadır. Onun
için bizim vatanımız Kâbe’dir” (Özel, 2011).
‘Kâbe’, tüm Müslümanların kutsal mekânı olmanın yanı sıra sembolik olarak Müslümanların anavatanı olma hüviyetini de taşımaktadır. Her ne kadar yüzü Batıya dönük bir Tanzimat aydını da olsa Namık Kemal’in kutsal İslami mekânlara doğru bir istikamet çizmesi içindeki Müslüman kimliğin zuhur etmesi olarak okunabilir. ‘Vatan’
için çizdiği rota Doğuya doğrudur, Baƨ ya değil. Bu durumu, Kemal ’in kararsız ve düalist yönünün bir diğer işareti olarak görmek mümkündür.
De ki Yâ Rab! Bu Hüseyn›indir
Şu mübârek Habîb-i Zî-şân’ın
Şu kefensiz yatan şehîdânın
Kimi Bedr’in kimi Huneyn›indir
Tazelensin mi kanlı yâreleri?
Mey dökülsün mü kabr-i Ashâb’a?
Yakışır mı sanem bu mihrâba?
Haç mı konsun bedel şu mîzâba?
Dîninin kalmasın mı bir eseri?
Âdem evlâdı birtakım câni
Senden alsın mı sâr-i şeytânî?
Bir önceki bölümde kullandığı dini terimleri bu bölümde de kullanmaya devam eder şair. ‘Vatanı’ doğrudan Tanrı ile muhatap kılar. Hz. Hüseyin’i gösterir bir tarafa, ‘Habîb-i Zişan’ Peygamber vardır öte tarafa, Bedir ve Huneyn şehitleri de öbür yandadır. Feryat figan halde başlar sorgulamaya; kanlı yaraları tekrar mı tazelensin, şarap mı dökülsün ashabın kabrine, mihrap bir puta mı reva olsun? Ya da haç mı konsun mîzâba, dinden geri
hiçbir eser kalmasın mı veyahut birtakım cani güruh şeytanın öcünü mü alsın senden? Kemal, şiirin şimdiye dek olan bölümlerinde soyut bir kavram olarak ‘vatanı’ kişileştirmiş ve onunla karşılıklı bir diyalog içerisindeymiş gibi konuşmuştu. Bu bölümde ise ‘vatanın’ karşısına Tanrı’yı koyarak hitabı doğrudan Tanrı’ya yöneltmektedir. Ve bu konuşmanın cereyan ettiği esnada Bedir ve Huneyn savaşlarından bahseder. Bedr’in ve Huneyn’in adının anılması işaret ettiği manalar bakımından önemlidir.
Diğer Cevaplara Gözat
Vâveylâ
Feminin rengi aks edip tenine
Yeni açmış güle misâl olmuş
İn’itâfi yla bak ne âl olmuş
Serv-i sîmîn safâlı gerdenine
O letâfetle ol nihâl-i revân
Giriyor göz yumunca rü’yâma
Benziyor aynı, kendi hülyâma
Bu tasavvur dokundu sevdâma
Âh böyle gezer mi hiç cânân?
Gül değil arkasında kanlı kefen
Sen misin? Sen misin?! Garîb vatan!
Kemal, dört bölümden oluşan şiirin ilk bölümünü ‘vatan’ tarifi ne ayırmıştır. Onun gözünde ‘vatan’ bir kadın figürü gibidir. Bu sebeple tıpkı bir kadını tasvir eder gibi ‘vatanı’ tasvir etmektedir. ‘Vatan’, ağız, ten, boyun gibi fiziksel özellikleri olan ve fidan gibi yürüyen kanlı canlı bir kadın gibidir. Hala ‘rüya’ âlemine girebilen ve dahi ‘hülyalara’ benzeyebilen soyut bir yanı da mevcuttur. Bu noktada düşlediği hülyasından birdenbire uyanıverir şair ve acı gerçeklikle yüzleşiverir; al renginde gül sandığı ‘kanlı kefenmiş’ meğerse. İnanamaz gözlerine ve tekrar tekrar sorar “Sen misin? Sen misin?! Garib vatan!”
Bu güzellikte hiç bu çağında
Yakışır mıydı boynuna o kefen?
Cisminin her mesâmı yâre iken
Tutun evlâdını kucağında.
Sen gidersen bizi kalır sanma
Şühedân oldu mevt ile handân
Sağ kalanlar durur mu hiç giryân
Tende yaştan ziyadedir al kan
Söyleyen söylesin sen aldanma
Sen gidersen bütün helak oluruz
Koynuna cân atar da hâk oluruz
Kemal, şiirin ikinci bölümünde de ‘vatanla’ hasbihalini sürdürmektedir. Güzelliğinin bu çağında ‘kefeni’ yakıştırrmaz ona, sitem doludur adeta. ‘Vatan’ bir annedir artık. Üstelik çok da fedakâr bir annedir. Öyle ki her zerresi yara içerisinde olmasına rağmen evladını kucağında tutmaya devam eden şefkatli bir anne. Bu annenin ardında ne gözü yaşlı bir şekilde kalmaya ne de şehitlerin ölümle neşe bulduğu bir ahvalde, henüz tende de
yaştan fazla kan var iken geride durup beklemeye asla niyetli değildir şair. İçini ferah tutmasını, söylenenlere adanmamasını salık verir ‘annesine’. Çünkü onun gidişi demek yok oluşumuz demektir. Ama bu yok oluş bir firak asla değildir, tam tersine bir vuslat, bir ‘hâk’ oluş yani toprağa karışıp ‘vatanın’ bir parçası olup onun koynunda yatmadır.
Kemal, şiirin ilk bölümünde kadın formunda takdim ettiği ‘vatan’ için ikinci bölümde bir üst perdeye çıkarak ‘anne’ imgelemini kullanmaktadır. ‘Vatanı’ bir anlamda sıradanlıktan sıyırıp daha bir kutsiyet atfettiği bir konuma çıkarmıştır. Annedir artık ‘vatan’; evladına sahip çıkan onu içinde bulunduğu zor şartlara rağmen kollayıp gözeten. Aynı zamanda uğruna ölümün neşe ile karşılandığı bir olgudur artık. Kuvvetle muhtemeldir ki Kemal, devrin şartları da göz önünde bulundurulursa ülkenin halini fena ve her ‘mesâmı yâre’ içerisinde
bir vaziyette olduğuna işaret etmektedir. Bu durumdan çıkmak için her türlü fedakârlığın yapılması hatta gerekirse ölümün bile göze alınmasının icap ettiğini düşünmektedir.
Git vatan! Kâ’be’de siyâha bürün
Bir kolun Ravza-i Nebî›ye uzat
Birini Kerbelâ›da Meşhed›e at
Kâ’inâta o hey’etinle görün!
O temâşâya Hakk da âşık olur
Göze bir âlem eyliyor izhâr
Ki cihândan büyük letâfeti var
O letâfet olunsa ger inkâr
Mezhebimce demek muvâķ k olur:
Aç vatan göğsünü İlah›ına aç!
Şühedânı çıkar da ortaya saç!
Şairin ‘vatan’ ile konuşması bu bölümde de devam eder. Bu kez ‘Kâ’be’de’ siyaha bürünmeye gönderir vatanı. İslam’ın kutsal topraklarına, dinin anavatanına gönderir ‘vatanı’. Bir kolunu Peygamberin türbesine diğerini torunu Hz. Hüseyin’in şehitliğine atmasını ister. Bu vaziyette bir ‘temâşâya’ Hakk’ın da hayran kalacağını belirtir. Bu duruşun barındırdığı güzelliğin inkâr edilemeyeceğini; ola ki böyle bir ihtimal vuku bulursa da koynunda sakladığı şehitleri çıkarıp ortaya saçmasını salık verir. Kemal, şiirin bu bölümünde doğrudan pek çok manevi ve kutsal mekânlara yer vermiştir. Yer verdiği bu mekânlar arasında ‘Kâ’be, Ravza-i Nebî, Kerbelâ ve Meşhed’ kelimeleri ile hem coğrafi hem de manevi vatanın sınırlarını çizmektedir (Şengül, 1999: 195-213). Namık Kemal’in ‘vatan’ için çizdiği istikamet ‘Kâbe’ye’ doğrudur. İsmet Özel, ‘Kâbe’ denince neden vatan anlaşılması gerektiğini şu şekilde açıklar;
“Vatan deyince önce Kâbe’yi hatırlamamızın manasını kavramamız lazım. Neden Kâbe deyince vatan anlaşılır? Bunun kimle, ne alakası vardır? Kâbe, kâinaƨ n merkezinin izdüşümüdür. İlk mektepten itibaren çocuklara dünyanın en yüksek yeri olarak Everest Tepesi’ni öğretirler. Bu yanlıştır. Dünyanın en yüksek yeri Kâbe’dir. Çünkü Kâbe kâinatın merkezinin izdüşümüdür. Yani dünyada her şey Kâbe’nin altındadır. Onun
için bizim vatanımız Kâbe’dir” (Özel, 2011).
‘Kâbe’, tüm Müslümanların kutsal mekânı olmanın yanı sıra sembolik olarak Müslümanların anavatanı olma hüviyetini de taşımaktadır. Her ne kadar yüzü Batıya dönük bir Tanzimat aydını da olsa Namık Kemal’in kutsal İslami mekânlara doğru bir istikamet çizmesi içindeki Müslüman kimliğin zuhur etmesi olarak okunabilir. ‘Vatan’
için çizdiği rota Doğuya doğrudur, Baƨ ya değil. Bu durumu, Kemal ’in kararsız ve düalist yönünün bir diğer işareti olarak görmek mümkündür.
De ki Yâ Rab! Bu Hüseyn›indir
Şu mübârek Habîb-i Zî-şân’ın
Şu kefensiz yatan şehîdânın
Kimi Bedr’in kimi Huneyn›indir
Tazelensin mi kanlı yâreleri?
Mey dökülsün mü kabr-i Ashâb’a?
Yakışır mı sanem bu mihrâba?
Haç mı konsun bedel şu mîzâba?
Dîninin kalmasın mı bir eseri?
Âdem evlâdı birtakım câni
Senden alsın mı sâr-i şeytânî?
Bir önceki bölümde kullandığı dini terimleri bu bölümde de kullanmaya devam eder şair. ‘Vatanı’ doğrudan Tanrı ile muhatap kılar. Hz. Hüseyin’i gösterir bir tarafa, ‘Habîb-i Zişan’ Peygamber vardır öte tarafa, Bedir ve Huneyn şehitleri de öbür yandadır. Feryat figan halde başlar sorgulamaya; kanlı yaraları tekrar mı tazelensin, şarap mı dökülsün ashabın kabrine, mihrap bir puta mı reva olsun? Ya da haç mı konsun mîzâba, dinden geri
hiçbir eser kalmasın mı veyahut birtakım cani güruh şeytanın öcünü mü alsın senden? Kemal, şiirin şimdiye dek olan bölümlerinde soyut bir kavram olarak ‘vatanı’ kişileştirmiş ve onunla karşılıklı bir diyalog içerisindeymiş gibi konuşmuştu. Bu bölümde ise ‘vatanın’ karşısına Tanrı’yı koyarak hitabı doğrudan Tanrı’ya yöneltmektedir. Ve bu konuşmanın cereyan ettiği esnada Bedir ve Huneyn savaşlarından bahseder. Bedr’in ve Huneyn’in adının anılması işaret ettiği manalar bakımından önemlidir.
Diğer Cevaplara Gözat