Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Ben Ruhi Bey Nasılım / Edip Cansever

Ben Ruhi Bey Nasılım / Edip Cansever

Bu soruya 1 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2020-10-23 08:17:56

    Cevap :

    Ben Ruhi Bey Nasılım / Edip Cansever

    Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
    Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
    Büyük bahçelerin küçük içinde
    Saksılardan birinde
    Gördüm de
    Uyurken uyandırılmış gibi
    Beni bir sardunya büyüttü belki.

    O ben ki
    Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
    Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
    Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

    Ne peki
    Yere dökülen bir un sessizliği mi
    Göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
    İşini bitirmiş bir org tamircisinin
    Tuşlardan birine dokunacakkenki
    Dikkati ve tedirginliği mi.

    Bekler mi beni
    Her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
    Bir sürü yaz gününün içinde
    Acaba bekler mi beni
    Uykularım, o sonsuz uykularım
    Yanmış bir limonluktaki
    - Ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde
    Sesini hiç eksiltmeyen -
    Ama bilmez miyim ben
    Bilmez miyim hiç
    Böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine
    Kısacık bir zaman olmalıydı elimde
    Turfanda meyva gibi bir zaman
    Yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği
    Geçerek erguvanların dönemecinden
    Leylakların dörtyol ağzından
    Yapıştırıncaya dek beni dudaklarına
    Acının dudaklarına ve geçmişin
    Bir yaban gülü yaprağı gibi beni
    Ama ne gezer.

    Korkmuyorum artık solmaktan
    Solmaktan ve solgunluktan
    Gelmişim nerelerden böyle
    Kurumuş bir dere yatağı gibi
    Ya da pek kurumamış da
    Baygın, hasta ya da cançekişen
    Çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında
    Ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini
    Yorgun düşerek taşımaktan
    Ve ne çıkar ayırmasam kendimi
    Suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.

    Koylardan
    Kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da
    Eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan
    Ayırmasam kendimi
    Diyorum ayırmasam
    Köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan-
    İçindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri
    Cepleri yüreği cepleri
    Ayırmasam da ben
    Kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
    Sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
    Oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
    Bu kımıltısız gövde
    Görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi
    Görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların
    Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
    O müthiş öğle sıcağında
    Pencerenin önünde örgü ören birinin
    - Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
    Görülmediği gibi
    Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
    Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.


    II

    Ve her şey hızla yetişti sonra
    Sarı bir günün kahverengi yarınına.

    Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da
    Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
    Ağaç da çürümüş zaten
    Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu
    Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
    Çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
    -Gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-
    Yoklamışlar orasından burasından
    Kim bilir.

    Ama sessizlikten başka ne bulmuşlar
    Önemsiz bir iki anıdanbaşka
    Ya insan kılığında ya da bir dekor taşkınlığında
    Sorarım ne bulmuşlar
    Çoktan yeni bir umuda dönüşmüştür onlar da
    Anılar.

    Oysa bambaşka şeyler olmalıydı ağaçta
    Kazılmış, oyulmuş yerlerinde ağacın
    Buruk mayhoş, daha çok da bir zehir tadındaki
    Bir şeyler olmalıydı. Ve sanki
    Yıllar var ki saklamışım orda ben

    Saklamışım anlaşılan
    Odasında yapayalnız doğuran bir kadının
    Dışa vurmak istemediği
    Ya da pek gereksinmediği
    O iniltiyi andıran
    Duyurulmayan her şeyi.


    III

    Ve her şey dönüştü işte
    Kahverengi bir çarşambadan
    Sapsarı bir cumartesiye.

    Ansızın bir rüzgar çıktı demin
    Çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar
    Kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü
    Yakıyor gözkapaklarımı da
    Toplayıp getiriyor anılarımı bir bir
    Uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.

    (Kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
    1 - İşte! bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
    2 - Süt emer gibi bir memeden
    Bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
    3 - Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)

    (Ansak mı anmasak mı
    Yeri mi şimdi değil mi
    Bir tren yolculuğunda ve her yerde
    Her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
    Bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi
    Saatler iyi
    Adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi
    Ve bütün yolcuların dalgın
    Koparıp koparıp bir şeyler yediklerini
    Görünüşte kararsız
    Görünüşte üzgün, endişeli
    Görsek mi acaba, görmesek mi
    Açıp da kapalı gözlerini arada
    Şöyle bir görünümü tek bir solukta
    Yalandan, inatla içine çekenleri
    Ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken
    Belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini
    Bir tilki çevikliğiyle, acele
    Katarak yolculuğa hiç yoktan bir gizemliliği
    Bilmem ki, görmesek mi
    Durunca tren bir istasyonda
    Dudakları çatlamış, ateşli, hasta bir istasyonda
    Dünyanın bütün elma satıcılarına bakıp
    Bakıp da her şeyi ilk defa tanıyormuş gibi
    Uzanıp pencerelerden sarkık gerdanlarıyla
    Tutarak parmaklarıyla yalancı
    Ve ucuzundan bir kolyeyi
    Acaba görmesek mi
    Bir treni ve dünyada tren olan her şeyi.

    Ansak mı anmasak mı acaba
    Yeri mi şimdi, değil mi
    Sırasını bekleyen bir kadının, hasta
    Gereğinden fazla abartılmış yüzünü
    Besbelli iğrenirdiniz
    Çevirirdiniz gözlerinizi yer tahtalarına
    Bir duvar saatine ya da kapıya
    Telefona bakardınız, tırnaklarını incelerdiniz uzun uzun
    Kısaca
    Kaçınmak isterdiniz o yüzden -ama bitmedi-
    Gördünüz, görüverdiniz bir daha
    Sıyrılmış acılardan ansızın
    Sevecen, durgun, sade
    O yüzü
    Belki de, orda, acele
    Karar verdiniz
    Bir anneniz olsun isterdiniz böyle
    Ve belki sarılıp öpmek isterdiniz onu
    Her neyse...

    Söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de
    Ben uzun yolları hiç sevmem
    Doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar
    Ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde.)


    IV

    Bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar
    Denize bırakılmış çöpler gibi
    Yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi
    Geri veriyor ve çekip gidiyor usulca.

    Bulanık bir havuzun yanında buluyorum kendimi
    Bakımsız, taşları kırık bir havuzun yanında
    İçinden koyu yeşil bir çocuğun baktığı
    Çürümeye yüz tutmuş yaprak renginde
    Ağlaması yağmurlu bir sundurmaya benzeyen
    Kırık iskemleleri, çatlamış mermer masasıyla
    Yağmurlu bir sundurmaya
    Ve pencerelerde belli belirsiz bir kadın
    Pencerelerde ve her yanda.

    Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
    Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
    Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

    (Nerdeyim
    Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
    Para bozduranların az çok bildiği
    Adres soranların gene bildiği
    Bir sokakta bir aşağı bir yukarı
    Saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
    Amansız bir güceniğim.)

    Geri getiriyor bunları rüzgar
    Geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da
    İniltili, hasta bir konağı da
    Çatısında baykuşların tünediği
    Birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboşlarda
    Ve bütün konuşmaların tek bir cümlede toplanıp
    Suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği
    Bir konağı ve konağın olanca görkemini
    Geri getiriyor rüzgar.

    (Konaksa yandı çoktan
    Tertemiz bir asfalt ezip geçti onu
    İyi biliyorum tertemiz bir asfalt
    Ezip geçti onu
    Kırmızı bir konak mezarı gölgesi bırakarak.)

    Ve yıllar ve günler ve saatler ayarlandı
    Caddeler, işhanları kahveler ayarlandı
    Meyhaneler, genelevler
    Pasajlar, dar sokaklar, geçitler
    Soğuk biralar ayarlandı, soğuk her şey
    Ve bütün ilişkiler
    Birden yerini aldı.

    Ve her şey yetişti gene
    Sarı bir çarşambadan
    Kahverengi bir cumartesiye.


    V

    Ben Ruhi Bey, nasıl olan Ruhi Bey
    Nasılım
    Bir yaz ikindisinden çıktım geldim
    Diyelim bir pazartesiydi, biraz da şöyle geldim
    Kapıyı iyice kapadım
    - Kapadım mı, evet, kapadım -
    Çitlenbik ağacının altından geçtim
    Frenk üzümlerinden bir iki salkım kopardım
    Dişlerimle sıyırdım
    Sardunya renginde ve sardunya tadında idiler
    Biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi durdum
    Azıcık gülümsedim
    Ve dünya bana gülümsedi
    Çakılların üstünden yürüdüm
    Yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki
    Yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi
    İyice duydum
    Çıkarken bahçe kapısını açık bıraktım
    - Çok yüksekti. Deniz dibi renginde ve demirdendi. Üstünde aslan başı
    kabartmalar vardı. İki yanında çok yüksek iki duvar uzar giderdi.
    Dışardan çam ğaçları görünürdü. Bir kırbaç gibi görünürdü. Ve
    ağaçların üstünde kırbaç kılıflarına benzeyen ve evlatlıkların mavi
    pazen giysilerini andıran kalınlaşmış bir gökyüzü dururdu -
    On sekiz on beş trenine yetiştim
    Geniş kadife koltuğa oturdum
    Puromu yaktım - iki kibrit harcadım -
    Akşam gazetelerinde pek bir şey yoktu
    Haydarpaşa'ya kadar bulmaca çözdüm
    İskelede saçları çok iyi taranmış bir kız bana baktı
    Bakışından tedirgin oldum
    Giyimsizdi, boyasızdı, bakımsızdı
    Vapurla Karaköy'e geçtim
    Tokatlı'ya uğradım
    Köprüden aldığım Fransız dergilerini karıştırdım
    Kirazla bir kadeh rakı içtim
    Çıkarken boy aynasında kendime baktım
    Oldukça yakışıklıydım
    Gömleğim temizdi, beyaz ceketim
    Tertemizdi ve ayakkabılarım
    Pantolonum ütülü
    Yelek cebimde ince altın bir zincir
    Sarı ve ince bıyıklarım
    Tam Ruhi Bey bıyığıydı
    Ve iki parmağın arasında bir çiçek sapı
    - Zakkum muydu, değil miydi, belki yazpatı -
    Boynumda menekşe rengi bir papyon
    Hafifçe sarkık
    Dudağımda bitti bitecek bir sigara
    Kenarında dudağımın
    Dışarı çıktım.
    Tünele bindim, Asmalımescit'teki Viyana lokantasına geldim.
    Avusturyalı karı koca beni karşıladılar
    İkisi de eğilerek ben dimdik durdukça onlar bir kez daha eğilerek beni
    karşıladılar
    Benden başka oldukça şişman iki adam daha vardı. Beyaz Ruslardandılar, gözleri
    necef taşı gibi sert ve parlaktı
    Tezgahta bir Leh Yahudisi votka içiyordu, yüzündeki ince damarlar fırçayla
    çizilmiş gibiydi, bir silinip bir canlanıyorlardı.
    Soğuk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler
    Üstüne kremalı ahududu getirdiler, likörle kahve getirdiler
    Çıkarken bolca bahşiş bıraktım.
    Markiz'e uğradım, dört mevsimden süzülmüş bir konyak içtim
    Düzeltip arada bir bıyıklarımı
    Uçları hafifçe ıslak
    Bir ara pencere camında kendime baktım
    Baktım ki, ben Ruhi Bey
    Nasıl olan Ruhi Bey
    Daha nasılım.

    Oradan Galatasaray'a kadar yürüdüm
    Bir kadının pembe beyaz teni dağılıp uçuşarak
    Gezindi ortalıkta bir süre
    Ve durdum
    Durdum bu güzel yaz ikindisinden çıkıp
    Bambaşka bir sonbahar sabahını giyinceye kadar Nasılım.


    VI

    Nasıl olacaksınız Ruhi Bey
    Bugün de erkencisiniz Ruhi Bey
    Şarapla bira mı içiyorsunuz Ruhi Bey
    Böyle sabah sabah Ruhi Bey
    Akşam akşam Ruhi Bey
    Akşam sabah Ruhi Bey
    Cıgara alır mıydınız Ruhi Bey
    Yakalım Ruhi Bey, yakalım
    Böyle üşümüyor musunuz Ruhi Bey
    Benim de ayakkabılarım su alıyor Ruhi Bey
    Ne olur ne olmaz
    Önümüz kış Ruhi Bey
    Ee, daha nasılsınız Ruhi Bey
    - İyiyim, iyiyim.

    (Gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim
    Kızgın bir sardunyanın üstelik üvey çocuğu
    Pembe pembe azarlanırım
    O ölür ben azarlanırım
    Kocaman bir konakta uzarım kısalırım
    Ellerim tırnaklarım
    Yeni kırpılmış bir koyun derisi gibi pespembe
    Ve sıcak
    Gözlerim, gözlerim benim
    Denizi ilk defa gören bir çocuğun
    Birdenbire yaşlanması neyse.)

    Sizinle görüşelim Ruhi Bey
    Vaktim yok, vaktim yok
    Ruhi Bey, görüşelim
    Vaktim yok görüşmeye kimseyle
    Ruhi Bey!
    Kendimle bile, kendimle bile.
    (Olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
    Ama hiç kimse.)




    BİR ÇİÇEK SERGİCİSİ DER Kİ


    Bin dokuzyüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi
    Güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi
    Ellerim kirli miydi
    Neydi
    Çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti
    Bilmem ki
    Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur
    Her zaman hatırlarım
    Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur
    Bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili
    Karım göğsüme takmıştı. Şimdi ben çok yaşlıyım
    Şimdi ben nedense çok yaşlıyım
    Herkesi ayrı ayrı tanımam
    Ruhi Bey'i İçerenköy'den tanırım
    İçerenköy'ü iyi bilirim de ondan
    Kaç yıl önceydi, şimdi unuttum
    Babasını da tanırım
    Kaç yıl önceydi, bilemem
    Üryani eriği gibi gözleri vardı
    Çizmeleri, kamçısı
    Ruhi Bey, benden çiçek alırdı
    O zamanlar sokak sokak dolaşırdım
    Çiçek alanları iyi bilirdim
    Ruhi Bey de çiçek alırdı
    Nedense benden alırdı. Çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım
    Kuşkonmazları sevmem, kullanmam
    Çiçeklerin aralıklarına bakarım
    Sanki ben onları hep yeniden yaratırım, yontarım
    Bin dokuz yüz kırk üçde biri öldü
    Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü
    Düşünce öldü
    Bir ölülük sindi ellerime
    Bir ölülük bana sindi
    Ona sergimde her zaman bir yer ayırırım
    Kimseler bilmez
    Ben işte gizli gizli onu sularım
    Karanlık bir karanfilliği
    Yoklukta bir karanfilliği
    O gün bugündür bütün çiçekler
    Karanfildir benim için.

    Bir gün de bir demet karanfilim yandı
    Bir demet karanfilin penceresi, kapısı
    Nedense yandı
    Önce giyinik bir ev görünümündeydi, öyleydi
    Takındı kırmızılarını sonra
    Süslendi
    Bir boşluk edindi orda kendine
    Hemen oracıkta bir boşluk
    Açtı şemsiyesini ve gitti.

    Ben şimdi oğlumun yanında kalırım
    Onun kırmızı yapraklardan yapılmış
    Bir zamandışılığı vardır
    Beni anlamaz
    Anlamaz, niye anlasın
    Anlaşılmak! -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz

    Ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım
    Beni oraya gömecekler
    Ruhi Bey cenazeme gelecek
    Ama hangi Ruhi Bey
    Doğrusu biraz şaşırdım
    İçerenköy'deki Ruhi Bey gelmez
    Osadece karanfil satın alır
    Ölümü pek beğenmez
    Şimdiki Ruhi Bey ölümedaha yatkındır
    Yaşamaya da
    Ölümle yaşam arasında bunalır bunalır
    Ben bu kadarını anlarım
    O gelir beni kaldırır
    Bir karanfil kalabalığına arrtık katılır
    Geçen gün gördüm
    Acımayı unuttum
    Sevinmeyi unuttum
    Ben her şeyi artık unutuyorum
    Ama ogeçerken ne yalan söyleyeyim şuramda birağrı duydum
    Ağrı da değildi belki, hani, nasıl
    Gövdemi yeniden buldum
    Acılar acılara eklenince ağırlaşıyor
    Gövdem de ağırlaşıyor
    Ruhi Beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz
    Şu üstümdeki boşluk kadar
    Bir demet
    Yok artık pek konuşmuyoruz
    Benim sözlerim eskidi
    Onunki de eskidi
    Zaten kelimeler sonludur
    Öyledeğil mi
    Donuk donuk bakışıyoruz
    Ben ölüme iyice yakın
    O yaşamaktan uzak
    Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
    Karanfiller ölürken
    Karanfillerden bir deniz.



    BİR MEYHANE GARSONU


    İşte
    Isınmış parke yolun kokusu
    Demek ki ben mutsuzum
    Tuhaf bir su içmişim de sanki içim görünüyor
    Gözlerim buzdan
    İçimde yaz kırıkları.

    Eklemek gerek
    Büyümesi gibi bir salyongozun
    Yıllarla değil, yıllarla değil
    Saniyelerle kıvrılmıştır kabuğum.

    Aynalıpasaj'ı geçtim
    Geçerken sağlı sollu aynalara baktım - her günkü gibi -
    Vitrinlere baktım, düğmelere, fremuarlara
    Yukardaki taş heykelciklere baktım
    Bakmasam ne yapacaktım, açılıp kapanmaya başladı dudaklarım
    Gözkapaklarım
    Açılıp kapanmaya
    Açılan kapanan çözülen
    Ne varsa duyuyordum kendimde
    Balıkpazarı'na saptım.

    Ben balıkpazarı'na sapınca
    Dünyada sayılmayan bir adamdım
    Nasıl duruyorsa gökyüzü sayılmadan
    Boylu boyunca bir duvar
    Ve uzay nasıl duruyorsa
    - Uzay ki mutluluktur
    Ele geçmeyen bir sonsuzluktur uzay -
    Ben masallara şunu bunu taşırdım.

    Oldukçe dar bir sokağa gelince durdum
    Karşıdan karşıya çamaşırlar asmışlardı
    Mor, pembe, beyaz çamaşırlar
    Kızgın yaz güneşinin altında
    Hoşlandım
    Anahtarı kilide soktum, bundan da hoşlandım
    Çevirdim bir iki kez, kapı titredi
    Ben de titredim
    Dükkanı açtım.

    Karşıki evler çoktan uyanmıştı
    Hemen herkesi az çok tanırdım
    İki kocakarı, levanten, dama oynuyorlardı gene camın önünde
    Çinko balkonda bir kız çocuğu ağlıyordu
    Oydu
    Bir satıcıya sesleniyordu, oydu
    Besbelli yeni uyanmıştı, saçları dağınıktı
    Zayıftı, sürekliydi, değişmiyordu
    Sesi inceydi, isterikti
    Saate baktım dokuz buçuktu.
    Ne yaptım da ben, daha sonra ne yapacaktım
    Önce helaya girdim, bir süre helada kaldım
    Terledim, adını bilmediğim bir kokuyla koktum
    Mutfağa girdim
    Patatesleri soydum yıkadım
    Domatesleri salatalıkları
    Soydum yıkadım
    Muska böreği sardım kaldırdım
    Bira kasalarını, boş şişeleri
    Dükkanın önüne çıkardım
    Camları sildim, ortalığı süpürdüm
    Sonra bir iskemleye oturdum
    Orda yüz binlerce cinayeti ben
    Ve intiharı
    Bir mutluluk gibi dışımda duydum.

    Evet, gelirdi
    Ruhi Bey mi dediniz, evet, gelirdi.



    PATRON MASAYA GELİR


    Ben patronum, şöyle böyle bir adamım
    Bırakın konuşayım
    Bir bira içeyim konuşayım
    Kim ne derse desin kadınlara düşkünüm
    Ne yapayım öyleyim
    Kadın dendi mi sanki ben
    Vişneli bir dondurmayı durmaksızın yalarım.

    Ruhi Beyi pek tanımam
    Yok, hayır, belki de iyi tanırım
    Neden derseniz ben herkesi iyi tanırım
    İşsizim, dülgerim, boyacıyım
    Herkesle bir olurum
    Kişiliksiz kalırım.

    Günün herhangi bir saatinde çıkar gelir
    Nasılsınız Ruhi Bey, derim
    O her zamanki gibi: iyiyim, iyiyim!
    Şu köşedeki masa onundur
    Başkası oturmuyorsa gider oturur
    Şaraptan başka bir şey içmez
    Bazen şarapla birayı karıştırır
    Doğrusu sarhoşken hiç görmedim
    Tersine çok incedir, derim ki biraz da soyludur
    Nedense bulutlanır gözleri arada
    O zaman kimseyi görmez
    Uzaklara bakar yalnızca
    Benimle konuşurken, gazetesini okurken
    Ruhi Bey uzaklara bakar
    Sanırsınız ki işte çok uzaklarda bir Ruhi Bey daha var
    Bana öyle gelir ki durmadan geri çağırır onu
    Ama durmadan
    Ve alır karşısına - neden bilinmez -
    Suçlu bir çocuktur da sanki o, gizli gizli azarlar.

    Parası varsa verir
    Yoksa hiç bir şey söylemeden çekip gider
    Sonra bir cep saati vardır, arada çıkarıp bakar
    Ama bilirim saatle filan işi yoktur
    Zaten zamanla işi yoktur ki Ruhi Beyin
    Hep aynı elbiseyi giyer
    Yazın ceketini çıkarır
    Kravatı ip gibidir, incedir
    Ayaklarına hiç bakmadım
    O kadar ilginçtir ki yüzü, ayakları bilmem var mıdır.

    Bu meyhaneyi yirmi yıldır işletirim
    Doğrusu Ruhi Bey gibisini hiç görmedim
    Mısırçarşısı'nda baharatçı dükkanları vardır, bilirsiniz
    Ruhi Beyi ben o dükkanlara benzetirim
    Binlerce şeydir çünkü Ruhi Bey
    Nanedir, ada çayıdır, zencefildir
    Bu çevrede herkes onu tanır
    Bana sorarsanız tanımaz
    Şöyle ki, bir ayakkabı çivisi gibi kendine batar
    Şarabıyla batar, uykusuzluğuyla batar
    Gülmesi hüznüne
    Konuşması susmasına batar.

    Çok oturmaz, usulca kalkıp gider
    Sıkılır da mı gider, pek anlamam
    Anladığım bir şey varsa
    Şu bardağı görüyorsunuz ya
    Bardağa birayı boşalttığım gibi gider
    Gitmeden önce biraz silikleşir
    Sonra büsbütün solar
    Gerçekte
    Dört mevsimin karışımı gibidir Ruhi Bey.

    Size bir olay anlatayım, çok kısa
    Bir kış günüydü, kar yağıyordu
    Gök sapından boşalmış papatya yaprakları gibi duruyordu
    Kapıda Ruhi Beyi gördüm
    Gözleri kıpkırmızıydı
    Çiğnenmemiş karın üstünde
    İki tek kokina gibi duruyordu gözleri
    Beni birine gösteriyordu eliyle
    Yanında kimseler yoktu
    Birine yakınıyordu benden
    Yanında kimseler yoktu
    Bir adım daha attı
    Eli bir bıçak ucu gibi sipsivriydi, uzundu
    Ve nasıl olduysa oldu
    Yitirdim bir anda gözden
    Hani düş gördüm desem
    O zaman sağ bileğim niye kanıyordu.



    KÜRK TAMİRCİSİ YORGO VE KÜÇÜK BİR OLAY


    Tepebaşı'ndan Pera'ya girerken
    Küçük bir alandan geçeceksiniz
    Geçmeyin!
    Sağda ufak bir dükkan vardır, benimdir
    Kapının üstünde KÜRK TAMİRCİSİ YORGO yazılıdır
    İyi havalarda kapısı açıktır
    İçersi biraz loştur
    Loşolsun, ben severim, böylesi daha güzeldir
    Ben, karım, bir de anjel
    Biz üçümüz kürk kaplarız, kürk dikeriz
    Anjel elimzide büyümüştür, iyi kızdır
    Hemen hemen hiç konuşmayız - içersi biraz loştur -
    Yoktur ki ne konuşsak yıllarca konuşmuşuz.

    Ama baksak ki birbirimize arada
    - Yorulunca işten bakarız da -
    Sanki herkes yeni bir haber getirmiş gibidir
    Öyledir öyledir
    Yüzlerimiz ona göre kesilmiş
    Ona göre biçilmiştir
    Çünkü insan yalnızken katettiği yollardan
    Ne zaman geri dönse yeni bir haber getirir
    - Doğrusu kentlerden kentlere mektuplar da böyle sessiz gider -
    Ve dışardan biri geçse gözlerimiz ona dikilir
    Çok görmüşümdür iş hanlarındaki terziler
    Kapıları açık terziler de böyledir
    Biri merdivenleri çıkmayagörsün
    O çıraklar kalfalar yok mu
    Dişlerinde iğneler, iplikler
    Başlarını kaldırıp
    Hepsi birden göz kulak kesilirler.

    Her neyse
    Biz karı koca masada çalışırız
    Anjel yerde çalışır
    Nedense hoşlanır bundan, yerde çalışır
    Biraz da açık saçık giyinir - söylerim, dinlemez -
    Kürkleri bacaklarının arasına sıkıştırır
    Kızarsa donunu filan gösterir - söylerim, dinlemez -
    Yeni evlidir, kocası burada yoktur.

    Ruhi Bey derler bir adam vardır
    Ne bileyim işte, böyle bir adam vardır
    Cin gibidir, nereden geldiği bilinmez
    Dükkanın önünde durur
    Tam şurada dikilir
    Git dersin gitmez
    Bu kez de Anjel'e dönerim
    Anjel, derim, bak kızım Anjel
    - Söylerim, dinlemez -
    Yeni evlisin, kocan ne der
    - Hiçbir şey demez!

    Yeğeni vardır bir de Anjel'in
    Şu karşıki dükkanda çalışır
    On altı yaşlarında, çocuk
    Bir gün yakaladığı gibi Ruhi Beyi
    Tuttuğu gibi yakasından
    Gerisini sormayın daha iyi
    - Çünkü ben böyle şeyleri pek sevmem -
    Hep birden karakolluk olduk
    Bu olaydan tanırım işte Ruhi Beyi.

    Gene mi
    Evet, geliyor
    Seyrek de olsa geliyor
    Bakıyor bakıyor bakıyor yalnız
    Anjel desen öyle
    Bacaklarını dikmiş oturur
    Aldırdığı bile yok
    Ruhi Bey de artık fazla kalmıyor.



    RUHİ BEY ANLATIYOR:
    BİR DÜĞÜN GÜNÜ VE SONRASI


    Kısacık bir gündü, bir iki dakikalık bir gündü
    Çocukların günü gibi bir gündü
    Kahverengi fotoğrafları vardı, bulanıktı
    Hiçbir şey açık seçik görünmüyordu
    Kocaman bir bahçe olmalıydı, orda burda
    Tavuskuşları olmalıydı, herbiri
    Öyle bir başına hiç kımıldamadan duruyordu
    Saniyeler sümbüller gibiydi
    Saniyeler sümbüller gibiydi dokunsam iki parmağım arasında akıyordu
    Kısacık bir gündü.

    Bir kişi bile yoktu
    Hayrünnisa ile ben vardım
    Seylan taşları ile işlenmiş bir iğne vardı
    Yansıyan kırmızılık taranıyordu güneşte
    Kan gibi parlıyordu
    Şöyle böyle hatırlıyorum
    Beni ölüme uğurlayan bir düğün günü
    Babamı hatırlıyorum
    Babamın ölümünü
    Kırbacıyla birlikte bir çam ağacına gömülü
    Annemsa odasında babamın
    Hasta yatağında
    Kımıldamadan yatıyor
    Pencerede sapsarı bir limon görüntüsü
    Duvarda rengarenk bir kırbaç koleksiyonu
    Hatırlıyorum
    Dişleri vardı Hayrünnisa'nın
    Hatırlıyorum
    Bir şeyler vardı, ortasından kesilir gibiydi
    Dişleri bembeyazdı
    Kesilen her şey bembeyazdı
    O dişleriyle vardı, ben yoktum
    Seylan taşlı iğnenin altındaydım, ben yoktum
    Hayrünnisa vardı, ben yoktum
    Üç gün üç gece geçti, ben yoktum
    On gün daha geçti,sonra ben günleri unuttum
    Bir kuşluk vaktini iyi hatırlıyorum
    İçerenköy'deki tozlu bir yolu
    Postacıyı
    Terziyi
    Oyanmış limonluğu
    Çiçek satan adamı
    Bir otobüs durağını iyice hatırlıyorum
    O yoktu.

    Ve bir sabah ben vardım
    Koskoca bir konağı bir başıma soydum
    Yer halılarını çıkardım, kalın kadife perdeleri
    Maun konsolu, Çin porselenlerini, gümüş takımlarını
    Hatırlıyorum
    Mineli pandantifleri çıkardım, altın zincirleri, pırlanta yüzükleri
    Büyük kristal avizeleri, sedefli koltukları
    Bursa çatmalarını, Beykoz koleksiyonlarını, minyatürleri
    Hepsini, hepsini bir bir çıkardım
    Tutkuyla çıkardım, şehvetle çıkardım
    Öfkeyle
    Kanını akıtaraktan konağın
    Hatırlıyorum
    Konakta o gece konakla kaldım.



    BİR GENELEV KADINI VE...


    Girdi
    Sırtında eski bir ceket vardı
    Bir yerlerden sızmıştı sanki, gün ışığı gibiydi
    Sarışındı
    Önce bir süre kapının önünde durdu durdu
    Gölgelendi, inceldi, beni gördü
    Pek önemsemedim
    Baktı, hiç konuşmadı
    Oysa bir İsa tasviri gibi uçumluydu, güzeldi
    Yer gösterdim, oturmadı
    Bir sigara yaktım, ona da verdim
    Aldı
    Sigarasını ben yaktım
    Kısa bir gülümseme yürüdü dudaklarından
    Benim dudaklarıma da geçti
    Çocuklar gibi kızardım
    Öteki kızlar gülüştüler
    Ben kendimi sevdim, güvendim
    Saçlarımı düzelttim, göğsümü biraz kapadım
    Bana elini uzattı, ellerimiz birbirine değdi
    Sıcaktı, inceydi, kıskanırım anlatmaya bu eli
    Ağır ağır odama çıktık.

    Girdi
    Açık pencereyi kapadım
    Perdeyi çektim
    Arkamı döndüm, yavaş yavaş soyundum
    Bileğimdeki saati çıkardım
    Sigaramı söndürdüm
    Tam o zaman..
    Zaman da değildi belki
    Önce korkunç bir gözyaşı seli
    Sonra alabildiğine bir kayalık
    Kayaların üstünde bir kertenkele
    Ardından bir ormanın uğultusu
    Binlerce kanat sesi
    Sağ elinde bir bıçak
    Yok, hayır, bıçak da değildi
    Vuran, ezen, öldüren bir el
    Ve eller
    Ve dişler
    Kendimden geçtim.

    Bir daha gelmedi, hayır, bir daha hiç gelmedi
    Ama onunla ben
    Ne zaman istedimse o zaman yattım.



    RUHİ BEY VE LİMONLUKTAKİ YANGIN


    Niye lmalı öyleyse
    Aşk mutlu bir sürgünlükse.

    Üvey annemdi benim, ben sarışındım
    On altı yaşındaydım, sarışındım
    Bulanık çıkmış fotoğraflar gibiydim, görünümsüz
    Yalnızdım, karışıktım
    Beni tanıyan kimseler yoktu
    Hiç yoktu
    İçime kapanıktım
    Büyük ağaçların altında
    Havuzun kırık taşları arasında
    Bilmezdim mutluluk nedir
    Bilemezdim
    Alıp başımı gitmek isterdim
    İsterdim ama, kalırdım

    Sanki kar yağışlarının ardından
    Uzun süren kar yağışlarının ardından
    Sevimsiz bir lunaparkta
    Kimsesiz bir atlıkarıncaydım.

    Bir limonluğumuz vardı, öğle saatlerinde
    Bazen o limonlukta uyurdum
    Karışık düşler görürdüm
    Yalnızlık?
    O bir başına kalırdı, ben bir başıma kalırdım
    Sanki hiç tüketilmeyen bir otobüs durağı
    Gibi kalırdım
    Bir gün
    İçeri girdi, uyanıktım
    Yarı uzanmıştım, uyanıktım
    Bir üşümüşlüğü tutuyordum yüzümde, uyanıktım
    Dudakları aralıktı, ben uyanıktım
    Öyle bir süre durdu, baktı
    O baktı ben de baktım
    Yanıma usulca uzandı
    Uzandığını görmedim, ama uzandı
    Dağıldı, uçuştu, bir gülüş gibi uzandı
    Önce şaşırdım
    Önce hiç kımıldamadım
    - Yalnızlık biraz azaldı -
    Saçlarımı sevdi, hiç kımıldamadım
    Bir biçim değildim sanki, bir nesne, bir şey değildim
    Biraz utandım
    Sokuldu bana iyice, bana sarıldı
    Dudaklarımı aldı, dudaklarımı taşırdı
    Köpüren sütler gibi taşırdı
    Köpükler içinde kaldım
    - Mevsim her zamanki gibi yazdı -
    Birden beyaz bacaklarını gördüm
    Sonra her şeyi gördüm
    O her şeyi ben ilk defa gördüm
    Ses çıkarmadım
    Ses çıkarmadım, köpüren sütler gibiydik
    Beni yeniden öptü, üstüne çekti beni
    Köpüren sütler gibiydik
    Limonlar beyazlandı
    Bir limondan başka bir limona geçtik
    Bir limondan başka bir limona geçtim
    Gözlerim süt gibiydi, sayısız gözlerim vardı
    İlk defa vardı
    Upuzun sürdü, kısacık sürdü
    Beni bıraktı
    Ayağa kalktı, saçlarını düzeltti
    Süt dindi
    Ama ben kaldım
    Çoraklar, çöller, tuzlu denizler gibi kaldım
    O gözlerini dikti bana
    - Ben suyun yanması gibi tuzda -
    Anlamsız, uzun
    Gizli, korunaklı
    Yüzüyle itermiş gibi ilk defa gördüğü bir yaratığı
    Yıllarca, ama yıllarca
    Baktı baktı baktı.

    Kimseye bir şey söylemedim
    Ama bir daha gelmedi
    Ne sevgi, ne nefret, ne önceleri bir şey duymadım
    Sadece gelsin istedim
    Uyanık bekledim
    Gelsin istedim
    Ama bir daha gelmedi.

    Anladım neden sonra
    Anladım kötülük olsun diye geldiğini limonluğa
    O bembeyaz dişleriyle yoktu, ben vardım
    Üç gündüz daha geçti, ben vardım
    On gün daha geçti, sonra ben günleri unuttum
    - Unutmak! ben büyüdükçe o benim çocukluğum -
    O yoktu
    Beni uyardı, beni yalnız bıraktı, anladım
    Çocukken vururdu, kanatırdı, ezerdi
    Bu kez de
    Anladım severekten
    Okşayaraktan yapmak istedi aynı şeyi.

    Üvey annemdi, ben sarışındım
    O da sarışındı
    Beni uyardı, beni yalnız bıraktı

    (Açık saçık giyinirdi, pek anlamazdım
    Dudaklarını ıslak tutardı, pek anlamazdım
    Şehvetle aralardı, bembeyaz dişlerini görürdüm
    Bembeyaz dişlerini görürdüm
    Bembeyaz
    Kalçalarını okşayaraktan tutardı.)

    O günden sonradır ki iyi tanıdım ben kanı.

    Bir gece uykudaydı bütün konak
    Gizlice bahçeye çıktım
    Yaralı bir hayvan gibi sürünerekten
    Sokuldum limonluğa usul usul
    Döktüm bir şişe gazı ve limonluğu yaktım.



    KISA BİR NOT:
    KONAKTA SON GÜN VE..


    Ve yıllarca sonra kadının ölüsünü
    Bir bulantı cenazesi gibi kaldırdılar içimden.

    O gece konağın bütün lambalarını yaktım
    Elimde bir içki şişesiyle ben
    Sanki bir insan şehrayini vardı da, ben
    Gecesiz bir sarışındım
    Gecesiz bir sarışındım ve işte
    Bütün kapıları açtım kapadım
    Kırdım parçaladım elime ne geçtiyse
    Biblolar mı olur, yağlıboya tablolar mı, kristal takımlar mı
    Elime ne geçtiyse
    Açtım pencereleri dışarı attım.

    Durmadan atıyordum, eşyalar bitmiyordu ki hiç
    Eşyalar bitmedikçe öfkeyle içiyordum
    Ve kinle
    İniltiler duyuyordum aşağıdan yukarıdan
    Ve bağrışmalar
    Ve çığlıklar duyuyordum bir de
    Tanıdığım artık ve bildiğim iyice
    Acayip hayvan seslerine benzeyen
    - Konak ki bir şimşekti de, elle düzeltilmişti sanki bir yağmur öncesinde -
    Uşaklar evlatlıklar birbirine giriyordu
    Birbirlerinden çıkıyordular
    Aralarına karıştım
    Boşaldım boşaldım boşaldım
    Ve bilirdim, biliyordum, süresiz bir sarışındım
    Başkalarını da çağırdım daha sonra
    Ve karşıladım.

    Oramlakarşıladım, en çok oramla
    Kapıda karşıladım, düşümde karşıladım
    Bir sürü adamlar geldi,o bir sürü adamla bir sürü kadınlar
    Nerde kim varsa işte bir bir geliyordular
    Mutsuzlar, umutsuzlar, uyumsuzlar
    Ellerinde paketlerle geliyordular - neler yoktu ki -
    İçkiler, çiçekler, pastalar
    Küçük küçük paketler, büyük büyük kutular.

    (Ah, ne de çok şeyleri vardır da, nasıl
    Hep böyle yerinde harcar bu kentsoylular.)

    Giysiler giysiler gene giysiler
    Fiyonklar, boncuklar, payetler
    Değerli - değersiz, sahici - yalancı
    Türlü türlü iğneler, yüzükler ve kolyeler
    Önce hep nasılsınızlar, lütfenler, oturmaz mısınızlar
    Denenmiş iç geçirmeler, gizliden bakışmalar
    Ve yaldızlı cümleler
    Bu pazar ne yaptınız? Hangi pavyonda? Sahi mi?
    İğreti kahkahalar, ucuzundan gülmeler
    Bacak bacak üstüne atmalar, yerlere uzanmalar
    Sigaralar içkiler
    Sonra gene içkiler, hiç bitmeyen içkiler
    Ve dudaklar ve gözler, ince uzun boyunlar
    Memeler, kalçalar, kıçlar, falluslar
    Ve yavaştan seviciler, ibneler
    Poz kesen jigololar.

    (Nasıl da vaktini bilirler her şeyin
    Ve vaktinde girişirler herşeye bu kent soylular.)

    Sabaha karşı duruldu her şey
    Gidenler, gelenler, yeniden gidip gelenler
    Duruldu konak
    Denizanaları gibi açıldı kapandı
    Sızanlar mı dersiniz, uyuyup kalanlar mı
    - Elle düzeltilmiş bir yağmur sonrası mı acaba -
    Bir ara yağma edildiydibütün kamçılar
    Ne kalmışsa kırıp dökmediğim
    Fırlatıp atmadığım
    Yağma edildiydi gümüş şamdanlar
    Saatler, konsollar, sehpalar
    Perdeler, avizeler, halılar.

    (Bilmezsiniz siz, bilemezsiniz
    Görseniz nasıl ince
    Nasıl da kibardırlar bu kentsoylular.)

    Kanadı kanadı kanadı o gece bütün konak
    Görkemli bir Kadın kaburgasını andıran konak
    Bahçede acı acı bağıran tavuskuşları.

    (Kim ne derse desin iyi bilirler kovulmayı da
    Azıcık sırıtırlar, azıcık da şakaya filan alırlar
    Ve usuldan ve bozmadan hiç durumlarını
    Çıkarlar kırıtaraktan dışarı
    Yalanla avunurlar, yalanla korunurlar
    Bilmezler utanmayı hiç bu kokuşmuş kentsoylular.)

    Yaktım konağı da o gece
    Bir daha, bir daha yaktım
    Yüzlerce, yüzbinlerce yaktım hiç usanmadan
    Aklımda bunlar kaldı sadece.

    Soluksuz sessiz
    Gölgesiz devinimsiz
    Bir Ruhi Bey olarak Ruhi Beysiz
    Kentin içine kadar sokuldum.
    Ağzımın içi zehir gibiydi
    Tuttum bir sigarayaktım
    Kravatımı düzelttim
    Ayakkabılarımı sildim
    Ve sordum:
    - Ben Ruhi Bey nasılım
    - Sahi siz nasılsınız Ruhi Bey
    - İyiyim iyiyim.


    BİR OTEL KATİBİ


    Anlamadığım şu
    Ben neden bir otel katibiyim
    Eskiyim, renksizim, kimsesizim
    Yontulmuş kalemlerden, sosisli sandviçlerden iğrenirim
    Papazlardan, homoseksüellerden iğrenirim
    Kız kurularından ve saldırgan dullardan
    Ve yaşlı adamların sararmış dudaklarından
    Ve deli saraylılardan, onların aybaşı kokularından
    Kendimden kendimden
    Ve nedendir ki ben
    Sararmış bir sürahide kirli bir su gibi bekletirim.

    Günlerden ne? Pazartesi! İyi bilirim
    Ama gün nedir bilmem
    Çiylerle çiçeklerle çamlarla doldurulmuş gün
    Göğsü bir martı göğsü gibi denizlere değen
    Parklarda bahçelerde göz dolduran gün
    Bir çocuğun gözlerinden gözyaşı içen
    Sesini bir ayin gibi uzaklardan duyduğum
    Gün nedir.

    Kokular vardı ayrı ayrı, ben unutmuşum
    Hepsi şimdi bir otelin kokusu
    Kullanılmış çamaşırların ve bavulların kokusu
    Ve telefonların ve kapısı açık helaların
    Ve hasta soluklarının, tozlu yer halılarının
    Sabahlara kadar yanan ampullerin kızgın
    Birbirine karışmış, değişmeyen kokusu.

    Ruhunda kasvetin suyunu buldu
    Kimdir
    Olsa olsa bir otel katibidir
    Bir otel katibi her yerde bir otel katibidir
    Gözlüklü ve tedirgindir
    Hiç yıkanmamış gibidir, parmakları sarıdır
    Ön dişleri çürüktür, avuçları terlidir
    Yıllar var ki bir kumaş düşler kendine
    Ve bu yüzden olacak sanki biraz terzidir.

    Sorarım - ki otel katipleri sorar - bir terlik nedir
    Terliğin yenisi yoktur
    Geçmişi yoktur, geleceği yoktur
    Yeri ve kimliği zaten yoktur
    Bir terlik bir terliktir o kadar.

    Bilirim kötünün kötüsü bir oteldir burası
    Odalarında hamam böcekleri, sinekler
    Pis yataklar, lekeler, sararmış çatlak lavabolar
    Peki bir insan nedir
    Sorarım - ki otel katipleri sorar -
    Bir gün gittikçe ufalıyordum
    Düş müydü, gerçek miydi, iyi bilemem
    Oturmuş bir küvete kuruyup kayboluyordum.

    Şarkıcılar, sokak çalgıcıları gelir en çok
    Sokak kadınları, serseriler
    Evet, ara sıra Ruhi Bey de gelir
    Kan renginde gelir, yolunu şaşırmış bir böcek gibi gelir
    Sapından eğilmiş bir gelinciğin öğle uykusu gibi
    Çocuksu hafif

    Tam bizim otelliktir
    Sanırım elbisesiyle yatar, ayakkabılarıyla
    Sabah olunca erkenden kalkar
    Ve kalkar kalkmaz başlar içmeye, doğrusu pek anlayamam
    Uçak saatlerini sorar, lüks lokantaları sorar bir de
    Pek anlayamam
    Şu var ki, kendiyle eğlenir gibi sorar
    Elinde vapur tarifeleri, kataloglar
    At yarışı listeleri
    Yanaşır pencereye, ışığa tutar birer birer hepsini
    - Otel her zaman loştur -
    Bakar bakar bakar.

    Nemli bir havlunun yere bırakılışı gibi
    Çöker bir iskemleye sonra
    - Çoğu zaman böyle yapar -
    Sokağa bakar aralıksız
    Öyle bakar ki, sokakta bir şeyler olmuş sanırsınız
    Sanki bir cinayet işlenmiş, biri parasını çarptırmış
    Ya da terkedilmiş bir kadın yakalamış kocasını
    Bağırıp çağırıyordur gebe karnını göstererek
    Nerdeyse
    Hani nerdeyse polisler gelecek
    Nerdeyse
    Hani nerdeyse polisler gelecek
    - Gerçi her türlü olaya tanığızdır bu sokakta -
    Oysa işte Ruhi Bey
    Görerek bakmıyordur ki bir şeyler anlasanız

    İçer bardağındaki son yudumu da
    Topundan boşalan bir kurdele gibi
    Sarı bir kurdele gibi
    Çekip gider az sonra.



    BİR OLAY: RUHİ BEY VE GÜLCÜNÜN ÖLÜMÜ


    Bir kara parçası sanır insan
    Düştü mü başı derde
    Kendini açık denizlerde.

    Şimdi bir kıyı bile değil
    Bir ufuk çizgisi bile değil
    Yalnızca ölü
    Sabaha doğru yağan karın altında
    Kıvrılmış kalmış
    Besbelli tutunmak istemiş boşluğa
    Kolları havada
    Sıkmış avuçlarıyla bir demet gülü
    Yayılmış gövdesine bir gülümseme
    Ve çevresine
    Taş binalara, karanlık pencerelere
    Kefeni kardan ve gülden.

    Polis arabası kapıya geldiği zaman
    Giyimevlerini, mezecileri, postaneyi geçerek geldiği zaman
    Arka sokaklardaki birkaç kiliseyi
    Cenaze levazımatçılarını ve
    Bin dokuz yüz yirmi sekiz modasına göre giyinmiş bir kadının bir anlık ölüsünü
    Geçerek geldiği zaman
    Bir kamyon et boşaltıyorken bir kasap dükkanının önünde, tam o zaman
    Yüzü sabunlu bir otel müşterisinin elinde traş makinesiyle
    Pencereden sarktığı zaman.

    Polis arabasını görmeden önce
    Her yanı aynalarla çevrili bir meyhanedeydim
    Sırçaları dökülmüş aynalarla
    Parça parça görüyordum kendimi
    Dışarda kar vardı, kirli kar
    Isınmak için konyak içiyordum
    - Isınmak için mi dedim, tuhaf -
    Dışarda kar vardı
    Saat dokuzu on geçiyordu, Balıkpazarı'nın her günkü sabahı
    Yıllardır hep aynı sabah
    İri bir kayabalığının içbükey karnı
    Ve binlerce, on binlerce kedinin hep birden
    Kente hiç uymayan bir yaratık gibi kımıldandığı
    O sabah.

    Polis arabası kapıya geldiği zaman
    Aynalıpasaj'ın düğmecileri, gömlekçileri
    Yüzükçüleri, bilezikçileri, tuhafiyecileri
    Dükkanlarını açık unuttukları zaman
    Ve dükkanların üstündeki heykelciklerin
    Bir yas törenine hazırlanır gibi
    Anlatımlarını değiştirdikleri zaman
    Balıkçıların balıkların karşısında en iyi durdukları zaman
    Ayakta çay içtikleri zaman
    Mermer masaların altından yorgun gövdeleriyle
    Çıktıkları zaman serserilerin
    Ve Pasaj temizlenmeye ve karlar kürenmeye başladığı zaman
    Masmavi iki yengeç gibi bakmaya başladığı zaman gözleri garson Vasil'in
    Tam o zaman.

    Polis arabası kapıya geldiği zaman
    Üç kişi siyah bir otomobilden indiler
    Üçü de sivildi, ellerinde çantaları vardı
    Ben meyhanenin penceresindeyim
    İçerde ve kar içindeydim
    Bir demet gül içindeydim
    Güle gömülüydüm
    Kana.

    Polis arabası gittiği zaman
    Demir kapının yanında ölü
    Gökyüzünü dönemecinin altında
    Ve yerde bırakmamak ister gibi sözünü
    Elinde bir demet gülle
    "Gül, gül!" diye acı bir bağırtıyı uzattığı güllerle
    Ipıslak saçlarıyla buzdan yatağına uzanmış.

    (O zaman ıhlamur ağaçları kardan görünmezdi. Gözlerim azalırdı,
    gizlenirdim. Babam koyu kahverengi çizmeleriyle karları ezer ezer
    ezerdi çakıltaşlarının ayaklarının altında oynaştıklarını duyuncaya
    kadar. Annem çatı katının yanındaki sivri kuleden gözlerini ayırmazdı,
    yeter ki gök kanasındı beyaz beyaz ve kocaman bir alabalığın karnı.
    Uşaklar bir köşeye sinerlerdi, hiç konuşmazlardı, bir kristal sürahi
    rüzgardan ürperir titrerdi. İniltiye benzeyen bir ses yayılırdı.
    Karanlığa yapışırdım, bir kapı karanlığına, bir duvar karanlığına, bir
    yokoluş karanlığına. Ölüm çok uzaklardaydı, o zaman çok uzaklardaydı
    ölüm.)

    Sordu
    Karla kaplı kirli bir cümle
    Başında kimler vardı?
    Bir, emekli postacı Hüseyin
    - Çok adres bildiği için adı pezevenge çıkan -
    İki, cenaze kaldırıcısı Adem
    - Çıplak kafalı, ön dişleri çürümüş -
    Üç, akordeoncu kadın
    - Hemen hemen hiç konuşmayan, saçları oksijele sarartılmış, Bizanslı bir
    kehribar taciri gibi şişman, yaşlı ve kızoğlankız -
    Ve sonra ötekiler
    Üç Horan Kilisesinin kapıcısı
    Çingene çalgıcılar, bademciler
    Lotaryacılar
    Bir iki garson
    En geride
    Çengelli iğne satan bir kız çocuğu.

    Ve onu kaldırdılar, ben gördüm
    İkinci konyağımı içtim bitirdim
    Demir Kapıdan çıkardılar ve gördüm
    Morg arabasına koydular
    Kapısını ittiler, kapı kapandı
    Taraklar, istiridyeler açıldı kapandı
    Çiçekler titreştiler
    Bir balıkçı balık doğradı ve tarttı
    Pencereden çekildim.
    Günlerdir ilk olarak güldüm, gülümsedim
    Yıllardır ilk olarak
    Sanki ilk gözyaşının tarihini buldum, üstünü çizdim.

    Ve sordu gene
    Ölümle kaplı o kirli cümle:
    Siz Ruhi Bey nasılsınız
    Ben Ruhi Bey nasılım
    Anladım anladım
    Ve şimdi iyi biliyorum artık nereye.



    CENAZE KALDIRICISI ADEM


    Bir ölü nedir ki bir ölüm nedir
    Acıyla kirlenmektir, acıya sevinmektir.

    Siz bilirsiniz, isterseniz biraz gecikiriz
    Gelmesine geliriz, birazcık gecikiriz
    Ne kadar gecikirsek o kadar iyiyiz
    Ben o kadar iyiyim.

    Bir zamanlar hamaldım, çelenk taşırdım
    En güzel çiçekleri ben sırtımda taşırdım
    Caddelerden geçerdim, büyük vitrinlerin önünden
    Serlerden bahçelerden güne damlardım
    Renklere karışırdım, kentin ışıklarına
    İçinden soyulan bir portakal gibi
    Kendi içdenizlerimi öper okşardım
    Süslenmiş gibi olurdum
    Kokular içinde kalırdım.

    Sonra bir gün çağırdılar
    Sonra bir gün beni gene çağırdılar
    Artık hep çağırdılar, dört kişi olduk
    Dört kişi gerekliydi, dört kişi olduk
    Ölüleri gördük, ölüler koltuktaydılar
    Ölüleri gördük ölüler yatakta
    Ölüler giyinik, ölüler çıplak
    İşte biz dört kişi buna alıştık
    Bizi alıştırdılar.

    Omuzlarım kesik kesiktir, nasırlıdır
    Her zaman bir ölü vardır omuzlarımda
    O kadar ölü vardır ki her yanımda benim
    - Ölüler içindeyim! ölüler içindeyim! -
    Örneğin bir bardak su içsem bir ölü kayar şuramdan
    Su içmeyen bir balık gibi kayar
    Ölülere takılmış bir uçurtma gibiyim
    Biraz öyleyim.

    Ve otel müşterileri, onlar
    En inandırıcı ölülerimdir benim
    Her biri biri ölümü her gün yeniden yaşar
    Camlara yapıştırılmış yüzler gibi
    - Unutmak utanmaktır, siz bilirsiniz -
    Hüzünsüz, anlatımsız, soğuk
    Akşamüstü rengidedirler ve yorgundurlar.

    Siz daha iyi bilirsiniz, Hıristiyanları soyarlar
    Ölüleri çıplaktır onların
    Ne yalan söyleyeyim görünce huylanırım
    Yeni ölmüş genç kızlar yeni doğmuş çocuklara benzerler
    Görünce huylanırım
    Bunu karıma da anlatırım, su dökünürüm
    Adım mı, Ademdir, iyi adamımdır.

    Karıma anlatırım ya, size de anlatırım
    Bir gün bir ölü kaldırdık, Aşkenazlardan
    Heni şu Leh Yahudilerinden işte
    Gözleri o kadar mavi olan, mavi bir suda yüzer gibi gövdesi
    Saçları tütün rengnde
    Her neyse, uzatmayalım, bir de baktık ki ölünün arka cebinde
    Dolarlar, marklar, sterlinler
    Önce paylaşmayı düşündük, yalan söylemeyeyim
    Götürüp geri verdik az sonra
    Götürüp geri verdik, yüz lira aldık
    Hepsi hepsi yüz lira
    Bir gün bir ölüye asılı iki torba
    Torbalar kalçalara inmiş, askılar omuzlarda
    İçleri altın dolu
    Ölüyse bir okcakarı, Ermeni
    Çoluk çocuğu
    Elbette geri verdik altınları da.

    Ve genç bir kız ölüsünden ametist bir kolye çıkardım
    Doğrusu sakladım onu gizlice
    Karımdan bile sakladım, karımdan
    Niye mi sakladım, uğurdur diye.

    Bir karım, iki çocuğum, dört kişiyiz
    Kimseler bizimle konuşmaz
    Mahallede kahveye çıkmam, anlarsınız
    Giderek alıştım içkiye de
    Demin de söyledim ya, iyi adamımdır
    Benden kötülük gelmez
    İnanır mısınız, bir gün gene bir ölüyü kaldıracağız
    Tam kaldıracağız, birden farkına vardım
    Adam düpedüz yaşıyor
    Oysa raporlar filan tamam
    Buzluğa girdi mi o anda işi bitik
    Başında mirasçılar yas giysileri içinde
    Dedim ya, birsden farkına vardım
    Evet, o gün bugündür yaşıyor
    Cihangir'de oturur, zengindir
    Bir iki kez evine de uğradım
    Beni pek sevmez.

    Ne de olsa herkes biraz ölüdür
    Otel müşterileri en önde gelir
    Kendileri soyar kendilerini kendileri giydirir
    Büyük kentlerin büyük tabutlarıdır oteller
    Nedense işte onlar gökyüzüne gömülür.

    Bu sabah on birde bitirdim işimi
    Gidip uyuyacağım
    Belki de
    Ya karımla ya da
    Bir başka ölüyle yatacağım.



    ACABA


    Dönelim
    Döndürsün bizi
    Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
    Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
    Ve akılda kalan bir yokuştan
    Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
    Ve çocukluktan
    Dönelim
    Dönelim mi biz
    Gençlikten, oralardan
    Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
    Dönelim mi acıya
    Acıya, büyük acıya
    Ve soralım mı acaba
    Ey büyük yalnızlık! insansan eğer
    Bir kaya
    Dalgalar yalarken onu
    O bakarken kaskatı kalabalıklara
    Ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

    Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey
    Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
    Kedilerden örülmüş birsemte
    Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
    Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
    Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
    Her şeyin, ama herşeyin çok dıştan farkedildiği
    Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
    Belki de genç bir şairden ödünç laınan.

    Yürüyor mu, yüremeyi mi düşünüyor Ruhi Bey
    Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
    Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
    Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
    Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
    Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına
    Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
    Azıcık vakit kalmış
    Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar
    Gövdenin yazgıya başkaldırması mı
    Ruhi Beyin
    Başkaldırması mı yoksa

    Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
    Vaktinde anlamanın sevinci mi
    Ya da biraz geç kalmanın
    O gereksiz tedirginliği mi
    Hangisi

    Ama belli ki sonundayız her şeyin
    En sonunda.



    DÜŞLÜYOR ÖLÜMÜNÜ RUHİ BEY


    Niye ölmemeli öyleyse
    Yaşamak mutlu bir devinimse.

    Ölüsünü bekliyor Ruhi Bey
    Bir yanda Ruhi Bey bir yanda ölü
    Ve görmemek ister gibi ölüyü
    Oturmuş bir iskemleye.

    Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi
    Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini.

    Getirdiler beni sayrılar evine bir sabah
    Asansörle yukarı çıkardılar
    Tertemiz bir yatağa yatırdılar - ben böyle istedim böyle oldu -
    Oda numaran 283'dü aklımda doğru kaldıysa
    Pencereden tepeler görünüyordu, bulutlar ve birtakım kuşlarla devinen tepeler
    Yakınımdan geçiyordu bazı kuşlar da
    Beyaz bir saat asılıydı duvarda. Duvarın her yerinden
    Bembeyaz saatler asılıydı
    Ve her şey o kadar beyazdı ki, ayrıntılar
    Yılların eklem yerlerini gösteriyordu sanki
    Ve bütün eklem yerlerinde koskocaman bir ölü
    Ruhi Beyin ölüsü
    Hepsi de ur gibi beni
    Sarmıştı ur gibi Ruhi Beyi
    O gün sigara içtim akşama kadar
    - İkinci gün aldılar sigaramı -
    Ve saatler biraz sarardı
    Sarardı bütün ayrıntılar.

    Ve otuz sekizin altına düşmedi ateşim
    Yataktan kalkamadım
    O gece uyuyamadım sabaha kadar
    Koridorlarda ayak sesleri, bağrışmalar
    Kapı gıcırtıları ve acayip sesler

    Bilmem böylece kaça çıktı beklediğim ölüler.

    Üçüncü gün kan şişeleri, tüpler, serumlar
    Doktorlar, hastabakıcılar
    Aralıksız girip çıkmalar
    Gidip gelmeler
    Tepelerden pencereye akan kuşlar
    Pencereye sıvanan kuşlar
    Ve benim mutluluğumun altında
    Kararıp yitti bütün ayrıntılar
    Bir daha görünmedi
    Ve artık hiç görünmeyen
    Şişeler, tüpler, serumlar.

    Ve o gün ilk defa ölüsünü gördü Ruhi Bey
    Soğumuşgövdesini gördü
    Donuk gözlerini, durmuş kalbini
    Gördü neye benzerse bir ölü.

    - Ben Ruhi Bey nasılım
    - Mutlusunuz Ruhi Bey.

    Yarın gazetelerde çıkacak ilanlarım
    Ruhi Bey öldü
    Bu ölüm töreninde mutlaka bulunacağım
    Bir daha görmek için ölümü
    Çelenkler yığılacak avluya
    Ki benim sayısız ölülerime
    Yaldızlı yapraklarını kıpırdatarak bakacaklar
    Sevgiyle
    Ve babam elinde gümüş kırbacıyla
    Bir başına bir ölü
    Annem bir limon görüntüsünün önünde giyinmiş ölümlüğünü
    Ölüler halinde duracak onlar da
    Dışımdaki ölüler, içimdeki ölüler
    Bir alaşım halinde, donuk güneşin altında
    Ve benim mutluluğumun altında
    Akıp gidecek bütün kötülükler
    Ölümün armaları gibi
    Akıp gidecekler en sonunda

    Niye ölmemeli öyleyse
    Yaşamak mutlu bir devinimse.



    KORO

    (Çiçek sergicisi, meyhane garsonu, meyhane patronu, kürk tamircisi Yorgo,
    Hayrünnisa, genelev kadını, otel katibi, cenaze kaldırıcısı Adem, akordeoncu
    kadın, emekli postacı, vb.)

    Çelenklerimizle geldik, yoktunuz
    Ara sokaklarda, pasajlarda aradık, yoktunuz
    Meyhanelere baktık, otellere sorduk, yoktunuz
    Nerdesiniz, Ruhi Bey?


    RUHİ BEY

    O kadar bekledim ki, geliyorum
    Ölümümü bekledim, geliyorum
    Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini
    Bekledim geliyorum.

    Ben Ruhi Bey, mutlu olan Ruhi Bey
    Ölümü gömdüm, geliyorum
    Bir sonbahar günüydü, geliyorum
    Güneşler buz gibiydi, geliyorum
    Ve bütün kötülükler
    Ölümün armaları gibiydi
    Size anlatırım, geliyorum.

    Hepsini, hepsini gömdüm, geliyorum
    Havuzun kırık taşlarını - siz bilmezsiniz -
    Limonluğu ve kırmızı konağı - siz bilmezsiniz -
    Aynalarda kendini seven Ruhi Beyi - siz bilmezsiniz -
    Ve bildiğiniz Ruhi Beyi -ya da pek bilmediğiniz -
    Gömdüm ben, geliyorum.


    KORO

    İyi biliriz sizi biz, iyi biliriz
    Nerdesiniz Ruhi Bey.


    RUHİ BEY

    Gömdüm hepsini, geliyorum
    Bütün ölülerimi gömdüm, geliyorum.


    KORO

    Peki ya sonuç, Ruhi Bey, ya sonuç
    Biz sizi tanımaz mıyız
    Siz ne yaparsınız bundan sonra, biz ne yaparız
    Bir bütünün parçalarıyız, bir bütünün parçalarıyız.


    RUHİ BEY

    Sonuç mu dediniz, ne dediniz, ne dediniz
    Sonuç hiç gömülür mü, geliyorum
    Ben yalnız ölülerimi gömdüm, geliyorum.


    KORO

    Doğrusu anlamıyoruz Ruhi Bey
    Her insan biraz ölüdür
    Biz ki bir bütünün parçalarıyız, biliriz
    Her insan biraz ölüdür.


    RUHİ BEY

    İnsan yaşıyorken özgürdür
    Yaklaştım iyice, geliyorum.


    KORO

    Her insan biraz ölüdür
    Biz de biraz ölüyüz.


    RUHİ BEY

    Ölüler ki bir gün gömülür
    İçimizdeki ölüler, dışımızdaki ölüler
    İnsan yaşıyorken özgürdür
    İnsan
    yaşıyorken
    özgürdür.

    Edip Cansever / Ben Ruhi Bey Nasılım. (1976)

     

    Edip Cansever
    Şairin Seyir Defteri, Adam Yayınları



    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.