Nedir.Org
Soru Tara Cevapla Giriş


Cevap Ara?

14.756.348 den fazla soru içinde arama yap.

Sorunu Tarat
Kitaptan resmini çek hemen cevaplansın.

Kapitalizm Ve Yükselişe Geçen Evrensel Temel Gelir Önerileri: Fakirlik Algısı, Zaman İçinde Nasıl Değişti?

Bana yardimci olur musunuz ...

Bu soruya 1 cevap yazıldı. Cevap İçin Alta Doğru İlerleyin.
    Şikayet Et Bu soruya 0 yorum yazıldı.

    İşte Cevaplar


    Zeus

    • 2021-05-05 23:28:01

    Cevap :

    25 Mart 2020 günü Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Senatosu, COVID-19 salgını ile mücadele kapsamında toplam 2.1 trilyon dolar tutarında bir ekonomik yardım paketini 96’ya karşı 0 oyla kabul etti. Paket, iki gün sonra Temsilciler Meclisi ve Başkan Donald Trump tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. 2008 finansal krizine karşı 2009 yılında hayata geçirilen 831 milyar dolarlık ekonomik yardım paketi bile, bu paketin yanında mütevazi kaldı.

    Tarihi büyüklükteki 2020 paketinin belki de en ilginç yönü, kişi ve ailelere doğrudan nakit ödemesi yapılacak olması. Pakete göre, yıllık geliri 75 bin doları geçmeyen kişiler 1,200 dolar doğrudan nakit yardımı alırken, yıllık geliri bu sayının üzerinde olanların alacağı yardım tutarı 75 bin doların üzerindeki her 100 dolarlık fazlalık için 1,200 dolardan 5 dolar kesinti yapılarak hesaplanacak. Dolayısıyla 99 bin dolar gelirli birisi, doğrudan nakit yardımını hak etmeyecek. Aileler için ise söz konusu eşikler iki katı olacak, ayrıca aileler, 17 yaşın altındaki bir çocuk için de 500 dolarlık ek yardım alacak.

    (

    Paketin içeriğinde kişi ve ailelere doğrudan nakit yardımının olması, evrensel temel gelir önerisini anımsatmaktadır. Evrensel temel gelir, herhangi bir şarta bağlı olmadan her bireye belirli bir miktarda düzenli olarak verilecek gelir olarak tanımlanabilir. Evrensel milli gelirin savunucuları arasında Elon Musk, Richard Branson, Mark Zuckerberg gibi milyarder isimler var. 2020 Kasım ayında yapılacak Amerikan Başkanlık seçimleri için Demokrat Parti aday adaylarından olup da sonradan yarıştan çekilen Andrew Yang da evrensel temel gelir savunucularından. Hatta Yang, seçim kampanyasının merkezine evrensel temel geliri ve bu doğrultuda Özgürlük Payı (Freedom Dividend) adı altında, 18 yaş üzerindeki her Amerikalıya aylık 1,000 dolarlık gelir bağlama sözü vermişti.

    Evrensel temel gelirin dar entelektüel-akademik bir çevrenin dışında, hatta oldukça varlıklı isimler arasında destek bulmuş olması, kapitalizmin içine düştüğü derin bir krizin göstergesi.

    Evrensel temel gelir önerisinin nispeten uzun bir tarihi var ve o tarih daha çok fakirlikle mücadele ile ilişkili… Kapitalizmin içinden geçtiği derin kriz de öyle…Modern-Öncesi Dönemde Fakirlik

    Kapitalizm, Batı Avrupa’da doğdu. Bu bölgede kapitalizm-öncesi uzun dönemin en azından son bin yılında Hristiyanlık, fakirliğe bakışı şekillendirdi. Hristiyanlığın peygamberinin hem kendisi hem de takipçileri fakirdi. Takip eden asırlar boyunca da Hristiyanlık, yayıldığı toplumların en fakirleri ve zayıflarının dini oldu. Bu durum, Hristiyanlığın bir imparatorluk dini olmasıyla değişse de, fakirlik yüceltilen bir değer ve hayat pratiği olarak Hristiyanlık dininin içinde yerini aldı.

    Ancak gerek Roma İmparatorluğu döneminde, gerekse takip eden yüzyıllar boyunca zenginleşen (ki bu zenginlik en ihtişamlı hali ile Vatikan’daki St. Peter’s Basilikası’nda ve Avrupa’nın her yerine yayılan görkemli kiliselerde gözlemlenebilir) Katolik Kilisesinin fakirliğe bakışı da farklılaştı. Yeni bakış açısına göre İsa, Tanrı’nın oğlu olduğu için onun fakirliği kendi tercihiydi. İsteseydi, dünyanın bütün zenginliklerine sahip olabilirdi.

    Bu yorumla, Katolik Kilisesi’nin övdüğü fakirlik, ancak zenginlik ve güç sahiplerinin iradeleri ile tercih ettiği fakirlik oldu, aslen fakir olanların fakirliği değil. Bu iradeyi gösteremeyecek zenginlik ve güç sahiplerinin yapması gereken ise, fakirlere sadaka vermekti – ki ancak böylelikle zenginler öte dünyada kurtuluşlarını satın alabilirlerdi. Yedinci yüzyılda yaşayan Hristiyan azizlerinden Eligius, bu doktrini bütün netliği ile şöyle ifade eder:

    Aslında gerçek fakirlerin fakirliği, Kilise’nin arzu ettiği bir şey değildi; zira söz konusu kişiler, Kilise’nin kurguladığı ideal düzene ait değildi. Bu ideal düzende en ham haliyle kategoriler; dua edenler (orare), savaşanlar (pugnare) ve çalışanlar (laborare) olarak ayrılıyordu. Kilise için, siyasi-askeri elitler ve kilise mensupları haricinden bir kişinin ideal hali, çalışmaktı. Bu yüzden olsa gerek, Kilise’yi yüzyıllar boyunca meşgul eden en önemli konu, gerçek fakirlerle gerçek olmayan fakirleri ayırt etmek oldu.

    Hristiyanlığın bu fakirlik anlayışı, insanların büyük çoğunluğunun taşrada, tarımla meşgul olduğu feodal dönemde şeklini aldı. On dördüncü yüzyıl ortalarından itibaren çözülmeye başlayan bu düzen, bir asır içinde yerini yeni bir politik, ekonomik ve sosyal bir düzene bırakacaktı. Bu yeni düzende fakirlik, daha da göze batar bir sorun haline geldi; zira artık fakirlik taşrada değil, taşradan şehre göçle birlikte şehrin bir sorunu haline geldi.Modern Dönemde Fakirlik

    Bu yeni hal, eski bir soruna, yeni bir yaklaşım geliştirmenin yolunu açmış oldu. Bu doğrultuda öncülük Thomas More‘dan (1478-1535) geldi. More, Ütopya’sında, Raphael Hythloday isimli ana karakteri ile Canterbury arkbişopu John Morton’a yaptırdığı diyalogda, evrensel temel geliri anımsatan bir öneride bulunur: Hytloday’e göre, hırsızlara verilen idam cezası çok sert bir cezaydı; ayrıca da caydırıcı değildi. Çünkü bu sert cezaya rağmen insanlar, hırsızlık yapmaya devam ediyordu.

    Bu korkunç cezaları vermektense, herkese bir miktar maişet sağlamak daha etkili olacaktır. Böylece kimse ihtiyacın korkutucu etkisi altında ilk önce hırsız, sonra da ceset olmaz.

    Esasında More, Kilise’nin insanın ideal koşuluna ilişkin öğretisinden sapmaz. More’un Utopia’sında, çalışma “evrensel bir görev”dir ve kamu otoritesinin temel görevi, tembelliği yok etmektir. Herkes, hayatını kazanmak için çalışmalı, kimse tembel olmaya izin verilmemelidir. Ancak More’u Kilise’nin yaklaşımdan farklı kılan şey, fakirliği çözülebilir/çözülmesi gereken bir sorun olarak görmesidir. Yani fakirlik, artık Kilise’nin öğretisinde olduğu gibi ilahi dizayn gereği mutlaka var olması gereken bir olgu değildir. Bir anlamda fakirlik sorununa yaklaşım More ile birlikte sekülerleşti.Devletin Sekülerleşmesi

    Takip eden yüzyıllarda bir çok düşünür, fakirliğe Kilise’den farklı olarak toplumsal bir sorun olarak yaklaşmış ve çözüm önerileri sunmuştur. Juan Luis Vives (1493-1540) ve Frycz Modrzewski (1503-1572) gibi More’un çağdaşları, More’un ötesine giderek, sorunun çözümünü kamu otoritesine havale etti. More ve çağdaşları, gelecekte daha da güçlenecek Kilise’nin bir anlamda “kamusal görevlerden çekilmesi” ve devletin sekülerleşmesi çağrılarının muhtemelen ilk örnekleriydi.

    Takip eden yüzyıllarda Kilise’nin hemen hemen tekelinde olan, özelde fakirlere yardım, genelde ise refah hizmetleri, büyük oranda devlet tarafından yürütülmeye başlandı. 16. yüzyıldan başlayarak, 19. yüzyıla kadar devlet, daha önce Kilise’nin yaptığı gibi doğrudan fakirlere yardım etti. 19. yüzyıldan başlayarak devlet, küçük çaplı da olsa, fakirleri içinde doğdukları koşullardan kurtaracak fırsatları sunmaya başladı. Özellikle genel eğitimin yaygınlaştırılması, salt devletin arzuladığı vatandaşları inşa etmekle kalmadı, aynı zamanda toplumun alt kesimlerine statü ve sınıf değişikliği yapma fırsatını da sundu. Doğrudan fakirlere yapılan yardımlar ve eğitim, sağlık, altyapı gibi kamusal hizmetlerin bütün kamuya genişletilmesi ile devlet yirminci yüzyılın ikinci yarısı itibariyle dört dörtlük refah devletine dönüştü.

    Bu dönüşümü en net bir şekilde Gayri Safi Milli Hasıla içindeki toplam hükümet harcamalarının oranında görmek mümkündür. Örneğin 1913 yılından 1973 yılına bu oran:Fransa’da yüzde 8.9’den yüzde 38.8’e,Almanya’da yüzde 17.7’den, yüzde 42’ye,Hollanda’da yüzde 8.2’den yüzde 45.5’e,İngiltere’de yüzde 13.3’den yüzde 41.5’e fırladı.

    Amerika Birleşik Devletleri gibi nispeten devletin daha sınırlı kaldığı bir ülkede bile, aynı ortan aynı yıllarda yüzde 8’den yüzde 31.1’e arttı (Maddison, 2006, 135).

    15. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa’nın her alanda geçirdiği büyük dönüşümün dinamiği, elbette salt bir iki faktöre indirgenemez. Ancak söz konusu dönüşüm, kapitalist ekonomik sisteminin dönüşümü ile doğrudan ilişkilidir. Bu ekonomik sistemin dönüşümü, toplumsaldan siyasala çok farklı alanlarda değişimlerin ve devrimlerin temel dinamiği olmuştur. Genel olarak devletin refah hizmetlerinin ortaya çıkışı ve kapsamının genişlemesinde farklı farklı faktörler rol oynamıştır. Ancak devletin refah hizmetleri ile kapitalist sistemin yarattığı ve sistemi politik, ekonomik ve sosyal krizlere açık hale getiren aşırı varlık ve gelir eşitsizliğinin muhtemel negatif etkilerini büyük ölçüde yumuşattığını not etmek gerekir. Karl Polanyi’den ilhamla, şunu söylemek mümkün: Devlet, refah hizmetleri ile esasında kapitalizmin kendi varlık sebebini ve temel ham maddesini, yani insanı ve toplumu, yok etmesine izin vermemiş oldu.

    Devletin bu uzun süre boyunca evrensel temel geliri hayata geçirmemiş olması, onun yerine çok daha hantal devasa refah hizmetleri yüklenmesi ilginçtir. Halbuki bu dönem boyunca evrensel temel geliri andıran öneriler yapıldı. Mesela Thomas Paine (1792-1809), Agrarian Justice (Tarımsal Adalet) isimli eserinde, toprağın özel kişiler tarafında mülkünün başkalarının söz konusu toprağın kullanımını engellediği için tazminat ödenmesi gerektiğini iddia eder. Buna göre, olgunluk çağına gelen her bireye söz konusu tazminat bir kereliğine nakit olarak ödenmeli, aynı kişilere ayrıca emekliliklerinde düzenli bir gelir verilmeliydi.

    Ancak yirminci yüzyıldan önce evrensel temel gelir çok dar bir çevre tarafından, hatta bir iki kişi tarafından savunuldu. Bu gelirin çok daha geniş bir çevre tarafından savunulur hale gelmesi ancak yirminci yüzyılda oldu. Hatta bu yüzyılda Bertnard Russel (1872-1970), Virginia Woolf (1882-1941) ve Friedrich Von Hayek (1899-1992) gibi oldukça etkin düşünürler tarafından savunuldu ve tartışıldı. Ancak evrensel temel gelir, herhangi bir refah devletinde ciddi yasama konusu olmadı. Bunun önemli bir sebebi, Hristiyanlık tarafından da kabul edilen çalışkan insan idealinin, Protestanlık’ta ve sonrasındaki sekülerleştirilmiş kapitalist iş ahlakı ile daha da tahkim edilmesi olsa gerek.Bugüne Bakış

    Yirminci yüzyıl sonlarına doğru Keynesyen modelin ve onun bir varyantı olan kalkınmacı devlet (İng: “developmentalist state”) modelinin sorgulanması ile birlikte, devletin de refah hizmetlerindeki rolü de sorgulanmaya başlandı. Farklı ülkelerde devlet farklı seviyelerde küçülse de, yeni liberal dönemde evrensel gelir tartışması da büyük oranda rafa kalktı.

    Evrensel temel gelirin bugün tekrar tartışılıyor olması, neoliberal modelin sebep olduğu bir krizin sonucudur. Elbette bu tartışmanın en hararetle ABD’de yapılıyor olması şaşırtıcı değil. Zira ABD, diğer gelişmiş ülkelere nispetle varlık ve gelir eşitsizliğinin en rahatsız edici boyutlara ulaştığı ülkedir. Örneğin, 1980 yılında ABD’de gelir hiyerarşisinin en tepesindeki yüzde 1, milli gelirin yüzde 10-11’ini temsil ederken, 2015 yılında yüzde 20-21’ini temsil eder hale geldi. Öte yandan en alttaki yüzde 50, 1980 yılında milli gelirin yüzde 20-21’ini temsil ederken, 2015 yılında yüzde 13-14’ünü temsil eder hale geldi.

    Ancak kapitalizmin karşı karşıya olduğu sorunun neoliberal modelin başarısızlığının ötesinde bir sorun olduğunu iddia etmek de mümkündür: Kapitalist sistemin itici gücü, dünya üzerine yayılan bir iş bölümünü yaratabilmesidir. Bu iş bölümünün devamı, kapitalist sistemin dünya çapında zenginlik yaratabilmesine de bağlıdır.

    Kapitalizm, halen daha devasa zenginlikler yaratılabiliyor. Ancak geçmişle karşılaştırıldığında, arada önemli bir fark var: Geçmişte kapitalist sistem, yarattığı zenginliği tabana, devletin dağıtım mekanizmasından bağımsız olarak, ekonomik ilişkiler ağıyla da yayabiliyordu. Bugün ise kapitalizm bunu aynı etkinlikte yapamıyor.

    Örneğin yirminci yüzyılın başında kapitalist sistemin itici gücü otomotiv sanayi, hem merkezde hem de çevrede milyonlarca insan için iş/gelir yaratabilirken (ki bugün küçük bir kasabada bile oto sanayinde bu iş/gelir yaratımının halen daha devam ettiğini görmek mümkün), bugünün kapitalist itici gücü olan bilişim teknolojileri sektörü, aynı çapta bir çevreye zenginlik dağıtamamaktadır. Facebook’un 2019 geliri 70 milyar dolar civarında iken, çalıştırdığı insan sayısı 50 bin kişi bile değildir. Twitter’ın 3.5 milyar dolar geliri varken, çalıştırdığı insan sayısı 5 bin kişiyi bile bulmamaktadır. Kısaca, kapitalizmin bugün en yüksek kar marjı ile çalışan sektörü devasa zenginlikler yaratırken, bu zenginliği son derece dar bir kesime dağıtmaktadır.

    Evrensel temel gelire destek verenlerin bu sektörden isimlerden çıkması şaşırtıcı gelmemeli. Zira hal böyle devam ederse, bu sektörün müşteri kitlesi de zamanla ortadan kalkacaktır. Dürüst olmak gerekirse, bu sektörün ihtiyacı olan müşteri kitlesi de “aylak ama harcayacak parası olan” olarak tanımlanabilecek bir kitledir: Her an sanal dünyada yaşayan, burada tüketen ve burada eğlenen, bunu destekleyecek düzeyde maddi geliri olan bir kitle… Evrensel temel gelir, böyle bir kitlenin bu tür bir yaşam stilini devam ettirebilmesi için biçilmiş kaftandır.

    Burada söylediğimiz, elbette ki söz konusu “aylak ama paralı” kitlenin bilerek, isteyerek ortaya çıkarıldığını iddia etmek değildir. Kapitalizmin şu anda itici gücü olan sektörün, bu niteliklere sahip bir kitleyi yetiştirip, pekiştirdiğini söylemekteyiz.Sonuç

    Fakirlik, tek tanrılı dinler tarafından doğal bir durum olarak kabul edildi ve sadaka/zekat gibi dini ritüelleri bu sorunun çözümü için değil, tanrının emri olarak önerdi. Fakirliğin daha da görünür ve çarpıcı boyutlara geldiği kapitalist dönemde ise, yaşanan kapsamlı bir sekülerleşme ile birlikte, fakirliğe yaklaşım da zamanla değişti ve çözülmesi gereken bir toplumsal sorun olarak görüldü.

    Ancak fakirliğin çözümü olarak evrensel temel gelir hayata geçirilmedi, geçirilemedi. Uygulaması devasa ve hantal bir refah devleti inşa etmekten ve sürdürmekten çok daha kolay olmasına rağmen, bu halen başarılamadı. Bugün evrensel temel gelirin tekrar tartışılıyor olması, hatta hararetli savunucuları arasında yüksek teknoloji üreten firma sahiplerinin bulunmasını, fakirliğin çözümüne yönelik dini veya altruistik bir kaygıdan ziyade, kapitalizmin içine düştüğü derin krizle açıklamak mümkündür.

    Evrensel temel gelir önerisinin, bu krize bir çözüm olacağı da kesin değildir. Daha ziyade, kapitalist problemlere bugüne kadar getirilmiş çözümlerin yaptığı gibi, altta yatan sorunu çözmekten ziyade, göze batan sorunları yamalama ile sonuçlanması çok olasıdır. Eğer bu yaklaşımlar devam ederse, insanlığın kendini durmaksızın yeni ve beklenmedik krizler karşısında bulması da kaçınılmaz olacaktır. )



    Diğer Cevaplara Gözat
    Cevap Yaz Arama Yap

    Cevap Yaz




    Başarılı

    İşleminiz başarıyla kaydedilmiştir.